Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Yenileşme Döneminden Cumhuriyet Dönemine Türk Resim Sanatının Evreleri

0 7.752

Yrd. Doç. Dr. Ahmet Kamil GÖREN

Yenileşme ya da yaygın tanımıyla batılılaşma döneminde Batılı anlamda gelişmeye başlayan resim sanatının öyküsüne girmeden önce, bu ortamın oluşmasına olanak tanıyan sürece kısaca bir göz atmak gerekirse: Köklü bir geçmişe sahip Osmanlı İmparatorluğu’nun Batılılaşma serüvenini, tarihçiler 1703-1730 yılları arasında yirmi yedi yıl hüküm süren III. Ahmed (1673-1736) dönemine kadar dayandırmaktadırlar. Bu dönemde yavaş yavaş Batılı düşüncelerin Osmanlı İmparatorluğu’nu etkilemeye başladığına tanık olunmaktadır. Bu oluşumda Müslümanlığı seçen Avrupalıların da önemli bir etken olduğu söylenebilir.[1] Örneğin 1727’de Erdelli bir Macar olan ve genç yaşta Müslümanlığa geçen İbrahim Müteferrika ile Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin oğlu olan ve onunla Paris’e giderek orada yetişen Said Mehmed Çelebi ilk Türk matbaasını kurarak Osmanlı kültür yaşamında önemli bir işlevi yerine getirdiler.[2] Daha sonra 1730-1754 yılları arasında on dört yıl tahtta oturan I. Mahmud (1696-1754) dönemi de ordunun iyileştirilmesi başta olmak üzere çeşitli yeniliklerin yapıldığı bir dönem olarak dikkat çekmektedir. I. Mahmud’un ardından 1754-1757 yılları arasında üç yıl hüküm süren III. Osman (1699-1757) ile 1757-1774 yılları arasında on yedi yıl yönetimi elinde bulunduran III. Mustafa (1717-1774) ve 1774-1789 yılları arasında on beş yıl tahtta oturan I. Abdülhamid (1725-1789) dönemlerinde de yaşanan çeşitli zorluklar yanında çeşitli yenileşme hareketlerinin de sürdürüldüğü görülmektedir. Ancak, Osmanlı İmparatorluğu’nun yenileşme hareketlerinin ivme kazandığı dönem olarak Fransız Devrimi’nin olduğu 1789’da tahta çıkan ve 1807’ye kadar on sekiz yıl hüküm süren III. Selim (1761-1808) ile bir yıl yönetimi elinde bulunduran IV. Mustafa (1779-1808) dönemi ardından 1808-1839 yılları arasında otuz bir yıl saltanat süren II. Mahmud (1785-1839) dönemi görülmektedir.[3]

İmparatorluğun, yoğun bir biçimde Batılılaşma çabalarını sürdürürken, sahip olduğu değerler, kurum ve kuruluşlarıyla olduğu kadar, sanat ve kültür ortamıyla da adeta “kaos” olarak da tanımlanabilecek bir karışıklık içinde bulunduğu görülmektedir. Böyle bir ortamda resimden heykele, fotoğraftan gravüre, edebiyattan müziğe ve mimarlıktan sanatın diğer dallarına kadar uzanan ilişkiler ve etkileşimler bir bütün olarak ele alınmalıdır.[4] Batılılaşma akımıyla birlikte müzik, resim, heykel, tiyatro, yazın gibi tüm sanat dallarında oluşan bir etkiden söz edilse de en hızlı gelişme hiç kuskusuz, mimaride uygulanan Batılı öğeler ve biçemde (üslupta) kendini göstermiştir.[5] Batılılaşma döneminde Avrupa’nın doğu komşusu Osmanlı İmparatorluğu’nun geniş topraklarında Barok sanat kendine özgü nitelikler göstermektedir. Batı’da etkin bir biçem olarak beliren Barok resim sanatı, Avrupa sanat akımlarından çok ayrı bir yönde ve İslâmi sanat gelenekleri doğrultusunda gelişme gösteren Osmanlı resmi üzerinde hemen hemen yok denecek kadar az etki yapmıştır.[6]

Türk resim sanatının gelişim sürecini belli bazı dönemlere ayırmak gerekirse başlıca iki büyük dönem karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan birisi Osmanlı İmparatorluğu’nun Batılılaşma hareketiyle başlayan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla sonlanan dönem olarak ele alınabilir. Diğer dönem ise Cumhuriyet’in ilanıyla başlayıp günümüze kadar uzanan süreç olarak değerlendirilebilir. Hiç kuşkusuz, iki dönemi de kendi içinde, değişik bakış açılarıyla, çok değişik bölümlere ayırmak olanaklıdır.[7] Örneğin ilk dönem içinde resim sanatı adına önemli olaylar olarak 1793 yılında askeri okullara resim dersleri konulmasını; önce 1829, ardından 1834 ve 1835 yıllarında Avrupa’ya öğrencilerin yollanmaya başlanmasını; 1857’de Paris’te Mekteb-i Osmanî’nin kurulmasını; Paris’te sekiz-on yıllık resim eğitimlerini tamamlayan ve Batılı anlamda Türk resminin temelini atan Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmed Paşa ve Süleyman Seyyid’den oluşan öncü üç büyük ustasının 1870’te yurda dönmesini; 1883 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurulmasını; 1909 yılında Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin kurulmasını ve Şerif Abdülkadirzade Hüseyin Haşim Bey’in yönetiminde Mart 1911 ile Temmuz 1914 tarihleri arasında cemiyetin yayın organı niteliğinde on sekiz sayı süren bir mecmua/gazete çıkarmasını;[8] 1908 yılındaki II. Meşrutiyet Dönemi’yle birlikte Avrupa’ya resim eğitimi gören gençlerin, eskiye oranla daha yoğun ve düzenli bir biçimde gönderilmesini ve “1914 Kuşağı/Çallı Kuşağı” olarak adlandırılan sanatçıların, 1914 yılında Batı’dan öğrendikleri yeni resim anlayışlarını yurda getirmesini; 1914’te genç kızların da resim eğitimi alması amacıyla bir İnas (Kız) Sanayi-i Nefise Mektebi kurulmasını; Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı gibi önemli savaşların yaşandığı bir ortamda Çanakkale Savaşlarını tema olarak değerlendiren, dönemin Genelkurmay Başkanlığı tarafından Sisli Atölyesi’nin kurulmasını; ardından ilk yurtdışı resim sergisi olan Viyana Sergisi’nin gerçekleştirilmesini;[9] 1916 yılından başlayarak Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin önderliğinde “Galatasaray Sergileri”nin açılmaya başlanmasını sıralayabiliriz.[10]

Yukarıda belli başlı sanat olaylarını sıraladıktan sonra 19. yüzyıl sanat ortamında yer alan Türk ressamların konumuna kısaca bir göz atacak olursak:

19. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu söz konusu olduğunda, içinde bir çok etnik kökene, dine, dile sahip insanı barındıran; bir uçtan diğer uca değişik kültürlerden oluşan büyük bir imparatorluk akla gelmektedir. Ayda Arel’in yaptığı bir söyleşide de vurguladığı gibi, dönemin sanatını ve sanatçısını tanımlamak için, sanatçılara, aynı ortamı paylaşan bireyler olarak öncelikle Osmanlı sanatçısı demek daha doğru bir yaklaşımdır.[11] 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu toprakları üstünde yaşayan çeşitli kültürlere ait insanların oluşturduğu ortamın, her konuda olduğu gibi, sanat konusunda da etkileşimlere neden olduğu açıktır. Hiç kuşkusuz, İstanbul gibi çok hareketli bir ortamda sanat icra etmeye çalışan Türk ressamlarının, İmparatorluğu oluşturan Hıristiyan, Levanten kesime ait ressamlardan, İstanbul kentine gelen yabancı ressamlara, Pera’da açılan çeşitli sergilerden ve çeşitli sanatsal hareketlerine kadar birçok sanatsal ve kültürel hareketten dolaylı veya dolaysız, doğal olarak etkilendiklerini söyleyebiliriz.[12] Bir dönemi ele alırken, o dönemi doğuran; içinde var olan sayısız öğeyi de çok çeşitli yönleriyle irdelemek gerekmektedir. Ancak, bu aşamada konuya belli bir açıdan yaklaştığımızı, ayrıca aynı dönemde gelişen, gerek İstanbul, gerekse Anadolu’da örneklerini gördüğümüz (duvar resmi başta olmak üzere) resim sanatı konusu içinde incelenebilecek diğer türlere değinmediğimizi; daha çok 19. yüzyıl ikinci yarısının sanat ortamında üretilmiş yağlıboya tuval resmini inceleme merkezine yerleştirdiğimizi belirtmeliyiz.

Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yüzyıl boyunca bir çok konuda yaşadığı sıkıntılar, sanat için de söz konusuydu ve sanat ortamını oluşturan öğeler de oldukça karmaşık bir durumdaydı. Daha önce yazdığımız yazılarda İmparatorluğun içinde bulunduğu sosyal, siyasal, kültürel, sanatsal vb. diğer ortamların tarihsel arka planını ayrıntılı bir biçimde kaynaklarıyla birlikte ele almıştık.[13] Ancak, çok kısa olarak, 19. yüzyılın, Osmanlı İmparatorluğu’nun hemen her konuda, en zor bir dönemi olduğu, bu konuda yapılan araştırmalarla da devamlı vurgulanmaktadır. Sanat ortamının belli bir disiplin içine sokulması ya da sanata karşı ilgi uyandırılması aşamasında hiç kuskusuz Osman Hamdi Bey’in girişimleriyle 19. yüzyılın son çeyreğinde 1883’te kurulan Sanayi-i Nefise Mektebi’nin; açılan bazı özel kursların; birbiri ardınca açılmaya başlanan sergilerin ve buna bağlı olarak Pera başta olmak üzere bazı diğer bölgelerde başlayan belli bir sanat pazarının oluşmasının önemi büyüktür.[14] Ancak, 19. yüzyıl başlarındaki -bu dönem ilerici bir padişah olarak bilinen ve 1793’te askeri okulların ders programına resim derslerini koyduran, III. Selim (1789-1807) ile başlar- sanata yön verecek bir kurumun olmadığı yıllarda sanat ortamında en etkin kurum olarak Saray’ın varlığı söz konusudur.

