Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Yenileşmeden Cumhuriyet’e Osmanlı İktisat Düşüncesi

0 8.372

Prof. Dr. Ahmed Güner SAYAR

I.

İran ve Bizans etkisinin içinde ve üstünde Türk devlet felsefesi Osmanlı politik toplumunda ekonominin idaresini ‘ilm-i tedbir-i devlet’ anlayışına göre şekillendirmişti. 1350’lerle birlikte ekonominin normatif esasları Osmanlı hukuki muhitince yepyeni bir terkibe dönüşmüş, örfî sultanînin güdümünde ‘ilm-i tedbir-i devlet’, Tanzimat’a kadar iktisat siyasalarının belirlenmesinde hükmünü sürdürmüştür. Dışsal ekonomik şoklar karşısında eğilip bükülen, ağırlaşan iç sorunlar karşısında da çaresiz kalan ‘ilm-i tedbir-i devlet’ anlayışının bitişi, aslında, 17. yüzyıl ortalarına doğru Hollanda- İngiltere ekseninde neş’et eden kapitalizme direnecek gücü üretememesiyle ilgilidir. Gerçekleştirdiği sermaye birikimi ile objektif bilginin bulgularını bir araya getiren kapitalist düşünce çok önemli bir ihtilali -sanayi ihtilalini- 18. yüzyıl ortalarında gerçekleştirirken bu inanılmaz başarısının gerisindeki ekonomik düzlemin hürriyetçi, bunun da omurgasının ‘kişisel çıkar’ olduğunu söylemeye gerek bile yoktur.

Somut iktisadi olgular dünyasını bireysel mülkiyet, bireysel girişim ve piyasa mekanizması üzerine inşa eden Batı iktisat kafası objektif bilgi kümesi içinde iktisatın içörgüsünün bilimsel esaslarını aramak kadar siyasalarında reçetelerinin ne olması gerektiğini tartışmaya açmıştı. Batı iktisat düşüncesinde bunlar olup biterken Osmanlı münevverinin ‘ilm-i tedbir-i menzil’in yaptırım gücüyle ilk temasını 18. yüzyıl sonları ile 19. yüzyılın başlarında kaleme alınan ‘Sefaretnameler’de görmekteyiz. Bu kanala, somut izleri kırık dökük de olsa, ticaret gayesiyle Avrupa’da bulunana Osmanlı tüccarlarının aktardıkları bilgilerle Sultan III. Selim devrinde padişaha sunulan ‘ıslahat layihaları’nın iktisadi fikirlerle kurduğu dirsek temasını da ilave edebiliriz.[1] Netice itibariyle, Osmanlı iktisat düşüncesinin Batı’da yükselen maddi değerlerle olan ilk temasını ve bunun Osmanlı münevverinin -hususiyle elit bürokratların- dimağına yansımasını bir sarmala dönüşen bu kanalla başlatabiliyoruz. Dolayısıyla Osmanlı iktisadi düşünce tarihinin modernizasyonunu bir istasyon olması hasebiyle ‘yenileşme’ hareketini bir kanala dönüşen bu üç farklı boyut içerisinde ele almak gerekiyor.

Bu meyanda Batı ekonomileri ile olan dirsek temasları bilhassa ithal edilen fakat daha çok kaçak yollardan ülkeye giren yeni mamüller tavanda ve merkezde yeni bir zihniyet küresinin oluşmasına imkan verdi. Tavandaki elit bürokratlar, bilhassa Tercüme Odası hülafası için Batı dünyasında maddenin önlenemez yükselişi karşısında Osmanlı ekonomisini çekip çevirecek ciddi bir odak değişikliğine ihtiyaç vardı. Artık onlar kadim Osmanlı ‘ilm-i tedbir-i devlet’le yer değiştirecek bireysel iktisadi gücün rehberliğinde ‘ilm-i tedbir-i menzil’i ekonomik düzleme davet edecek köklü değişikliklerin peşine düştüler.[2]

