Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

XVII. Yüzyıl Sonlarında Mora’nın Venedikliler Tarafından İşgali

0 16.099

Hacer ÇELEBİ

Mora yarımadası[1] Yunanistan’ın güneyindeki Korint Boğazı ile anakaraya bağlıdır. Yarımadanın iç kesimleri dağlık olmakla birlikte en verimli bölgesi kuzey ve batıdaki alüvyonlu kıyı ovalarıdır. Verimli topraklarının ötesinde Mora, tabiî limanlarıyla ön plana çıkmakta ve özellikle güney ve güneydoğu kıyılarındaki küçük limanlar, bölgenin stratejik önemini arttırmaktadır. Moton, Koron, Benefşe, Anabolu gibi gemilerin kolaylıkla demirleyebilecekleri ve ticaret için çok elverişli limanlara sahip olması, Doğu Akdeniz ticaretinde söz sahibi olmak isteyen İtalyan devletlerini bu coğrafyaya yöneltmiştir. Bu devletlerin başında da Venedik ve Ceneviz gelmektedir.

Venedikliler, 1204’te düzenlenen IV. Haçlı Seferleri sırasında İstanbul’un Latin işgaline uğramasıyla Mora’nın yönetimini ele geçirmişlerdir. Böylece Venedikliler, kendi anakaralarından İstanbul’a kadar uzanan deniz ticaretinin kontrolünü sağlamayı başarmışlardır.[2] Ancak 1261’de Paleologosların İstanbul’a yeniden hakim olmalarıyla Mora’dan çekilmek zorunda kalmış, sadece yarımadanın güney ucunda bulunan Koron ve Moton’a hakim olabilmişlerdir.[3]

XIII. yüzyılın sonlarında kurulan Osmanlı Beyliği’nin kısa sürede Güney Marmara ve Rumeli’yi denetleyecek duruma gelmesi, Venediklileri bu coğrafyada yeni bir tehlikeyle karşı karşıya getirmiştir.

Yıldırım Bayezid’in İstanbul’u kuşatarak Mora’ya kadar ilerlemesi Venediklilerin daha önceki Türk devletlerine karşı izlediği barış ve ticaret siyasetini terk etmelerine yol açmış ve bu doğrultuda Türkleri Balkanlar’dan çıkartmak için kurulan Niğbolu ittifakına katılmışlardır. Fakat bu birliğin Osmanlı güçleri karşısında başarısızlığa uğraması ile Venedikliler ticaret serbestilerinin devamını sağlamak amacıyla Osmanlı Devleti ile anlaşma yoluna gitmeye çalışmıştır. Bu barış dönemi Gelibolu Deniz Savaşı’na kadar devam etmiş, 1419’da yapılan anlaşmayla barış yeniden tesis edilmiştir.[4]

1423’e kadar süren bu barış dönemi Balkanlar’da önemli bir liman kenti olan Selânik[5] yüzünden bozulmuştur. II. Murat’ın Selânik’i kuşatmasıyla Osmanlı kuvvetlerine karşı direnemeyeceğini anlayan Selânik Despotu, şehri Venediklilere terk etmek zorunda kalmıştır. Bu olay Selânik’te Venedik ve Osmanlı kuvvetlerini karşı karşıya getirmiş ancak 1430’da imzalanan Edirne anlaşmasıyla Venedikliler Selânik’i terk etmek zorunda kalmıştır. Bundan sonra Venedikliler Arnavutluk ve Mora’da Osmanlı ilerleyişini durdurmaya yönelik tedbirler alma yoluna gitmişlerdir. Venediklilerin izlediği bu barış siyaseti İstanbul’un fethine kadar devam etmiştir. İstanbul’un fethini müteakip II. Mehmet’in Mora’yı Osmanlı topraklarına katarak,[6] Venediklilerin elinde bulunan Koron ve Moton’a akınlar yapması Venediklileri tedirgin etmiştir. Bunun üzerine Venedikliler Papa’nın teşvikiyle Macarlarla birlikte Osmanlı’ya karşı savaş açmışlardır. Mora’da Osmanlı kuvvetleri tarafından geri püskürtülen Venedikliler Eğriboz’a çekilmek zorunda kalmışlar ancak bu hareketleri Eğriboz’un ellerinden çıkmasıyla sonuçlanmıştır. Mora’nın fethi tamamlandıktan sonra bu bölgenin emniyeti açısından Venediklilerin elinde bulunan kalelerin alınması zorunlu hale gelmiştir. Bunun üzerine II. Bayezid Mora seferine çıkarak Venediklilerin elinde bulunan Moton ve Koron kalelerini fethederek Osmanlı Devleti sınırlarına katmıştır (1500). Bundan sonra 14 Aralık 1502’de yapılan muahede ile Venedikliler İnebahtı, Moton ve Koron’u Osmanlı Devleti’ne terk etmek suretiyle Mora ve Ege adalarında serbestçe ticaret yapma hakkını elde etmişlerdir.[7] Bu siyasetleri doğrultusunda Yavuz Sultan Selim Dönemi’nde Mısır’ın Osmanlı Devleti’ne dahil olmasıyla, Kıbrıs için Memlûklara ödemekte oldukları vergiyi Osmanlı Devleti’ne ödemeyi kabul etmişlerdir.

Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’ne gelindiğinde ise Venediklilerle 14 Aralık 1521 tarihinde bir ahidnâme imzalanarak eski ahidnâmeler tekrar yenilenmiştir.[8] Ancak bu dostluk anlaşmasına rağmen Venedikliler, Osmanlı Devleti ile savaş halinde olan Şarlken’i el altından desteklemiş, Papa’nın da teşvikiyle Osmanlı aleyhinde kurulan ittifaka katılmaktan çekinmemişlerdir. Bu müttefik donanmasının Preveze’de Osmanlı donanması karşısında büyük bir yenilgiye uğramasıyla Venedikliler, Mora ve Dalmaçya sahillerindeki kaleleri Osmanlı Devleti’ne teslim etmek zorunda kalmışlardır.[9] 1540 yılında yapılan bu anlaşma Kıbrıs’ın fethine kadar devam etmiştir. Bu sahillerin resmen ellerinden çıkmasıyla Doğu Akdeniz’deki hakimiyetleri Kıbrıs ve Girit adalarıyla sınırlı kalmıştır. Kıbrıs adasının fethinden sonra, Osmanlı donanması Doğu Akdeniz’de hakim güç olduğunu ispatlamış, fethin ardından yaşanan İnebahtı yenilgisi dahi Osmanlı’nın Akdeniz’de belirleyici bir unsur olmasını engelleyememiştir.

1570-1573 yılları arasında süren Osmanlı-Venedik Savaşı Doğu Akdeniz ticaretinde yeni gelişmelere yol açmıştır. Bu tarihte Kuzey Devletleri Doğu Akdeniz’de ticaret yapmak üzere Osmanlı Devleti’nden imtiyazlar elde etmek için harekete geçmiştir. Osmanlı Devleti kendisine karşı düzenlenen Venedik-İspanya-Papalık ittifakında yer alan Venedik’i cezalandırmak ve ekonomisine büyük bir darbe indirmek amacıyla İngiliz ve Hollandalıların Doğu Akdeniz’de Osmanlı Devleti’ne ait limanlarda serbestçe ticaret yapmaları konusunda izin vermiştir.[10] Bu doğrultuda İngilizler Kuzey Afrika, Arnavutluk ve Mora sahillerindeki Osmanlı Devleti’ne ait limanları kullanmaya başlamışlardır.

