Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Yükselme Devri Selçuklu-Bizans İlişkileri

0 12.307

Şahin KILIÇ

Türklerin Anadolu’ya girmesinden kısa bir süre sonra Bizans ile karşılaşmaları, yüzyıllardır Anadolu’nun sahibi olan Bizanslılar için, bu İmparatorluğun çöküşüne kadar olan bir sürecin başlangıcı olacaktır. 1071 Malazgirt Savaşı ile bu karşılaşmanın önemli bir dönüm noktası yaşanmadan önce de, çeşitli Türkmen gruplarının Doğu Anadolu’ya sızmış oldukları ve buralarda kendilerine yeni yurtlar edinmek için Bizans’ı rahatsız ettikleri, çağdaşı kaynaklar ve modern çalışmalarının gösterdiği gibi Bizans İmparatorluğu’nun dikkatini çekecek kadar artmıştı. Hem Bizans tarihçileri hem Anadolu Selçuklu tarihinin yazarları ya da Anadolu’nun 11-15. yüzyılları arasında gerçekleşen hem Türkleşme ve İslamlaşma, hem de köklü siyasi, sosyal ve ekonomik yapısal değişiklikleri üzerine araştırmalar yapan araştırmacılar tarafından, Anadolu’nun Geç Orta Çağı’nda gerçekleşen bazı kırılma noktaları kabul edilmiştir. İşte 1071 Malazgirt Savaşı Türklerin Anadolu’yu ele geçirmek için Bizans ile mücadelelerinin ve Anadolu’yu ele geçirme süreçlerinin en önemli safhalarından biri olarak görülmektedir.[1] Ancak her ne kadar yoğun Türkmen akınları ve Büyük Selçuklu sultanlarının seferleri olsa da Roma ve Bizans tarihi boyunca Anadolu’nun doğusu daima müstahkem kaleler, geçitler ve askeri garnizonların üsleriyle dolu olduğundan yerleşmeleri kolay olmadı.[2] Hemen 1075 yılında İznik merkezli bir devletin kurulmuş ya da en azında burasını idare merkezi edinmiş bir Türk devletinin kurulmuş olması, 1071 öncesi İran’dan Orta Asya ve Kafkaslardan gelen göç baskısının ve gelen kitlenin gücünü bütün açıklığıyla ortaya koyar. Anadolu fetihleri bu tarihten sonra sadece geçici askeri akınlar biçiminden çıkıp sistematik bir iskan haline dönüşmüştür.[3] Bütün 11. ve 12. yüzyıl boyunca bu göçler yoğun şekilde sürerken I., II. ve III. Haçlı seferleri, zaten sosyal, ekonomik ve siyasi açıdan köklü değişimler geçirmekte olan Anadolu’yu daha da karmaşık hale getirdi.

Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluşu, 11. yüzyıldan 13. yüzyıl sonlarına kadar devam edecek olan Selçuklu-Bizans ilişkisinin Anadolu’da devletler arası bir karaktere bürünmesinin de başlangıcı olmuştur. Ancak bu süre boyunca, özellikle de 12. yüzyıl boyunca Anadolu’da hem siyasi aktör olarak hem de demografik yapı itibariyle, Anadolu Selçuklu Devleti dışında farklı aktörler de olmuş ve Bizans İmparatorluğu Türklerle olan ilişkisini kurarken bütün aktörleri de dikkate almıştır.[4]

Bu çalışmada ele alınacak zaman aralığı 1071’den sonra Anadolu tarihinde ikinci bir kırılma noktasını olarak kabul edilen, II. Kılıç Arslan’ın son dönemlerinde yapılan 1176 Myriokephalon Savaşı ile başlayıp, 1237’de I. Alaaddin Keykubad’ın ölümüne kadar olan süreci kapsayacaktır. Kuşkusuz yükselme dönemi 1243 tarihine kadar da uzatılabilirdi. Keykubad’ın ölümüyle Selçuklularda her şey yerle bir olmuş değildir. Ancak asıl konumuz Selçukluların iç gelişmelerinden bağımsız olmamakla birlikte, Bizans ile ilişkileri olacağından bu tarihi seçtik. Zira zaten Selçuklu-Bizans ilişkilerinin, Keykubad döneminde 1231 sonrası oluşan karakteri -ki ilişkiler bakımından en parlak dönem- 1243’e kadar, hatta daha uzun süre de değişmedi. Dolayısıyla, bu tarihten sonraki, Anadolu’da dengelerin sarsıldığı bir dönem yerine 1237 tarihini daha uygun bulduk.

Bu tarihler arasında; Anadolu’da derin etkiler bırakan köklü değişimler yaşandı. Selçuklu-Bizans ilişkileri; Anadolu’nun yaşadığı, belki de en zengin ve refah içinde, ticaretin canlılığı bakımından hiç yaşanmamış, iki yüzyıldır yüzbinlerce insanın göçünden sonra kültürel ilişkilerin, değişimlerin somutlaştığı, fakat aynı zamanda savaşların ve sosyo-kültürel, dini çatışmaların bir arada yaşandığı olgular çerçevesinde gelişmiştir. Özellikle Keykubad döneminde Anadolu, tarihinin en parlak ticaret potansiyeline sahip oldu ve kervansaraylarla donatıldı.[5] Selçuklular politik olarak son ve en parlak devri yaşadılar. Kültür ve eğitimde de Osmanlı Devleti’nin üzerinde yükseleceği temeller, 13. yy.’ın bu ilk yarısında oluşturuldu demek yanlış olmaz. Bizans, IV. Haçlı Seferi ile yıkım ve yeniden doğuşuyla yeni devletler sisteminde çabucak yerini alarak, Anadolu’da son kez önemli bir aktör olarak kendini yenilemeyi başarabildi ve tarihinde ilk kez kendilerini “Romaoi” (Romalılar) yerine “Hellen” olarak ifade etmeye başlayarak ideolojik değişim yaşadı.[6] Kültürler ve dinler arası etkileşimler belki de en yoğun dönemini yaşadı.[7] Bugün yaşadığımız Türkiye’ye özgü İslam anlayışının felsefi altyapısı da bu sıralarda oluşmaya başlamıştı bile. Gezici Devişler, Ahiler gibi gruplar hem kültürler ve dinler arası ilişkileri şekillendirirken, ticaret, üretim ve refah beklentisi bu faaliyetlerin motivasyonu oldu. Şehir hayatı, ilk Türkmenlerin tahribatından sonra yeniden canlanmaya başladı. Bütün bu gelişmeleri Selçuk-Bizans ilişkileri bağlamında değerlendirmek kuşkusuz bu çalışma için mümkün değildir. Sayısız çalışmanın yapıldığı Anadolu’daki bu değişim sürecinde bizim asıl üzerinde duracağımız konu bu ilişkilerin siyasi boyutu olacak.[8] Diğer bir deyişle, Anadolu’daki Hıristiyan ve Müslümanların iki siyasi oluşumlarının siyasi ilişkilerine genel bir bakış olacak.[9]

Myriokephalon Savaşı ve Değişen Dengeler

11. yy. son çeyreği ve 12. yy. boyunca Bizans, özellikle Manuel I zamanında Anadolu’da dengeyi sağlamayı başarabilmiş, Selçukluları Orta Anadolu’da tutma politikasında başarılı olmuştu.[10] Aynı dönemde, Orta ve Doğu Anadolu’da Selçuklular dışında diğer Türk devletleri de Manuel’in bu politikasının başarılı olmasında önemli rol oynamıştır. 12.yy. boyunca Selçuklular, Bizans’ın da kendini toparlamasıyla, Batı Anadolu yönünde fazla ilerleyemediği gibi, doğusunda da güçlü rakipleri vardı. Orta Anadolu’ya sıkışmış ve etrafı Hıristiyan devletlerle çevrilmişti.[11] Bu durum, Kılıç Arslan’ın tahta geçmesi ve rakiplerini etkisizleştirme ve Anadolu’yu parçalamış halinden kurtararak, kendi Selçukluların hakimiyetini kurma çabalarının başlamasıyla değişim sürecine girdi.[12] Kılıç Arslan’ın Anadolu’yu kontrolü altına almaya başlaması, bu durumun kendi aleyhine olacağını düşünen Manuel I’i harekete geçirdi. Zira Anadolu’daki parçalanmışlık, Selçuklu ve diğer Müslüman-Türk siyasi odakları birbirine karşı denge politikasında kullandığı gibi, Anadolu’daki Kilikya Ermenileri, Latin krallıkları gibi daha küçük ve Hıristiyan devletleri de bu politikasında araç olarak kullanıyordu.[13] Anadolu’nun tek bir gücün kontrolüne girmesi, Bizans’ın Anadolu’dan tamamıyla etkisinin yitirilmesine neden olabilirdi.[14] 1162’de Kılıç Arslan ile yaptıkları bir anlaşmadan beri aralarında barış vardı. Diğer yandan Selçuklu-Bizans ilişkileri bakımından bu anlaşmayı yapmak için Kılıç Arslan’ın Konstantinopolis’e gitmesi oldukça ilginçtir. Bu durum hala Bizans İmparatorluğu’nun Anadolu’da belirleyici ve düzenleyici rol oynayabildiğini, askeri alanda da gücünün etkin olduğunun bir işaretidir. 1162’de bizzat gitmeye karar verdiğinde Konstantinopolis’te büyük bir ihtişamla karşılandı. İmparatorla yan yana oturarak, onun adına ziyafetler, merasimler, at yarışları ve eğlenceler düzenlendi.[15] Seksen gün burada kalan Kılıç Arslan İmparator’dan birçok hediye aldı, bir o kadar da taviz vererek geri döndü.[16] Bu tarihten sonra 1173 yılına kadar Selçuklu-Bizans ilişkileri istikrarlı devam etti. 1173 sonrası özellikle Dorylaeum etrafında yaşanan gerginlikler ve Selçukluların Anadolu’daki yayılmacı politikaları, Manuel’i kızdırmış ve Kılıç Arslan üzerine sefer hazırlıklarına girişmiştir.[17] Bunu duyan Kılıç Arslan elçiler göndererek seferi önlemeye çabalamışsa da Manuel’in sorunu kökünde halletmek istemesi durumu değiştirmemiştir. Kalabalık bir orduyla yola çıkan sefer, Myriokephalon (Kumdanlı)’da[18] Bizans’ın ağır bir yenilgisiyle sonuçlandı (1176).[19]

Myriokephalon Savaşı Bizans için ağır bir yenilgi olmasına rağmen,[20] somut sonuçları bakımından Manuel ölünceye kadar büyük olumsuzluklara yol açmadı.[21] Manuel kırk yıla yakın bir süredir mücadele ettiği Türklere karşı savunmasını belirli bir istikrara kavuşturmuş, doğusundaki savunma mevkilerini sağlam tutabilmişti. Özellikle sınırlarında yoğunlaşan Türkmen gruplarının topraklarına girmesini engellemede oldukça başarılı sayılırdı. Yenilgiden sonra da bu uygulamalarını devam ettirdi. Örneğin Myriokephalon savaşı sonrası yaptığı anlaşmaya göre daha önce de aralarında sorun olan Eskişehir (Dorylaeum) ve Sublaion kalelerinin yıkılması şartına rağmen bu kalelerin yıkılması şartlardan biriydi. Ancak Manuel kabul etmesine rağmen bunlardan sadece Sublaion Kalesi’ni yıkarak Eskişehir’e dokunmadı.[22] Bunun üzerine Sultan, komutanı Atabeg (Atapakos) komutasında bir ordu göndererek Menderes bölgesindeki şehirleri Aydın (Tralles) ve Phrygia Antiokheia’sını tahrip ettirmiştir.[23] Manuel’in 1180’de ölümünden sonra Bizans savunma sistemi çok hızlı ve dramatik şekilde çöktü.[24] Sultan, Kütahya ve Eskişehir’i yağmaladı ve ele geçirdi, Uluborlu (Sozopolis)[25] civarındaki kaleleri de alarak Denizli’ye kadar ilerledi.[26] 1185’te Philadelphia (Alaşehir) önlerine kadar Kılıç Arslan komutanını göndererek yağmalattı ve birçok kaleyi ele geçirdi.[27]

1180’den sonra Bizans’ta Komnenoslar Hanedanı boyunca (1081-1185) devam eden istikrarlı ve Türklere karşı üstün oldukları dönem de kapanmıştır. Manuel’in ölümünden sonra Bizans uzun süre iç sorunlarıyla boğuşmak zorunda kalacaktır. 1189-90’a kadar Bizans topraklarında akınlar düzenleyen Selçuklular ise, III. Haçlı Seferi ordularının 1190’da Anadolu’ya girmesiyle ve Kılıç Arslan’ın yaşlılığı nedeniyle ülkesini oğullarına paylaştırması (1189) sonucu başlayan taht kavgaları, 1189-1204/5 arasında Selçukluları da meşgul ederek, iki tarafın da istikrarsızlık içinde geçirdiği yıllar olmuştur.