Siyasal ortamın 1830’ların başında Rusya lehine seyretmesi karşısında diplomatik bir atağa geçen İngiltere iktisadi hürriyetçiliği ve onun esaslı bir siyasası olan iktisadi liberalizmi David Urquhart’la Osmanlı elit bürokratının düşüncesine sunmuştu. Urquhart’ın yüklendiği misyonun başarısı tartışmaya açık olsa bile onun başını çektiği iktisadi liberalizm kervanına gazete sütunlarında işlenen iktisadi konuların içerik tahlili yapılacak olursa bunun Urquhart’ın empoze etmeye çalıştığı iktisat düşüncesiyle örtüştüğü, hatta bir uzantısı olduğu görülecektir. Elbette buna “Le Moniteur Ottoman”da yazıları çıkan Blacque Bey de dahil edilmelidir.

Görülen odur ki ‘ilm-i tedbir-i menzil’e açılan yolda Osmanlı münevverleri sağlıklı bir ‘norm’un peşinde olmak yerine intikal kanallarından sızan adaptasyona dayalı iktisat bilgisinin, hususiyle iktisadi liberalizmin bağlayıcı gücüne kapılmışlardır. Halbuki ortada bireysel iktisadi gücü payandalayacak, dolayısıyla iktisadi hürriyetçiliği yaşatacak temel kurumlar olmadığı gibi bunları perçinleyecek hukuki bir düzenlemeden de mahrumdurlar. 1838 Baltalimanı Ticaret Antlaşması ile bunu takiben 1839’da ilan edilen Gülhane Hatt-ı Hümayunu bu ihtiyacı kuvveden fiile çekecek teşebbüslere kapı açacak olan iki mühim adımdı. Bunlardan bilhassa Tanzimat, bu bağlamda, esaslı bir milattır.

II.

Türk düşüncesi, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar uzanan 80 yıllık zaman dilimi içerisinde daha çok “ulusun toplumsal yaşamında ortaya çıkan sorunlarla”[3] ilgili olarak boy vermesine rağmen bu doğrultuda iktisat düşüncesi, nisbeten güdük kalmıştır. Buna da sebeb salt akademik endişenin bir uzantısı olarak iktisatın pozitif esaslarının kuşatılması düşünülmediği gibi daha çok politikalarla, bilhassa elit bürokratların tavsiyelerini ve tesbitlerini içeren risale ve layihalarından dolayı ağırlıklı olarak iktisadi liberalizmin en az 1880’lere kadar kırk yıl alternatifsiz olmasından kaynaklanmaktadır. Buna rağmen soluğu kısa düşmüş olsa bile, pozitif-normatif çatışma odakçığı içerisinde, 1840’ların başında, sosyal bilimlere aşina, ülke sorunlarına hiç de yabancı olmayan bir hekimin atılımı birkaç yönden önemlidir. ‘Mekteb-i Tıbbıye-i Şahane’de “emraz-ı hariciye” hocalığı yapan Serandi Arşizen bu eğitim kurumunda ilk defa Fransızca iktisat dersleri vermiştir.[4] L. Rossi’nin “Cour d’économie Politique” adlı kitabını seçimlik ‘hikmet’ derslerinde okutan bu tıp hocası bu kitabın bir uyarlamasını yapmış ve bu esere ülke sorunlarını işlediği katkılarda bulunmuştur. Bu eser Aleko Şuco tarafından “Tasarrufat-ı Mülkiye” adıyla Türkçeye kazandırılmıştır. Bu tercümenin yakın takipçisi Sehak Abru olmuştur. Onun J. B. Say’dan tercüme ettiği kitap “İlm-i Tedbir-i” Menzil adıyla 1852’de basıldı. Görüldüğü gibi daha çok iktisat politikalarını şekillendirecek olan teorik mayalanma Suço ve Abru tercümeleriyle Say-Rossi çizgisinde klasik iktisat düşüncesi Osmanlı entelektüel iklimine girdi. Bu yolun en esaslı takipçisi ve savunucusu Sakızlı Ohannes Paşa olacaktır. Onun yazıları ve bilhassa 1880’de yayınlanacak olan kitabı, “İlm-i Servet-i” Milel gerek teorik yapılanması ve gerekse kurguladığı iktisat politikası itibariyle dönemin tek mühim iktisat telif eseridir. Ohannes Paşa tedris ve telif yönüne bürokraside aldığı görevle tedvine de kapı açmıştır. Bu hal Ohannes Paşa’yı Türkiye’de çağdaş iktisadi fikirler tarihinde mühim ve müstesna bir yere oturtacaktır.