XVI. yüzyılın sonlarına kadar Doğu Akdeniz’de söz sahibi olan Venedikliler, 1580’li yıllardan itibaren İngiliz ve Hollandalıların kendi hakimiyet sahalarında boy göstermesi ile Akdeniz ticaretinden yavaş yavaş çekilmeye başlamışlardır.[11] Doğu Akdeniz’de Mora’dan sonra Kıbrıs gibi önemli bir üssünü kaybetmiş olan Venediklilerin elinde sadece Girit Adası kalmıştır. Girit’in Venedik elinde olması Osmanlı Devleti’nin Doğu Akdeniz ticaretini tehlikeye sokmaktaydı. Bunun için bölgenin tam güvenliğinin sağlanması açısından adanın fethi zorunlu hale gelmiştir. 1669 yılında adanın fethi tamamlanarak Doğu Akdeniz’in güvenliği sağlanmış, Mısır, Suriye ve Kuzey Afrika ticaret yolundaki gemilerin trafiği emniyete altına alınmıştır.[12] Girit’in fethiyle birlikte Osmanlı Devleti ile Venedik arasında bir anlaşma imzalanmış, bu barış dönemi II. Viyana Kuşatması’na kadar devam etmiştir.

1683 yılında II. Viyana Kuşatması’nın başarısızlıkla sonuçlanması, bütün Avrupa devletleri gibi Venedikliler için de yeni ümitler doğurmuştur. Doğu Akdeniz’dekaybettikleri üstünlüğü tekrar ele geçirebilmek için, Osmanlı Devleti aleyhine düzenlenen mukaddes ittifaka katılmak istiyorlardı. Bu amaçla Girit’in fethinden sonra Osmanlı Devleti ile yaptıkları anlaşmayı feshetmenin yollarını aramaya başlamışlardı. Venedikli tacirlerin gümrükten geçerken gizledikleri malların Kurşunlu Mahzen’de tutulduğu sırada yanması, Venediklilere anlaşmayı bozmak için gerekli ortamı hazırlamıştır.[13] Osmanlı idarecileri tarafından olayın kaza olduğu söylenmesine rağmen,[14] sulhu bozmak için bahane arayan Venedikliler malların kasten yakıldığını iddia ederek anlaşmayı bozmuşlar ve Kurşunlu Mahzen yangınına karşılık olarak Venedik’te bulunan 1000 civarındaki Bosnalı tüccarın mallarını ellerinden alıp, memleketlerine göndermişlerdir. Venedik sınırlarından çıkarılan bu tüccarlar, memleketlerine giderken yolda Venedik eşkıyasının saldırısına uğrayınca Osmanlı Devleti’nden yardım istemiş, bunun üzerine bir miktar asker gönderilmiştir. Askerlerin çoğu şehit olmuş, ancak üçte biri tüccarlarla beraber Bosna’ya gidebilmiştir. Bu saldırıdan kurtulanlar, mallarının talan edildiğini, Venedik’te kalan 500 kadar Bosna tüccarının, kiminin esir olarak tutulduğunu, kiminin de salıverildiğini Osmanlı Devleti’ne bildirmişlerdir.

Venediklilerin anlaşmayı bozarak Kutsal İttifak’a girmelerinin diğer bir sebebi ise Avusturya İmparatoru’nun faaliyetleri olmuştur. II. Viyana Kuşatması sırasında sâbık sadrazam, Vezir Mustafa Paşa’nın çadırını basan Avusturya İmparatoru, “Venedikliler üzerine yapılması gereken seferin Viyana muhasarası sonrasına ertelenmesi”[15] gerektiğini bildiren telhisi ele geçirerek, Venediklilere ulaştırmış, böylece Venediklilerin, yeni yapılacak olan “Kutsal İttifak”a iştirak etmelerini sağlamıştır.

Osmanlı Devleti’nin Venediklilere ait gümrük mallarını müsadere etmesi üzerine Venediklilerin Bosna’daki Müslüman tacirlere saldırması hadiselerine Avusturya İmparatoru’nun kışkırtması da eklenince iki ülke savaşın eşiğine gelmiş ve Venedikliler, İstanbul’da bulunan balyosa sulhun bozulduğuna dair haber göndermişlerdir. Bunun üzerine Venedik Balyosu Kapello, 15 Temmuz 1684’te sadaret kaymakamına gelerek Venedik Cumhuriyeti’nin Osmanlı Devleti’ne savaş açtığını bildirmiştir.[16]

Venedik, kendi donanmasının yanı sıra Papa, Dûka, Ceneviz, Malta ve İspanya’dan da yardım alarak 100 parçalık bir donanma hazırlamıştır. Hazırlanan bu donanma Venedik Körfezi’nde toplanarak Osmanlı topraklarına saldırmak üzere harekete geçmiştir. Donanmanın başına ise Venedik’in en gözde kumandanlarından olan Kandiye eski müdafii Françesko Morosini geçmiştir.

Venediklilerin Osmanlı topraklarına saldırmak amacıyla Girit yakınındaki Suda adasında demirledikleri haberi İstanbul’a ulaştığında, kıyıların korunması için asker sevkıyatına karar verilmiştir. Bu sevkıyata göre; Vezir Şahin Mustafa Paşa bir miktar yeniçeri ile Boğazhisarı’nda Rumeli yakınındaki Yenikale muhafazasına, tayin edilmiştir. Mütekaid Vezir Halil Paşa’ya vezareti yeniden tevdi edilip Tire ve Menteşe sancakları arpalık olarak verilmek suretiyle Sakız adası muhafazasına görevlendirilmiştir. Rumeli derya kaleminde olan zeamet ve tımar erbabı ise Benefşe (Menekşe) adası muhafazasına; Anadolu derya kaleminde olan zeamet ve tımar erbabı, Bozcaada, Limni, Midilli, Sakız, İstanköy, Rodos adası muhafazasına ve nihayet Rumeli sancaklarından dört sancak askeriyle Mora muhassılı Kör Şaban Ağa da Mora yarımadası muhafazasına tayin edilmişlerdir.[17]

Venediklilerin Denizden ve Karadan Taarruzları

Venedikliler, Kutsal İttifak bünyesinde Osmanlı’ya karşı girdikleri savaşta ilk olarak Mora’nın batı kısmının kilit bölgesi olarak adlandırılan Ayamavra (Santa-Maura)[18] adasından harekâta başlamışlardır. On beş gün süren muhasaradan sonra adanın yerli halkından olan Rum ahâlinin de yardımıyla kaleyi vire ile teslim almışlardır (8 Ağustos 1685).[19]

Ayamavra adasının, Venediklilerin eline geçmesiyle Osmanlı Devleti Batı Balkanlar’daki bir uç karakolunu kaybettiği gibi Adriyatik Denizi’nde mühim bir üsten mahrum kalmış ve bu suretle Arnavutluk ve Preveze kıyıları Venedik tehdidi altına girmiştir. Venedikliler ise Ayamavra Adası’nı ele geçirmekle hem bir askerî üs elde etmişler hem de Mora’nın işgali için ilk girişimlerini gerçekleştirmişlerdir.