1189-1204: İsyancı Bizanslılar ve Türklerle Yakınlıkları

İçerideki isyanlarla uğraşan ve Haçlı tehlikesi ile meşgul olurken Bizans merkezi otoritesinin zayıflaması nedeniyle, Batı Anadolu’daki Bizanslı bazı yerel feodal beyler de bağımsızlıklarını ilan etmeye başladı. Selçuklu-Bizans ilişkileri 13. yy. başlarında Theodore Laskaris’in kısmi kontrolü sağlamasına kadar, Batı Anadolu ve Kuzey Anadolu’da stratejik mevkiler üzerinde çekişmelerle devam etmiştir. Ancak bütün bu çekişmeler devam ederken aynı zamanda iki gücün içinde de birbirleriyle işbirliği yapan güç odakları olmuştur. 1183 yılında tahtı ele geçirmek için Anadolu’da bir iç savaş başlatan ve tahtı ele geçiren Andronikos Komnenos, bu isyanı sırasında Kılıç Arslan’dan çok sayıda asker almıştı. Doğrudan tahta yönelik olan bu ayaklanmayı diğerleri takip etti. 1180-1204 arasındaki isyanların en ciddileri 1189-1208 döneminde çıkmışlardır. Bunlardan; Pseudo (Sahte)- Aleksios[28] (1192-1196), Theodoros Mangaphas[29] (1189-1204), Manuel Mavrozomes (1204-1206), Sabbas Asidenos (1204-1206), Basil Chotzas[30] (1190-1204), Theodore II Gabras (1204-1208) gibileri, bulundukları bölgelerde köklü ve zengin ailelerinin desteğiyle, ya da zamanında saray ilişkisi iyi olup sonradan bozulan bürokrat veya komutanlar, feodal beyler gibi çeşitli nedenlerle isyan eden daha birçokları içinde en önemlileri olarak göze çarpar.[31] Bunlardan bazıları Selçuklu sultanları ya da Türkmen gruplarıyla işbirliği yaparak bölgelerinde uzun süre tutunabilmişlerdir.

Bunlarda biri Batı Anadolu’da Theodore Mangaphas, 1189 yılının başlarında Keyhusrev’in izniyle topladığı Türkmen paralı askerleriyle Menderes Vadisi civarındaki Bizans şehirlerini yağmalayarak büyük zararlar vermiştir.[32] Mangaphas, Troia bölgesindeki Ermenilerin de desteğini alarak giriştiği bu isyan girişiminde Alaşehir (Philedelphia) üzerinde de kontrolünü sağlayıp kendi adına para bastıracak kadar ileri de gidebilmiştir.[33] Mangaphas’ın kiraladığı ücretli Türk askerler ise girdikleri şehirleri yağmalamışlardır. O sıralarda Bizans merkezi ile araları iyi olan Keyhusrev, kendisi bizzat asker vermemiştir. Ancak Türkmenler arasından ve kendi bölgesinde ücretli asker toplamasına da izin vererek bir anlamda doğrudan müdahil olmadan, Batı Anadolu’da kaos ortamının yaratılmasına yardımcı olarak merkezi yönetimin kontrolünden çıkarmayı istemiştir. O sıralarda (1189) Uluborlu (Sozopolis) meliki olması dolayısıyla Bizans ile sınır olan Keyhusrev, annesinin de Bizanslı Hıristiyan olmasından dolayı bölge halkıyla diyalogları iyi olmuştur. Theodore Mangaphas başarı kazanınca İmparator Isaak Angelos Keyhusrev’den kendisinden kaçıp ona kaçan Mangaphas’ı istedi. İmparator’la arasını bozmak istemeyen Keyhusrev’de öldürülmemesi koşuluyla kendisine sığınan Mangaphas’ı teslim etmiştir. Bu hareketi annesi Hıristiyan olduğu için kardeşleri tarafından zaten hoş bakılmayan Keyhusrev hakkında bu görüşleri daha da ileri götürmüş, kendisine sığınanı teslim etmesi eleştirilirken Bizans imparatorunun isteğini yerine getirmesi ile de kardeşlerini kızdırmıştır.

Manuel Mavrazomes bunlardan belki de en ilginç olanıdır. Kaynaklarda 1204 yılında ortaya çıkan Mavrazomes Selçuklu-Bizans arasında 11-12. yy. boyunca kurulmuş çeşitli ilişki biçimlerinin[34] en güzel örneklerinden biridir.[35] İstanbul’da yaşamak zorunda kaldığı yıllarda (1197-1203) iyi ilişkiler kurduğu bu kişinin kızıyla, Aleksios III’ün teşvikiyle evlendiği bilinen Keyhusrev, yine İstanbul’daki Latinlerin kargaşalarından çekinen Aleksios III’ün tavsiyesiyle Mavrazomes’in nerede olduğu bilinmeyen sarayına Mavrazomes’le birlikte ayrılmıştır. Selçuklularla olan ilişkisini bundan sonra, Keyhusrev’in ikinci kez tahta oturduğunda ona Denizli ve Honaz yöresini vermesi dolayısıyla biliyoruz. Bu tarihten sonra tekrar bahsi geçmeyen bu kişi, tekrar Keykubad döneminde Emir Komnenos adıyla sarayın önemli bir şahsiyeti ve Sultan’a çok yakın biri olarak karşımıza çıkıyor. Bu kişinin aynı Mavrazomes olup olmadığı tartışmalıdır.[36] Basil Cotzas, İznik’in kuzeydoğusundaki Tarsia[37] bölgesini ele geçirmiş, 1205 yılında Theodore Laskaris tarafından etkisiz hale getirilene kadar bu bölgede hüküm sürmüştür.[38] Diğer bir isyancı Sabbas Asidenus, Sampson’dan (Antik Prienne şehri) Miletos’un kuzeyine düşen bölgedeki Ege kıyılarına kadar kontrolü ele geçirmişti. Onun ayrıca Menderes Nehri’nin güneyine kadar olan Menderes Vadisi’nin aşağı kısımlarını da kontrol ettiği anlaşılıyor.[39] 1204’te Haçlıların İstanbul’u ele geçirmesinden sonra Bizans İmparatorluğu’nu İznik’te canlandırmaya çalışan Theodore Laskaris’de bu isyancı feodallerle uğraşmak zorunda kalacaktır. Anadolu’daki Hıristiyanlığın çöküşünde, Türkleşme ve İslamlaşma sürecinde bu isyancıların rolü azımsanamayacak kadar büyük. Türklerle, kendi çıkarları için yaptıkları işbirlikleri ile ve askeri güç olarak da Türkmen gruplarını kiralamak yoluyla Batı Anadolu’da Menderes boyunca ve Ege kıyılarına kadar, Güneybatı Anadolu’da Denizli çevresi, Kuzeybatı Anadolu’da Bithynia içlerine ve kuzeyde Karadeniz sahillerine kadar Türklerin girişlerini kolaylaştırmışlardır.

Karadeniz’de Gavras ailesi,[40] bu bölgedeki Türkmenler ve Selçuklu sarayıyla ilişkileri en yakınlardan biridir. Kökleri çok daha geriye giden bu aileden birçok Gavras’tan bazıları vezirlik makamına kadar yükselmişti. Geleneksel olarak Bizans merkezi yönetiminden ayrılıkçı hareketler içinde olan bu ailenin en tanınanlarından İhtiyareddin Hasan bin Gavras adıyla bilineni, Kılıç Arslan’ın sarayında Hacib (Protokol görevlisi)[41] olarak görev yapmıştır. Theodore II. Gavras ise hanedan şeklinde Pontos bölgesinde hakimiyet alanı oluşturmuş ailenin 1204-1208 faaliyet göstermiş olan Gavras’tı. Yani Bizans merkezi yönetiminin iyi tanıdığı, güçlü dönemlerinde kontrol edebildiği aile, Türklerin bölgelerine gelmeleri ve merkezi yönetimin zayıflamasıyla ilişkilerini Türklerle yoğunlaştırdı. Türkmenlerin ve Gavras ailesinin bu girift ilişkileri bölgedeki ekonomik,[42] kültürel ve sosyal değişimi ve ilişkilerin yakınlaşmasını da sağladı. Gavras ailesi daha sonra da Türklerin yönetim kademelerinde yer bulmaya devam edeceklerdir. Evlilikler yoluyla Bizanslıların Mixobarabaroi dedikleri yarı Rum yarı Türk olan insanlar bu türden ilişkilerin sonuçlarıydılar. Türklerin Rum kadınlarıyla yoğun olarak evlendikleri ve Selçuklu yönetim ve askeri kurumlarına devşirme yoluyla gulamların alınmasıyla bu ilişkiler devletler arası ilişkilerin dışına çıkmıştır. Selçuklu sarayında birçok Rum kadınlarının ve gulamların etkinliği bilinen gerçeklerdir.[43] Bu isyanlar bir yandan Bizans’ın ve Hıristiyanlığın şehir hayatı ve üretimiyle çökmesine sebep olurken, şehir hayatının, tarımın ve her şeyden önemlisi güven duygusunun yitirilmesine neden olmuştur. Diğer yandan Türkmenlerlerin ve yerleşik Bizanslıların yeni ilişki biçimleri kurduğunu ticaretlerini, evliliklerini, din değiştirmelerini devletlerarası ilişkilerden bağımsız yaşadıklarını görüyoruz.

Selçuklu Devleti aynı dönemde iç çekişmeler yaşamaktaydı. Yaşlanan Sultan Kılıç Arslan eski Türk geleneklerine göre ülkesini onbir oğlu arasında paylaştırmıştı.[44] Daha sağlığında böyle bir uygulamaya gitmesi ve ülkesinin topraklarının genişlemesi otoritesinin zayıflamasına neden oldu. Oğullarına tahsis ettiği bölgeler, onların Melik olarak kendi sınırları içerisinde hükmetme yetkisini veren ancak Konya’ya bağlı bir yönetimle sürdürülmekteydi. Yaşlanan Sultan’ın ömrünün ve sağlığının bozulduğunu gören oğulları arasında çekişmelerin başlaması gecikmedi.

