Yaşanılan Süreçte Kültür
Giriş
Kültür endüstrisi kavramı, ilk olarak T. W. Adorno ve M. Horkheimer tarafından 1947’de kitle kültürü yerine kullanılmış bir kavramdır. Özellikle Adorno’nun açıklamalarına (Adorno 2003:76) ve günümüzde yaşanan şekline göre piyasa ekonomisi bütünleştirici, daha doğrusu tek tipleştirici bir yaşamayı öngörmekte, kitlelerin geleneksel kültürleri, geleneksel yaşama tarzları yerine tüketime dayalı, tüketimin fetiş haline getirildiği bir yaşamayı ikame ettirmektedir. Bunu yaparken de kitlelere eski olanla onların aşina olduklarını yeni bir nitelikte birleştirerek sunar. Ürünler, belli bir plan dâhilinde tüketici hedef kitlenin ekonomik, siyasî, psikolojik, vb. yapısı göz önünde tutularak üretilir. Tüm üretim birimleri, yapısal olarak birbirine benzer olup birbirlerinin açıklarını kapatarak çalışırlar. Kültür endüstrisi, kasıtlı olarak tüketicileri kendisine uydurur. Tek tipleştirici bir çabayla gelir düzeyleri farklı olan kesimleri tüketimde aynılaştırır. A. Mattelart’ın “evrensel standartlaşma” olarak adlandırdığı bu durum, aslında “küresel standartlaşma”dır. Çünkü evrensel standarlaşma sözü, daha çok insanlığın olumluluk temelindeki ortak paydasına işaret eder. Küresel standartlaşma hareketlerinin üç ilkesi söz konusudur: 1. İhtiyaçların homojenleşmesi, 2. Kabul edilebilir bir kaliteye sahip düşük fiyatlı ürünler için evrensel bir tercihin oluşumu, 3. Üretim ve pazarlamada kademeli ekonomilerin gerekliliği (Mattelart 1995:83). Bu çerçevede kültür endüstrisi uygulamaları gereğince günümüzde tüketim kültürü olarak adlandırılan kültürün ne gibi özellikleri var, neleri kullanmakta, nasıl işlemekte? Bunları değerlendirmeye çalışalım.
Yaşanılan Süreçte Değişen Kültür
1.Teknolojik oluş
Geleneksel kültür, geleneksel yolla nesilden nesile aktarıla gelen yaşama tarzıdır. İnsanların yaşadıkları coğrafyada doğumdan ölüme ve ölümden sonrasına kadar düşünme, davranma, inanç ve uygulamalar bütününü kapsar. Meydana geliş ve devam edişinde bir kendiliğindenlik, doğallık söz konusudur. Buna karşılık kültür endüstrisinin ürettiği kültür, yani günümüzde yaşandığı şekliyle tüketim kültürü yapaydır; belli ekonomik, siyasî ve kültürel amaçlar doğrultusunda oluşturulur. Zamana, zemine göre değişkendir. Piyasanın gereklerine uygun yapılanır. İnsanları tekdüze düşünmeye, davranmaya, tüketmeye yöneltir. Teknolojide ve iletişimdeki hızlı ve çok çabuk yaygınlaşan gelişmeler, yenilikler, kültür endüstrisinin gelişimini de sağlayıcı etkinlikte olmuştur. Ki, günümüzde kültür endüstrisinin etkinlikleri, işleyişi, sınır tanımayan sanal âlemde insanların ceplerindeki telefonlardan izlenir hâle gelmiştir. İleri teknolojiye sahip ülkeler (ABD, Batı Avrupa ülkeleri, Japonya, vd.), her türlü maddî ürünlerini geniş kitlelerin tüketimine sunarlarken bu ürünlerin hangi kültürel bağlamda tüketileceğini de dikte etmektedirler. Bu durum da onlara, dünya milletleri üzerinde kendi kültürlerini hâkim kılma, hatta tekdüze/homojen bir küresel kültür oluşturma imkânı vermektedir.
Dijital teknoloji ürünlerinin hızla kullanıma girmesi, mobil araçların (cep telefonu, tablet, note-book, dizüstü bilgisayar, vd.) geniş kitlelere sunulması, ülke sınırlarını geçersiz kılmakta, bilgi ve ürünlerin tüketilmesinde denetimi etkisizleştirmektedir. Dolayısıyla (bilgi ve ürün temelinde) geleneksel olanla dışarıdan gelen melezleşmekte, insanlar yabancı kültürlerin, yaşama ve düşünme tarzlarının etkisine açık hâle getirilmektedir. Uluslararası şirketler ve onların yerli şubeleri, bir yandan tüketimi körüklerken diğer yandan küresel kültürün milli kültür üzerindeki baskısını artırarak yerel ve milli kültürlerin yıpranmasını sağlamaktadır.