Klasik iktisat düşüncesinin Türkiye’ye Smith ve Ricardo’yu ıskalayarak J. B. Saycı yorumu ile gelmesinde üç temel sebeb vardır. Önce akademik dünyada Fransızcanın İngilizceden daha çok okunan ve konuşulan bir dil olması. İkinci olarak, Smithian iktisadın Saycı yorumunun Ricardo’nunkinden daha kolay ve anlaşılır olması. Son olarak Ricardo’nun aşırı soyutlanmış yönteminin ve iktisadının kıta Avrupasındakilere çok daha gerçek dışı görünmesi.[5]

Rossi-Say çizgisinde yol alan bu düşünce damarının yanı başında kalemlerde yetişen elit bürokratların teori-politika uyumu ya da çatışması dışında sezgi ve sağduyunun güdümünde ülke sorunlarıyla yoğrulmasının en müthiş temsilcisi Sadık Rıfat Paşa’dır. “Muntehabat-ı Asar”ında Sadık Rıfat Paşa iktisadi hürriyetçiliği ve onun iktisadi politikalarını kavradığını gösteren tesbitler bulunmaktadır.[6] Ancak onun arkasında Batılı bir büyük usta bulunmamaktadır. Sadık Rıfat Paşa’nın açtığı yol daha sonra Osmanlı münevverlerince benimsenecek, bilhassa Ahmed Cevdet Paşa gibi güçlü bir tarihçi, yaptığı tesbitlerle, onun yakın bir takipçisi olacaktır.[7]

1860’lar itibariyle modern iktisat düşüncesinin akışına ve tabanda bir yer bulmasına yataklık eden bir dizi gelişmeler vukua geldi. Bunların başında gazete sütunlarında iktisadi hayatı tahlil eden yazılara periyodiklerde çıkan yazılar eşlik etti. Buna eğitim kurumlarında iktisat tedrisatına geçilmesini de ilave etmemiz gerekiyor. Özellikle Mekteb-i Mülkiye’nin kuruluşu hem iktisat biliminin tedris ve tetkikine kapı açtı, hem de 1860 öncesinde farklı iki damarda yol alan arayışları birleştirdi. Önce Klasik iktisat düşüncesinin aktarılmasının öncüleri Arşizen-Suço-Abru çizgisi ile onun dışında daha çok Osmanlı elit bürokratlarının hususiyle Tercüme Odası hülefaları içerisinde başlayan ve Sadık Rıfat Paşa ile bir doruğa çıkan sağduyu iktisat çabalarının bu bilim yuvasında bir çeki-düzene kavuştuğu görülüyor. Macar Emin Efendi, Mehmed Şerif Efendi, Ohannes ve Mikail Paşalar burada dersler verdiler, gazete ve mecmualarda iktisat yazıları kaleme aldılar, ve iktisat kitapları telif ettiler. Bilhassa Mehmed Şerif Efendi kaleme aldığı “İlm-i Emval-i Milliye” ile tercüme geleneğinin dışında, tıpkı Serendi Arşizen gibi, ülke sorunlarını bu kitaba taşıdı. Bu kitap, aslında, Türk iktisat düşüncesinde telif edilmiş ilk iktisat kitabıdır.