Venedikliler daha sonra adanın hemen karşısında bulunan Preveze kalesine saldırmış, Venediklilerin top atışları sonucunda Osmanlı kuvvetleri çekilmek zorunda kalmıştır.[20] Bunun üzerine Preveze kalesindeki halk, kaleyi vire ile Venediklilere teslim etmiştir. Preveze’nin elden çıkmasıyla Osmanlılar müstahkem bir sahil kalesinden mahrum kalmışlar, Venedikliler ise Mora’nın işgalini gerçekleştirmek için bir engel daha aşmışlardır. Ayamavra ve Preveze’yi üs haline getiren Venedikliler bundan sonra daha güneye yönelerek Mora’nın güneybatı sahillerini hedef almışlardır.

Koron’un İşgali

Venedikliler, 1685 senesinde Ayamavra ve Preveze’nin yanı sıra Pire ve Nire kalelerini de ele geçirmişlerdir. Bu kaleleri aldıktan sonra tamir ederek muhafazası için asker bırakmışlardır. Kale için gerekli olan zahire, cephane, top ve mühimmatı da sağlayarak Mora’ya tekrar saldırmak için hazırlıklara başlamışlardır. Venedikliler, bu çerçevede Mayıs 1685’te kendi kuvvetlerinin yanı sıra Hırvat, Karadağ ve asi Arnavutlardan oluşan 50.000 kişilik bir ordu toplayarak, Düka, Papa, İspanya, Ceneviz ve Malta’dan aldığı yardımlarla kalyon, mavna, çektiri ve firkateden oluşan toplam 220 parçadan oluşan bir donanma hazırlamışlardır.[21] Savaş için gerekli cephane ve büyük topları gemilere yerleştirdikten sonra general Morosini komutasında harekete geçmişlerdir. Yanına birçok ünlü Venedik kaptan ve asilzadesini alan general Morosini, ilk önce Ayamavra adası önünde demirlemiş ve ilk iş olarak Osmanlı ordusu hakkında bilgi edinmek için Mora’ya casuslar göndermiştir. Bu arada da Mora’ya çıkmak için en uygun yeri saptamaya çalışmıştır. Kaptan Morosini diğer donanma komutanlarıyla görüştükten sonra Kasteller arasından geçerek İnebahtı Körfezi’ne girip Gördös Boğazı’nı zapt etmeye karar vermiştir. Morosini, plânını gerçekleştirmek için bir çektiriye binip, geçmeyi tasarladığı suları yoklamak üzere Rumeli Kasteli’ne geldiği sırada burada Mora Sancakbeyi Siyavuş Paşa ile karşılaşmıştır. Morosini’nin bulunduğu çektiri Siyavuş Paşa tarafından topa tutulmuş,

bu beklenmedik durum karşısında neye uğradığını şaşıran kaptan ise, Rumeli Kasteli’nin durumunu öğrenemeden Ayamavra limanında bulunan donanmasına geri dönmek zorunda kalmıştır. Bu olay üzerine Mora Kastellerinden geçemeyeceğini anlayan Morosini, yarımadanın güneyine doğru yönelerek, Messina Körfezi’nin doğusunda bulunan ve Venedik silahlarının Mora içlerine rahatça taşınmasını saylayabilecek bir konumda olan Koron ve Modon’u ele geçirmek üzere harekete geçmiştir.

Venedik donanmasının kıyıda demirlediğini gören Moton halkı onlardan önce davranarak top atışlarına başlamış ve Venedik kalyonlarından birine bir balyemez top isabet etmiştir. Daha sonra bir çektiri de aynı âkıbete uğramıştır. Kale halkının bu saldırısı karşısında şaşıran Venedikliler, Moton önünde tutunamayacağını anlamışlar ve oradan ayrılarak Koron önünde demirlemişlerdir.

Sayıları 8000 bin olan Venedik askerinin bir kısmı Koron’a çıkarak kale varoşunu zapt edip yağmalamaya başladıkları gibi civar kalelerin etrafında bulunan zeytinlikleri kırıp kale hisarı önünde metrisler hazırlamışlardır. Ayrıca gerek denizden gerekse karadan gelecek olan yardımları engellemek amacıyla kale etrafında derin hendekler kazmışlardır (3 Haziran 1685). Askerlerin bir kısmı bu metrislere yerleştirildikten sonra, gemide kalan diğer askerler de karaya çıkartılmış ve böylece kalenin muhasarası tamamlanmıştır. Kale içinde mahsur kalan halk Mora serdarı Vezir Halil Paşa’ya haber gönderip yardım istemiş, ancak aradan on beş gün geçmesine rağmen henüz bir yardım gelmemiştir. Bu durumu haber alan Mizistre Mutasarrıfı Mahmut Paşa, Mizistre ve Kalamata askeriyle kalenin imdadına yetişmiştir. Selânik’ten de nefir-i âmm[22] uslûbunda yörükler de Koron muhafazasına görevlendirilmiştir.[23] Öte yandan Vezir Halil Paşa’ya haber ulaşmış ve kendisi daha Patras’dan (Balyabadra) çıkmadan bir miktar adamını Koron’a yardıma göndermiştir. Bu arada civardaki sancakbeylerine haber gönderilerek herkesin elindeki kuvvetle Koron’a yardıma gelmesi duyrulmuştur. Mora âyânlarından bir ağa 200 adamıyla Koron altında olan Mahmud Paşa’ya yardıma gelmiş fakat geç kaldığı bahanesiyle Mahmud Paşa tarafından öldürtülmüştür.[24]

Nihayet Vezir Halil Paşa, emrindeki 4000 askerle Patras’tan hareketle Koron’a ulaşınca, ümidi kırılmış olan Osmanlı askerlerine yeniden cesaret gelmiş, bunun üzerine Osmanlı kuvvetleri Venediklilere saldırmışlardır. Şiddetli geçen çarpışmada 500 Osmanlı askeri Venediklilerin top atışlarıyla şehit düşmüştür. Ertesi gün Osmanlı kuvvetleri karşı taarruza geçerek 1000’e yakın Venedikliyi öldürmüştür.

Mora seraskeri Vezir Halil Paşa bu çarpışma esnasında bir top güllesinin isabetiyle şehit düştümüştür.[25] Halil Paşa’nın şehadeti üzerine ordunun başına Mora Sancak beyi Siyavuş Paşa geçmiş, ancak Siyavuş Paşa Mora Kastelleri muhafazasında olduğundan Mizistre Mutasarrıfı Mahmud Paşa’yı komutan vekili tayin etmiştir.[26] Kendisi gelinceye kadar Mahmud Paşa savaşı idare etmiş, Siyavuş Paşa ise bir iki gün sonra Koron muhafazasına gelmiştir. 60 gündür Koron muhasarasını sürdüren Venedikliler, muhasarayı kesin olarak sonuçlandırmak üzere, askerlerini metrislerden çıkartmış ve Osmanlı siperlerine saldırmışlardır. Venediklilerin bu hücumu sırasında Siyavuş Paşa da Halil Paşa gibi bir top güllesinin isabet etmesiyle şehit düşmüştür. Siyavuş Paşa’nın şahadeti üzerine Mora seraskerliğine Musahip Mustafa Paşa Kaptan-ı Derya olarak atandı.[27] Mustafa Paşa gelene kadar ordunun idaresi Ocak Ağaları tarafından seçilen Haseki Ağa’ya verildi. Fakat Haseki Ağa da bir çarpışma sırasında hayatını yitirdi. Haseki Ağa’nın ölümü üzerine, üstün durumda olan Osmanlı askerleri çadır ve eşyalarını bırakarak muharebe alanından kaçmaya başladılar. Osmanlı askerinin bozulduğunu gören Venedikliler bunu fırsat bilip arkalarından yürüyerek karargâhı zapt etmişlerdir. Bunun üzerine askerlerin bir kısmı canlarını kurtarmak için bir konak geride bulunan Tisa karargâhına kadar gitmek zorunda kalmışlardır.[28] Osmanlı ordusunun dağılmasıyla önlerinde hiçbir engel kalmayan Venedikliler, iki gün süren bir yürüyüşle kalenin içine girmeyi başardılar. Koron halkına ise kaleyi teslim etmekten başka bir çare kalmamıştır.[29] Morosini ganimet olarak da iki tuğ ve bir bayrağı Venedik senatosuna göndermiştir. Koron’un teslimi görüşmeleri sırasında kaleden atılan topun askerlerden birkaçının ölümüne sebep olmasına öfkelenen Venedikliler, şehre girip bütün Türkleri öldürdükten sonra, kale içindeki büyük camiyi de kiliseye çevirmişlerdir (12 Ağustos 1685).[30] Böylece Venedikliler, 15 Ağustos 1500 tarihinde Osmanlılara terk etmek zorunda kaldıkları Koron’u, 185 yıl sonra tekrar ele geçirmeyi başarmışlardır.