Sultan Kılıç Arslan’ın nihayetinde Uluborlu (Sozopolis) Meliki Gıyasedin Keyhusrev’i ardılı olarak seçtiği anlaşılıyor.[45] 1192’de öldüğünde de Selçuklu Devleti onbir melik arasında fiilen bölünmüş, bazıları yeni Sultan Gıyaseddin Keyhusrev’i tanımamalarına rağmen, kendileri de gelenekleri çiğneyip Sultan unvanını kullanamamışlardır.[46]

Bizans ile sınırları olan meliklerin Bizans ile olan ilişkileri ile Konya’nın mücadelesi bütün iç çekişmelere rağmen yoğun olarak devam etmiştir. İlk yıllarında Kılıç Arslan’a tabiyetlerini aksatmayan melikler, babaları öldükten sonra onun ardılı olan Keyhusrev’e karşı cephe aldılar. Keyhusrev’in en büyük rakibi kendisinden daha büyük olan ve bu hakkı kendisinde gören Tokat Meliki Rükneddin Süleymanşah ve en büyük Kutbeddin Melikşah olmuştur. Keyhusrev ilk saltanat döneminde (1192-1197) bütün melikler aynı zamanda kendi bölgelerinde bagımsız faaliyetlerine devam etmişler hatta kendi adlarına para bastırmışlardır.[47] Ancak dikkat çekici olan, bunlardan en güçlülerinin Bizans sınırlarında (Uc) faaliyet gösterenler olmasıdır. Rükneddin Süleymanşah Tokat Meliki olarak Karadeniz’deki Bizans topraklarına akınlarını kesintisiz devam ettirmiştir. Samsun’u Bizanslılardan onun aldığı bilinmektedir.[48] Yine Ankara Meliki Muhiddin Mesud Kastamonu bölgesinde Bizanslılara karşı seferler yaparak Safranbolu (Dadybra)’yu kuşatarak ele geçirdi ve buralardan çok sayıda esir ele geçirerek şehre Türkleri iskan etti.[49] Sultan Gıyaseddin Keyhusrev’de Menderes bölgesinde fetihlere girişmiş, Bizanslı yerel feodal beylerle de yakın ilişkiye girmişti. Bu dönemde Menderes bölgesinde giriştiği seferlerde Türkmenlerin desteğini de alarak, başarılı seferler de düzenledi. Meliklik zamanından beri bölgedeki Türkmen grupları ile iyi ilişkileri olduğundan, iç karışıklıklarla bölgedeki otoritesini kaybetmiş olan Bizans’ın bu kargaşasını daha da artırdı.

1196-97 kışında Bizans merkezi yönetimiyle olan ilişkilerini bozan olay, Selçuklu-Bizans ilişkişinin boyutlarını görmek açısıdan öncesi ve sonrasıyla önemli bir olaydır. Keyhusrev’in Menderes bölgesindeki seferlerinin artması ve isyancı Bizanslılara yardım etmesi İmparator Aleksios IlI’ün tepkisini çekiyordu. Özellikle Türkmenlerin yağma akınları bölgede çok fazla tahripkar ilerliyordu. Aleksios III, Keyhusrev’e herhangi bir uyarıda bulunmadan İstanbul’daki bütün Konya’dan gelen tüccarları tutuklatıp mallarına el koydurdu. Bunun üzerine Keyhusrev’de Mısır hükümdarının Aleksios’a gönderdigi hediyelere kendi bölgesinden geçerken el koyarak Aleksios’a tebası olan tüccarları bırakması için elçi gönderdi. Aleksios bu duruma daha da sinirlenerek tepkisini daha sertleştirdi ve anlaşmayı reddetti. Bunun üzerine tekrar elçi gönderme gereği duymayan Keyhusrev çok hızlı bir şekilde hazırlık yaparak Menderes bölgesine fetihlere girişti. Caria ve Tantalus bölgesinde bir çok şehri yağmalayarak buradaki Hıristiyan halkı alıp Akşehir’e (Philomelium) yerleştirdi. Yaklaşık 5000.[50] Sultan getirdiği Hıristiyan halka tarım araçları, kış olması dolayısıyla barınaklar, tohum vs. vererek onları beş yıl süreyle vergiden muaf tutacağını ve beş yıl sonunda da Bizans’a verdiklerinden daha fazla vergi alınmayacağını ilan ederek kitlenin bu bölgede yerleşmesini sağlamak için özel çaba göstermiştir. Bu uygulamasının sebep ve sonuçları açısından önemi oldukça fazladır. İlk önce Sultan’ın ve özellikle Türkmen gruplarının yıllardır bu bölgelerde giriştiği yağma ve fetih seferleri ve isyancı Bizans feodallerinin bölgede estirdiği terör nedeniyle yerleşik nüfus neredeyse yok olmuştu. İmparatorlar da zaman zaman Türklerin girdiği bölgeden yerleşik Hıristiyan halkı başka bölgelere sevk ediyorlardı. Güvenliğin, üretim yapmanın imkansızlaştığı bölgelerden bütün bunların üstüne bölgeye hakim olan her orduyu beslemek veya vergi vermek zorunda kalan halk da zaten kendiliğinden boşaltmak zorunda kalmıştı. Bu durum Türkmenlerin baskısı altında olan ya da yukarıda saydığımız diğer şartları yaşayan Anadolu’nun diğer bölgeleri için de benzer sonuçları doğurmuştu. Bu politikasıyla aynı zamanda, Hıristiyan halkın gönlünü kazanarak, topraklarını üretim yapılan yerleşik hayatın canlandığı topraklar haline getirmeyi amaçlıyordu. Zira bölgedeki Türkmenlerin hepsi göçebe hayat tarzından yerleşik hayata henüz geçememişti ve bunların iskanının zorluğu da başka bir gerçekti. Sultan bu seferinde, bölgenin en önemli şehri olan ve daha sonra ikinci saltanat devresinde hayatının sonlanacağı Alaşehir yakınlarındaki Antiokheia şehrine kadar ilerleyerek kuşatmaya giriştiyse de Rükneddin’in Konya’ya ilerlediği haberini alınca bu kuşatmadan vazgeçerek geri döndü. Bu olayda dikkati çeken bir başka nokta ise Aleksios III’ün Konstantinopolis’teki Konyalı tüccarları tutuklaması ve mallarına el koymasıyla ilgilidir. Bu durum bütün bir yuzyıldan fazla süredir siyasi anlamda çekişme içinde olsalar da, ticaret ilişkilerinin iki güç arasında kurulabildiğini ve önemini gösterir.

Keyhusrev’in kaderi 1197’de[51] yine Bizanslılarla kesişti. Konya’ya döndükten hemen sonra kardeşi Rükneddin tarafından aralarında anlaşma yaparak tahtı terketmek zorunda bırakıldı. Bir süre doğuda Ermeniler ve diğer kardeşlerinin yanında sığınacak yer aradıktan sonra, kimsenin kabul edememesinden dolayı Konstantinopolis’e Aleksios III’e sığındı. Keyhusrev daha önce babasının geldiği İstanbul’a gelerek annesinin kardeşlerinin de bulunduğu bu şehirde İmparator tarafından iyi karşılandı ve 1203 yılına kadar kaldı. Sultan’ın burada geçirdiği yıllar boyunca yaşadıklarının detayları bilinmemekle beraber, o sırada Konstantinopolis’te bolca bulunan Latinlerle anlaşamadığı ve hatta onlardan biriyle duello yapacak kadar sürtüştüğü anlaşılıyor.[52] Keyhusrev’in yukarıda bahsi geçen Mavrozomes’le ilişkisinin de burada başladığını belirtmiştik.

Rükneddin Süleymanşah zamanında Bizans ile olan ilişkilerde Selçuklu’nun üstünlüğü görülür, ancak daha çok rakipleriyle uğraşmak zorunda kalmıştır. Bizans’ı haraca bağlamıştır.

Ankara Meliki Muhiddin Mesud’ Uc bölgesinde olması dolayısıyla Bizans’la daha yoğun bir ilişki içinde olmuştur. Eskişehir, Kastamonu, Bolu, Çankırı bölgelerinde Bizanslılarla mücadele ederek ilerlemiştir. Bazen de Bizans ile anlaşmalar yapmış, Aleksios III’ün Balkanlar’daki seferine asker göndererek yardım da etmiştir.[53] Rükneddin’in öldüğünü Konya’nın ileri gelenlerinden aldığı çağrı üzerine Mavrazomes’in yanında öğrenen[54] ve çocuklarıyla birlikte yola çıkan Keyhusrev, Laskaris’in topraklarından geçmek zorunda kalacaktır. Rükneddin’in yerine geçen oğlu III. Kılıç Arslan ile tahta geçer geçmez saldırmazlık anlaşması yaptığı için Konya ile arasını bozmak istemeyen Laskaris,[55] geçişine önce izin vermemiştir. Daha sonra aralarında anlaşma yaparak rehin olarak oğullarını bırakması karşılığında izin veren Laskaris, anlaşmaya göre Türklerin kısa süre önce fethettikleri Denizli ve Honas Laskaris’e verilmesi şartı ile oğullarını bırakacaktı. Nihayetinde, Keyhusrev Konya’ya vardığında Keyhusrev’e karşı bir süre direnç olduysa da, Konya’nın ileri gelenleri Kılıç Arslan III’e Tokat Melikliği verilerek barışçı yollardan Keyhusrev’i ikinci kez oturttular (1205).[56] Oğulları ise daha Konya’ya varmadan İznik’ten yanlarındaki Sultan’ın eski sadık adamı Hacip Zekeriya tarafından hileyle kaçırılmıştı.[57]

1204 Latin İstilası Selçuklu-Bizans ilişkileri ve Anadolu’nun tarihi bakımından yeni bir devletler sistemine geçişi ifade eder.[58] Burada IV. Haçlı Seferi’nin nedenleri, detayları ve Bizans açısından sonuçları tartışmak konumuz dahilinde değil.[59] Ancak 1204 sonrası Anadolu’ya kaçan Bizans’ın ileri gelenlerinin İznik’te (Nicaea) İmparatorluğu toparlama çabaları ve yeni devletin ayağa kalkması Selçuklular için iyi sonuçlar vermedi. Denizlere inme ve Anadolu’ya ağırlığın kayması gerginliklerini artırdı.[60] Bizans’ın Selçuklulara olan üstünlüğü 12. yy.’ın son çeyreğinden bu yana artık dengelenmişti. Latin istilası ile birlikte artık güçler dengesi değişmeye başlamıştı. En önemlisi Trabzon İmparatorluğu’nun temelleri atılmıştı. Ayrıca Bizans İmparatorluk hanedanlarının bir kısmı da Yunanistan’ın Epiros bölgesinde kendilerine destek bularak kendi devletlerini kurmuşlardı. Böylece 13. yy. başında ortaya üç ayrı Bizans devleti çıkmıştı. 1261’de tekrar İstanbul alınıncaya ve restorasyon sağlanıncaya kadar üçünün hükümdarları da Bizans tahtının üzerinde hak iddia etmiş, bütün enerjilerini bir süre İstanbul’u geri alıp kurtarıcı olma hevesi içinde olmuşlardır. İznik İmparatorluğu’nun kurucusu Theodore Laskaris’in (1204-1222) ve Ioannes Vatatzes’in (1222-1254) ömrünün sonuna kadar gösterdiği çabalarla Bizans’ın tek temsilcisi ve varisi olma başarısını göstermeleri bu rakiplerine karşı ettikleri mücadele ile ilgilidir. İznik İmparatoluğu artık Batı Anadolu’da kalmış son şehirleriyle daha yakindan ilgileniyor, buradaki Rum nüfusun şehirlerde kalması ve üretime devam etmesini kendi varlığının bir zorunluluğu olarak görüyordu. Bu nedenle Batı Anadolu’da karşı karşıya gelmeleri kaçınılmaz olmuştu. Ancak Laskaris’in önunde uğraşması gereken daha öncelikli sorunlar vardı. Öncelikle aralarında yaptıkları anlaşmayla Bizans’ın topraklarını paylaşmış olan Haçlı devletleri, bu paylaşımı uygulamaya koymaya başlamışlardı. Laskaris’in yerleşmeye çalıştığı Bithynia bölgesine bir sefer düzenleyen Latinlerle uğraşmak zorundaydı.