Yordamlama ile somut iktisadi sorunların çözümüne pek farkedilmeden iktisadi hürriyetçi bir sistem içinde çareler aranması pek haklı olarak farklı iktisat siyasaların tartışmasını 1860’larla birlikte başlatacaktı. İktisadi liberalizmin entelektüel mayalanma içindeki tekelci gücünün sorgulanması ve kırılması, aslında, somut gerçeğin çözümünde liberal siyasalara işlerlik kazandıracak kurum ve vasıtaların Osmanlı’da bulunmayışından kaynaklanıyordu. İktisadi himayeciliğe ait fikirler bu ortamda toprağa düştü ve iktisadi gerilik bu tohumları yeşertti. Bu meyanda, Osmanlı tarihinin sürükleyişi içerisinde bireyin üzerine abanan kadim ‘ilm-i tedbir-i devlet’in ekonomi üzerindeki hakimiyeti kadar, Osmanlı asırlarını bir uçdan 1860’lara kadar bozulmadan geçen iktisadi zihniyet dünyasının yarattığı alışkanlıklar[8] da bu iktisat politikasının koruyucu kemeri altında hayatiyetlerini sürdürme imkanına kavuştular. Tarım-sanayi tartışması aslında, korumacı fikirlerdeki filizlenmenin ilk somut işareti olmuştur. Bu tartışmanın sağladığı entelektüel ivme, giderek, devlet gücündeki himayeci siyasaların benimsenmesi için somut bir zemin de hazırlamaktaydı.

İktisat siyasaları bağlamında farklı politika önerileri ve reçeteleri ortaya çıkarken bu oluşum ‘norm’un çok önemli, olmazsa olmaz kanadı olan pozitif iktisat anlayışının yeterince üzerine gidilmesine engel oldu. Zayıf da olsa bir ışık hüzmesinin varlığından söz edebiliyoruz. Buna rağmen pozitif iktisat ve onun sınırları ile kapsama alanını işleyecek olan yöntem sorunu yeterince deşilmeden sadece iktisat biliminin objektif bilgi kümesi içindeki yerine ilgi duyulmuştu. Bu cümleden olarak meşhur edebiyat adamı İbrahim Şinasi Bey’in yaktığı yol gösterici ışığın ilk izlerini Mehmed Şerif Efendi’nin çalışmalarıyla belirginleşti. Bu bağlamda Münif Paşa ile Ohannes Paşa’nın kişisel gayretlerini de ilave etmeliyiz. Pozitif iktisat anlayış ve arayışının neredeyse bir nesil sonra takipçisi Mehmed Cavid Bey’dir. Bilhassa Münif Paşa “Mecmua-ı Fünun”da kaleme aldığı iktisat yazılarıyla klasik usluptaki ‘ilm-i tedbir-i menzil’ anlayışını ‘ekonomi politik’ ile özdeşleştirmek ve bu bilim dalını halka anlatmak istiyordu. Gösterdiği ansiklopedist gayretle Münif Paşa’nın en esaslı takipçisi Ahmed Midhat Efendi olacaktır. Gerçi bu bağlamda İbrahim Şinasi Bey’in açtığı yolda iktisat yazılarıyla halka ulaşmak isteyen Namık Kemal Bey’i de zikretmemiz gerekiyor. Onun yazılarından hareketle tutarlı bir pozitif iktisat mantığına ulaşmak mümkün değildir. Namık Kemal Bey de diğer Osmanlı münevverleri gibi yazdıklarıyla iktisat siyasalarındaki yerini almıştır.

Yıllar sultan II. Abdülhamid’in saltanatına doğru akarken gazete ve mecmualarda boy gösteren iktisat yazıları ve telif kitaplar yanında 1860-1880 arasında yapılan tercümelere de rastlandı. Dikkate değer en önemli tercümeler Ahmed Hilmi Efendi tarafından yapılan Otto Hubner’in İlm-i Tedbir-i Servet adlı kitabıdır. Mehmed Cavid Bey’in “kavaid-i iktisadiyyenin ekserisinden açık bir suretle bahis” ettiğini söylediği[9] bu eserin bir başka tercümesi de Mehmed Midhat Bey tarafından yapılmıştır.

III.