İmparatorluk başkenti İstanbul’a gelen yabancı sanatçılardan, burada yaşayan azınlık, Levanten ve Türk sanatçısına kadar geniş bir sanatçı topluluğunun, öncelikle Saray ve çevresi ile ilişki içine girdiği ve içlerinden bazılarının, padişahların yaptıracağı yeni saray, kasır, köşk, cami, çeşme vb. yapıların yapımından, süslenmesine kadar görev aldıkları, Saray’a yapıtlarını sunma yoluyla da sanat yaşamlarının devamı için çeşitli olanaklar elde ettiklerine tanık olmaktayız. 19. yüzyıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nu birbiri ardınca yöneten IV. Mustafa (1807-1808), II. Mahmud (1808-1839), Abdülmecid (1839-1861), Abdülaziz (1861-1876), V. Murad (1876-1876), II. Abdülhamid (1876-1909) gibi padişahlar, bazı dönemler daha yoğun; bazı dönemler ise daha zayıf olmak üzere, sanatçılar ile ilişkilerini bu şekilde sürdürdüler. Böyle bir ilişki, Batılılar gözünde egzotik değerleri ağır basan, zengin bir tarihsel ve kültürel geçmişe sahip ve aynı zamanda büyük bir liman kenti olarak ticari yaşamı da son derece cazip olan İstanbul’un kendine özgü bir sanat ortamının da oluşmasına olanak tanıdı. Özellikle bu dönemde, Avrupa ülkelerinde moda olan Oryantalist akımın temsilcileri sanatçıların Doğu ülkelerine geziler düzenledikleri ve Doğu’ya açılan kapının ilk durağı olan İstanbul’a sıklıkla uğradıkları görülmektedir.[15] 19. yüzyılın ortalarına doğru 1839’da icat olunan; 1860’lı yıllarda ise iyice yaygınlık kazanan fotoğraf makinesinin varlığı ise bir çok açıdan büyük bir önem taşımaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun matbaayı kullanmaktaki geç kalmışlığının aksine, fotoğraf yaygın bir biçimde Osmanlı sosyal yaşamı içinde yerini tam zamanında almıştı.[16] Böylelikle gizemli köşeleriyle imparatorluk toprakları Avrupalılar tarafından keşfediliyor; yerli sanatçılara ise bu fotoğraf kartları bir anlamda modellik yapıyordu. Bu uygulamada sanatçıların farklı davrandıkları görülmektedir. Örneğin, figürlü kartpostallardan figürleri ayıklayarak salt manzara resmine yönelen ve sanat tarihine Primitifler ve Darüşşafakalılar olarak geçen bu ressamların yanında; Osman Hamdi Bey başta olmak üzere bazı diğer sanatçıların fotoğraftan figür bağlamında da yararlandıkları görülmektedir. Türk Resim Sanatı içinde Primitifler ve Darüşşafakalı Ressamları öne alarak Osman Hamdi Bey ve dönemindeki sanatçıları bunlardan sonra sıralamak yanlış bir saptama yapmak demektir. Osman Hamdi Bey (1842-1910), Süleyman Seyyid (1842-1913), Şeker Ahmed Paşa (1841-1907) ve hatta Halil Paşa (1852-1939), Hüseyin Zekai Paşa (1860-1919), Hoca Ali Rıza (1864-1939), Ahmed Ziya Akbulut (1869-1938) gibi sanatçıların, Primitifler olarak tanımlanan sanatçılar içinde -kesin doğum tarihleri bilinmeyenler ayrı tutulmak üzere- doğum tarihi bilinen Primitiflerden ve özellikle yaşam öyküleri belgelerle saptanmış Darüşşafakalı ressamlardan daha önce doğdukları ve sanat dünyasında varlıklarını daha önce duyurmaya başladıkları görülmektedir.[17]

Batılı anlamda resim anlayışının yaygınlaşması aşamasında ele alınacak en önemli dönem, kanımızca, Osman Hamdi, Şeker Ahmed ve Süleyman Seyyid gibi öncülerin Paris’e resim eğitimi almak üzere gidip; yurda döndükleri ve sanat yaşamında etkin olarak görülmeye başladıkları 1860’li yıllardan başlayan 1880’li yıllarda devam eden dönemdir. Daha sonra “1914 Kuşağı”na geçişte önemli bir ara dönem oluşturan süreçte ise Halil Paşa, Hüseyin Zekam Paşa, Hoca Ali Rıza, Ahmed Ziya Akbulut, Üsküdarlı Cevat başta olmak üzere, 1914 Kuşağı’na yakınlığıyla bilinen sivil kuşağın önemli temsilcilerinden Şevket Dağ ve burada tek tek sayamadığımız, yine ağırlığını -daha önceki kuşakta olduğu gibi- asker kökenlilerin oluşturduğu diğer sanatçılar sıralanabilir. Bu sanatçıları ana hatlarıyla ele alacak olursak:

Sivil kuşağın ve Batılı anlamda gelişen Osmanlı resim sanatının en önemli temsilcisi Osman Hamdi Bey (1842-1910), döneminde elçilik, nazırlık (bakanlık), sadrazamlık (başbakanlık) gibi üst düzey görevler üstlenmiş ünlü bir devlet adamı olan İbrahim Ethem Paşa’nın dört oğlundan en büyüğüdür. Osman Hamdi’nin kardeşlerinden biri müzeci Halil Edhem Bey (1861-1938), diğeri Türkiye’de nümizmatik biliminin kurucularından kabul edilen İsmail Galip Bey (ölümü 1895), bir diğeri ise İstanbul Gümrük Müdürlerinden Mustafa Bey’dir (ölümü 1893). 1856 yılında Mekteb-i Maarif-i Adliye’de okurken resme karşı ilgili olduğu dikkat çekmiştir. Babası, Batı’da eğitim gören bir kişi olarak oğullarının da aynı eğitimi almasını isteyince, Osman Hamdi hukuk eğitimi almak üzere 1860’da Abdülmecit döneminde Paris’e yollandı.

Sanatçı, burada bir süre hukuk eğitimi aldıysa da resme olan ilgisini yenemeyip bir süre hukuk ve resim derslerini birlikte yürüttü;[18] sonra Paris Ecole des Beaux-Arts’a (Güzel Sanatlar Okulu)[19] kaydolup Jean-Leon Geröme[20] ve Gustave Boulanger’den[21] dersler alarak tümüyle resim sanatına yöneldi. 1869’da yurda döndüğünde 1881’e kadar çeşitli devlet görevlerinde bulundu. Bunlar sırasıyla 1869’daki Bağdat Vilayeti Umur-i Ecnebiye Müdüriyeti (Yabancı İşleri), 1871’de İstanbul’a dönüşündeki Tesrifat-i Hariciye (Protokol) Müdür Yardımcılığı, 1873 Viyana Dünya Sergisi’nde hükümet temsilciliği, 1875’te Hariciye Umur-i Ecnebiye Katipliği, 1876’da Matbuat-i Ecnebiye Müdürlüğü, 1877’de Altıncı Daire-i Belediye Müdürlüğü (günümüz Beyoğlu Belediyesi), 1881’de Alman A. Dethier’in yerine Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi, günümüz İstanbul Arkeoloji Müzesi), 1882’de Sanayi-i Nefise Mektebi Müdürlüğü’dür.[22] Sanatçı, 1874 tarihli Asar-i Atika Nizamnamesi’ni (Eski Eserler Kanunu) 1884 yılında değiştirip yeniden çıkararak eski eserlerin yurtdışına kaçırılmasını engelleyen çok önemli bir işi başarmış oldu.

Osman Hamdi’nin 1883-85’te Aiolia’da, Nemrut-Dağ Tümülüsü’nde ve Lagina’daki, 1887-88 yılları arasında ise Lübnan’da Sayda/Sidon’da yaptığı ve içlerinde “İskender Lahti”nin de bulunduğu 21 lahti çıkarması yurt dışında ünlenmesine neden oldu.[23]

Sivil kuşağın en önemli temsilcisi olan Osman Hamdi Bey konusunda en kapsamlı araştırmayı yapmış olan Mustafa Cezar’ın da vurguladığı gibi Türk Resim Sanatı’na figürü, kompozisyonun gerçek bir öğesi olarak sokan ilk sanatçı Osman Hamdi’dir.[24] Sanatçının resimlerinde Oryantalist biçem ağır basar. Yapıtlarında titiz bir işçilik ve ayrıntı ön plandadır. Yukarıda da değindiğimiz gibi, resim çalışmalarında fotoğraftan, kareler yöntemiyle yararlanmış ve kendini de birçok kez model olarak kullanmıştır. Sanatçının bu amaçla çektirdiği bazı fotoğraflar bulunmaktadır. Osman Hamdi Bey açık havada çalışan bir ressam olmaktan çok, akademik anlayışı dikkatle uygulayan bir atölye ressamıdır. Osman Hamdi Bey bir Oryantalist olarak, oldukça fazla sayıda hayali Doğu manzarası gerçekleştirmiş olan Batılı Oryantalist sanatçılara göre daha şanslıydı ki bu şansı gerçekleştirdiği yapıtları oluşturan nesneleri, mekanları yakından görüp inceleme olanağından geliyordu. Batılı Oryantalistler, Doğu’nun gizemini, geri kalmışlığını gösterirken, Osman Hamdi bunun tam tersini yaparak, yapıtlarında özellikle Türk sanatının güzel örneklerini; okuyan tartışan ve özlemini duyduğu Osmanlı aydın tipini ele almıştır. Tablolarında dekor olarak tarihi yapıları, aksesuar olarak da tarihi eşyaları kullanmıştır. Mimariyi de bazen fon, bazen de esas olarak kullanmıştır. Ayrıntılarda aşırı gerçekçi olmasına karşın kompozisyonlarda değildir; ancak, kompozisyonlarında da zevkli bir görünüm söz konusudur. Osman Hamdi’nin, yapıtlarında bir nesneyi, daha önce kullandığı bir nesne ile değiştirdiği oluyordu, yani, sanatçı yapıtlarında kurgu/montaj yapmayı seviyordu. Bu tutumundan dolayı Osman Hamdi’nin ayrıntılarda gerçekçi, kompozisyonlarda ise kurgucu olduğu söylenebilir.[25]