Zarnata Kalesi’nin İşgali

Koron muhasarası sırasında başpapazlarını Venediklilere rehine olarak veren Maynalılar, daha sonra ise Zarnata, Kalamata, Kelfa ve Pasova kalelerini zapt etmeleri için ricada bulunmak üzere Venedikli Kumandan Morosini’ye bir heyet göndermişlerdir. Morosini de savaş sırasında kendilerinden yardımlarını esirgemeyen Maynalıların bu isteklerini dikkate alarak, Zarnata kalesine hücum etmek üzere kaleye 5 mil uzaklıkta bulunan Citres Limanı’ndan karaya çıkmıştır. Yüksekçe bir kaya üzerinde yerleşmiş olan Zarnata Kalesi’nin hendekleri yoktu ve surlar ile kulelerle savunulan bir kale idi. Morosini, zapt edilmesi kolay olan bu kaleye hücuma başladı. Ücretli Sakson askerlerini de bünyesinde barındıran Venedik kuvvetlerinin başında Alman General Degenfeld bulunmaktaydı.

Zarnata’nın muhafazası için Eğriboz limanında bulunan Vezir Kaptan Musahip Mustafa Paşa görevlendirilmiştir. Seraskerlik mührü kendisine ulaştığı an Musahip Mustafa Paşa, Eğriboz limanında bulunan askerlerini de alarak Mora’ya geçmiştir.

Daha önce Sakız muhafazasında olan Vezir İsmail Paşa da Vezir Mustafa Paşa’nın yanına gitmek üzere Mora’ya tayin edilmiştir. İsmail Paşa’nın yanı sıra Edirne Saksoncubaşı olan Recep Ağa da bir miktar yeniçeri ile Mora’ya görevlendirilmiştir.[31] Vezir İsmail Paşa ve Recep Ağa emrindeki askerler ve harp levazımatını alarak bir kısmı denizden bir kısmı da karadan olmak üzere Mora’ya ulaşmışlardır. Mustafa Paşa, kalenin muhafazası için Anabolu sahillerinde olan 17 kadırganın toplarını söktürerek Zarnata’ya nakletmiştir. Venedik ordusu sağ kanadında Saksonya, sol kanadında Brunswick kuvvetleri olduğu halde Osmanlı ordusuna hücuma başlamıştır. Yapılan savaş neticesinde Serasker Musahip Mustafa Paşa yenilerek Zarnata’dan, Tisa Ovası’nda bulunan karargâha çekilmek zorunda kalmıştır.[32] Osmanlı ordusunun savaş meydanından çekilmesini fırsat bilen Venedik kuvvetleri civarda bulunan Kalamata Kalesi’ne saldırmak için harekete geçmişlerdir.

Venedik gemilerinin Koron kalesi yanında bulunan Kalamata kalesi önünde demirlediği haberi Tisa karargâhında bulunan serasker Vezir Musahip Mustafa Paşa tarafından duyulduğunda diğer komutanlarla da görüşüldükten sonra muhasara altında olan kaleye yardıma gitmeye karar verilmiştir. Mizistre sancağı mutasarrıfı Mahmut Paşa da muhafazaya katılmak üzere harekete geçmiştir. Osmanlı ordusu Tisa’dan yürüyüşle Kalamata kalesi önlerine gelerek karargâh kurmuştur. Venedik gemileri ise limanda demirlemiş, kaleyi sürekli olarak top atışlarıyla dövmekteydiler. Muhasaranın gittikçe şiddetlenmesi üzerine kale halkının kuşatmaya tahammül edecek gücü kalmamıştır. Kurtuluş ümidini iyice yitiren Müslüman halk, kale içindeki top, mühimmat ve cephane ile birlikte kaleden dışarı çıkmaya karar verdikten sonra düşman eline geçmesin diye kaleyi yerle bir etmişlerdir.[33] Bunun üzerine Venedikliler, gemideki askerlerin tümünü karaya çıkararak Osmanlı ordusu üzerine hücuma başlamıştır. birkaç saat süren savaştan sonra Musahip Mustafa Paşa yenilerek çekilmek zorunda kalmış, Venedikliler de gemilerine geri dönmüşlerdir.

Kış mevsimi yaklaştığı için Osmanlı ordusunun bir kısmı Tisa ovasında bulunan karargâha geri dönmüştür. Geri kalan Mora ve Mizistre zeamet ve tımar sahipleri de Mizistre Sancağı Mutasarrıfı Mahmut Paşa nezaretinde kışı geçirmek üzere Anabolu kışlağına hareket etmişlerdir.

Pasova Kalesi’nin İşgali

Pasova kalesinde bulunan Hıristiyan Maynalılar kaleyi Venediklilere teslim etmek amacıyla ayaklanma çıkartmışlardır. Daha önce de Venediklilere bir heyet gönderip kaleyi işgal etmeleri için haber gönderdikleri bilinmekteydi. Bahar başlarında Vezir Musahip Mustafa Paşa, Pasova kalesini itaat altına almak için Anabolu kışlağından harekete geçmiştir. Osmanlı ordusunun Pasova kalesini 8 gün muhasara etmesiyle kale içindeki Maynalılar Venediklilerden yardım istemişlerdir. Venediklilerin, Maynalıların yardımına gelmesi ve kale içindeki diğer Hıristiyan ahalinin de Venediklilere katılmasıyla kalenin geri alınması imkansız bir hale gelmiştir. Venediklilerin kaleyi teslim almasıyla Osmanlı kuvvetleri de Guston ovasındaki karargâha çekilmişlerdir.[34] Zarnata, Kalamata ve Pasova kalelerinin sükûtunu Kelfa kalesi takip etmiştir. Venedikliler Kelfa kalesini de vire ile teslim almışlardır.

Kaleleri korumada yeterli gayreti gösteremediği için Vezir Musahip Mustafa Paşa görevinden azledilerek Boğazhisarı’nda (Çanakkale) bulunan Yenişehir muhafazasına tayin olunmuştur.[35] Mora seraskerliğine ise Mustafa Paşa’nın yanında bulunan Ispanakçı İsmail Paşa atanmıştır.