Tanzimat’ın ilanından Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıkışına, hatta 1880’e kadar geçen süre içerisinde Osmanlı iktisat düşüncesi üç esaslı noktada dişe dokunur bir gelişme kaydetmiştir. Önce elit bürokratların kafasında billurlaşan ‘ilm-i tedbir-i menzil’ aslında bireysel davranışı sahne gerisinde tutan aile-ekonomisi ‘household economics) anlayışını daha sağlam bir zemine, klasik iktisat düşüncesinin Say-Rossi çizgisine, kısaca politik iktisada çekti. İkinci olarak, ‘norm’un iktisat siyasaları dışında iktisat bilimini objektif bilgi kümesi içinde tutacak pozitif iktisatın varlığı, silik de olsa hissedilmeye başladı. Nihayet, pek belirgin bir şekilde iktisat politikaları reçetelerinin iktisadi liberalizm ve iktisadi himayecilik gibi farklı iki kümede toplanmıştır. Her üç noktanın karşılıklı etkileşiminin ortaya koyduğu bir gerçeğin de altını çizmek gerekiyor. Türkiye’de çağdaş düşünce tarihimizin bir açmazı olan norm ile reel arasındaki çatışmadır ki Osmanlı iktisat düşüncesi de bunun dışında yol almamıştır. Tanzimat ertesinde reel karşısında kurgulanan iktisat ‘norm) arasındaki açık Cumhuriyet’e kadar kapatılamamıştır. Esasen Tanzimat’tan 1880’e özel mülkiyet ‘kapital taçhizatı-emek-toprak) yasal dayanaklarını kazanamadığından iğreti bir halde idi. Bireysel girişim ise sürekli bir kâr maksimizasyonu anlayışının çok gerisindeydi. Dolayısıyla somut gerçekte rasyonel firma yoktu. Ayrıca piyasa mekanizmasının işleyişi pürüzsüz değildi, narh’ın varlığı fiyatların oluşmasına engeldi. Ortaya çıkan ekonomik tablonun tasvirinde, Ziya Gökalp’e dayanaraktan, ‘ilm-i tedbir-i ümran’ kavramını kullanmak daha doğru olacaktır. Netice itibariyle ekonomik hayatın çevrilmesinde kurgulanan Say-Rossi klasik iktisat düşüncesinin [‘norm’] insanını Osmanlı somut iktisadi gerçeği [‘reel’] üretememiştir.

Pozitif iktisadın sınırları ve kapsama alanının sorgulanmayışı Osmanlı iktisat düşüncesinde ağırlığın siyasalar üzerine yoğunlaşmasına sebep oldu. Böylesi bir eğilim kaçınılmazdı. Zira iktisat politikalarının koruyucu kemeri içine yaptırım gücünü kullanaraktan ülke sorunlarının çözüleceği beklentisi ve inancı vardı. 1880’ler itibariyle iktisat siyasaları düşünce düzleminde bıçakla ikiye bölünmüştü. Her bir siyasanın, bir bakıma güçlü temsilcileri vardı. İlk politika kulvarı Şuco-Abru tercüme geleneğini hakettiği çizgiye oturtan Ohannes Paşa’dır. İktisadi liberalizm Ohannes Paşa’nın bayraktarlığında, kesintiye uğradığı döneme kadar, teorik iktisatla dirsek temasını sürdürmeyi başarmıştı. (Aynı olgu M. Cavid Bey için de geçerli olacaktır). Diğeri iktisadi liberalizmin karşısına bir tepki olarak dikilen iktisadi himayeci görüş ve onun temsilcisi Ahmed Midhat Efendi olmuştur. Hace-i Evvel Ahmed Midhat Efendi’nin savunduğu bu iktisat politikasının teorik iktisatla ciddi bir teması yoktu. Fakat Hace-i Evvel inandırıcı bir şekilde Ohannes Paşa ve Mikail Paşa tarafından iktisadi liberalizmle iktisadi kalkınmanın sağlanamayacağının ısrarlı bir savunucusu idi.