Osman Hamdi Bey ile birlikte aynı dönemin bir diğer ünlü sanatçısı Şeker Ahmed Paşa’dır (1841-1907). Gerçek adı Ahmet Ali olan Şeker Ahmet Paşa, 1841 yılında İstanbul’un Üsküdar ilçesinde Ali Efendi’nin oğlu olarak doğdu. 1846 yılında 5 yaşında Üsküdar İlkokulu’na başlayan Ahmet Ali burada tam dokuz yıl eğitim gördükten sonra 14 yaşında iken sınavla Tıbbiye Mektebi’ne girdi; ancak, kısa bir süre sonra doktorluğun kendine uygun bir meslek olmadığını anladı ve annesinin de desteklemesi üzerine buradan ayrılarak 1856 yılında Harbiye’ye geçti. Harbiye yıllarında resme karşı büyük bir ilgi duyan ve kendini geliştirmek için büyük bir çaba harcayan sanatçı; bu çabaları sonucunda daha 18 yaşında olmasına karşın Harbiye Mektebi’nin resim öğretmeni yardımcılığına atandı ve daha sonra en yüksek dereceyle Harbiye Mektebi’nden diplomasını aldı. Dönemin yönetimini elinde bulunduran, kendisi de sanatla yakından ilgilenen Sultan Abdülaziz’in kulağına, henüz 18 yaşında olan genç Ahmet Ali’nin resim sanatındaki yeteneğine ilişkin bazı bilgiler ulaşmıştı. Bunun üzerine iki yıl sonra 1861/62’de 20 yaşına basan Mülazim (Teğmen) Ahmet Ali, padişahın emriyle devlet hesabına resim öğrenimi yapmak üzere Paris’e gönderildi. Önce, Paris’te eğitim gören Osmanlı öğrencileri için Osmanlı Devleti tarafından açılan Mekteb-i Osmani’ye devam eden Ahmet Ali Paşa, daha sonra 1861-1870 arası 9 yıl Paris’te l’Ecole National Superieur des Beaux-Arts’ta Gustav Boulanger’in ve Jean-Leon Geröme’un atölyelerinde resim eğitimi gördü. Aynı dönemlerde Süleyman Seyyid (1842-1913) ve Osman Hamdi (1842-1910) de Paris’te bulunuyordu. Ahmet Ali’nin, diğer arkadaşlarıyla anlaşmasına karşın, yine Harbiye mezunu bir asker olan Süleyman Seyyid ile yıldızlarının bir türlü barışmadığı bilinmektedir. Ahmet Ali, Paris’te uzun süren eğitimi sırasında, İstanbul’a bir çok yapıtını gönderdiği gibi, Paris’te her yıl açılan salon sergilerinden 1869 yılındakine bazı yağlıboya çalışmaları ve Sultan Abdülaziz’in karakalem bir portresi ile katıldı ve yetenekli bir Türk ressamı olarak Ahmet Ali bu sergilerde oldukça ilgi çekti. Paris’teki başarılı eğitiminden sonra diplomasını alan Şeker Ahmet, okul müdürlüğü tarafından ödül olarak üç ay İtalya’ya gönderildi. Kayıtlara göre Paris’te açılan Mekteb-i Osmani 1867 yılında kapandı.

1870 yılında patlak veren Fransa-Prusya Savaşı sonrasında ise Paris’te eğitim için bulunan diğer sanatçılarla birlikte Ahmet Ali de 1871’de yurda döndü ve yüzbaşı rütbesiyle Tıbbiye Mektebi’ne resim öğretmeni olarak atandı. Sanatçı bu sırada Bayezid, Zeyrek, Kaptan İbrahim Paşa Mektebi ile Sultanahmet Sanayi Mektebi’ne (Sanat Okulu) de resim hocası olarak atanmış ve gösterdiği başarı nedeniyle 1872’de Kolağası rütbesine (kıdemli Yüzbaşı) yükseltilmiştir.

Osmanlı kültür ve sanat yaşamı açısından önemli görevler yüklenen Kolağası Şeker Ahmet Pasa 1873 yılında yalnızca kendi yapıtlarından oluşan bir sergiyi Sultanahmet Sanayi Mektebi’nde açmıştır. Bu sergi aynı zamanda Türkiye’de açılan ilk resim sergisi olarak kabul edilmektedir. Bu serginin açılışındaki amaçlardan biri de Batılı anlamda resim anlayışını halka tanıtmak ve sevdirmekti. Paşa, ikinci sergisini 1875 yılında Çemberlitaş’ta, Darülfünûn binasında (bu bina günümüzde Basın Müzesi’dir); üçüncü ve son sergisini ise 1900’de Pera Palas’ta açmıştır.

Etrafında iyi huylu, sakin bir kişilik olarak bilinen Ahmet Ali Paşa, bu özelliklerinden dolayı “Şeker” namıyla anılmaya başlanmıştı. Şeker Ahmed’in sanat yaşamında çok değişik bir görünüm egemendir. İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde bulunan Şeker Ahmed Paşa’ya ait 1897-1898 tarihli “Talim Yapan Erler”, 1898-1899 tarihli “Hisar ve Evler” ve “Ağaçlık” adlı üç çalışmasında yurtdışı eğitimlerine karşın, sanatçının daha yalın bir tutum içinde olduğu görülmektedir. “Talim Yapan Erler” ve “Hisar ve Evler” adlı yapıtların, Şeker Ahmed’in Paris’ten döndükten yaklaşık 27-28 yıl kadar sonra gerçekleştirdiği göz önüne alınırsa durum daha da ilginç bir boyuta ulaşmaktadır. Bu ise, Şeker Ahmed’in sanat yaşamında gözlenen değişiklikleri daha başka bir gözle gözlemlemeyi ve dikkatli olmayı gerektirmektedir. Avrupa’da alınan uzun bir eğitimden sonra – tıpkı Süleyman Seyyid’in de bazı yapılarında olduğu gibi sanki daha acemice yapılmış izlenimi uyandıran (Hatta, sözü edilen bu niteliklerinden dolayı Bedri Rahmi Eyüboğlu Şeker Ahmed’in primitifler arasında sayılması gerektiğini söylemiştir) çalışmaların varlığı; Şeker Ahmed’in sanat biçemine ilişkin yapılan değerlendirmelerde çok dikkatli davranılması gereğine işaret etmektedir.[26]

Titiz, sürekli ve sabırlı çalışmaya önem veren Şeker Ahmed Paşa, temiz bir işçiliğe sahipti. Yapıtlarını az ve öz, çizgi ve renk ile oluştururdu. İçtenliğe verdiği öneme karşılık; gelip geçicilik onun için ikinci plandaydı. Bu yönleriyle bakılırsa Şeker Ahmed Paşa’nın klasik ve romantik anlayışı yeğlediği düşünülebilir. Öte yandan Bedri Rahmi’nin de vurguladığı gibi içtenlikli tutumundan dolayı olsa gerek, Şeker Ahmed’in bir açıdan Primitiflere olan bir yakınlığından da söz edilebilir.[27] Sezer Tansug’a göre, sanatçının peyzaj temasına yaptığı önemli katkı yanında, onun yapıtlarında, düzen anlayışına mal olan lirizm, özgün bir sema geometrisiyle dengelenmektedir.[28]

Şeker Ahmed gibi asker kökenli bir diğer önemli sanatçı ise Süleyman Seyyid’dir (1842-1913). İstanbul’un Üsküdar ilçesinde doğdu. Kartal Maltepesi eşrafından sedef kakma ustası Hacı İsmail Efendi’nin oğludur. İlk ve ortaöğrenimini Maltepe ve Maçka askeri rüştiyelerinde tamamladı. İlk resim zevkini öğrenimi sırasında Chirans ve Kess adlı iki Fransız ressamdan alan sanatçı, 1862 yılında Harbiye’den teğmen olarak mezun oldu. 1861/62 yılında Şeker Ahmed Paşa ile birlikte Abdülaziz tarafından Paris’e resim eğitimi için gönderildi. Önce Paris’te burada öğrenim gören öğrenciler için Sultan Abdülaziz tarafından 1857 yılında açılıp, 1864’te kapanan Mekteb-i Osmanî’de eğitim gördükten sonra l’Ecole des Beaux-Arts’ta (Güzel Sanatlar Okulu) Alexandre Cabanel’in öğrencisi oldu. Sanatçı Paris’te değişik kaynaklara göre sekiz veya on-on iki yıl kalarak, 1870, 1871 veya 1875 yılında İstanbul’a döndü. Süleyman Seyyid, yurda dönünce bir süre Osman Nuri Paşa’nın yardımcılığını yaptı ve daha sonra Harbiye’de resim hocası oldu. Aynı görevi Kuleli Askeri Lisesi ve Askeri Tıbbıye’de de sürdürdü. sanatçı bu görevleri yanında İstikbal ve Osmanlı gazetelerinde yazarlık ve çevirmenlik, Orman ve Maadin (Madenler) Mektebi’nde Fransızca öğretmenliği, Mahmudiye Rüştiyesi’nde yabancı dil ve resim öğretmenliği, Mülkiye-i Şahane’nin (Siyasal Bilgiler) kuruluşunda ders nazırlığı gibi hizmetlerde bulundu. Kırk altı yıl süreyle askeri okullarda hocalık görevini sürdürdü. Hocalık yaptığı dönemlerde, anlattığı tatlı hikayeleri, filozofça görüşleri, dönemini eleştiren esprili sözleri ile öğrencileri üzerinde yapıcı bir rol oynamıştır. Meslek yaşamında miralaylığa (albay) kadar yükselen sanatçı, emekli olduktan sonra evini Üsküdar’dan Sarıyer’e taşıdı.

Seyyid’in gerçekleştirdiği yapıtlar ağırlıklı olarak manzara ve natürmort türünde olmakla birlikte, figürlü çalışmaları da görülmektedir.[29] Pertev Boyar’ın da belirttiği gibi Süleyman Seyyid meyve ve çiçek motiflerine tutkundu. Sanatçının perspektife çok büyük bir önem verdiği; hatta, ölümü nedeniyle tamamlayamadığı “Fenni Menâzir” adlı bir çalışması olduğu bilinmektedir. Kendisine bu nedenle “Métrogoliste/Métrologue (ölçü uzmanı)” lakabı takılmıştı. Sanatçı otuz altı yıl gibi uzun bir süre askeri okullarda resim hocalığı yaptı. Şeker Ahmed Paşa ile araları, sanat anlayışlarındaki karşıtlıklar nedeniyle daha Paris’teki öğrencilikleri döneminden başlayarak bozulmuştu ki kendisi bu nedenle Paris dönüşü Şeker Ahmed ile birlikte çalıştığı Harbiye Mektebi’nden 1880 yılında ayrılarak Kuleli Askeri İdadi’sine (Lise) geçmişti.[30]

Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmed Paşa ve Süleyman Seyyid gibi üç önemli sanatçıdan sonraki kuşağın en önemli bir diğer temsilcisi ise yine asker kökenli bir ressam olan Halil Paşa’dır (1852-1939). İstanbul’da doğdu. Babası askeri okullar nazırı Ferik (korgeneral) Selim Paşa idi. Abdülaziz döneminde 1870-1873 arası Rüştiye ve Mühendishane’de okudu. Mühendishane’den mülazım (teğmen) rütbesiyle mezun oldu. Aynı zamanda “yâveran” (yardımcı) sınıfına ayrılarak sarayda görevlendirildi. Mühendishane’de hocaları, daha çok basma resimlerden kopyalar yaptıran Binbaşı Hacı Mahmut ve mülazım Ahmet Bey idi.