Maynalı Rumların da yardımlarıyla Zarnata, Kalamata, Pasova ve Kelfa kalelerini ele geçiren Venedikliler, Mayna bölgesindeki Osmanlı nüfuzunu ortadan kaldırmayı başarmışlardır. Bu bölgeyi Mora’da gerçekleştirecekleri yeni işgaller için güvenli bir yer haline getirdikten sonra Venedik donanması, Korfo Adası’na gitmek üzere bölgeden ayrılmıştır.

Navarin’in İşgali

Mayna bölgesinin işgalinden sonra General Morosini kumandasındaki Venedik gemileri Korfo adasına gelerek, daha sonra emniyetli bir üs olan Ayamavra Adası’na geçmişlerdir. Burada İsveçli Komutan Koenigsmark idaresindeki Alman birliklerini beklemeye başladılar. Koenigsmark geldikten sonra, Morosini harp meclisini toplayarak Mora üzerinde savaşa devam edilip edilmeyeceği konusunda yüksek rütbeli subayların görüşlerini aldı. Toplantı neticesinde Mora’daki savaşa devam edilmesi oybirliği ile kabul edilmiş ancak harekâtın İnebahtı’dan mı, Moton’dan mı, yoksa Navarin’den mi başlaması gerektiğine karar verilememişti. Nihayet Morosini harekâta Navarin’den başlanması için harp meclisini ikna etmiştir.[36] Bunun üzerine Venedikliler, 2 Haziran 1686’da, 70 kalyon, 50 çektiri ile 40 firkateden oluşan donanmaları ve mevcudu 20.000’i bulan askerleriyle Eski Navarin (Zonchio) önlerine gelmişlerdir. Venedik donanmasını kale önünde görünce korkuya kapılan kale halkı hiçbir mukavemet göstermeden Venediklilere teslim olmuştur.[37] Eski Navarin’i bu şekilde ele geçiren Venedikliler daha sonra “Derya Boğazı” denilen yerde askerlerini karaya çıkararak çadırlarını kurmuşlar burayı karargâh haline getirmişlerdir.[38] Savaş için tüm hazırlıklarını tamamlayan Venedik kuvvetleri, Sefer Paşa’nın muhafazasında olan Yeni Navarin’e ve kaleyi 17 gün top atışına tutarak muhasara etmişlerdir.

Mora seraskeri Vezir İsmail Paşa’nın 10.000 kişilik bir orduyla Sefer Paşa’nın yardımına geldiğini duyan Koenigsmark, İsmail Paşa’yla çarpışmak üzere muhasara hattından ayrılmıştır.[39] Koenigsmark ve Vezir Ispanakçı İsmail Paşa’nın kuvvetleri Yeni Navarin kalesi önünde karşı karşıya gelmişler ve yapılan savaş neticesinde serasker Vezir İsmail Paşa yenilerek çekilmek zorunda kalmıştır. Ispanakçı İsmail Paşa’nın yenilgisi üzerine kale halkı sabah kaleden ayrılmak şartıyla kaleyi Venediklilere teslim etmek zorunda kalmışlardır. Fakat kalenin teslim edildiği gece kale muhafızı Sefer Paşa’nın kundaklaması sonucu iç kalede yangın çıkmış, yangın sırasında ateş alan cephanelik barut deposunun patlamasına sebep olmuştur. Bu patlama sonucu kalenin bir bölümü havaya uçmuş, Muhafız Sefer Paşa da 20 adamıyla birlikte hayatını yitirmiştir.[40] Bu olay üzerine ertesi gün kaleye giren Venedikliler bütün mallarına el koydukları halkı kale dışına çıkarıp, kale içindeki sekiz köşeli camiyi de kiliseye çevirmişlerdir.

Moton’un İşgali

Navarin’in alınmasından sonra İsveçli Komutan Koenigsmark, bu kaleden 10 mil uzaklıkta bulunan Moton’u işgal etmek üzere karadan hareketle Moton önlerine gelmiştir. Venedikli kaptan Morosini de donanma ile Moton Kalesi[41] önündeki Yenişehir mahalline gelip demirlemiştir. Venedik donanmasının Moton önüne geldiğini haber alan IV. Mehmet, Vezir Divrikli Mehmet Paşa’yı Mora tarafına serasker tayin etmiş ve Mehmet Paşa Guston Ovası’nda bulunan orduya katılmıştır.

Morosini kale muhafızına haber göndererek kaleyi kan dökülmeden teslim etmesini bildirmiştir. Moton kumandanı böyle bir şeyi kabul edemeyeceğini belirtince, Venedikliler kaleye saldırıya geçmişlerdir. Bu saldırıya kalede bulunanlar yüz kadar topla cevap vermişlerdir. Düşman kuvvetlerinin saldırılarının en yoğun olduğu sırada Vezir Divrikli Mehmet Paşa Moton’a gelmiştir.

Moton önlerinde Koenigsmark idaresindeki Venedik ordusu ile karşılaşan Osmanlı kuvvetleri yenilerek Tisa’da bulunan karargaha çekilmiştir. Bu arada yardım için Moton’a gelmek üzere yola çıkan 2000 Mısır askerinin henüz Eğriboz önlerinde olması ve Osmanlı donanmasının da elverişsiz hava şartlarından dolayı gecikmesi üzerine 16 gündür Venedik kuşatması altında olan halk, Venediklilerin, kalenin vire ile teslim edilmesi halinde mal ve canlarına dokunulmayacağı ve eğer kaleden ayrılmak isteyen olursa onları da sağ salim istedikleri yere götüreceklerini taahhüt etmeleri üzerine bu teklifi kabul etmek zorunda kalmıştır.[42] Fakat Venedikliler sözlerinde durmayarak kale içine girdikten sonra halkın büyük bir kısmını katletmiş, bir kısmını da ellerindeki tüm malları alarak kale dışına çıkarmışlardır.[43]

Anabolu’nun İşgali

Moton’un işgalinden sonra Venedik kuvvetlerinin Anabolu’yu[44] muhasara edeceği haberleri üzerine Osmanlı ordusu Anabolu’ya yakın bir mesafede bulunan Tripoliçe kasabasında karargâh kurmuştur. Koenigsmark komutasındaki, 9500 piyade ve 200 süvariden oluşan Venedik kuvvetleri de Anabolu’nun 8 km. kuzeydoğusunda bulunan Argos limanında demir atarak Anabolu’nun karayla tek bağlantısı olan, Palamida dağı eteklerine yerleşmişlerdir.

Osmanlı kuvvetlerine komuta eden Vezir Şahin Mustafa Paşa’nın[45] emrinde ise 4000 süvari ve 3000 piyade bulunmaktaydı. Argos’ta karargah kuran Serasker Mustafa Paşa, Venediklilerle girdiği ilk çarpışmada 300 yeniçeriyi kaleye sokmayı başarmış fakat büyük kayıplar vererek püskürtülmüştür. Bu şiddetli çarpışma sırasında İsveçli kumandan Koenigsmark’ın yeğenin de aralarında bulunduğu bir çok üst rütbeli Venedik subayı hayatını yitirmiştir (7 Ağustos1686).[46]

Kumandan Koenigsmark’ın yardım çağrısı üzerine Venedik Başkumandanı Françesko Morosini bütün kuvvetlerini karaya sevk etmiş ve bu suretle Venedikliler, Osmanlı ordusunu yenilgiye uğrattı. Bu durum karşısında vezir Şahin Mustafa Paşa çekilmek zorunda kaldı. Osmanlı ordusunun çekilmesini fırsat bilen Anabolu kalesi Kumandanı Rum Hasan Paşa,[47] kaleyi Venediklilere teslim etmiştir. Anabolu’nun düşman eline geçtiği haberi 11 Eylül 1686 tarihinde İstanbul’a ulaşmıştır.