2. Görüntünün egemenliği
Kültür endüstrisi küresel ölçekte insan ihtiyaçlarını homojenleştirici etkinlikleri kapsar. İhtiyaçların homojen hale getirilmesi sürecinde kültürü bir endüstri ürünü gibi yönlendiren (manipüle eden) piyasa ekonomisinin işletmecileri/pazarlayanları görüntüyü, görüntü imgelerini yoğun şekilde kullanırlar. Böylelikle halkı geleneksel hayat tarzından uzaklaşmaya, tüketim kültürüne eklemlenmeye/ uyumlu hâle gelmeye (entegre olmaya) zorlarlar. Hâl-i hazırda yaşanılanlara bakıldığında “[ü]retilen görüntüleri seyrederek enformasyon elde etme ve karşılığında da pasif alımlayan olarak ileti sağanağı altındaki yalıtılmış bireye dönüşmemiz, dilin iletişime, görmenin de bakmaya indirgenmesi ile başla[mıştır].” (Sartori 2004:9). Teknolojideki büyük gelişmelerden, dijital iletişim organlarındaki sınır tanımazlık ve hızlılıktan, internetin kullanımındaki yaygınlıktan yararlanan kültür endüstrisi pazarlamacıları, görme ve görüntüyü adeta tek anlatım biçimi olarak belirlemiştir. Televizyon, bilgisayar, internet ve sosyal medya (twitter, facebook, instegram, vd.) ile gören, gördüğü ölçüde de yönlendirilen bir insan tipi meydana gelmiştir; ki bu insan “medyatik düşünme biçimi” adı verilen bir düşünme tarzına sahip insandır. Medyatik düşünme biçimi, tv, sinema, diziler, reklamlar, internet ve sosyal medya (twitter, facebook, instegram, vd.) yoluyla inşa edilir. Bu süreçte medya, “en esaslı iki tekniğiyle soyut, hayali ve düşüncesiz bir dünya anlayışını dayat[ır]. Yani tekrar ve ısrar teknikleri: Birincisi gündeme getirilmiş bir olayı bıktırıcı bir tekrarla üsteleyerek kafalara işleme yoluyken ikincisi, kitle iletişiminin bütün kanallarını mobilize ederek, aynı olayı şurada duygusal, burada politik, bir yerde biçimsel, başka bir yerde enformatif biçimlerde, farklı mesaj türleriyle verip dur[ur]. Bu durumun en önemli sonucunun dezenformasyon yoluyla zihinleri etkileme değil, ‘olayları düşünülebilir olmaktan çıkarmak’ ve tekdüzeleştirmek” (Baker 1995:14) olduğu söylenebilir.
3. Tüketim odaklı oluş
Yaşamakta olduğumuz süreçteki kültür, tüketim kültürü tarafından yönlendirilmiş bir yaşamayı öneren ve toplumsal değerler; üretim, üretici, emek, alın teri, hak, adalet, vd. açısından değil, tüketim üzerinden anlamlandırılmaktadır.
Tüketim kültürü, başta ABD olmak üzere gelişmiş Batılı ülkeler tarafından dünyaya sunulan ve teknolojik, ekonomik, siyasî ve kültürel baskı yoluyla benimsetilen bir kültürdür. “Burada, tüketim kültürünün her bir ülkenin kendi ulusal kültürünü çökertmeye yönelik bir evrensel kültür hâline geldiği” (Featherstone 2013:219) unutulmamalıdır. Serbest piyasa ekonomisinin uygulandığı ülkelerde “tüketim kültürü ana sosyal uygulamalar, kültürel değerler, fikirler ve kimlikler tüketimle bağlantılı olarak tanımlanır ve yönlendirilir. Toplumun baskın değerleri, sadece tüketim pratiklerine göre örgütlenmekle kalmaz, aynı zamanda bir boyutuyla bu pratiklerden elde edilir. Bu yüzden çağdaş toplumu; materyalist, paraya dayalı, sahip olmayı öne çıkaran, hedonist olarak kabullenmek gerekir.” (Odabaşı 2013:47). G. Ritzer’in (2011:14) “Tüketim katedralleri” olarak adlandırdığı günümüzün tüketim mekânlarında (avm’ler, outlet’ler, indirimli satış merkezleri, giyim mağazaları, fast-food restoranları, kitap mağazaları, eğlence ve oyun mekânları, vd.) zamanını tüketen insanlar, adeta birer “mü‘min” olarak tüketim dininin ritüellerini yerine getirmekte, bu etkinlikleri dolayısıyla da kutsal bir haz duymaktadırlar. Ritzer (2011:27), alış veriş merkezlerinin tüketicilere geleneksel olarak tapınakların sağladığı türde bir merkezîlik sağladığını ve benzer bir denge, simetri ve düzene sahip olacak şekilde inşa edildiklerini belirtir.