Halil Paşa, 1876’da kolağası rütbesiyle Askeri İdadi’ye resim öğretmeni olduğunda ortamın resim sanatı için yetersiz olduğunu anladı ve Avrupa’ya gitmek için babasını saraydan izin almak için aracı yaptı. II. Abdülhamid döneminde 1880’de Paris’e gönderildi ve burada l’Ecole des Beaux-Arts’da (Güzel Sanatlar Okulu) Jean-Léon Gérôme’un öğrencisi oldu ve 1888’de yurda döndü. Sırasıyla binbaşı, kaymakam (yarbay) ve miralay (albay) rütbelerine yükseldi. İki yıl Tıbbiye’de resim hocalığı yaptı. İlki 1901, ikincisi 1902, üçüncüsü 1903 yılında açılan İstanbul Salon Sergilerine katılan Halil Paşa’nın, Şeker Ahmet Paşa’nın 1875’te açtığı sergiye de genç bir subay olarak katıldığı bilinmektedir. Halil Paşa, 1905’te Umumi Müze müdür yardımcısı, 1906’da liva (general) rütbesiyle Harbiye’ye resim hocası oldu. 1908’e kadar bu görevini sürdürdü. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra uygulanan “tasfiye yasası” sonucunda rütbesi yarbaylığa indirilerek emekli yapıldı. Bu tutum onun sanata daha çok yönelmesine neden oldu. 1917-1918 yılları arasında Sanayi-i Nefise’ye müdür olarak atandı ve döneminde burada yeni bir çalışma programı uygulandı. 1918’de Osmanlı’nın Avrupa’da gerçekleştirdiği ilk resim sergisi olan Viyana Sergisi’ne “Çengelköy” adlı yapıtıyla katıldı. Halil Paşa ayrıca ilgili öğrencilere özel dersler verdi. İlk kadın ressamlardan Müfide Kadri, öğrencileri arasındaydı. Bir ara Abbas Hilmi Paşa’nın konuğu olarak Mısır’da bulundu ve çeşitli peyzajlar yaptı. Mısır doğasının “ölü parlaklığı”nı yapıtlarında yansıtmaya çalıştı. O döneme kadar uyguladığı klasik yöntemlerin yerini yavaş yavaş izlenimci bir palet almaya başladı. 1936’da açılan uluslararası bir sergide altın madalya kazandı. İlk kişisel sergisini, Harbiye Mektebi’nde açtı. Ölümünden kısa bir süre önce 1937’de Ankara Halkevi’nde bir sergisi daha gerçekleşti. Yaşamının sonuna kadar sanat çalışmalarına devam etti. Türkiye’de izlenimci resmin öncüsü olarak gösterilen Halil Paşa’nın aslında bu akımın öncülerine ve özellikle de Manet’ye desenden yoksun olmaları düşüncesiyle yönelttiği eleştirilerle, bir anlamda bu akımın sadık bir takipçisi olmadığını ortaya koymaktadır. Tansug, bu durumu Batı’daki hiçbir akımın ülkemizde hiçbir zaman tam bir karşılığı olmadığı şeklinde yorumlamıştır. Yine Tansug, doğaya bağlılık geleneklerinin çok sinirli olduğu, figüre kayıtsız olmamakla birlikte suret kavrayışında kendine özgü anlayışı olan bir ülkenin sanatçısının bir Fransız sanatçısı gibi davranamayacağını da eklemiştir.[31] Halil Paşa’nın izlenimcilerden yalnızca ışık, renk ve teknik konusunda yararlandığı düşünülebilir. Bu konuda Tansug’un saptaması, onun izlenimciler gibi anlık değişimler içinde rengin elinden kayıp gitmesinden çok, onu yerel bir kavrayışla sergileme çabası içinde olduğu şeklindedir.[32] Halil Paşa için söylenenleri, daha sonra gelecek olan 1914 kuşağı için de yineleyebiliriz. 1914 kuşağı temsilcilerini Halil Paşa’da olduğu gibi kalıplaşmış ifadelerle izlenimci akımın uygulayıcıları olarak görmek pek doğru bir yaklaşım olmasa gerek. Bu kuşağın her bir üyesi kendi biçemini oluşturmuş; bunu yaparken de Batı’da aldıkları eğitimin katkısı yanında, içinde yetiştikleri ülkenin sanat gerçeklerinden kendilerini tümüyle soyutlamamışlardır.[33]

II. Abdülhamid döneminde, yine askeri okul (Harbiye 1881) çıkışlı olup yurt içinde eğitimini sürdüren bir diğer önemli sanatçı Hüseyin Zekai Paşa’dır (1860-1919). Sanatçı Üsküdar’da doğdu. 1881’de Harbiye’den mezun oldu. Harbiye’de öğrenciliği sırasında, çocukluk arkadaşı Hoca Ali Rıza’nın ilgisini ve dostluğunu kazandı. Galatasaray Sergilerinde dikkat çekti. Sarayda bir yıl kadar Şeker Ahmet Paşa’nın yanında çalıştı. Şeker Ahmet’in ölümünden sonra yabancı konukları ağırlama görevini yürüttü. Pertev Boyar’ın aktardığına göre, Avrupa’da eğitim görmediği halde, eski yapıtlarla süslü atölyesinde sanat bilgisini, usta sanatçıların yapıtları ve öğütlerinden yararlanarak geliştirdi. Sami Yetik ise onun Avrupa’daki müzeleri gezmiş kadar onlara ilişkin bilgi sahibi olduğundan söz etmektedir. 1906’da İstanbul’a gelen Paul Signac’i evinde evinde konuk etti. Bu sırada öğrenci olan Nazmi Ziya da bu toplantıda yer aldı. Yıldız’da Mahmut Şevket Paşa’nın gözetiminde kurulan Askeri Müze’nin komisyonunda üye olarak bulundu. 1909’da kurulan Osmaneli Ressamlar Cemiyeti’nin 1916’dan itibaren gerçekleştirmeye başladığı ilk Galatasaray Sergilerine katıldı. Hüseyin Zekai Paşa sanat tarihi açısından çok önemli sayılan, 1914’te “Mübeccel Hazineler” (Yüce/Büyük Hazineler); 1919’da ise Bedâyi-i Âsâr-i Osmâniyye (Osmanlı’nın Yeni/Görülmeyen Eserleri) adlı iki kitap yayımladı. İlkinde sanatçının adi Ressam Hüsnü, ikincisinde ise Ressam Zekai olarak geçmektedir. Hüseyin Zekai Türk resminin Batı etkisinde geliştiği dönemin önemli adları arasında yer almaktadır. sanatçı eski yapılara karşı büyük bir ilgi duydu. Doğa ve yapı ilişkisi ilgisini çekti. Derinlik, ölçü, uyum, doğaya yakınlık, kendi kuşağının başka ressamları gibi, Zekai Paşa için de temel ve vazgeçilmez değerler olmuştur.

Hüseyin Zekai Paşa da başlangıçta dönemindeki diğer sanatçıların niteliklerine yakın bir anlayışla yapıtlarını gerçekleştirdi. Hüseyin Zekai, öncelikle bir asker, sonra da sanatçı olarak Avrupa’ya gitmemesine karşın, resim, arkeoloji, mitoloji, mimari ve küçük sanatlara ilişkin sahip olduğu bilgilerle dikkati çekmektedir. Sanatçının biçem anlayışı başlangıçta primitiflere yakın görünürse de “Söğüt Ertuğrul Gazi Türbesi”nde olduğu gibi fotoğraftan yararlanma yöntemi daha bir ressamcadır. Sanatçının, belgeleninceye kadar fotoğraftan yararlandığı pek anlaşılamamıştı. Çünkü, Zekai Paşa dönemindeki primitiflerin fotoğraftan yararlanma yönteminden daha değişik bir resimleme tekniği geliştirmişti. Sanatçının daha sonra giderek açık havada gerçekleştirdiği çalışmalarda izlenimci tekniğe yaklaştığı görülmektedir. 1919’da midesinde oluşan bir hastalıktan dolayı yasama veda eden Hüseyin Zekai Paşa’nın yapıtları arasında “Ayasofya Hünkar Mahfili”, “Erenköy’den Manzara”, “Çamlıca’dan”, “Ayasofya Şadırvanı”, “Cami”, “Develer” sayılabilir.[34]

19. yüzyılın sonlarında en etkin sanatçılarından biri yine asker kökenli, Batı’da eğitim görmemesine karşın kendine özgü bir ekol oluşturmuş, sayısız sanatçıya yol göstermiş Hoca Ali Rıza’dır (1858-1930). Hoca Ali Rıza Bey, Üsküdar’da Ahmediye Mahallesi’nde doğdu. Babası da Üsküdarlı Süvari Binbaşısı Mehmet Rüştü Efendi’dir. Ali Rıza ilköğrenimini Üsküdar’da tamamladı. Rüştiye’de okurken resim derslerindeki yeteneği hocalarının dikkatini çekti. Gerek okuduğu askeri lisede, gerekse Harbiye’ye geçtiğinde oldukça ustalaşmış ve okulda dönem arkadaşı Hüseyin Zekai (Paşa) ve beş altı arkadaşı ile birlikte atölye açmak için Genelkurmay Başkanlığı’na başvurmuştu. Bu isteği dönemin Genelkurmay Başkanı Edhem Paşa tarafından uygun görülmüş ve bu yeni açılan atölyenin başına hoca olarak Nuri Paşa getirilmişti. Hoca Ali Rıza, Nuri Paşa yanında, Süleyman Seyyid ve II. Mahmud döneminde Tophane ve Tershane’de çalıştırılmak üzere Fransa’dan getirtilen bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da dünyaya gelen, Roma Güzel Sanatlar Akademisi’nde eğitim gören, daha sonra da İstanbul’a gelerek Darülfünun ve bazı kurumlarda hocalık yapan Mösyö Kess’ten de özel resim dersleri aldı. Özellikle desen bilgisini ileri bir düzeye çıkardı. 1883 yılında Harbiye Mektebi’nden ikinci mülazım (üsteğmen) rütbesiyle mezun oldu. Bu sırada resim eğitimi alması için İtalya’ya gönderilmesi düşünüldüyse de Napoli’de baş gösteren kolera salgını bu olanağı ortadan kaldırdı. Daha sonra 1884’te mezun olduğu Harbiye’ye resim hocası olarak atandı. Bu dönemde ayrıca Harbiye Matbaası’nın baş ressamlığı görevini de yürüttü. Ali Rıza Bey bu görevi yürüttüğü sırada askeri okullarda verilen resim derslerinin daha başarılı olması için bazı düzenlemeler yaptı. Örneğin kendi resimlerinden oluşan çeşitli albümler bastırarak öğrencilerin resim derslerinde bunlardan yararlanmasını sağlaması önemli bir adım olarak dikkat çekmektedir. Bu albümlerin askeri öğrencilere sağladığı katkıları gören bazı sivil okullar Ali Rıza Bey’e dışarıdaki basımevleri tarafından basılmak üzere yeni siparişler vermişlerdi. Sanatçı, 1909’da kurulan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer alıp ilk başkanlığını yaptığı gibi, cemiyetin çıkardığı Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi’nde sanat görüşlerine ilişkin bir yazı da kaleme aldı. 1911 yılında kaymakam (yarbay) rütbesine yükselmişken sağlık durumundan emekliye ayrılmayı yeğleyen sanatçı, en güzel yapıtlarını bu dönemde verdi. Emeklilik sonrası hocalık görevini de tümüyle bırakmayan Ali Rıza Bey, İnas Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Kız Okulu), Çamlıca Kız Lisesi, Erkek Ameli Hayat Mektebi (Erkek Sanat Okulu) gibi eğitim kurumları yanında, bazı genç sanatçılara özel dersler verdi. Ayrıca Maarif Vekaleti (Milli Eğitim Bakanlığı) tarafından kurulan Sanayi-i Nefise Encümeni’ne (Güzel Sanatlar Kurulu) üye olarak seçildi. Elli yıla yakın hocalık yaparak birçok sanatçının yetişmesine katkı sağlayan Hoca Ali Rıza, 1935 yılında Üsküdar’da yasama veda etti ve Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi.