Sultan II. Abdülhamid’in devr-i saltanatı ile birlikte siyasal liberalizmin yaşama kanalları kurutuldu ve bu hal liberal iktisat düşüncesinin de esasen zor şartlar içinde yeşerdiği ortamı bozmakta gecikmedi. ‘Mekteb-i Mülkiye’deki liberal hocaların, hususiyle Ohannes ve Mikail Paşaların, görevine son verilmesi bu cümledendir.[10] İktisat bilgisi tetkik ve tedrisi için çok önemli temsilcilerini bu yolla kaybetti. Fakat daha önemlisi politik liberalizmin sıkı bir takibe uğraması karşısında onun bir türevi olan iktisadi liberalizm de yer altına çekilmekte gecikmedi. Bilhassa İstanbul’da Sultan II. Abdülhamid’in muhalifi olan bey-paşa konaklarında yapılan hususi derslerde ‘iktisat’ arzuya bağlı bir kabul içerisinde silik bir yaşama çizgisi elde etti. Bunun içerisinde liberalizmin payının ne olduğunu bilmiyoruz. Öte yandan Sultan II. Abdülhamid’in muhaliflerinden olup küskün aydınlardan Avrupa’ya kaçanlardan bazıları-mesela Ali Kemal-iktisatla olan temaslarını sürdürdüklerine hükmedebiliyoruz. Ancak onların da iktisadi liberalizmle ne kadar yoğrulduklarına dair somut bilgi verilerinden mahrumuz.

Gene bu dönemde açılan bazı eğitim kurumlarında ‘iktisat’ın müstakil bir ders olarak okutulması, belki, bir çelişki olarak görülebilir. Ancak dönemin iktisat siyasetinin himayeciliğini ön planda tuttuğuna işaret edelim. Nitekim bu dönemde telif edilen iktisat kitaplarından en dikkati çekeni de Akyiğitzade Musa Bey’in iktisadi himayeciliği savunan eserleridir.

Ahmed Midhat Efendi Hasan Mellâh adlı romanına yazdığı ‘önsöz’de üç seneden beri edebiyat ve fikir üzerine kafa yormağa başlamış bir milletten bahsetmesine rağmen onun bu tesbiti Sultan II. Abdülhamid Dönemi’nde önemini kaybetmesine rağmen II. Meşrutiyet sonrası için geçerlidir.

IV.

II. Meşrutiyet ve ertesi, 1908-1918 arası on yıl Türkiye’de entelektüel tarih açısından otuz yılı aşkın bir mutlak monarşi döneminde içe dolan bireyin çeşitli hedeflere doğru değişik vasıtaları kullanaraktan dışa boşalmasının hikayesidir. Bu dolu on yıl içerisinde iktisada dair epey şey yazılmış, siyasalar tartışılmış, eğitim kurumlarında tedris edilmiş, hatta bunların içinde üstünde bilhassa iktisat politikaları hatta sistemleri belirlenirken belli düşünce akımlarına ve bunların usta temsilcilerine bağlanmanın zaruretine inanılmıştı. Dönemin iktisat kafası pozitif bir iktisat mantığının araştırılmasının da önemini pek kavrayamadı. Buna mukabil siyasalar kıyasıya tartışıldı.