Keyhusrev tahta oturduğunda Selçuklu Devleti büyük oranda Anadolu’da hakimiyetini sağlamış, taht kavgalarını bitirmiş ve ekonomik olarak da zenginleşmeye başlamıştı. Saltanatı’nın ilk yıllarında Theodore Laskaris ile bozuşmak istemediğinden saldırgan bir politika izlemedi. Ancak Laskaris’e söz vermiş olduğu Denizli ve Honaz’ı da ona vermedi. Denizli ve Honaz’ı Mavrozomes’e vererek hem Mavrazomes’i yardımlarından dolayı ödüllendirdi hem de Laskaris ile anlaşmazlık konusu olmasını önledi.[61] Laskaris’de bu konuda fazla ısrarcı olacak durumda olmadığından durumu kabullendi. İlk yıllarında her iki hükümdarın da çıkarları aynı doğrultuda geliştiği için bir anlaşma yaptılar. Karadeniz’de Komnenos Hanedanı’ndan Aleksios ve David kardeşler Trabzon’dan başlayarak Karadeniz sahillerini ele geçirmeye başlamışlardı. 1204 yılında Karadeniz kıyısı boyunca batıya doğru David Komnenos’un ilerlemesi sonucu, Samsun Türklerin elinden çıkmış, Laskaris’i ise İmparatorluk üzerindeki iddiasiyla ciddi bir rakip olmuştur. Selçuklular ise Karadeniz’e, dolayısıyla Karadeniz üzerinden yapılan ticarete tek çıkışları olan Samsun’u kaybettikten sonra Komnenosları bu bölgeden çıkarmak için 1206’da sefer düzenlediler.[62] Laskaris’in ayrıca Latinlerle İzmit civarında devam eden çatışmaları nedeniyle zaten Selçuklu ile uğraşacak gücü de mevcut değildi. Keyhusrev tahta çıkar çıkmaz ilk iş olarak Karadeniz’de tıkanmış olan ticaret yolunu, Samsun’u alarak açma girişimininin ardından, Mart 1207’de ele geçirilen Antalya ile Selçukluların kuzey ve güneyindeki ticaret ağına girmesini sağlayarak, refah ve zenginlik döneminin kapılarını da aralamıştır. Laskaris’in Antalya’nın alınmasına tepki vermeyerek onayladığı anlaşılıyor.

Bu iyi ilişkiler dönemi çok fazla sürmeyecektir. Laskaris’in batıda biraz olsun, Bulgarların Latinleri meşgul etmesi nedeniyle rahatlamasnın ardından, Keyhusrev’in Antalya’yı aldıktan sonra Latinlerle gizli ittifak kurması, Laskaris’i de Ermenilerle ittifak arayışına itmiştir.[63] Keyhusrev’in yayılmacı politikası Laskaris’i ürkütmüş, Ermenileri Selçukluların arka tarafında bir müttefik olarak kazanmak istemiştir. Sultan Latinlerle yakınlaşmalarının arkasında siyasi hesapların yanında Antalya’nın önemi dolayısıyla ticari ittifak da sözkonusuydu. Bu stratejik hesapların yanında Keyhusrev’in Laskaris’i rahatsız eden başka hesabı da Aleksios III’ü Bizans tahtına getirmek istemesi olmuştur. 1209 yılında Sultan’a sığınan ve imparatorluğunu Keyhusrev’in yardımıyla geri alabileceğini hesap eden Aleksios, Sultan’ı da bu yönde teşvik etmiştir. Laskaris, Bizans İmparatorluğu’nun yasal varisi olabilmek için birçok düşmanıyla ve taht iddiacısı ile mücadele etmiş ve şimdilik yerini sağlamlaştırmıştı.

Trabzon’daki Komnenosları geri çekilmek ve iddialarından vazgeçirmek zorunda bırakmış (1207). İsyancı feodalller problemini kısmen çözmüştü (1208). Keyhusrev’in, şimdi karşısına devrik imparatoru çıkarmasını kendisi için ciddi bir tehdit olarak görüyordu. Keyhusrev ise, daha önce yanında yıllarca misafir kaldığı ve iyiliğini gördüğü Aleksios III’ten desteğini esirgemediği gibi bu politikalarına da uygun düşüyordu. Onun için parçalanmış Bizans’ın başında Aleksios’un oturması ülkesi için de yararlı olacaktı kuşkusuz. Bazı bilgilere göre, Keyhusrev İstanbul’dayken Aleksios III tarafından vaftiz edilmiş, ikisi arasında manevi baba-oğul ilişkisi de oluşmuştu.[64] 1209 yılında Laskaris resmen bu talebini ilettiğinde Laskaris’in talebi kesin ve sert oldu. Hemen savaş hazırlıklarına girişti. Ancak önce diplomasi yapması gerekiyordu. 1209-11 arası savaş hazırlıkları ve Ermenilerle ittifakını sağlamlaştırma diplomasisiyle geçti.

Antiokheia[65] Savaşı ve Barışın Bozulması

Keyhusrev ordusunu hazırlayarak bu amacını gerçekleştirmek için girişimlere başladı. Aleksios III’ün de refakat ettiği[66] bir orduyla Menderes bölgesinin en önemli şehri Antiokheia’a doğru ilerlemeye başladılar. Bunu haber alan Laskaris’de hemen daha az sayıda ve bir kısmı Latin ücretli askerlerinden oluşan ordusuyla aynı şehre doğru harekete geçti. 1211 baharında gerçekleşen bu olayla 1206’da imzaladıkları anlaşmaları ve barış dönemi de sona ermiş oldu. Antiokheia’da karşılaşan orduların savaşından, aynı zamanda Selçuk-Bizans ilişkilerinde bir kez daha köklü bir değişime neden olacak sonuçlar doğdu. Bazı modern araştırmacılar tarafından bu savaş da Malazgirt, Myriokephalon gibi dönem açıcı sonuçlar doğurmuştur.[67] Kaynakların farklı versiyonlarını anlattığı savaşın detaylarına girmeyeceğiz ancak Keyhusrev’in savaş alanında ölümü ve sonrası ilginçtir. Keyhusrev’in savaş devam ederken ve Selçuklu ordusunun yenmek üzere olduğu bir zamanda alanda öldürülmesi savaşı Türklerin kaybetmesine neden olmuştur. Sultan’ın kimin tarafından öldürüldüğü farklı çağdaş kaynaklara itibar eden tarihçiler tarafından farklı değerlendirilmiştir. Keyhusrev’in bizzat Laskaris tarafından öldürüldüğünü anlatan Bizans kaynaklarının anlatılarının yanı sıra, Bizans ordusundaki bir Frank askeri tarafından öldürüldüğü yolundaki İbni Bibi’nin[68] anlatımına göre; Sultan Laskaris tarafından cesedine saygı gösterilip güzel kokularla yıkandıktan sonra Alaşehir’deki (Philadelphia) Müslüman mezarına gömülmüştür. O dönemde bu şehir de bir Müslüman mezarlığının bulunması da oldukça ilginçtir. Aradaki bunca düşmanlık ve savaşa rağmen mezarlıklara dokunulmaması, karşılıklı inançlara saygının da bir göstergesi sayılabilir. Bu mezarlığı ne zaman oluştuğu kesin olmamakla beraber kaynaklar şehri önceki yüzyıllarda ele geçirdiklerinde oluştuğu kanaatindedir.[69] Laskaris’in Keyhusrev ile olan ilişkisindeki siyasi rekabete rağmen, ona duydugu saygı, daha sonra mezarını oğlu İzzeddin Keykavus’a göndererek Konya’ya defnedilmesini sağlamasında da görülür. 1212’de gerçekleşen bu olay da Laskaris’in Keykavus ile barış yapma isteği de rol oynamıştır.

Bu yenilgi Selçuklu tarihi içinde belki büyük yankılar uyandırmadı ve derinden etkilemedi ama bir süre taht kavgalarına neden oldu. Keyhusrev’in oğulları Keykavus ve Keykubad, saltanat için bir süre mücadele ettikten sonra Keykavus’un üstünlüğü ve Keykubad’ın Minsar Kalesi’ne hapsedilmesiyle sağlanmış oldu. Bizans dünyasında Türklere karşı kazanılan bu zaferin yankıları çok daha büyük oldu. Arazi kazancı değil ama psikolojik olarak ilk önce Laskaris’in Bizans dünyası içindeki itibarını artırdı.[70] Anadolu’daki Hıristiyanlardan başka, Balkanlar’da ve diğer bölgelerdeki Hıristiyanlar açısından büyük moral kaynağı haline geldi ve Hellenizm düşüncesi güç kazandı.[71] İznik İmparatorluğu’nun Bizans’ın restorasyonu için iddiasını güçlendirirken, diplomatik gücünü de artırdı. Ancak Bizans ve özellikle Ortodoks Hıristiyan dünyasında bu zaferin bu denli sevinçle karşılanması, aynı zamanda Bizanslıların çok uzun süredir Türkler karşısında özgüvenlerini yitirdiklerini ve zafere ne kadar ihtiyaçları olduğunu göstermesi bakımından da ilginçtir. Bu zafere çok daha geniş anlamlar yükleyerek Hıristiyanlığın İslam üzerinde kazandığı bir zafer olarak değerlendirildi.[72]

Ancak Laskaris, biraz da abartılmış bu zaferin ardından, her tarafından baskı altına alınmış durumdayken, Keykavus’da kardeşi Keykubad’la mücadeleyi kazanıp onu Malatya’da Mar Ahron Manstırı’na kapattırma işleriyle meşguldu.[73] Laskaris, Keykavus’a elli yıllık barış anlaşması önerdi (1212). Bundan sonra gelişecek Selçuklu Bizans ilişkilerinin yönünü de belirleyecekti. Bu barış anlaşmasını Laskaris’in isteği üzerine yapan iki hükümdar, kendi sorunlarıyla ilgilenmek için birbirlerine güvenmek zorunda oldukları koşullar içindeydiler. Laskaris henüz yeniden organize etmeye çalıştığı devlet çarklarını oluşturamamış ve Latinlerle sorunları yeniden başlamıştı.[74] Selçukluların üzerine gitmeye cesaret edememişti. Bu anlaşma sırasında Keyhusrev’in mezarı da Konya’ya getirilerek yeniden bir cenaze töreni düzenlendi.[75]

Her iki tarafın da jeopolitik durumu ve hesapları beklenenin tersine bir savaşa engel oldu. Keykavus’un babasının intikamını alması beklenirken diğer sınırlarındaki sorunlar ve başka hesapları vardı. Sinop ve Antalya’yı almak, denizlerde yerini sağlamlaştırmak, yanıbaşındaki Laskaris’in henüz güçsüz durumdaki devletiyle uğraşmaktan daha acil sorunlar olarak hesaplandı. Laskaris’i haraca bağlayarak anlaşmayı kabul eden Sultan, böylelikle Latinlere karşı da batısında tampon bir gücü de muhafaza etmiş oluyordu. Laskaris için de Latinlerle olan mücadelesi Batı Anadolu’da tutunabilmesi için şarttı.[76] Zira Latinler için de Batı Anadolu’nun özellikle kıyıları ve önemli ticaret kentleri cazibe merkezleriydi.