Resim hocalığı yaptığı dönemlerde öğrencileri tarafından çok sevilen Hoca Ali Rıza, derslerinde resmin klasik öğretisine önem verir ve öğrencilerinin sağlam bir resim bilgisine sahip olmasına özen gösterirdi. 1911 ’deki emekliliğinden sonra resim hocalığı yanında, yoğun bir biçimde resim çalışmalarına da ağırlık veren sanatçının bu dönem çalışmalarında tema olarak, doğup büyüdüğü Üsküdar’ı, Karacaahmet’i, kıyı kahvelerini, güneşli kayalıkları işlemiştir. Hoca Ali Rıza, yurtdışında eğitim görmemesine karşın, Türk resminde kendine özgü bir biçem geliştirmesiyle dikkat çekmektedir. Türk resim sanatında manzara ressamlığının ve buna bağlı olarak açık hava ressamlığının en önemli öncüleri arasında yer alan sanatçının yapıtlarında doğa gözlemi, yöresel boyutlarıyla kendini tipik bir şekilde göstermektedir. Çok üretken bir sanatçı olan Hoca Ali Rıza’nın yapıtları arasında karakalem, suluboya ve yağlıboyalar çoğunluktadır. Sanatçının, Üsküdar ve çevresi başta olmak üzere İstanbul’un Üsküdar başta olmak üzere Çamlıca, Acıbadem, Kurbagalidere, Kızıltoprak, Çengelköy, Anadoluhisarı, Rumelihisarı, Kanlıca, Paşabahçe, Beykoz gibi çeşitli köşelerinden yansıttığı yağlıboya ve suluboya çalışmalarında, kullanılan renklerin şeffaflığı, gölge ve ışıkların berraklığı izlenimci anlayışa yakındır. Bu tür çalışmaları yanında Hoca Ali Rıza’nın karakalemle gerçekleştirdiği sayısız ölü doğa, manzara ve figür temalı desen çalışmasında, olağanüstü yeteneği kendini göstermektedir. Çalışmaları arasında figürlü çalışmaları doğa manzaraları, ölü doğalarına göre daha azdır. Ancak, bu durum Hoca Ali Rıza’nın figür temasında da çok yetkin bir ustalığa sahip olduğunu gözardı etmemize neden olmamaktadır.

Osmanlı kültür ve sanat yaşamı içinde, resim sanatının yaygınlaşması aşamasında önemli bir işleve sahip asker ressamlar kuşağının önde gelen bir temsilcisi olan Hoca Ali Rıza, yurtiçinde eğitim almasına karşın kendi adıyla anılan bir ekolün yaratıcısı olmuş ve döneminde yetenekli askeri ve sivil yüzlerce genç yeteneğe hocalık yaparak yetişmesine katkı sağlamıştır. Ayrıca, Hoca Ali Rıza’nın, Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmet Paşa, Süleyman Seyyid gibi Batılı anlamda gelişen Türk resim sanatının söncüleri ile çağdaş akımların Osmanlı topraklarına gelmesini sağlayan “1914 Kuşağı” ya da “Çallı Kuşağı” olarak anılan sanatçılar arasında önemli bir köprü olduğu söylenebilir. Hoca Ali Rıza’nın peyzaj alanında gerçekleştirdiği çalışmalar, kendine özgü şiirsel nitelikli bir biçem varlığıyla belirirler.[35]

Yine asker kökenli bir diğer sanatçı Ahmed Ziya Akbulut’tur. Sanatçı 1869’da İstanbul’da doğdu. Kuleli Askeri Lisesi’nden sonra girdiği Harbiye’den 1887’de piyade teğmeni olarak mezun oldu. Okul yıllarında resim sanatıyla ilgilenmeye başladı ve Mirliva Osman Nuri Paşa’nın (1839-1906) ve Hoca Ali Rıza’nın (1858-1930) öğrencisi oldu. Mezuniyet sonrası Erkânı Harbiye’nin (Genelkurmay) resim hanesine atandı. 1889’da askeri ressam olarak Edirne 2. Kolordu Komutanlığı’nda görevlendirildi. 1890’dan başlayarak haritacılık üzerinde çalışırken, ayrıca İstanbul Koca Mustafa Paşa Lisesi, Darüşşafaka Lisesi ve Gülhane Askeri Rüştiyesi’nde on dört yıl boyunca dil, perspektif, matematik dersleri verdi. 1891’de mülazım-i evvel (üsteğmen) rütbesine yükseltildi. Uzun yıllar dersler verdiği perspektif konusunda biri 1896’da “Amel-i Menâzir”, diğeri ise 1922’de “Usûl-ü Ameliye-i Fenn-i Menâzir” adını taşıyan iki kitap yazdı. Ahmet Ziya, 1897’de kolağası (yüzbaşı) rütbesiyle Kuleli Askeri İdadisi’ne eski hocası Osman Nuri Paşa’nın yanına yardımcı resim öğretmeni, ayrıca, kozmoğrafya (gökbilim) ve mihaniki (mekanik) öğretmeni; Harbiye’ye ise yüksek riyaziye (matematik) öğretmeni olarak atandı. 1898’de Askeri Okullar Matbaası Müdürlüğü’ne getirildi. Yine 1898’de Sanayi-i Nefise Mektebi’nin Mimarlık Bölümü’nde ulumu riyaziye (matematik), fenni menâzir (perspektif) hocalığı yapmaya başladı. 1905’te binbaşı rütbesine yükseltildi. 1909 yılında kurulan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer aldı ve cemiyetin çıkardığı gazetede perspektif konusunda yazılar kaleme aldı. 1901’de İstanbul’da açılan ilk salon sergisine katıldı. Daha sonraki yıllarda çeşitli karma sergilerde yerli ve yabancı sanatçılarla birlikte yer almayı sürdürdü. 1913 yılında Evkaf-i (Vakıf) İslâmiye Müzesi Müdürlüğü görevinde bulundu. 1919’da Kandilli Rasathanesi Müdür Yardımcılığı görevine getirildi. 1925’te “Klavi Sifr”i (Sürgülü Hesap Cetveli) hazırladı. 1930-1933 yılları arasında Güzel Sanatlar Akademisi’nde müdür yardımcılığı görevini yürüttü. 1933’te “Arazi Taksimi”, 1934 yılında İstanbul Belediyesi İnkılap Müzesi’ni kurdu. Yine 1934’te Fransa Astronomi Enstitüsü üyeliğine seçildi. 1935’ten itibaren Güzel Sanatlar Akademisi Tezyini Sanatlar Bölümü’nde tasarı geometri dersleri vermeye başladı. 1938’de “Takvim-i Sems” ve “Takvim-i Ziya” adlı takvim çalışmalarını gerçekleştirdi. Sanatçı 1938’de İnkılap Müzesi Müdürlüğü’nü yürüttüğü sırada 69 yaşındayken yasama veda etti.

Ahmet Ziya’nın yapıtlarında akademik kuralların siki bir biçimde uygulandığı dikkat çekmektedir. Özellikle perspektif anlayışı ilk sırada gelmektedir. Pertev Boyar’ın da vurguladığı gibi, Ahmet Ziya, geçici ışık ve gölge oyunlarından çok, doğrudan doğruya ele aldığı nesnenin ana renk ve formunu yansıtmayı hedeflemiştir. Bu açıdan bakıldığında, sanatçıyı ele aldığı temayı olabildiğince gerçekçi bir anlayışla betimlediği ve Osman Hamdi Bey, Muallim Şevket, Süleyman Seyyid gibi akademik değerleri gözeten, ayrıntıya önem veren bir yol izlediği söylenebilir. Sanatçı ileri yaşlarında da dönemin sanat akımlarına fazla ilgi duymayıp, inandığı sanatsal değerleri sadık bir biçimde uygulamayı sürdürdü. Yapıtları arasında İstanbul’un “Sultan Ahmet Camii”, “Üsküdar Mihrimah Sultan Camii”, “Beyazit Sahaflar ve Eski İmaret Binasi”, “Ayasofya” gibi tarihi yapılarını tema olarak seçtiği ve figüre daha az yer verdiği çalışmaları yanında, “Köy Evi”, “Boğaz’da Yalılar”, “Saray burnu”, “Göynük’te Okul” gibi yağlıboya ve suluboya türünde gerçekleştirdiği çeşitli manzaraları, “Ayvalar” gibi ölü Doğa çalışmaları bulunmaktadır. Yukarıda da değinildiği gibi resim konusunda ilk derslerini Osman Nuri ve kendisinden dört yaş büyük hocası Ali Rıza Bey’den alan Akbulut’a ilişkin Pertev Boyar yaptığı yorumda, sanatçının, işinin anlık etkisine kapılmadan, eşyanın doğrudan renk ve formunu ele aldığını belirtmiştir.[36]

Üsküdarlı Cevat da asker kökenli bir sanatçıdır ve Ahmed Ziya gibi Hoca Ali Rıza’nın öğrencisi olmuştur. Asker ressamların ikinci kuşağı içinde yer alan sanatçı, elimizde yapıtları pek bulunmayan birinci kuşağın getirdiği doğacı-gerçekçi anlayışı devam ettirir. Sanatçı daha çok suluboya çalışmalarıyla ünlenmiştir.[37] Bu arada Şehzade (Halife) Abdülmecid Efendi (1868-1944) de 19. yüzyılın son çeyreğinde resim sanatına gerek çalışmaları gerek sanat hareketlerine sağladığı katkılarla özellikle öne çıkan bir kişi olmuştur. Hanedanın bir üyesi olarak devlet görevleri yanında ressamlığı ve sanatsal olaylara verdiği maddi, manevi destekle de tanınan Abdülmecid 1909’da kurulan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin fahri başkanlığını yaptı. Çalışmaları içinde en başarılı olduğu tür portreydi.