4. Homojenlik ve melezleşme
Tarih boyunca insanlar savaşlar, göçler, vd. nedenlerle yer değiştirseler de belli bir toprak bütünlükleri, dolayısıyla sınırları olmuş; yaşama tarzları ve inançlarıyla geleneksel milli kültürlerini yaratmışlardır. Diğer milletlerle etkileşimleri ve iletişimleri, ya yönetim erkine sahip olanların diğer milletlerin yöneticileri ile ya da milletin yer değiştirmek zorunluluğu hâsıl olduğunda diğer milletlerle karşılaşmaları sonucunda gerçekleşmiştir.
Küresel kozmopolit kültür, uluslararasında homojen bir kültürü yapılandırırken aynı zamanda herhangi bir ülkedeki gelir düzeyleri farklı kesimleri de tüketim açısından homojenleştirir. Bu durum, yüksek kültür ile aşağı kültür arasında bir senkretizme, melezleşmeye yol açar. İletişim araçlarının dijitalleşmesi ve dolayısıyla hızı ve mobil iletişim teknolojisindeki gelişmeler ile Batı’nın öngördüğü tüketim kültürü, hem kendi içinde hem de Batı dışındaki ülkelerde yaşama tarzını ve düşünme biçimini tekdüze hale getirmekte, toplumsal hayatta sınırları sarsmakta; popülerleştirilen yeme-içmede, giyimde, davranışta, boş zaman geçirmede aynı mekânlar kullanılmakta, aynı beğenilerle tüketime yönelinmekte ve benzer ürünler benzer şekilde tüketilmekte, bu da kültürel anlamda melez bir kültür yaratmaktadır. Bu durum da yerel ve milli kültürün zayıflamasına, yozlaşmasına neden olmaktadır.
Sonuç
Kültür, “bir arada yaşayan insanların hayatın muhtelif problemlerine karşı denedikleri çözüm yollarından meydana gelmiştir. Bu çözüm tarzlarının bir kısmı zamanla sabit hâle gelerek cemiyetin bütününe mal olur ve onun kültürünü teşkil eder.” (Güngör 2002:33). Her millette tarihî süreçte kuşkusuz, bir “biz” ve “ötekiler” düşüncesi gelişmiş ve her millet kendisini ötekilerden farklı kılan çevresini algılayış, düşünüş ve davranışlar geliştirmiştir; ki bunların tümü o milletin milli kültürünü meydana getirmiştir. Ancak, hiçbir kültürün gelişimi düz bir çizgide gelişmemiş, her millet, dolayısıyla her kültür çevresi, bir diğerinden etkilenmiş veya bir diğerini etkilemiştir. Küresel çağ olarak adlandırılan yaşanılan süreçte ulaşım ve iletişimdeki ilerlemeye paralel olarak bu etkileşimin yoğunluğu artmıştır. Ekonomik ve teknolojik üstünlüğünü tüketimin artması ve yaygınlaşması yönünde kullanan başta ABD olmak üzere Batı Avrupa ülkeleri, milli kültürler üzerinde istilacı bir anlayışla kendi kültürel değerlerini dayatarak büyük tahribatlar yapmaktadırlar. Dijital iletişim araçlarının ve sanalağın geniş kitlelerce kullanımı, kültürlerarası etkileşimi artırmakta ve dolayısıyla kültürlerin melezleşmesine neden olmaktadır.
Varlığını korumak ve geliştirmek isteyen milletler ve dolayısıyla milli kültürler, bu durumda dijital iletişim araçlarını kullanmada ve kendilerini göstermede uluslararası alanda faaliyetlere girişmeli, milli değerlerini evrensel değerler hâline getirici etkinliklerde bulunmalıdır. Maddi bakımdan üretimde ve tüketimde kendi öz kaynaklarına yönelmeli, ekonomik olarak ihracat-ithalat dengesini iyi ayarlamalıdır. Manevi anlamda da kendi dil, din ve ahlâk anlayışını güncelleyerek eğitiminde, siyasetinde, toplumsal hayatında canlı tutmalıdır. Yeme-içme, giyim, eğlenme, iletişim, vd. alanlarda milli özelliklerini koruyucu önlemler almalı, uluslararası alanda kendisi olarak kalma yönünde çaba göstermelidir.