Sinop’un Fethi ve Selçuklu-Trabzon İlişkileri (1214-1230)

Keykavus bu anlaşmayı da yaptıktan sonra dikkatini güneyindeki Ermenilere ve kuzeyindeki Sinop’a yöneltti. Burada bizim için önemli olan Sinop Seferi’dir (1214). Selçuklu Devleti’nin Karadeniz ticareti üzerinde etkin olabilmesinin yolu Karadeniz kıyısında sağlam bir mevki edinmesi gerekiyordu. Samsun bu çıkış için 12. yy.’da Türkleşmiş olmasına rağmen savunma zaafları taşıdığından, uygun şehir bölgenin ticareti için kilit önemde olan Sinop şehriydi.[77] 1204 yılında Latin İstilası’ndan bağımsız nedenlerle, Komnenos Hanedanı’ndan Aleksios ve David Komnenos, Gürcü Kraliçesi Thamar’ın büyük desteğiyle Trabzon’u ele geçirdiler.[78] İki kardeşin Bizans tahtı üzerindeki hırsları ile Kardeniz kıyıları boyunca ilerlemeleri Selçuklu’yu da rahatsız ediyor ve bölgedeki varlığı için tehdit oluşturuyordu. 1206-7’de Laskaris’in David Komnenos’u Paphlagonia bölgesinde durdurması sonrasında, iki kardeş bütün dikkatlerini Sinop’a kadar gelen kıyı şeridine vermişlerdi. Laskaris’in de Sinop’un batısındaki Ereğli ve Amasra’yı almış olması Keykavus’u endişelendiriyordu. Burasını Laksaris’ten geri almak daha zor olurdu. 1214’te şehri aldı. Bu tarihten sonra Selçuklu-Bizans ilişkilerinde bir başka aşamaya geçildi. Artık Selçuklu iki Bizans İmparatorluğu ile sınır olmuştu.

Antalya’dan sonra Sinop’un da alınması sadece Selçuklu Devleti’nin tarihinde değil, Akdeniz ve Karadeniz ticaret tarihinde, Trabzon İmparatorluğu’nun tarihinde ve Bizans’ın Anadolu’daki tarihinde de önemli dönüm noktaları oldular. Bizans için en önemli sonucu Trabzon ve İznik’in bağlantısının kopması ve Trabzon’un İstanbul üzerindeki hayallerinin son bulması oldu.[79]

Batı Anadolu ile bağları kopan ve etrafında Konya ve Gürcüler kalan Trabzon, bundan sonra Karadeniz’in kuzeyi, Selçuklular ve Gürcülerle ilişkilerini zorunlu olarak geliştirdiler.[80] Siyasi çatışmalar yaşansa da, ticari ilişkiler, coğrafik koşullar nedeniyle Konya ile bir şekilde ilgiliydi. Selçuklu Devleti’nin Sinop’un ve diğer stratejik şehirlere özel bir ilgi ile seferler düzenlemesinin arkasında, gaza veya fetih düşüncesi değil tamamıyla bu şehirlerden geçen transit ticareti, Anadolu’daki ihracat ve ithalat gibi ticari faaliyetlerden pay alma, kontrol etme politikası yatıyordu.[81] Bu politika Keykavus’tan önceki sultanlarda da, sonraki, kardeşi Keykubad’da da hep ön planda olmuştur. 1214 yılında Aleksios Komnenos’un (Büyük Komnenos=Grand Comneni) Sinop’u ele geçirdiğini haber alan Keykavus, Ermenilerden daha öncelikli olan bu sorunu hemen çözmek istiyordu. Zira Komnenos kardeşlerin bölgedeki faaliyetleri[82] ticaret akışını durdurmuş, doğudan gelen kervanlar ve Karadeniz yoluyla ticaret yapan tüccarlar, güvenlik sorunu olan Karadeniz kıyılarına gidemiyor, ticaret yapamıyorlardı. Kervanlar Sivas’ta yığılmış ve Keykavus’tan bu konuda çözüm bekliyorlardı. Sultan ilk önce hem bölgedeki Türkmenlere haber göndererek şartlar konusunda bilgi ve yardımlarını istedi hem de casuslarını göndererek bölgedeki koşulları ve askeri şartları öğrenmek istedi. Çok fazla geçmeden, Sinop dışında sık sık avlanmaya çıkan Aleksios Komnenos’un bu alışkanlığı öğrenilip, yine ava çıktığı bir gün ele geçirildi. Türkmen gruplar mı yoksa Sultan’ın askerlerinin mi ele geçirdiği açık değildir. Sultan yanına Aleksios’u da alarak Sinop şehrini kuşattı. Şehir halkı önce teslim olmakta dirense de Sultan Aleksios’u da kullanarak müzakere yoluyla 1214 yılında şehri teslim aldı.[83] Böylelikle Selçuklularda Karadeniz üzerinden dönen ticaret sistemine dahil oldu.[84]

Trabzon İmparatorluğu, Moğol istilasına kadar artık Selçuklu Devleti’nin vassalı olarak varlığını sürdürecektir. Selçuklular böylelikle kuzey sınırlarını emniyet altına almış, tehlikeli olabilecek bir rakibi yüzyılın ortalarına kadar etkisiz hale getirerek ticaretinin önündeki engellerden birini de şimdilik aşmıştır. Trabzon İmparatorluğu vassallığı devam ederken 1222-23’te Pontos’ta Türklere karşı geçici başarılar kazandı. Selçuklu vassallığından çıkıp Celaleddin Mengübirti’nin vassallığına geçerek Trabzon çevresinde etkinlik kurmaya çalıştılar. Keykubad döneminde Sinop ve çevresinde çesitli yağma ve işgal girişimlerinde bulunup, bölgenin istikrarını bozmaya başlamışlardı. Keykubad’ın başka bir seferde meşguliyetinden de faydalanarak küçük saldırıların ardından 1227’de Keykubad’ın Suğdak’ı alıp kolonize etmesinden sonra Trabzonluların Suğdak’ta yağma girişimleri ve denizde Selçuklu gemilerine saldırmaları ciddi bir tehdit oluşturarak Keykubad’ı bir süre uğraştırmıştır. 1228 yılında komutanlarını gönderdiği bir seferde ordusu başarı kazanamadı. Ancak, Trabzon imparatorunun güvendiği ve vassallığın kabul ettiği Celaleddin Mengubirti, Yassı Çimen’de (1230) Keykubad’a yenildiğinde Trabzon aniden bütün kazançlarını yitirdi ve tekrar Selçuklu vassallığına geçti.[85] Selçuklular, Eyyubi ordusunun yardımı ile bu ittifaka karşı zafer kazanmıştı ve artık Yakın Doğu’daki konumu eskisinden daha güçlü hale gelmişti.

Keykubad-Vatatzes (1220-1237)

Keykavus Sinop’un ardından Ermenileri kontrol altına aldıktan sonra Antalya’ya yöneldi. Antalya’da, Keykavus’un taht mücadelesi sırasında kontrolün zayıflamasından yararlanan şehrin gayri müslimleri Kıbrıs kralının da desteğiyle ayaklanmış ve şehri ele geçirerek Türkleri şehirden kovmuşlardı. Keykavus ikinci defa 1216 yılında Antalya’yı ele geçirmiş ve ardından Keykubad 1220’de Venediklilerle ticaret anlaşması yaparak[86] Selçuklu Devleti’nin Akdeniz ticaret ağına entegrasyonunu sağlamıştır.[87] 1220’de I. İzzeddin Keykavus öldüğünde[88] yerine geçen Keykubad’ın izlediği politika da aynı oldu. 1221 yılında hemen Alanya’yı[89] (Kalonoros) ele geçirerek, Akdeniz kıyısında Antalya Körfezi’nden sonra ikinci bir liman kazandı. Keykubad döneminde Selçuklu Devleti’nin ve Anadolu’nun yaşadığı her alandaki refah ve zenginliğin nedenlerinden biri de Selçuklu Devleti’nin Keykavus zamanında Orta Anadolu’ya sıkışmış bir kara devleti olmaktan çıkıp transit ticaretin kilit noktalarını el geçirebilmesidir.

Keykavus’un 1220’de ölmesinden sonra 1222’de de Theodore Laskaris’in ölümü Selçuklu Bizans ilişkilerinde yeni bir dönem başlattı. Alaaddin I. Keykubad’ın Sultan olduktan sonra Alanya’yı alması ve Trabzon İmparatorluğu ile ilgilendiği 1220-1228 arasında İznik İmparatorluğu ne durumdaydı? Laskaris’in yerine Bizans Tarihinin en başarılı imparatorlarından biri olan Ioannes III. Dukas Vatatzes, tahta 1222’de geçtiğinde Laskaris ile I. İzzeddin Keykavus’un anlaşmalarına her iki devlette uymaktaydı. Peki devletlerinin tarihinin en başarılı ve güçlü bu iki hükümdarı zamanında iki devletin ilişkileri nasıl seyretmiştir. Modern tarihçilerimiz tarafından genel kabul gören görüş; bu dönemin önemsiz sınır çatışmaları hariç barış dönemi olduğu yönündedir.

Keykubad-Vatatzes dönemi boyunca, iki güç arasında güç dengesinin bulunduğu ve dikkatlerini başka işlere verme zorunluluğu, ortak Moğol tehdidine karşı güvenlik ihtiyaçları nedeniyle çatışmaktan çekinmeleri, hatta iyi ilişkiler içinde olmaları beklenebilir. Türkmen gruplarının ve Vatatzes’in Akritas[90] birlikleri arasında sınır boyunca çıkan küçük çatışmaların dışında, bizzat hükümdarların çatıştıkları büyük çatışmanın bu dönemin birincil kaynakları tarafından kaydedilmemiş olması Selçuklu-Bizans ilişkilerinin genel seyrinin de bu yönde değerlendirilmesine neden olmuştur.[91] Bu durum 1231 sonrası ilişkiler için doğru kabul edilebilir. Bu tarihte Vatatzes ve Keykubad’ın bir protokol yaparak barış yaptıkları bilinmektedir. Bu tarihten sonra yaklaşan Moğol tehlikesi ve her iki hükümdarın meşguliyetleri barış yapmalarını daha da zorunlu kılmıştır. Ancak 1220-1230 arası dönem için aynı şeyi söylemek güçtür. Son yapılan araştırmalar bu dönemde Vatatzes’in Türklere karşı 1222-1225 ve 1231’de olmak üzere üç sefer düzenlediğini, aslında genel kabul gören, 1211 sonrası iki devlet arasındaki barış döneminin bu süre için geçerli olmadığını kanıtlamıştır.[92] 1220-30 arasındaki jeopolitik duruma baktığımızda da bunun mümkün olduğu görülmektedir. Vatatzes’in de diğer sürgündeki Bizanslılar gibi dış politikasının ana konusu İstanbul’u geri almak ve imparatorluğun eski topraklarını yeniden birleştirmekti.[93] Bu politikayı ilk yıllarında Balkanlar’a yönelerek Selanik ve Epiros’daki diğer taht iddiacılarıyla mücadelesine ve Balkanlar’da ki topraklarını ele geçirmiş olan Latinlerle mücadeleyle geçirdi.