Venedikliler Anabolu’yu ele geçirdikten sonra kale içinde bulunan Yahudilerin ve Magriplilerin mallarına ve canlarına zarar vermeyerek Tedenos’a gitmelerine izin vermişlerdir. Koenigsmark ve Morosini gösterdikleri başarıdan dolayı Venedik Senetosu tarafından ödüllendirilerek, İsveçli kumandan Koenigsmark’a 6000 duka altın değerinde olan bir vazo hediye edilmiştir. Morosini, ise Avrupa’da eşine az rastlanır bir şekilde ödüllendirilerek kendisinden sonra ailenin büyük oğluna geçmek ve evin reisinde devamlı kalmak şartıyla şövalye unvanıyla şereflendirildi.

Gördös, Patras ve İnebahtı’nın İşgali

Vezir Şahin Mustafa Paşa’nın Anabolu’da Venediklilere yenilmesi görevden alınmasına sebep olmuştur. Şahin Mustafa Paşa’nın Mora’dan alınarak Narda muhafazasına tayin edilmesiyle yerine yeniden vezir İsmail Paşa Mora seraskeri olarak atanmıştır. Ancak üst üste yapılan serasker değişikliği, Mora’daki kötü gidişe bir son verememiş, nitekim Vezir İsmail Paşa da Venediklilerin eline geçen toprakları geri alamaması sonucunda bu görevinden alınarak Selânik muhafazasına tayin olunmuştur.

Venediklilerin Patras ve Mora Kastellerine saldıracağı haberi duyulunca Mora’ya kimin serasker olacağı konusu gündeme gelmiştir. Daha önce görevden azlolunup Narda muhafazasına tayin edilen Vezir Şahin Mustafa Paşa’ya yeniden Mora seraskerliği teklif edilmiş ancak Mustafa Paşa’nın bu teklifi kabul etmemesi üzerine Mora Seraskerliği Vezir Divrikli Mehmet Paşa’ya teklif olunmuş ve IV. Mehmet Şatırbaşı Aşçı Mehmet Ağa ile kılıç ve kaftan göndererek Vezir Divrikli Mehmet Paşa’yı Mora seraskeri olarak atamıştır (17 Ekim 1686).[48]

Mora’nın güneyini ele geçiren Venedikliler, ilk olarak işgal etmeyi plânladıkları fakat daha sonra vazgeçmek zorunda kaldıkları bölge olan Kuzey Mora’ya yönelmişlerdir. Ancak burası kolay kolay ele geçirebilecekleri bir yer değildi. Kuzey Mora’yı ele geçirebilmeleri için ilk iş olarak Rumeli ve Anadolu kastelleri[49] tarafından korunan Patras’ı (Balyabadra) almaları gerekiyordu.[50]

Güney Mora’yı Venedik topraklarına katan Morosini, Temmuz ayında Patras’ı ele geçirmek üzere donanmasıyla birlikte denize açılmıştır. Yanında bulunan İsveçli Kumandan Koenigsmark’ı da, Mora’ya gelecek Osmanlı yardımını engellemesi için Gördös ve Çanakkale Boğazlarını kuşatmak üzere görevlendirmiştir.[51] Morosini bütün kuvvetlerini karaya çıkararak Kastellere taarruza başlamış, Mora serdarı Vezir Divrikli Mehmet Paşa ise emrindeki 3000 asker ile mukavemet göstermiştir.[52]

Venedikliler ilk önce Rumeli Kasteli’ne saldırmışlar ve bütün çabalara rağmen Rumeli Kasteli’nin sükûtu engellenememiştir. Bunu Anadolu Kasteli’nin işgali takip etmiş ve Kasteller Bölgesi’nin Venedikliler tarafından işgal edildiği haberi Ağustos 1687’de İstanbul’a ulaşmıştır.[53] Kastellerin alınmasıyla Venedikliler Patras’ın girişindeki en zor bölgeyi ele geçirmiş oldular. Ayrıca Kumandan Koenigsmark’ın da Gördös’ü zapt etmesi üzerine harekâtın yönü doğal olarak Patras’a çevrilmişti. İnebahtı Körfezi’nin güvenliğini sağlayan Patras şehri çok müstahkem olmasına karşın Venediklilerin top atışlarına yenik düşmüştü. Patras’ın alınmasıyla İnebahtı’ya bir adım daha yaklaşan Venedikliler, Rion Boğazı’nı geçtikten sonra İnebahtı’ya ulaştılar.

İnebahtı’nın etrafı teras şeklinde üçlü tabyalarla çevriliydi. Venedikliler bu tabyalara top atışına başladılar. Taarruzlar karşısında muhasara altındaki kale halkının yapacak bir şeyi kalmamıştı. Ancak hisarı havaya uçurarak dışarıya çıkıp canlarını kurtardılar. Böylece İnebahtı da hiçbir mukavemet gösteremeden Venediklilere teslim oldu.[54]

Atina’nın İşgali

Mora’nın kuzeyinde bulunan Patras, İnebahtı ve Gördös’ü ele geçirdikten sonra Venediklilerin önünde hiçbir engel kalmamıştı. Zaten bölgede Venediklilerin saldırılarına karşı koyacak bir Osmanlı kuvveti de yoktu. Gördös’ün elden çıkmasıyla vezir Divrikli Mehmet Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu buradan hareketle İstefe’de bulunan karargâha çekilmişti. Bunu fırsat bilen Venedikliler, Mora yarımadasında ele geçiremedikleri tek kale olan Benefşe’nin işgalini sonraya bırakarak, Atina’ya sefer için harekete geçmişlerdir. Venedik Başkumandanı Françesko Morosini, emrindeki askerlerle İnabahtı’dan çıkarak Yunanistan taraflarına gelmiş ve burada bir çok kaleyi ele geçirmiştir. Aynı anda, daha önce Gördös’ü muhasara etmek için o bölgede olan İsveçli Kumandan Koenigsmark’da Atina’yı kuşatma altına almıştır. Venedik topçu kuvvetlerinin kumandanlığını ise Daniel Delvino üstlenmiştir. İstefe (Teb) karargâhında bulunan Serasker Vezir Divrikli Mehmet Paşa Atina’yı savunmak üzere gelmiş ancak başarılı olamamıştır. Venedikliler altı gün süren muhasaradan sonra Atina şehrini topa tutmuşlar[55] ve birkaç saat içerisinde Atina’yı ele geçirmişlerdir (28 Eylül 1687).[56]

Canlarını kurtarmak isteyen Atinalıların bir kısmı Kolori adasına kaçmıştır. Ancak geriye döndüklerinde arkalarında bıraktıkları mallarından hiçbir şeyin kalmadığını görerek durumu Osmanlı Devleti’ne bildirmişlerdir. Osmanlı Hükümeti de dönemin Mora yöneticileri olan Halil ve İbrahim Paşalara hüküm göndererek olay hakkında malûmat vermelerini ve gerçekten böyle bir durum söz konusu ise halkı eski konuma getirmelerini belirtmiştir.[57]