Sağlam bir desen anlayışının gözetildiği figürlü çalışmaları içinde “Saray’da Goethe”, “Harem’de Beethoven” çok ünlüdür. “Sis” adlı tablosu da manzara konusundaki yeteneğinin bir göstergesidir. Ayrıca 1899’da saraya kapan ip çalıştığı bir dönemde yapmış olduğu “Avluda Kadınlar” adlı çalışmasında çıplak kadın figürüne yer vermesi oldukça dikkat çekici bir olgudur. Halifelik sonrası gittiği Paris’teki Salon Sergilerinden birine bir yapıtı seçildi. Pertev Boyar “Türk Ressamları” kitabında Abdülmecid’in çok duygulu bir kişiliğiyle birlikte renkleri iyi tanıyan bir sanatçı olduğunu vurgulanmaktadır.[38]

Osman Hamdi Bey dönemi sonrasında yetişen ve içlerinde askeri okul çıkışlı Osman Nuri Paşa, Hüseyin Zekai Paşa, Ahmed Sekûr, Ahmed Ziya Akbulut ve Hoca Ali Rıza gibi bazılarının bulunduğu bir grup ressamın, daha çok “perspektifli mimari” örneklerin ön planda yer aldığı manzaralar, natürmortlar ve çok az sayıda iç mekân görünümlerini yeğledikleri görülmektedir.[39] Adı geçen bu sanatçıların ilk yapıtlarında doğaya aynı saf yürek bakış yanında ayrıntılı bir işçiliğe de tanık olmaktayız. Gerçekleştirilen yapıtlarda, desen, büyük ölçüde önemini korumaktadır. Bu dönemde çalışan diğer sanatçılar arasında Rıfat Keçeci, Salih Molla Aski, Bahriyeli İsmail Hakkı, Hasköylü Ahmed İhsan, Keçecizade Rıfat, Hasan Rıza, Ömer Adil gibi daha birçok asker ve sivil sanatçı sayılabilir.[40]

Türk Resim Sanatı’nın Batılılaşma çabaları içinde, ilk önceleri figüre karşı oluşan çekingen tutumun temellerinde -toplumun betime bakışındaki sorunlar yanında-dönemin birçok sanatçısının resim sanatı için gerekli akademik eğitimi almayışını göz önünde bulundurabiliriz; ancak, bunun yanında Batı’da eğitim görerek yurda dönen Süleyman Seyyid ve Şeker Ahmed Paşa’nın çalışmalarında alınan bu eğitimin, sanatçının içinde yasadığı toplumun değerlerini asmakta yeterli olmadığı da dikkat çeken diğer önemli bir durumdur.

19. yüzyıl ortalarından başlayarak ilerleyen süreçte yapıtlarını bir gerçekleştiren sanatçıların, denizi tema olarak seçmedikleri görülmektedir. Oysa, 19. yüzyıl boyunca İstanbul’a gelen yabancı ressamların seçtiği tema içinde deniz ön plandadır. Türk Resim Sanatı’na, deniz teması yirminci yüzyılın başlarında “1914 Kuşağı” sanatçıları ile girmiştir. Özellikle Hikmet Onat, sonra da Nazmi Ziya, Feyhaman Duran ve İbrahim Çallı denizi tema olarak tuvallerine yansıtmışlardır.[41]

Türk resim sanatının gelişim çizgisinde en önemli işleve sahip kurumlar arasında hiç kuskusuz 1883’te kurulan Sanayi-i Nefise Mektebi gelmektedir. Mektep kurulduğu yıllardan başlayarak, yirminci yüzyılın ilk yıllarına kadar adini duyurmayı başaran kimi öğrenciler yetiştirmekle birlikte, bunların resim sanatı tarihinde çok önemli yer ettikleri söylenemez. Sanat tarihçileri ve araştırmacılar tarafından buradan yetişen ilk önemli sanatçı kuşağı, sanat eğitimlerini Sanayi-i Nefise sonrası Paris’teki Ecole des Beaux-Arts’ta sürdüren “1914 Kuşağı” ya da “Çallı Kuşağı” olarak görülmektedir. 1908 yılında ilan olunan II. Meşrutiyet Dönemi’ne denk gelen bir zamanda, çoğunluğu Sanayi-i Nefise Mektebi’nde, bir kısmı da özel çabalarla geliştirdikleri sanatçılıklarını icra edecekleri sanat yaşamlarına atılan içlerinde Sami Yetik (1878-1945), Ali Sami Boyar (1880-1967), Hikmet Onat (1885-1977), Mehmet Ruhi (1880-1945), İbrahim Çallı (1882-1960), Nazmi Ziya (1881-1937), Feyhaman Duran (1886-1970), Avni Lifij (1886-1927), Namık İsmail’in (1890-1935) bulunduğu grup için “Meşrutiyet Kuşağı Sanatçıları” tanımlamasını yapmak da olanaklıdır. Yine aynı dönemde -bir kısmını yukarıda da andığımız gibi- Ali Cemal (1881-1939), Mehmet Ali Laga (1878-1947), Hayri Çizel (1891-1950), Diyarbakırlı Tahsin (1874-1937), Celal Esad Arseven (1875-1971), Bahriyeli İsmail Hakkı (1863-1926), Şevket Dağ (1876-1944), Üsküdarlı Cevat Bey (1870-1939), Veliaht (Halife) Abdülmecit Efendi (1868-1944), Ömer Adil (1868-1928), Mihri Müsfik (1886-1954), Celile Hikmet (1883-1956), Müfide Kadri (1889-1911) gibi kimisi sivil kimisi de asker kökenli sanatçılar aynı sanat ortamını paylaşan diğer ünlü isimlerden bazılarıdır. Bu dönem sanatçıları, Türk resim sanatına gerek ele aldıkları temalar, gerekse kompozisyon ve diğer resimsel öğeler açısından, bir önceki kuşağın ustalarına göre değişik anlayışlar getirdiler.

20. yüzyılın başında önemli toprak kayıplarına başlayan Osmanlı İmparatorluğu, elinde kalan yerleri koruma çabası içinde olarak 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’na katılmak zorunda kalmıştı. Savaştan kısa bir süre önce 1908 yılında ilan edilen II. Meşrutiyet bu dönemin önemli siyasi ve sosyal olaylarından biri olarak dikkat çekmektedir. II. Meşrutiyet gerek yönetim kademelerinde yeni bir yapılanmaya neden olması; gerekse siyasetten, sanata tüm kurumlarda yeni bir özgürlük havasının esmesine olanak tanıması bakımından önem taşımaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’nda çeşitli cephelerde giriştiği savaşların en önemlilerinden biri 18 Mart 1915’te patlak veren “Çanakkale Savaşları”dır. Bu savaşta olanaksızlıklar içindeki Türk askerinin gösterdiği kahramanlıkları ve Kurmay Albay olarak görev yapan Mustafa Kemal’in askeri dehası tarih sayfalarındaki yerini alsa da Türklerin, birlikte savaşa girdiği devletlere bağlı olarak yenik sayılmasını engelleyememişti. Ancak, bu yenilgi bu kez yeni bir savasın “Ulusal Kurtuluş Savaşı”nın başlamasına neden olmuş ve sonucunda 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu.

Türk toplumu üzerinde önemli etkileri olan Çanakkale Savaşları resim sanatımız açısından da önemli bir konuma sahiptir. Bu dönem sanatçıları da Çanakkale Savaşlarını tema alan çalışmaları, Harbiye Nezareti’nce (Savunma Bakanlığı) 1917 yılında açılan “Sisli Atölyesi”nde gerçekleştirdiler. Şili’de kısa bir süre açık kalan bu atölye Türk resim sanatında çok kalıcı etkiler bıraktı. Burada ilk kez gerçek bir modelden çalışılan (d’apres nature), çok figürlü ve büyük boyutlarda kompozisyon denemeleri gerçekleştirildi. Daha sonra burada üretilen yapıtlar, dönemin diğer sanatçılarından derlenen tablolarla birlikte 1918 yılında Türk resim sanatında yurtdışında Gerçekleştirilen ilk sergi olma özelliğine sahip

“Viyana Sergisi”ne götürüldü.[42] Yine bu dönem içinde -başlangıçta ayrıntılı kaynakçasını verdiğimiz- 1909 yılında kurulan “Osmanlı Ressamlar Cemiyeti” kısa süreli de olsa ilk düzenli sanat dergisi olan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi’ni yayımlayarak sanat bilincinin geniş kesimlere yayılması çabalarına öncülük yaptı. Ayrıca bu dönemde 1914 yılında açılan Inas Sanayi-i Nefise Mektebi, genç kızların da resim eğitimi almasına olanak tanırken;[43] Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin bir etkinliği olarak 1916’dan itibaren her yıl açılmaya başlanan “Galatasaray Sergileri” önemli bir sanat hareketini oluşturmaktaydı. Dönemin sanat ortamını belirleyen “1914 Kuşağı” olarak anılan sanatçılardı. Kuşağın üyelerinin bir bölümü Sanayi-i Nefise Mektebi’nde Cumhuriyet Türkiyesi’nin sanat gündemini belirleyecek gençleri yetiştirmekle meşgulken; bir kısmı da askeri ve sivil okullarda geleceğin diğer sanatçı ve sanatseverlerini hazırlamaktaydılar. Tüm bu gelişmelerle birlikte Osmanlı da giderek yerini 1923’te kurulacak olan Türkiye Cumhuriyeti’ne bırakıyordu.