Vatatzes’in bu yöndeki mücadelesini 1225 yılında aniden bırakıp 1231’e kadar tekrar Balkanlar’da görünmemesi ve en güçlü rakiplerinden biri olan Theodore Dukas’ın Selanik’te daha da güçlenmesine izin vermesinin nedeni, doğu sınırlarında Türklere karşı seferler düzenlemek ve sınırlarını güçlendirmek olduğu açıktır.[94] Bizans imparatorları için son 400 yılında büyük problemler yaratmış ve Selçukluların Batı Anadolu’ya yayılma politikalarının gizli silahı olmuştur.[95] Türkmenler Vatatzes döneminde de, özellikle Menderes Vadisi civarında problemler çıkarıyordu. Fakat bunlara karşı Vatatzes’in seferlerle sınırlarını güçlendirip yeniden organize ederek sağlamlaştırmıştır. Vatatzes’in Türkmenleri Batı Anadolu’daki kendi imparatorluk merkezi olan Bithynia ve Menderes Vadisi’nde akınlarını büyük oranda önlediği bilinmektedir. Vatatzes bu Türkmenlere karşı Balkanlar’dan Peçenekleri getirip Phrygia bölgesi ve Menderes bölgesi boyunca uzanan sınırlara yerleştirmiştir.[96] Bir anlamda göçebe Türkmenlere karşı aynı tarz yaşamayı ve savaşmayı bilen bir güç olarak çıkarmıştır. 1220-30 arasında doğu sınırlarında güvenliği sağlamaya giriştiği faaliyetleri sırasında, Türkmenlerin dışında Sultan’ın ordularıyla savaşıp savaşmadığı önemli bir sorundur. John Langdon’in araştırmaları daha önce de belirttiğimiz gibi bu konuda önemli kanıtlar ileri sürerek, daha önce C. Cahen,[97] S. Vryonis ve A. Savvides’in değinip geçtikleri[98] ya da farklı yorumladıkları bu ihtimal konusunda daha ileri gitmiştir. İbni Natif (Nazif) gibi bir Suriyeli kronik yazarını, Bizans’ın dinsel metinleri ve Bizans sonrası yazarları ile 13. yy.’ın tarihçileri Akropolites ve Gregoras’ın anlatılarını karşılaştırarak, 1220-30 arası Selçuklu-Bizans ilişkilerinde pürüzsüz bir barışın değil, Vatatzes’in üç kez sefer düzenlemesini gerektirecek ve iki devletin ordularını karşılaştıracak kadar çatışmaların olduğu iddiasına güçlü kanıtlar getirir. Langdon ve Cahen’in İbni Nazif’ten aktardıklarına göre, Vatatzes ve Keykubad’ın 1225’te savaştıkları bilgisini isimleriyle beraber vermektedir. Ancak başka çağdaş kaynakların desteklemediği bu bilgileri Langdon dışında şimdiye kadar yeterince üzerinde durmaya değer bulsalar da bunu çağdaş kaynaklarla destekleyemediklerinden, yanıldığını düşünmüşlerdir.

Langdon’un izinden gidersek; 1220-37 arası Selçuklu-Bizans ilişkilerini iki kısma ayırabiliriz. Birincisi; 1220-30 arasında her iki hükümdarın da daha stratejik hesapları vardır. Ancak sınırlarda çatışmaların olduğu kesindir. Bu çatışmaların başında hükümdarların olup olmadığını bilmiyoruz fakat, böyle bir şey olsaydı kaynakların en azından Selçuklulara ait olanları bahsetmesi beklenebilirdi. Diğer yandan İbn Nazif’te, Cahen, Vryonis, Savvides gibi araştırmacıların buldukları muğlak bilgileri yorumlamaktan kaçınmadıkları gibi, 1220-30 arasında en azından sınırlarda önemli çatışmalar olduğunu kabul ederler. Hatta Bizans ordusunun bir komutanının Paphlagonia’ya sefer yaptığına dair İbn Nazif’in bilgisini doğru kabul ederler.[99] Langdon ise, İbni Nazif’in bilgilerini destekleyen geç dönem Bizans yazarlarının, Vatatzes’in Selçuklulara karşı dördüncü yılında (1225/6) bir zafer kazandığına dair bilgileri aynı yıl Vatatzes’in Keykubad’ın doğudaki en büyük rakibi Eyyubi hükümdarıyla Keykubad’a karşı ittifak aramasıyla destekler.[100] Langdon’un, Akropolites, Pachymeres gibi bu yılları daha yakından bilmesi gereken ve böylesine önemli çatışmaları atlamaması gereken yazarlara güvenmemesinin nedeni ise, bu yazarların, Vatatzes’in ait olduğu Laskaris Hanedanı’ndan, İmparatorluğu zorla almış olan Palaologos Hanedanı zamanında yazmış olmalarıdır.[101] Diğer yandan O. Turan, 1228 yılında doğuya çıktığı bir seferde Keykubad’ın ordusuna yardım için Bizanslıların asker gönderdiğini İbni Bibi’den aktarır.[102] Aynı zamanda Bizanslıların Vatatzes dönemi boyunca Selçuklulara haraç verdiği kanısındadır.[103] Ayrıca, bu dönemin Orta Asya’dan Osmanlı Beyliği’nin kurucularının da içinde bulunduğu yoğun bir kitlenin Moğolların baskısıyla Anadolu’ya girmeye başladığı ve Bizans sınırlarına (Uc) yerleştirildiği yıllar olduğu gerçeğini de gözardı etmemek gerekmektedir. Yine Keykubad’ın içeride Emirlerle yaşadığı sorunlar da Bizans Sarayı’nın daha önceleride yaşandığı gibi, bunların sığınma yeri olarak kullanılması da gerginliği artırıcı bir neden olarak hesaba katılabilir.[104] Sonuç olarak, 1220-30 arasında sınırlarda kimi seferlerin ve karşılıklı çatışmaların yaşandığı bir gerçektir ve 1220-37 arasında Anadolu’da barış ve dengelerin oturmuş olduğu kanısı tartışmaya açıktır. En azından Türkmen faaliyetlerinin kontrol altında olmadığını, Batı Anadolu’da Vatatzes’in bu gruplara önlem almak için büyük çaba sarfettiği sıralarda Selçuklularla bir şekilde sürtüşmemesi de mümkün görünmüyor.

İkincisi; 1231 yılına gelindiğinde jeopolitik durum her iki taraf için de kritik bir noktaya gelmişti. İkinci bir aşama olarak bu kritik koşullar altında varılan anlaşma ile, derinden sarsılmamış olan ilişkileri yeniden barış ortamında yürütme ve ana hedeflerine yoğunlaşma süreci olarak anlamak yanlış olmaz. 1231 sonrasında iyi ilişkilerin olduğu konusunda kaynaklar hem fikirdir. En azından bir çatışmanın olduğu söylenemez. Vatatzes, Marmara ve Trakya’da Latinlerle ve Rodos’ta Leo Gabalas (1204-1240) sorunuyla ve en önemlisi yegane gayesi olan İstanbul’u geri alma planlarına geri döndü Keykubad doğusunda Celalleddin Mengubirti’den sonra daha büyük tehdit Moğollar’ın Anadolu’ya yönelmesiyle karşı karşıyaydı. Anadolu’da Babailer rahatsızlık yaratıyor, onları kontrol etmeye çalışıyordu. Harezm’den gelen kitleler de sorunlu olduğundan, bütün dikkatini doğuya vermek zoruna kaldı. Bu tarihten sonra batı sınırlarındaki (Uc) Türkmenlerin üzerinde de kontrolünü kaybetmiştir.[105] Keykubad ve Vatatzes arasında devam edecek olan iyi ilişkiler 1237 yılındaki başka bir olayla daha görülebilir. 1204 sonrası Yunanistan’ın Epiros bölgesinde imparatoluk üzerinde iddiacılardan bir diğerinin hükümdarı Manuel Angelos, kardeşi Theodore Angelos’a yenilmiş ve Akdeniz üzerinden Vatatzes’in yanına gelebilmek için önce Antalya’ya gelmişti. Bu sırada Antalya’da olan Keykubad Manuel’i iyi karşılayarak güvenli bir şekilde Vatatzes’in yanına gitmesini sağladı. Manuel’in amacı Vatazes’in desteğini alarak Selanik’te yeniden hükümdarlığı almaktı.[106] Bu olaydan da anlaşılabildiği gibi Keykubad ve Vatatzes ilişkileri 1231 sonrası karşılıklı iyi niyet jestleriyle devam ediyordu. Keykubad 1237’de[107] öldükten sonra iyi ilişkiler uzun süre devam edecektir.