Venedik Başkumandanı Morosini ise Mora’da gösterdiği üstün başarıdan ve kazandığı parlak zaferlerinden ötürü Venedik Senatosu tarafından ödüllendirilmiştir.[58]

Atina’nın elden çıkmasıyla Orta Yunanistan ve Ege sahilleri tehlike altına girmiştir. Venediklilerle yapılan savaşın gidişatı artık tamamen savunmaya dönüşmüş, bundan sonra Venediklilerin Teselya ve Mora’ya yakın sahillerde ilerlemesini durdurmak amacıyla Mora’daki Osmanlı idaresinde yeni düzenlemelere gidilmiştir. Bu doğrultuda, tüm gayretlerine rağmen Venediklilere karşı bir başarı sağlayamayan Divrikli Mehmet Paşa Mora muhafazasından azledilerek yerine Şam Trablusu’ndan mazul Arnavut Koca Halil Paşa Mora seraskerliğine atanmıştır (1 Ocak 1688).[59]

Benefşe’nin İşgali

Venedikliler Atina’yı ele geçirdikten sonra yarım bıraktıkları işgali tamamlamak üzere Mora’ya dönmüşler ve yarımadada Osmanlı idaresindeki tek kale olan Benefşe’ye[60] saldırı hazırlıklarına başlamışlardır. 1689 yılının sonlarında karadan ve denizden Benefşe’yi muhasara altına aldıkları gibi kalenin zahiresine de el koymuşlardır. Kale halkı bir müddet kendi imkanlarıyla muhasaraya karşı koymaya çalışmış ancak yiyecek sıkıntısının baş göstermesi üzerine İstanbul’dan yardım talep etmek zorunda kalmıştır. Bunun üzerine 4.000 kile buğday, 10 kıta miri kalyona yüklenerek, 2 çektiri yedeklenen 2 Cezayir kalyonunun eşliğinde Akdeniz’e açılmıştır.[61]

26 Şubat 1690 tarihinde Benefşe önlerine gelen gemiler taşıdıkları zahireyi kıyıya götürmek üzere kayıklara yükledikleri sırada, savaş bayraklarını açmış olan Kaptan Petro adlı 50 toplu ve Kaptan Agustin adlı 60 toplu iki Venedik kalyonuyla karşılaşmışlardır. Bu durumda zahire tekrar kalyonlara yüklenerek savaş durumu alınmıştır. Venediklilerin Osmanlı kalyonlarına taarruza başlamasıyla Osmanlılar da karşı saldırıya geçmiştir. Tam bu sırada Venedik kalyonundan atılan toplar yüzünden Osmanlı kalyonunda çıkan yangın sebebiyle birçok Osmanlı ve Venedik askeri ölmüş, bazı kalyon kaptanları da Venediklilere esir düşmüştür. Ancak Venediklilerin Eski Benefşe’de ve Anabolu’da bulunan 8 kalyon, 10 çektiri ve mavna ile Osmanlı kalyonları üzerine saldıracağı haberinin alınması üzerine, kaleye zahire nakletme fikrinden vazgeçilmiş, Venediklilerden kurtarılan zahire Rodos’a bırakılarak İstanbul’a dönülmüştür. Osmanlı donanmasının çekilmesini fırsat bilen Venedikliler kaleyi tekrar muhasara etmesi üzerine halk kaleyi vire ile teslim etmek zorunda kalmıştır. Venedikliler kaleyi alır almaz Müslüman halkın tümünü Hanya kalesine sürmüşlerdir.

Venedik İşgalinden Sonra Mora Yarımadasının Durumu

Venedikliler Mora’yı işgal ettikten hemen sonra yarımadada kendi idarelerinin tesis etmek ve tam bir hakimiyet kurmak üzere Romanya, Lakonya, Mezonya ve Ahiya olmak üzere yarımadada dört idari bölge oluşturmuşlardır.[62] Bundan sonra Mora’nın kilit bölgesi diye adlandırılan kuzey tarafındaki Gördös’ü tahkim ederek kalenin varoşunda yeni bir kale inşa etmişlerdir. Ayrıca Mora’nın güvenliği açısından Hexamilion surlarını da tamir etmişlerdir.

Mora yarımadasının Venedik anakarasından uzakta olması ve ayrıca Bosna ve Arnavutluk cephelerinde de Osmanlı Devleti ile savaş halinde olmaları, Venediklilerin bölgede az sayıda asker bulundurmalarına yol açmıştır. Budan dolayı pek çok kez Mayna bölgesi Rumlarından da yardım almışlardır. Venedikliler Mora yarımadasındaki mevcut askerlerinin büyük bir kısmını Hanya, Eğriboz ve Sakız adalarının zaptı için bölgeden götürünce, Mora’da bir idari boşluk oluşmuştur. Bunun üzerine Mora’da Venediklilerden boşalan yerleri geri almak için Osmanlı kuvvetleri harekete geçerek Gördös, İnebahtı ve Anabolu’da başarılar elde etmişlerdir.[63]

Venediklilerin (1699) Karlofça Antlaşması’na kadar Mora’da tam bir hakimiyet kuramamaları, yarımadada asayişsizliğe neden olmuş, bundan dolayı Mora’da Rum eşkıyalar türemiştir. Venedik yönetiminden destek alan bu eşkıyalar, Müslüman halkın emlâk ve arazilerine saldırmışlar, bu baskı ve zulme daha fazla dayanamayan halk ise Mora’ya yakın Ege adalarına göç etmek zorunda kalmıştır. İşgalden sonra Venediklilerin Mora halkının çoğunluğunu oluşturan Ortodoks Rumlara Katolik mezhebini zorla kabul ettirmeye çalışmaları, Rumların bir kısmının Müslüman halkla birlikte Ege adaları ve Batı Anadolu sahillerine göç etmesine neden olmuştur.[64] Osmanlı yönetimi, Mora’da Venediklilerle Rumları karşı karşıya getirmek amacıyla 20 senedir Galata zindanında hapis olan Maynalı Rum beylerinden Limbraki’yi (Libarius Geratschari) hapisten çıkartarak, kendisine tuğ ve alem vermek suretiyle Mora beyliğine atayıp Serasker Koca Halil Paşa’nın emrine göndermiştir.[65] Ayrıca Mayna Bey’i Limbraki’ye de bir ferman gönderilerek gereken hassasiyeti göstermesi istenmiştir.[66]

Osmanlı Devleti, kendisine karşı oluşturulan Kutsal İttifak karşısında birkaç cephede savaşmak zorunda kalmış ve bu durum asker ve mühimmat yönünden sıkıntıya düşmesine neden olmuştur. Pek çok cephede olduğu gibi Mora’da da Venediklilerin ilerleyişini durduramamışlardır.

Mora’nın Venedikliler tarafından işgali burada yaşayan Müslüman halkın da sefaletine neden olmuştur. Venedik işgali sonrası ortaya çıkan çeteler, Müslüman halka zulüm etmeye başlamışlardır. Venediklilerin zulmünden bazı Rumlar da yerlerini terk ederek Müslümanlarla birlikte Ege adalarına göç etmek zorunda kalmışlardır.

Venediklilerin ilerleyişine karşı Osmanlı kuvvetleri kısmi başarılar elde etmekle beraber sonuçta Mora’nın tamamının elden çıkması engellenememiştir. Bu işgal Karlofça Antlaşması ile Osmanlı Devleti tarafından resmen tanınmıştır. Mora 1715’te tekrar Osmanlı Devleti tarafından geri alınmıştır.