Yrd. Doç. Dr. Ahmet Kamil GÖREN

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 15 Sayfa: 428-439


Kaynaklar:
♦ AKSIN, Sina (Yayın Yönetmeni), Türkiye Tarihi Osmanlı Devleti 1600-1908, C. 3, Cem Yayınevi, İstanbul 1988.
♦ AKPINAR, Nazan-A. Günyaz-S. Tansug, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nden Güzel Sanatlar Birliğine 1909-1991 From the Society of Ottoman Painters to the Association of Fine Arts, Alarko Eğitim-Kültür Vakfı İstanbul 1991.
♦ ANONİM, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C. 1-6, İletişim Yayınları, İstanbul 1985.
♦ ARLI, Belgin Demirsar, “Osman Hamdi Bey”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, C. 2., YKY, İstanbul 1999, s. 410-411.
♦ ATASOY, Nurhan, “Barok”, İslâm Ansiklopedisi, C. 5., Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul 1992, s. 81-83.
♦ AYDÜZ, Selim-Ahmet Kamil Gören, “Akbulut, Ahmet Ziya”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, C. I, YKY, İstanbul 1999, s. 176-177.
♦ BASKAN, Seyfi, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, Çardas Yayınları, Ankara 1994.
♦ BOYAR, Pertev, Türk Ressamları, Ankara 1948.
♦ BULUT, Ümran, “Müzeci, Perspektifçi, Eğitimci Ressam Ahmet Ziya Akbulut”, Arkitekt, S. 450, İstanbul Haziran 1997, s. 60-65.
♦ CEZAR, Mustafa, Sanatta Batı’ya Açılış ve Osman Hamdi, C. I-II., (2. bs.), İstanbul 1995.
♦ ÇİZGEN, Engin, Photograpy in The Ottoman Empire 1839-1919, İstanbul 1987.
♦ ÇIZGEN, Engin, Türkiye’de Fotoğraf, İletişim Yayınları, İstanbul 1992.
♦ DEMIRSAR, V. Belgin, Osman Hamdi Tablolarında Gerçekle İlişkiler, Ankara 1989.
♦ GERMANER, Semra, “1850 Sonrası Türk Resminde Kaynak ve Konular”, Osman Hamdi Bey ve Dönemi Sempozyumu, 17-18 Aralık 1992, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1993, s. 69-74.
♦ GERMANER, Semra, “Bir Karşılaştırma: Jean-Leon Geröme-Osman Hamdi”, P Sanat Kültür Antika, S. 1., Raffi Portakal Antikacılık Müzayede Organizasyon ve Danışmanlık A. S., Bahar 96, İstanbul 1996, s. 24-33.
♦ GERMANER, Semra, “Osman Hamdi”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, C. 3, s. 1393.
♦ GERMANER, Semra-Zeynep İnankur, Oryantalizm ve Türkiye, İstanbul 1989.
♦ GÖREN, Ahmet Kamil, “Ahmet Paşa (Şeker)”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, C. I, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul Aralık 1999, s. 151-153.
♦ GÖREN, Ahmet Kamil, “Ali Rıza (Hoca, Üsküdarlı)”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, C. I, YKY, İstanbul 1999, s. 232-233.
♦ GÖREN, Ahmet Kamil, Bir Dönemler Paris’te Resim Eğitiminin Merkezi Olan Ünlü “Okul” ile Sanatı Yönlendiren “Akademi”nın Öyküsü: l’Ecole des Beaux-Arts, Antik&Dekor, S. 34, İstanbul Nisan 1996, s. 92-95.
♦ GÖREN, Ahmet Kamil, “Cumhuriyetin 75. Yılında Türk Resim Sanatı”, Antik&Dekor, Sayı: 49, İstanbul Kasım-Aralık 1998, s. 146-156.
♦ GÖREN, Ahmet Kamil, “Güzel Sanatlar Eğitiminde Kadınlara açılan İlk Resmi Mektep: İnas Sanayi-i Nefise Mektebi”, Ar&Decor/AD, S. 43, İstanbul Ekim 1996, s. 124-130.
♦ GÖREN, Ahmet Kamil, “Halil Paşa”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, C. I, YKY, İstanbul 1999, s. 517-518.
♦ GÖREN, Ahmet Kamil, “Hüseyin Zekai Paşa”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, C. I, YKY, İstanbul 1999, s. 594-595.
♦ GÖREN, Ahmet Kamil, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Batılılaşma Çabaları Bağlamında 19. Yüzyıl Sanat Ortamını Oluşturan Azınlık, Levanten ve Yabancı Ressamlar”, Antik&Dekor, S. 40., İstanbul Nisan 1997, s. 88-99.
♦ GÖREN, Ahmet Kamil, “Sanatta Etkileşim Bağlamında Türk Resim Sanatında Bir Tema: Savaş, Bir Mekan: Şişli Atölyesi (Savaşta Sanat ya da Sanatın Savaşı)/Interactions in Turkish Painting: Theme: War, Space: Sisli Studio (Art in War or Art of War)”, Zeynep Yasa Yaman (Yayına haz.), Sanatta Etkileşim/Interactions in Art Uluslararası “Sanatta Etkileşim” Sempozyumu, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü/International “Interactions in Art” Symposium, Hacettepe University, Faculty of Letters Department of Art History, Ankara 25-27 Kasım 1998 (Bildiriler/Proceedings), Ankara 2000, s. 122-127; (Ing. s. 282).
♦ GÖREN, Ahmet Kamil, “Süleyman Seyyid Bey”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, C. II, YKY, İstanbul 1999, s. 569.
♦ GÖREN, Ahmet Kamil, “Türk Sanatçıların Paris’teki Hocalarından: 1 Jean-Leon Geröme (1824-1904)”, Antik&Dekor, S. 34, İstanbul Nisan 1996, s. 102-107.
♦ GÖREN, Ahmet Kamil, “Türk sanatçıların Paris’teki Hocalarından: 2 “Gustave Boulanger (1824-1888), Antik&Dekor, S. 35, İstanbul Haziran 1996, s. 102-103.
♦ GÖREN, Ahmet Kamil, “Türkiye’de Güzel Sanatlar Okulları: 1 Sanayi-i Nefise Mektebi/Arts Schools in Turkey: 1 The History of Academy of Fine Arts”, Türkiyemiz, S. 80, Akbank Yayınları, İstanbul Ocak 1997, s. 36-45.
♦ GÖREN, Ahmet Kamil, “Türkiye’de Güzel sanatlar Okullari: 2 Inas Sanayi-i Nefise Mektebi, Kadın Ressamlar, Özel Resim Atölyesi ve Resim Kurslari”, Türkiyemiz Kültür ve Sanat Dergisi, S. 82, Akbank Yayınları, İstanbul Kasım 1997, s. 12-27.
♦ GÖREN, Ahmet Kamil, “Tıbbiye’den Ayrılıp Harbiye’ye Geçen ve Buradan Mezun Olan Ressam Şeker Ahmet Paşa (1841-1907) ve Sanatta Betimlemeye İlişkin Bir Değerlendirme”, Antik&Dekor, S. 39, İstanbul Şubat 1997, s. 84-92.
♦ GÖREN, Ahmet Kamil, 50. Yılında Akbank Resim Koleksiyonu, Akbank, İstanbul Şubat
♦ GÖREN, Ahmet Kamil, Avni Lifij, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2001.
♦ GÖREN, Ahmet Kamil, Türk Resim Sanatında Şişli Atölyesi ve Viyana Sergisi, Sisli Belediyesi- İstanbul Resim ve Heykel Müzeleri Derneği Yayını, İstanbul (Mayıs), 1997.
♦ GÖREN, Ahmet Kamil, Türk Resminde “1914 Kuşağı” Sanatçılarının İnsan Figürü Sorunu, (I. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1995.
♦ GÖREN, Ahmet Kamil, Türk Resminde Primitifler ve Darüşşafakalı Ressamlar”, Türkiyemiz, S. 81, İstanbul Mayıs 1997, s. 28-41.
♦ GÜLER, Abdullah Sinan, İkinci Meşrutiyet Ortamında Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ve Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi, (M. S. Ü. Bati ve Çağdaş Sanatlar Programı Yayımlanmamış doktora tezi), İstanbul 1994.
♦ IREPO/LU, Gül, Feyhaman, İstanbul 1986.
♦ IREPO/LU, Gül, Feyhaman, Merkez Bankası, Ankara 2001.
♦ İSKENDER, Kemal, “Türk Resminde İnsana Bakışın Tarihi”, Anonim, Türk Resminde İnsana Bakış Büyük Figür Sergisi, 10 Haziran-12 Temmuz 1996 M. S. Ü. İRHM, İstanbul 1996.
♦ KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C. VII, (3. bs.), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1983.
♦ MÜLAYİM, Selçuk, “20. Yüzyıl Başlarında İki Sanat Tarihi Kitabi”, Türkiye’de Sanat, S. 12, İstanbul Ocak/Şubat 1994, s. 56-57.
♦ ORTAYLI, İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Hil Yayınevi, (yeni baskıları yapıldı) İstanbul
♦ ÖZENDES, Engin, Osmanlı İmparatorluğu’nda Fotoğrafçılık/Photography in the Ottoman Empire 1839-1919, (2. bs.), İletişim Yayınları, İstanbul 1995.
♦ ÖZSEZGIN, Kaya, “Akbulut, Ahmet Ziya”, Türk Plastik Sanatçıları, YKY, İstanbul 1994, s. 16.
♦ RENDA, Günsel, Batılılaşma Döneminde Türk Resim Sanatı 1700-1850, Hacettepe Üniversitesi, Ankara 1977.
♦ RENDA, Günsel-Turan Erol, Başlangıcından Bugüne Çağdaş Türk Resim Sanatı Tarihi, C. I, İstanbul 1980.
♦ SAKAO/LU, Necdet-Ahmet Kamil Gören, “Abdülmecid (Halife)”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, C. I, YKY, İstanbul 1999, s. 67-69.
♦ TANSU/, Sezer, Çağdaş Türk Sanatı, (1. bs.), Remzi Kitabevi, İstanbul 1986.
♦ TANSU/, Sezer, Halil Paşa, YKY, İstanbul 1994.
♦ TOLLU, Cemal, Şeker Ahmet Paşa, M. E. B., İstanbul 1967.
Dipnotlar:
[1] Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. VII, (3. bs.), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1983, s. 329.
[2] Hüseyin G. Yurdaydın, “Düşünce ve Bilim Tarihi (1600-1839)”, Türkiye Tarihi Osmanlı Devleti 1600-1908 (Yayın Yönetmeni: Sina Akşin), C. 3, Cem Yayınevi, İstanbul 1988, s. 275-276; Türkel Minibaş, Çağ Atlatma Serüveni, (1453-1980), Bağlam Yayınları, İstanbul 1994, s. 30 (TRT kurumu için hazırlanan “Türk İktisat Tarihi Seyir Defteri” adlı belgeselin araştırma grup başkanı Türkel Minibaştarafından yayımlanan zamandizinsel dökümüdür.); Karal, Osmanlı Tarihi, C. VII, s. 329.
[3] Karal, Osmanlı Tarihi, C. VII-330-s. 329; Metin Kunt “Siyasal Tarih (1600-1789)”, Türkiye Tarihi Osmanlı Devleti 1600-1908 (Yayın Yönetmeni: Sina Akşin), C. 3, Cem Yayınevi, İstanbul 1988, s. 66-67.
[4] Semra Germaner, “1850 Sonrası Türk Resminde Kaynak ve Konular”, Osman Hamdi Bey ve Dönemi Sempozyumu, 17-18 Aralık 1992, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1993, s. 69.
[5] Ayla Ödekan, “Mimarlık ve Sanat Tarihi” Türkiye Tarihi Osmanlı Devleti 1600-1908 (Yayın Yönetmeni: Sina Akşin), C. 3, Cem Yayınevi, İstanbul 1988, s. 349.
[6] Nurhan Atasoy, “Barok”, İslâm Ansiklopedisi, C. 5, Türkiye Diyanet vakfı, İstanbul 1992, s. 81-83.
[7] A. K. Gören, “Cumhuriyetin 75. Yılında Türk Resim Sanatı”, Antik&Dekor, Sayı: 49, İstanbul Kasım-Aralık 1998, s. 146-156.