Otuz yıllık ciddi bir suskunluk döneminin ardından iktisadi liberalizm gerçekten güçlü bir sese kavuştu: Mehmed Cavid Bey. Yazıları, ders takrirleri, kitapları ve nihayet Meclis-i Mebusan’daki konuşmaları ile toplum entelektüel olarak iktisadi liberalizmi kavramanın gerisinde kalsa bile ‘iktisat’ gerçeğini mühim bir hocadan öğrenmenin kapısını araladı. Aslında Cavid Bey kafa yapısı itibariyle Ohannes Paşa’nın su katışmadık bir takipçisiydi. Bilhassa İttihatçılığı ona savunduğu bir davayı gür bir sesle topluma haykırmanın zaruretini öğretmişti. Bu haliyle Cavid Bey Ahmed Midhat Efendi’nin açtığı yolu izlemiş ve ondan daha da başarılı olmuştur. İktisadi liberalizmin Cavid Bey gibi gerçekten mühim bir iktisat kafası tarafından savunulması bir tarafa, iktisadi himayeciliğin İttihat ve Terakki dönemine damgasını vurmasını iki sebebe bağlayabiliyoruz. Önce soyut düşüncede 1875-1890 arasında Ahmed Midhat Efendi tarafından gazete sütunlarında, sonra kitaplarıyla iktisadi himayeciliği savunması bu iktisat politikasının sağlıklı bir ‘norm’ içerisinde kurgulandığı anlamına gelmemelidir. Ancak Hace-i Evvel’in uzattığı bu entelektüel miras Osmanlı münevverlerinin pek çoğu tarafından irdelenmeden kabul görmüştü. Hatta bu haliyle Mizancı Mehmed Murad’dan Akçuraoğlu Yusuf ‘Akçura) Bey’e kadar savunulan iktisadi himayeciliğin esaslı bir derinliği yoktur. İttihat ve Terakki döneminde bu politikanın güçlü sesi Ziya Gökalp’in yaptıklarına bakılacak olursa ortada hâlâ fikri bir sığlık vardır. Buna rağmen sosyal bilimlerle uğraşanların, iktisata hasbel kader bulaşanların slogan düzeyine indirdikleri korumacılık politikasına olan bağlılığın ardında ülke ekonomisinin geriliği ile asırların tabakalaşmış bir halde ülke insanını maddeyle temastan alıkoyan bir iktisadi zihniyet dünyasının yarattığı atalet bulunmaktaydı. Aslında Sultan II. Abdülhamid döneminde iktisadi himayecilik anlayışının dikkate değer bir temsilcisinin Akyiğitzade Musa Bey olduğuna yukarıda işaret etmiştik. Akyiğitzade’nin yaptığı tahlilin derinliğini bu siyasayı savunan bir başka Osmanlı münevverinde bulmak mümkün görünmemektedir.

Öte yandan pozitif iktisadla kurduğu sağlıklı köprülere rağmen Cavid Bey’in savunduğu iktisadi liberalizmin, bir politika reçetesi Osmanlı ekonomisinin somut meselelerini çözmede yetersiz kalacağı açıktı. Cavid Bey, iktisadi himayeciliği savunan nasyonalistlere karşı, enternasyonalist kimliği ile dışsal şoklarla-dış borç, dış yardım, yabancı sermaye-ekonomiye işlerlik kazandırmak bu yolla ekonomiyi canlandırmak, bireysel ataleti kırmak istiyordu. Onun fikirleri İttihat ve Terakki’nin diğer mensupları, başta Ziya Gökalp tarafından kabul bulmadı. Savunduğu Durkheim sosyolojisini iktisadi korumacılıkla birleştiren Ziya Bey’in fikri platformda en yakın takipçisi Moiz Kohen ‘Tekinalp) olmuştur.

I. Dünya Harbi’nin başlamasıyla birlikte harp şartları ‘zor) mevcut iktisat politikaları ‘iktisadi liberalizm/iktisadi himayecilik) tartışmalarını ‘oyun) bozdu. Zorun bozduğu oyunlar karşısında İttihatçıların İaşe nazırı Kara Kemal’in kurguladığı oyun başarılı olmuş, topyekün bir harbin sıkıntıları esnaf örgütlenmeleri ile aşağıya çekilmiştir.

Tarih Cumhuriyetli yılların sahifelerini açmaya hazırlanırken Osmanlı iktisat düşüncesi de pozitif- normatif iktisat ayrımının yapılmadığı, iktisat adına kurgulanan ‘norm’un sadece siyasalardan ibaret bilen fikri bir mirası Cumhuriyet’e aktarıyordu. Ziya Gökalp 1923 yılında yayınlanan Türkçülüğün Esasları’nda iktisadi himayeciliği savunuyor, ancak bunun olması gereken devlet-birey ilişkilerinin iktisadi sınırlarını çizmekten uzak kalıyordu. Yeni kurulan politik toplumun iktisat ideolojisi olacak olan devletçilik 1923-1930 arasında bir kuluçka dönemi yaşarken Cumhuriyetin kaptanlarının idrakinde iktisadi hürriyetçiliğin dışında bir iktisadi sistem arayışı kadar bizatihi iktisadi korumacılığın dışında da bir iktisat politikasına meyletmek Cumhuriyet’in iktisaden ölü doğması anlamına gelecekti. Dolayısıyla iktisadi eşitlik kadar iktisadi liberalizmin politik müdafaasına girişmek yeni ilan edilen Cumhuriyet’in varlığına birer tehditti. Bu anlamda 1926 İzmir suikastı ve ertesi Türkiye’de devletçiliğin önünü açan esaslı bir hesaplaşma olmuştur.