Şahin KILIÇ

Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 6 Sayfa: 618-629


Dipnotlar :
[1] C. Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler (Çev. Y. Moran), E Yay., İst., 1994 (3. Baskı), s. 47.
[2] Bizans’ın başlangıcından sonuna kadar doğu sınırları ve bu bölgelerdeki askeri faaliyetleri boyunca kullandığı müstahkem kale, şehir ve mevkiler hakkında bkz., E. Honiggmann, Bizans Devleti’nin Doğu Sınırı (Çev. F. Işıltan), İstanbul 1970.
[3] F. Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Ankara 1991, s. 40.
[4] Örneğin Danişmendoğulları, Zengiler, Ermeniler vs.
[5] Bkz. O. Turan, “Selçuk Kervansaraylar”, Belleten, X/39, (1946), s. 471-496; C. Cahen, “13. Yüzyılın Başında Anadolu’da Ticaret” (Çev. A. Derman), Cogito, 39 (Güz), İst., 2001, 132-143; Vryonis, The Decline of Medieval Hellenism in Asia Minor and the Process of Islamization from the Eleventh through the Fifteenth Century, Berkeley: University of California Press, 1971.
[6] Bu konuda bkz. Necipoğlu, “Evrensellikten Geri Çekiliş. Bizans İmparatorluk İdeolojisinin Evrimi ve Osmanlı Fütuhatı”, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Problemler, Araştırmalar, Tartışmalar, T. Vakfı Yurt Yay., İst. 1998, s. 156.
[7] Müslümanların ve Hıristiyanların Anadolu’daki ilişkileri konusunda bkz., M. Balivet, “The Long- Lived Relations Between Christians and Moslems in Central Anatolia”, Byzantinische Forschungen, 16, s. 313-322; Anadolu’nun kültürel-sosyal değişimi ve ilişkiler için bkz., S. Vryonis, a.g.e., s. 223-244.
[8] Anadolu’nun 11-15. yy.’lardaki siyasi, sosyal ve ekonomik tarihi, Türkleşme ve İslamlaşma süreci boyunca Anadolu’daki Türk-Bizans ilişkilerinin hakkında kapsamlı bir çalışma için bkz. S. Vryonis, a.g.e., Ayrıca Anadolu’nun Orta Çağı boyunca Türklerin siyasi, sosyal ve ekonomik tarihi hakkında bkz; O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İst., 1993 (3. Baskı); O. Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, Boğaziçi Yay., İst., 1996 (5. Baskı); C. Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler (Çev. Y. Moran), E Yay., İst., 1994 (3. Baskı).
[9] Metin içinde uzun hükümdar isim ve unvanlardan kaçınmak için ve tarih aralıkları sınırlı olması nedeniyle karışmayacağını düşünerek önce bu süreler arasında hüküm süren ve konumuza dahil Selçuklu ve Bizans hükümdarlarını sırasıyla ve tam isimleriyle vermenin faydalı olacağı düşüncesindeyim; 1176-1237 yılları arasında Selçuklularda; II. Kılıç Arslan’ın son yılları, I. Gıyaseddin Keyhusrev (1192-1196/7), II. Rükneddin Süleymanşah (1196/7-1204), III. İzzeddin Kılıç Arslan (1204/5), I. Gıyaseddin Keyhüsrev (1204/5-1211), I. İzzeddin Keykavus (1211-1220) ve I. Alaadin Keykubad (1220-1237) hüküm sürdüler. Bizans’ta bu dönem daha karmasşıktır. 1204’e kadar sırasıyla Manuel I. Komenos (1143-1180), Aleksios II. Komenos (1180-1183), Andronikos I. Komnenos (1183-1185), Isaakios II. Angelos (1185-1195), Aleksios III. Angelos (1195-1203), Aleksios V. Murtzuphlos (1204). 1204’te IV. Haçlı Seferi sonrası Bizans parçalanmış ve Anadolu’da İznik ve Trabzon merkez olmak üzere iki Bizans Devleti ortaya çıkmıştır. İznik İmparatorluğu; Theodore I. Laskaris (1204-1222) ve Ioannes III. Dukas Vatatzes (1222-1254), Trabzon’da Aleksios I. Komnenos (1204-1222) ve Andronikos Gidos (1222-1235) hüküm sürmüştür.
[10] 12. yy.’da Komnenosların ve özellikle de Manuel I. Komneos’un dış politikası hakkında bkz. M. Angold, The Byzantine Empire 1025-1204. A Political History, Longman, New York, 1984, s. 190-193.
[11] F. Taeschner, “The Turks and the Byzantine Empire to the End of the Thirteenth Century”, The Cambridge Medieval History (1966), IV, I, s. 741-42.
[12] Taeschner, a.g.e., s. 742.
[13] A. Kazdhan, “The Byzantine Notion of Diplomacy”, Byzantine Diplomacy içinde ed. J. Shephard and S. Franklin, Variorum Reprints, 1992, s. 19; Angold, a.g.e., s. 190-193.
[14] Taeschner, a.g.e., s. 742.
[15] O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 201-202’de; Kılıç Arslan II’nin Bizans sarayında gördüğü muamele konusunda, sadece yanyana oturduklarını ve muhteşem ziyafetler vs. ile hürmet gördüğünü belirtir. Ancak, N. Necipoğlu, “Türklerin ve Bizanslıların Anadolu’da Birliktelikleri (11. ve 12. Yüzyıllar)”, Cogito, 29, İst., (Güz 2001), s. 74-91 (alıntı, s. 86)’de; Bizans’ın diğer bütün devletleri ve kralları hiyerarşik bir düzen içinde tanımlayan ve zaman zaman bu hiyerarşi kendi içinde değişse de en üstte eşiti olmayan Bizans imparatorunu gören ideolojisinin (Krallar İdeolojisi) Kılıç Arslan II’nin 1162 ziyareti sırasında da uygulandığını, hatta Kılıç Arslan’ın bu konumunu İmparatorun karşısında oturmak istemeyerek kabul ettiğini, Bizans kaynakları; Niketas Khoniates, Ioannes Kinnamos ve Suriyeli Michael’e dayanarak ifade eder. Krş. krş. G. Ostrogorsky, “Bizans İmparatoru ve Hiyerarşik Dünya Düzeni” (Özden Arıkan), Cogito, 17, İst., (Kış 1999), s. 51-67.
[16] Anlaşmanın şartları için bkz. O. Turan, a.g.e., s. 202.
[17] Ioannes Kinnamos, Historia, (Haz. I. Demirkent), Türk Tarih Kurumu, 2001, 292-300; Kinnamos burada savaş hazırlıklarını ve iki hükümdar arasındaki Eskişehir (Dorylaeum) üzerinde dönen anlaşmazlıkları detaylıca anlatır. Kinnamos’un Tarih’i bu sefer başlamadan son bulur.
[18] Bkz. O. Turan, a.g.e., s. 208, dipnot. 31.
[19] Savaşın ayrıntıları ve bkz. O. Turan. a.g.e., 205-211; Gregory Abu’l Farac (Bar Hebraeus), Abu’l Farac Tarihi (Çev. Ö. Z. Doğrul) c. II, Ankara, 1987 (2. Baskı), s. 421-22 (bundan sonra, Bar Hebraeus).
[20] Bu savaşın ayrıntıları ve Osman Turan’ın görüşleri için bkz., a.g.e., s. 205-211. O. Turan aynı yerde bu zaferi “Malazgirt’ten sonra Selçuk ve Bizans tarihlerinde ikinci bir dönüm noktası teşkil eder.” diye tanımlamıştır. C. Cahen, a.g.e., s. 109-118’de bu savaşın Bizans ve Selçuklu (Türk) tarihi için çok önemli bir dönüm noktası olduğu yönünde görüşlerini belirtir; aynı görüş için, A. A. Vasiliev, A History of the Byzantine Empire, 324-1453, Oxford-Madison-Wisconsin, 1952, s. 515 ve dipnotlar; G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, Ankara, 1981, s. 361; A. Savvides, a.g.e., s. 91-113 dönüm noktası olduğu konusunda hemfikirdirler. Bu savaşın Anadolu’nun Türkleşmesi açısından bir dönüm noktası olması konusunda M. Angold, The Byzantine Empire, 1025-1204. A Political History, s. 193’te farklı bir değerlendirme yaparak bu savaşın genel görüşün aksine Bizans İmparatorluğu için Malazgirt yenilgisiyle benzer tarafları olmasına karşın çok ağır somut sonuçlar doğurmadığı, Bizans’ın çöküşünde iç nedenlerin de çok önemli olduğu inancındadır.
[21] C. Cahen, a.g.e., s. 117; M. Angold, “The Road to 1204: the Byzantine background to the Fourth Crusade” Journal of Medieval History, C. 25, No. 3, s. 257-278, 1999 (atıf s. 267-268); Angold, The Byzantine Empire. A Political History, s. 193.
[22] Khoniates, 250.
[23] O. Turan, a.g.e., s. 214.
[24] Manuel’in 1180’de ölümünden 1204’e kadar Türklerin dışında 58 iç isyan meydana gelmiştir ve M. Angold bu çöküşte isyanların da çok büyük rol oynadığı görüşündedir, “The Road to 1204”, s. 262.
[25] Buraya 1182’de Melik olarak Gıyaseddin Keyhusrev atandı ve Bizans ile sınır olduğu için ilişkilerinin daha sonraki yıllarda gelişmesinin de başlangıcı olacaktır.
[26] S. Vryonis, a.g.e., s. 153; O. Turan, a.g.e., s. 214.
[27] O. Turan, a.g.e., s. 215-216.
[28] S. Vryonis, a.g.e., s. 147; Savvides, “Internal Strife and Unrest in Later Byzantium, Xith- XIIIth Centuries (A. D. 1025-1261)”, Summeikta, C. 3, Atina 1987, s. 237-273 (atıf, s. 245, n. 1); Batı Anadolu dışında, Kilikya bölgesinde ve Kastamonu civarında olmak üzere üç ayrı isyan çıkartmıştır.
[29] A. Savvides, Byzantium in the Near East: Its Relations with the Seljuk Sultanate of Rum in Asia Minor The Armenians of Cilicia and the Mongols. A. D. c. 1192-1237, Kentron Vyzantinon Ereunon, Thessalonike, 1981, s. 62-63.
[30] A. Savvides, a.g.e., s. 60.
[31] 1025-1261 döneminde Bizans merkezi yönetimine karşı ayaklanmaların listesini, A. Savvides, “Intrenal Strife”., s. 267-273’de verir. Savvides, Komnenoslar sonrası çıkan ayaklanmaların karakterinin farklı olduğunu, daha önce doğrudan taht üzerinde iddia nedeniyle çıkan isyanların yerine ele aldığımız dönemde daha çok merkezi otoriteden bağımsızlaşma ve kendi bölgesinde bağımsız hüküm sürme isteğiyle ortaya çıktığını tartışır.
[32] A. Savvides, a.g.e., s. 60.
[33] M. Hendy, Coinage and Money in the Byzantine Empire, 1081-1261, Dubmarton Oaks, Washington D. C. 1969, s. 15-16.
[34] 11-12. yy. boyunca Bizans ve Selçuklular arasındaki iyi ilişkiler konusunda bkz. N. Necipoğlu, a.g.m.
[35] Mavrozomes hakkında bkz. A. Savvides, a.g.e., s. 59 ve notlar; O. Turan, a.g.e., s. 281-282; İbn Bibi, El Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’l-Ala’iye (Selçukname) (Haz. M. Öztürk), c. I-II, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1996 (Bundan sonra İbni Bibi), c. I, 266-267-271-305-334-342’de çeşitli vesilelerle Emir Komnenos ve faaliyetlerinden bahseder.