[8] Abdullah Sinan Güler, İkinci Meşrutiyet Ortamında Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ve Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi, (M. S. Ü. Batı ve Çağdaş Sanatlar Programı yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1994, s. 49; Seyfi Başkan, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, ÇardaşYayınları, Ankara 1994, s. 25; Nazan Akpınar-A. Günyaz-S. Tansuğ, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nden Güzel Sanatlar Birliğine 1909-1991 From the Society of Ottoman Painters to the Association of Fine Arts, Alarko Eşitim-Kültür Vakfı İstanbul 1991, s. 4-11.
[9] Bu konuda ayrıntılı bilgi ve kaynakça için bkz: A. K. Gören, Türk Resim Sanatında Şişli Atölyesi ve Viyana Sergisi, İstanbul 1997.
[10] Bu konuda ayrıntılı bilgi ve kaynakça için bkz: A. K. Gören, 50. Yılında Akbank Resim Koleksiyonu, İstanbul 1998.
[11] Uğur Tanyeli’nin Ayda Arel ile yaptığı söyleşi, Arredamento Dekorasyon, Sayı: 94, İstanbul Temmuz-Ağustos 1997, s. 64.
[12] Bu konuda ayrıntılı bilgi ve kaynakça için bkz: A. K. Gören, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Batılılaşma Çabaları Bağlamında 19. Yüzyıl Sanat Ortamını Oluşturan Azınlık, Levanten ve Yabancı Ressamlar”, Antik&Dekor, S. 40., İstanbul Nisan 1997, s. 88-99.
[13] Bu döneme ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz: Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. VII, (3. bs.), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1983; Sina Akşin (Yayın Yönetmeni), Türkiye Tarihi Osmanlı Devleti 1600-1908 C. 1-4, Cem Yayınevi, İstanbul 1988; Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C. 1-6, İletişim Yayınları, İstanbul 1985; İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Hil Yayınevi, (yeni baskıları yapıldı) İstanbul 1983; Günsel Renda, Batılılaşma Döneminde Türk Resim Sanatı 1700-1850, Hacettepe Üniversitesi, Ankara 1977, ayrıca ayrıntılı kaynakça için bkz: A. K. Gören, Türk Resim Sanatında Şişli Atölyesi ve Viyana Sergisi, İstanbul, 1997; A. K. Gören, 50. Yılında Akbank Resim Koleksiyonu, İstanbul 1998; A. K. Gören, Avni Lifij, YKY, İstanbul 2001.
[14] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz: Mustafa Cezar, Sanatta Batı’ya Açılış ve Osman Hamdi, C. I-II., (2. bs.), İstanbul 1995; ayrıca ayrıntılı kaynakça ve özet bilgi için bkz: A. K. Gören, “Sanayi-i Nefise Mektebi”, Türkiyemiz, S. 80, İstanbul Ocak 1997, s. 36-45.
[15] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz: Semra Germaner-Zeynep İnankur, Oryantalizm ve Türkiye, İstanbul 1989 (Genişletilmiş yeni baskısı İş Bankası Yayınları tarafından 2002’de yayımlanacak.)
[16] Engin Çizgen, Türkiye’de Fotoğraf, İletişim Yayınları, İstanbul 1992, s. 22, 25-30, 38-61; Engin Çizgen, Photograpy in The Ottoman Empire 1839-1919, İstanbul 1987; Engin Özendes, Osmanlı İmparatorluğu’nda Fotoğrafçılık/Photography in the Ottoman Empire 1839-1919, (2. bs.), İletişim Yayınları, İstanbul 1995.
[17] Bu konuda ayrıntılı bilgi ve konuya ilişkin kaynaklar için bkz: A. K. Gören, Türk Resminde Primitifler ve Darüşşafakalı Ressamlar”, Türkiyemiz, S. 81, İstanbul Mayıs 1997, s. 28-41.
[18] Mustafa Cezar, Sanatta Batı’ya Açılış ve Osman Hamdi, C. I, (2. bs.), İstanbul 1995, s. 197 vd; Belgin Demirsar Arlı, “Osman Hamdi Bey”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, C. 2, YKY, İstanbul 1999, s. 410-411; N. Ulaba, “Osman Hamdi”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, C. 3, İstanbul 1997, s. 1392-1393.
[19] Ayrıntılı bilgi ve kaynakça için bkz: A. K. Gören, “Bir Dönemler Paris’te Resim Eğitiminin Merkezi Olan Ünlü “Okul” ile Sanatı Yönlendiren “Akademi”nin Öyküsü:           l’Ecole   des Beaux-Arts, Antik&Dekor, S. 34, İstanbul Nisan 1996, s. 92-95.
[20] A. K. Gören, “Türk Sanatçıların Paris’teki Hocalarından: Jean-Léon Gérôme (1824-1904)”, Antik&Dekor, S. 34, İstanbul Nisan 1996, s. 102-107.
[21] A. K. Gören, “Türk Sanatçıların Paris’teki Hocalarından: 2 “Gustave Boulanger (1824-1888), Antik&Dekor, S. 35, İstanbul Haziran 1996, s. 102-103.
[22] Ulaba, “Osman Hamdi”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, C. 3, s. 1392; Cezar, Sanatta Batı’ya Açılış. C. II, s. 456 vd.
[23] Ulaba, “Osman Hamdi”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, C. 3, s. 1393.
[24] Mustafa Cezar, Sanatta Batıya Açılış ve Osman Hamdi, İstanbul 1971, s. 309.
[25] V. Belgin Demirsar, Osman Hamdi Tablolarında Gerçekle İlişkiler, Ankara 1989, s. 15-17 ve 233; Semra Germaner, “Bir Karşılaştırma: Jean-Léon Gérôme-Osman Hamdi”, P, S. 1., Bahar 96, İstanbul 1996, s. 24; Semra Germaner, “Osman Hamdi”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, C. 3, s. 1393.
[26] Cemal Tollu, Şeker Ahmet Paşa, M. E. B., İstanbul 1967, s. 6, 8; Günsel Renda-Turan Erol, Başlangıcından Bugüne Çağdaş Türk Resim Sanatı Tarihi, C. I, İstanbul 1980, s. 116-117.
[27] Ayrıntılı bilgi ve kaynaklar için bkz: A. K. Gören, “Tıbbiye’den Ayrılıp Harbiye’ye Geçen ve Buradan Mezun Olan Ressam Şeker Ahmet Paşa (1841-1907) ve Sanatta Betimlemeye İlişkin Bir Değerlendirme”, Antik&Dekor, S. 39, İstanbul Şubat 1997, s. 84-92; A. K. Gören, “Ahmet Paşa (Şeker)”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osm. Ans., C. I, YKY, İstanbul Aralık 1999, s. 151-153.
[28] Sezer Tansuğ, Çağdaş Türk Sanatı (ÇTS), (1. bs.), Remzi Kitabevi, İstanbul 1986, s. 366.
[29] A. K. Gören, “Süleyman Seyyid Bey”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osm. Ans., C. II, s. 569; Tansuğ, ÇTS, s. 266.
[30] Pertev Boyar, Türk Ressamları, Ankara 1948, s. 42-43, 46.
[31] Sezer Tansuğ, Halil Paşa, YKY, İstanbul 1994, s. 24, 30; A. K. Gören, “Halil Paşa”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osm. Ans., C. I, s. 517-518.
[32] Tansuğ, Halil Paşa, s. 42.
[33] A. K. Gören, Türk Resminde “1914 Kuşağı” Sanatçılarının İnsan Figürü Sorunu, (İ. Ü. Sos. Bil. Ens. Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1995, s. 397.
[34] Selçuk Mülayim, “20. Yüzyıl Başlarında İki Sanat Tarihi Kitabı”, Türkiye’de Sanat, S. 12, İstanbul Ocak/Şubat 1994, s. 56-57; Ressam Hüsnü, Bedâyi-i Âsâr-ı Osmâniyye, Bayram Hediyesi, 70 Kıta Resimle Müzeyyendir, Matbaa-i Bahriyye, 1335 (1919); Ressam Zekâi, Mübeccel Hazineler, Şems Matbaası, Dersaadet, 1329 (1914); Sezer Tansuğ, ÇağdaşTürk Sanatı, İstanbul, 1986, s. 56-57 ve 367; A. K. Gören, “Hüseyin Zekai Paşa”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osm. Ans., C. I, s. 594-595.
[35] Boyar, Türk Ressamları, s. 78-85; Tansuğ, ÇTS, s. 368; A. K. Gören, “Ali Rıza (Hoca, Üsküdarlı)”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osm. Ans., C. I, s. 232-233.
[36] Boyar, Türk Ressamları, s. 93-94; Kaya Özsezgin, “Akbulut, Ahmet Ziya”, Türk Plastik Sanatçıları, YKY, İstanbul 1994, s. 16; Ümran Bulut, “Müzeci, Perspektifçi, Eğitimci Ressam Ahmet Ziya Akbulut”, Arkitekt, S. 450, İstanbul Haziran 1997, s. 60-65; Selim Aydüz-A. K. Gören, “Akbulut, Ahmet Ziya”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osm. Ans., C. I, s. 176-177.
[37] Boyar, Türk Ressamları, s. 103-104; Özsezgin, Türk Plastik Sanatçıları, s. 327.
[38] Abdülmecid’in yaşamına ve ressamlığına ilişkin ayrıntılı bilgi ve kaynakça için bkz: Necdet Sakaoğlu-A. K. Gören, “Abdülmecid (Halife)”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osm. Ans., C. I, s. 67-69.
[39] Semra Germaner, “1850 Sonrası Türk Resminde Kaynak ve Konular”, Osman Hamdi Bey ve Dönemi Sempozyumu, 17-18 Aralık 1992, Tarih Vakfı, İstanbul 1993, s. 72.
[40] Renda-Erol, Başlangıcından Bugüne Çağdaş Türk Resim Sanatı Tarihi, C. I, s. 135-145; Boyar, a.g.e., s. 186.
[41] Kemal İskender, “Türk Resminde İnsana Bakış’ın Tarihi”, Anonim, Türk Resminde İnsana Bakış Büyük Figür Sergisi, 10 Haziran-12 Temmuz 1996 M. S. Ü. İRHM, İstanbul 1996, s. 9; A. K. Gören,”. şeker Ahmet Paşa”, Antik&Dekor, S. 39, İstanbul Şubat 1997, s. 84-92; S. Germaner, “19. Yüzyıl Batı Resminde İstanbul Manzaraları”, Sanat Tarihi Etkinlikleri VII., (Konferans Notları), 28 Kasım 1996 Perşembe 18. 30, İstanbul Beyoğlu Aksanat.
[42] A. K. Gören, Türk Resim Sanatında Şişli Atölyesi ve Viyana Sergisi, İstanbul 1997; A. K. Gören, “Sanatta Etkileşim Bağlamında Türk Resim Sanatında Bir Tema: Savaş, Bir Mekan: şişli Atölyesi (Savaşta Sanat ya da Sanatın Savaşı)”, Zeynep Yasa Yaman (Yayına haz.), Sanatta Etkileşim/Interactions in Art Uluslararası “Sanatta Etkileşim” Sempozyumu H. Ü. Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü, Ankara 25-27 Kasım 1998 (Bildiriler/Proceedings), Ankara 2000, s. 122-127; (İng. s. 282).
[43] Bu konuda ayrıntılı bilgi ve kaynakça için bkz: A. K. Gören, “Güzel Sanatlar Eğitiminde Kadınlara Açılan İlk Resmi Mektep: İnas Sanayii Nefise Mektebi”, Art+Decor/AD, S. 43, İstanbul Ekim 1996, s. 124-130; A. K. Gören, “Türkiye’de Güzel Sanatlar Okulları: 2 İnas Sanayi-i Nefise Mektebi, Kadın Ressamlar, Özel Resim Atölyesi ve Resim Kursları”, Türkiyemiz, S. 82, İstanbul Kasım 1997, s. 12-27.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.