Prof. Dr. Ahmed Güner SAYAR

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 14 Sayfa: 567-571


Dipnotlar:

[1] Bu hususta bkz. A. G. Sayar, “Osmanlı İktisat Düşüncesinin Çağdaşlaşması”, (İstanbul, 2000), s. 167 vd.
[2] Bu cümleden olarak bizde ilk telif veya tercüme iktisat kitabı “Risale-i Tedbir-i Ümran-ı” Mülki başlıklı yazma bir eserdir. İ. Ortaylı belli karineleri zorlayarak eserin yazarını ve tarihini aydınlığa kavuşturmak istiyor (Cf., ‘Osmanlılarda İlk Telif İktisat Elyazması’, Yapıt, no. 46/1, (1983), s. 37; 38, dn. 3; 39; 40; 43). Buna göre bu eserin müellifinin (veya müterciminin) Tercüme Odası’nın gayri-müslim hulefasından olması ise akla yakın görünüyor.
[3] N. Berkes, “Felsefe ve Toplumbilim Yazıları”, (İstanbul, 1985), s. 135.
[4] Serandi Arşizen’in “galip bir tahmine göre… dersleri(ni) Fransızca verdiğini” Z. F. Fındıkoğlu ileri sürmektedir (‘İktisadi Tefekkür Tarihimizden Bir Parça’, Ordinaryüs İbrahim Fazıl Pelin’in Hatırasına Armağan, (İstanbul, 1948), s. 223. Ayrıca bkz. S. Irmak, ‘Pozitif Bilim Kuruluşları ve Darülfünun’dan Üniversiteye Geçiş’, Cumhuriyet’in 50. Yılında İstanbul Üniversitesi, (İstanbul, 1973), s. 495).
[5] Cf., A. G. Sayar, op. cit., s. 270-271.
[6] Sadık Rıfat Paşa’nın iktisadi fikirleri için bkz. A. G. Sayar, op. cit., s. 210-226. Ayrıca A. G. Sayar, ‘The Intellectual Career of an Ottoman Statesman: Sadık Rıfat Paşa and His Economic Ideas’, Revue d’Histoire Maghrebine, no. 59-60, (1990), s. 125-126.
[7] Cf., A. G. Sayar, op. cit., (2000), s. 182-184; 208-209; 250-251; 254; 260-261; 292; C. Neuman, “Araç Tarih Amaç Tanzimat”, (İstanbul, 2000), s. 190-191.
[8] Cf., A. G. Sayar, Osmanlı’dan 21. Yüzyıla, (İstanbul, 2001), s. 134 vd.
[9] Mehmed Cavid, “İlm-I İktisat”, (İstanbul, 1315), s. Re.
[10] Politik toplumun (‘Saray’ın) iktisat eğitimine müdahalesi 1880’lerden sonra da devam etti. İbrahim Fazıl (Pelin)’in anılarından aktaralım: “Balkan Harbi ve ertesinde Mekteb-I Mülkiye’de memleket iktisadiyatına ve maliyesine ait misalleri getirmek yasaktı. Fakat o (iktisat hocası Nail Bey) kendini tutamaz, insiyaki olarak bu misalleri arasıra kaçamak kabilinden zikrederdi. (1912-1914 yılları arasında) iki senelik muavinliğim esnasında kendisine beş on defa Saray’dan ihtar geldiğini pek iyi bilirim” (Z. F. Fındıkoğlu, ‘Profesör İbrahim Fazıl Pelin Üzerindeki Fikri Tesirlere Dair’, “İ. Ü. Hukuk Fakültesi Mecmuası”, cilt 11, (1945), s. 12).
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.