[36] Keykubad döneminde 67 yaşında olması gereken Mavrazomes’in Beylerbeyi olabilmesi için çok yaşlı olduğu için aynı kişi olmadığını iddia edilir. Bkz. T Baykara, I. Gıyaseddin Keyhusrev (1164-1211), Ankara, 1997, s. 248.
[37] Tarsia (Tersiye) -Sıratepe: Sakarya’nın güneydoğusunda Sakarya-Akyazı arasında –Regio Tarsia diye tanımlanan bölgedir. Akyazı’dan Sakarya’ya uzanan antik yolun üzerindedir.
[38] A. Savvides, a.g.e., s. 60; “Internal Strife”, s. 271-272.
[39] Bu kisinin etki alanı olan Sampson şehri nedeniyle bazı kaynaklar uzun süre burasını Samsun (Amisus) ile karıştırmışlardır; krş. Tuncer Baykara, a.g.e., s. 34 ve O. Turan, a.g.e., s. 279; Ancak sonradan yapılan arastırmalar bu kişinin Karadeniz’le ilgisi olmadığını, yukarıda bahsettiğimiz bölgeyi ispatlayarak ortaya koymuşlardır. “A. A. Vasiliev, “The Foundation of the empire of Trebizond, (1204-1222)”, Speculum, c. 11, issue 1, (1936), s. 3-37’de kendisinin de içine düştüğü bu yanlışını düzeltirken detaylı bilgi verir ve son araştırmaların sonuçlarını değerlendirir. Krş. A. Savvides, a.g.e., s. 60, n. 5; Krş. A. Savvides, “Internal Strife” s. 273.
[40] Gavras ailesi için bkz. A. Bryer, “A Byzantine Family: The Gabrades, c. 979-c. 1653”, University of Birmingham Historical Journal, 1970, 164-187.
[41] Bkz. N. Necipoğlu, a.g.m., s. 82.
[42] Bkz. Bryer, a.g.m., s. 118.
[43] Selçukluların Gulam devşirme yöntemleri, bunun 13. yy.’da Bizans ve Hristiyan topluluklar için anlamı ve Selçuklu sarayında önemli mevkilere yükselmiş Gulamlar hakkında geniş bilgi için bkz. S. Vryonis, Selçuklu Gulamları ve Osmanlı Devşirmeleri”, (Çev. Tuncay Birkan), Cogito, 29, (Güz 2001), s. 93-119.
[44] Bu paylaştırma için bkz. C. Cahen, a.g.e., s. 122: O. Turan, a.g.e., s. 216-220.
[45] Oğullar arasında taht kavgaları için bkz. O. Turan, a.g.e., s. 225-236.
[46] O. Turan, a.g.e., s. 217; krş. C. Cahen, a.g.e., s. 122; krş. A. Savvides, a.g.e., s. 80-81 ve dipnotları; krş. Ibni Bibi, I, 22.
[47] O. Turan, a.g.e., s. 216.
[48] O. Turan, a.g.e., s. 219.
[49] O. Turan, a.g.y.
[50] Bkz. A. Savvides, a.g.e., s. 72: krş. O. Turan, a.g.e., s. 240’da esir sayısını daha fazla belirtir.
[51] Bkz. A. Savvides, a.g.e., s. 74; krş. O. Turan, a.g.e., s. 241’de 1196 olarak kaydetmiştir.
[52] Bkz. O. Turan, a.g.e., s. 270; İbni Bibi, I, 35-58’de İstanbul’a gidişi ve oradaki günlerini detaylıca anlatır.
[53] O. Turan, a.g.e., s. 261.
[54] Keyhusrev’in çağrılıp tahta geçme sürecinin detayları için bkz. İbni Bibi, I, 76-77; bkz. Bar Hebraeus, s. 486, tarih olarak 1204’ü verir.
[55] Laskaris bu sırada miktarı belli olmamakla birlikte Selçuklulara haraç ödemekteydi. İbni Bibi, I, 76.
[56] Bkz. O. Turan, a.g.e., s. 274 ve notlar; Keyhusrev ve dönemi hakkında bkz. T. Baykara, a.g.e., CL. Huart, “Kay Khusraw”, EIii, II; C. Cahen, “Kaykhusraw” EIii, II; Konya’nın kuşatılması ve Keyhusrev’in girişi için bkz. İbni Bibi, I, 88-90.
[57] Bkz. O. Turan, a.g.e., s. 273, İbni Bibi, 77.
[58] Bkz. M. Angold, A. Byzantine Government in Exile. Government and Society Under the Laskarids of Nicaea (1204-1261), Oxford University Press, 1975, s. 9-10.
[59] IV. Haçlı Seferi için bkz. S. Runciman, A History of the Crusade, C. 3, Cambridge, 1954; D. E. Queller ve T. F. Madden, The Fourth Crusade: the Conquest of Constantinople, Philedelphia, 1997; İznik İmparatorluğunun kuruluşu ve tarihi için; M. Angold, a.g.e., A. Gardner, The Laskarids of Nicaea. The Story of an Empire in Exile, London, 1912.
[60] Ostrogorsky, a.g.e., s. 396.
[61] O. Turan, a.g.e., s. 281-82.
[62] Bu sefer başarısız olmuş ancak yol açılmıştır; bkz. O. Turan, a.g.e., s. 280; C. Cahen, a.g.m.
[63] Ostrogorsky, a.g.e., s. 396-397.
[64] A. Savvides, a.g.e., s. 96; B. Lehmann, Die Nachrichten des Niketas Choniates, G. Akropolites und Pachymeres über die Selcuqen in der Zeit von 1180 bis 1280, Leipzig 1939, (bir kısmını Türkçeye çev. Mihin Eren, “Theodore I. Laskaris ve Gıyaseddin Keyhusrev”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, III, 1971, (593-610) (atıf s. 593-594).
[65] Alaşehir yakınlarında, Menderes nehri kıyısında ve Menderes bölgesine hakim, dönemin en stratejik şehirlerinden biridir. bkz. W. M. Ramsay, A History of Geography of Asia Minor, London 1962, s. 102 (antik Pythopolis); bkz. D. E. Pitcher, Osmanlı İmparatorluğu’nun Tarihsel Coğrafyası (Çev. Bahar Tırnakçı) YKY, İst. 1999, Harita no. 6.
[66] Savaşta sağ olarak yakalanıp İznik’teki Hyakinthos Manastırı’na hapsedilmiş ve burada ölmüştür. B. Lehman, a.g.m, s. 596.
[67] Bkz. Dipnot 18.
[68] Savvides, a.g.e., s. 96’de kaynaklardaki bu farklı versiyonları detaylı olarak incelemiştir. Ayrica bkz. O. Turan, a.g.e., 289; İbni Bibi, I, 103-111’de bu savaşi ve Sultan’in olumunu anlatırken onu bir Frank askerinin öldürdüğünü anlatır.
[69] N. Necipoğlu, a.g.m.
[70] Ostrogorsky, a.g.e., s. 397.
[71] M. Angold, A Byzantine Government in Exile, s. 29-30; Vasliliev, a.g.e., s. 515.
[72] Savvides, a.g.e., s. 106-107: Ostrogorky, a.g.e., s. 397; Vasiliev, a.g.y.
[73] Bar Hebraeus, s. 491.
[74] Ostrogorsky, a.g.y.
[75] Bu anlaşmayı ve Keyhusrev’in mezarının getirilmesini İbni Bibi, 129-133’de detaylı şekilde anlatır.
[76] C. Cahen, a.g.m., s. 130; Salim Koca, I. İzzeddin Keykavus (1211-1220), TTK, Ankara, 1997, s. 62; Laskaris aynı yıl içinde Latinlerlede anlaşma yapmış ve Batı Anadolu’da Çanakkale ve çevresini onlara vererek bir daha kendi döneminde büyük bir problem yaratmalarını engellemiştir.
[77] C. Cahen, a.g.m., s. 133; Ostrogorsky, a.g.e., s. 399.
[78] Trabzon İmparatorluğu’nun kuruluşunda Gürcü Kraliçesi Thamar’ın rolü hakkında bkz. A. A. Vasiliev, a.g.m. 12-20; C. Toumanoff, “On the Relationship between the Founders of the Empire of Trebizond and the Georgian Queen Thamar”, Speculum, 15, 1940, s. 299-312.
[79] Bkz. W. Miller, Trebizond. The Last Greek Empire of the Byzantine Era, Chicago, 1969, s. 19.
[80] W. Miller, a.g.y.
[81] Sinop ve Antalya’nın Anadolu ticareti için öneminin yanında, Selçuklu sultanlarının ticari hedefleri ve politikalarının Anadolu’nun ticaret Tarihi için önemi hakkında bkz. W. Heyd, Yakın Doğu Ticaret Tarihi (Çev. E. Ziya Karal), TTK 2000 (2. Baskı), s. 328-333; Cahen, a.g.m., s. 135.
[82] İki kardeşin bölgedeki faaliyetleri için bkz. A. A. Vasiliev, a.g.m, s. 21-30; C. Toumanoff, a.g.m.
[83] Bu kuşatmanın detayları ve anlaşmanın şartları için bkz., İbni Bibi, 147-154; Bar Hebraeus, s. 497. burada yanlış olarak Aleksios’un öldüğünü yazar; A. A. Vasiliev, a.g.m. s. 26-30; O. Turan, a.g.e., 302-307.
[84] Cahen, a.g.m., s. 133.
[85] Bkz. A. Savvides, “Byzantium’s Oriental Front in the first part of the Thriteenth Century: The Empires of Nicaea and Trapezous (Trebizond) in view of the Seljuk and Mongol Menace”, Diptika, c. 3, Atina 1982-3, s. 161-175 (atıf, s. 173).
[86] Ticaret anlaşmasının metni için bkz. O. Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, Ankara, 1988 (2. Baskı), s. 143-146.
[87] Antalya’nın “Fetihname”si için bkz. O. Turan, a.g.e., s. 101-108; Antalya’nın ikinci kez alınışı için, Bar Hebraeus, s. 497, 1215 tarihini verir.
[88] Bar Hebraeus, s. 504’te bu tarihi 1219 olarak verir.
[89] Alaadin Keykubad’ın ismine ithafen şehrin ismi değiştirilmiştir. Burası aynı zamanda Keykubad’ın kışlık konaklama yeridir. Ayrıca fetih tarihi tartışmalıdır. Bu konuda Bkz. K. Bilici, “Alanya’nın Fethi Meselesi: Bir Tespit”, Adalya, IV, 1999-2000, s. 287-292. İsmin kökeni ve Alanya üzerine monografik bir çalışma için bkz. S. Lloyd ve D. S. Rice, Alanya (Alaıyya) (Çev. N. Sinemoğlu) TTK, 1989 (2. Baskı).
[90] Sınırlardaki müstahkem mevkilere yerleştirilmiş ve sınırları korumakla görevli askeri sınıftır. Bunlar Vatatzes’in iyi örgütlemesi sonucu sınırlardaki Türkmenlere karşı başarılı sonuçlar almışlardır.
[91] C. Cahen, a.g.e., s. 142-143; S. Vryonis, a.g.e., Savvides, a.g.e., 175-190.
[92] Sadece bu konu üzerinde yaptığı kapsamlı çalışma için bkz. J. Langdon, Byzantium’s Last Imperial Offensive in Asia Minor, New Rochelle, 1992.
[93] M. Angold, A Byzantine Government in Exile, s. 9-10.
[94] Langdon, a.g.e., s. 1.
[95] A. Savvides, “Byzantium’s Oriental Front”, s. 168.
[96] Bkz. O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 352.
[97] Bkz. C. Cahen, “Questions D’Histoire de la Province de Kastamonu au XIII e Siecle”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, III, 1971, s. 145-158 (s. 146-151’de bu konuyu tartışır ancak bu çatışmaların sınırda küçük çaplı oldukları kanısındadır.) ayrıca bkz. C. Cahen, a.g.e., s. 142.
[98] Savvides, a.g.e., s. 187.
[99] M. Angold, A Government in Exile, s. 101, n. 38’de Georgios Phrantzes’ten alıntı yaparak, Paphlagonia’ya “Strategopulus” adlı komutanın sefer yaptığını bilgisine ulaşmıştır. Bu komutan aynı zamanda 1261’de İstanbul’u ele geçiren komutanının babasıdır. Aynı alıntı için bkz. Langdon, a.g.e., s. 13, n. 48.
[100] Langdon, a.g.e., s. 16.
[101] Langdon, a.g.e., s. 7.
[102] O. Turan, a.g.e., s. 352; İbni Bibi, I, 277, 278
[103] A.g.y.
[104] Langdon, a.g.e., s., 16.
[105] J. Langdon, a.g.e., s. 38.
[106] A. Savvides, a.g.e., s. 189-90.
[107] Bar Hebraeus, s. 536.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.