Hacer ÇELEBİ

Trakya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 9 Sayfa: 773-782


Dipnotlar :
[1] Mora, Orta ve Yeni Çağlarda Yunanistan’ın güneyindeki Peloponnes yarımadasına verilen isimdir. Bu yüzyıllarda batı kaynaklarında özellikle Latin ve İtalyan kaynaklarında Amorea, Amoree, La Morea ve Fransızca olarak da La Moree ismi verilmiştir. İslam kaynaklarında ise Lamureya, Lamoreya, Almora, al-Mora, Moria, Mora ve Moreh olup bunlardan ilk beş kullanım Araplara ait olup, son ikisi ise Türk kaynaklarında geçmektedir (Nikos A. Bees, “Mora”, İslam Ansiklopedisi (İ. A. )., C. VIII, İstanbul 1979, s. 413). XVII. yüzyılda Mora eyaletinin Mizistre, Ayamavra, Gördös, Koron, Mayna ve Anabolu olmak üzere altı sancağı bulunmaktaydı (Ayn Ali Efendi, Kavanin-i Al-i Osman der hülâsa- i Mezâmin-i Defter-i Divan, Önsöz: M. Tayyib Gökbilgin, İstanbul 1979, s. 11).
[2] Venedikli gemicilerin takip ettiği Venedik-İstanbul ticaret güzergâhı Adriyatik’ten başlıyor, buradan Raguza ve Zanta yoluyla Mora’daki Koron ve Moton limanlarına uğrayarak Ege adalarına uzanıp (Sisam, Sakız, Midilli ve Limni) Çanakkale önündeki Tenedos adasından İstanbul’a geliyorlardı (Robert Mantran, “ XVII. Yüzyılın İkinci Yarısında Doğu Akdeniz’de Ticaret, Deniz Korsanlığı ve Gemiler Kafileleri”, Belleten., LII/203, Ağustos 1988, s. 688).
[3] Şerafettin Turan, Türkiye İtalya İlişkileri Selçuklulardan Bizans’ın Sona Erişine I, İstanbul 1990, s. 31-35.
[4] Şerafettin Turan, a.g.e., s 269-276.
[5] Selânik, Venediklilerin buğday ihracatı yaptığı en önemli limanlardan biriydi. Ayrıca büyük nüfus yoğunluğuna sahip olması bakımından Venedikli tüccarların yalnız mal almak için değil mal satmak için de geldikleri bir merkezdi (bkz. Şerafettin Turan, a.g.e., s. 299). Ayrıca konu hakkında bkz: Melek Delilbaşı, “Selânik’in Venedik İdaresine Geçmesi ve Osmanlı Venedik Savaşı (1423¬1430), Belleten, XL/160, Ekim 1976, s. 573-588.
[6] Fatih’in Mora seferine çıkışının asıl amacı, stratejik öneme sahip olan bu bölgeyi İtalya’ya yapacağı muhtemel bir sefer esnasında üs olarak kullanmak istemesidir (bkz. Kritovulos, Tarih-i Sultan Mehmed Han-ı Sâni, Karolidi Tercümesi, İstanbul, 1328, s. 115.
[7] İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. II, Ankara 1988, s. 223.
[8] Osmanlı-Venedik arasındaki bu anlaşmanın ayrıntıları için bkz. Mahmut H. Şakiroğlu, “1521 Tarihli Osmanlı-Venedik Anlaşmasının Aslî Metni”, TED, S. XII, İstanbul 1982, s. 387-403.
[9] İ. Hakkı Uzunçarşılı, a.g.e, C. II, s. 380.
[10] Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi 1300-1600, C. I, İstanbul 2000, s. 426-427.
[11] Alberto Tenenti, “Venezia e i Corsari=Venedik ve Korsanlar”, (çev. Şerafeddin Turan), Belleten, XXXI/124, Ankara 1967, s. 668.
[12] Robert Mantran, a.g.m., s. 687.
[13] Venediklilerin iddiasına göre bu olayın farklı boyutları vardı şöyle ki; belirtilen malların gümrükten kaçak olarak geçirilen mallar olmadığı, Kara Mustafa Paşa tarafından zorla alıkonulduğu bildirilmektedir. Kara Mustafa Paşa’nın emriyle, 10 kıta Venedik kalyonunun 4000 keselik ticarî yükü cebren emanete alınarak Kurşunlu Mahzen’e konulmuştur. Bir gece yarısı hiç kimsenin haberi olmadan mahzen açılıp kısa bir müddet içinde mallar taşınmış ve mahzen bir kundaklama sonucu yakılarak, olay kazara diye örtbas edilmeye çalışılmıştır. Bu yangının kasten yapıldığı daha sonra yavaş yavaş ortaya çıkarak Venedikliler tarafından duyulmuştur (Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Zübde- i Vekayiat Tahlil ve Metin (1066-1116/1656-1704), Haz. Abdülkadir Özcan, Ankara 1995, s. 164).
[14] Sadrazam İbrahim Paşa Osmanlı Devleti’ne karşı bir cephe daha açılmasını önlemek üzere, Venediklilerle anlaşma yoluna gitmeye çalışmış, müsadere edilen mallarının tazmin edileceği garantisini vermiştir. Ancak bu Venedik tarafını ikna etmemiştir (bkz: Dimitri Kantemir, Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükseliş ve Çöküş Tarihi, C. II, İstanbul 1999, s. 645-648).
[15] Venedikliler daha önce de Adriyatik’te bulunan Türk ticaret gemilerine saldırılarda bulunmuşlardır. Fakat bu sıralarda Avusturya ile savaş halinde olunduğundan Venediklilere verilmesi gereken cevabın Viyana muhasarası sonrasına bırakılması uygun görülmüştür. (Tarih-i Raşid, C. I, s. 426).
[16] Zübde-i Vekayiat, s. 164.
[17] Silahdâr Fındıklılı Mehmet Ağa, Silahdâr Tarihi, C. II, İstanbul 1928, s. 131.
[18] Lefkade adasının merkezi olan Ayamavra, 1449’da Fatih Sultan Mehmet zamanında Gedik Ahmet Paşa tarafından ele geçirilmiş ve Venedik işgaline kadar Karlı-ili Sancağına bağlı bir kaza olarak kalmıştır (Bkz. Machiel Kiel, “Ayamavra” DİA, C. IV, s. 194-195).
[19] Zübde-i Vekayiat, s. 164.
[20] Serasker Şahin Mustafa Paşa, zor durumda olduklarını elinde sadece 3000 adamı olduğunu, top, cephane ve mühimmat kalmadığını, düşman kuvvetlerinin ise kendilerinden sayıca fazla olduğunu, acele yardım gönderilmezse bu şekilde savaşa devam edemeyeceğini bildiren arz-ı hali rikab-ı hümayuna göndermiştir (Silahdâr Tarihi, C. II, s. 135).
[21] Silahdâr Tarihi, C. II, s. 218.
[22] Harp mıntıkasında bulunan bütün halkın cenge sürülmesi (M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. II, İstanbul 1983, s. 1983).
[23] İsâ-zâde Târîhi (Metin ve Tahlîl), nşr Ziya Yılmazer, İstanbul 1996, s. 192.
[24] Silahdâr Tarihi, C. II, s. 219.
[25] İsâ-zâde Târîhi, s. 195.
[26] Raşit Tarihi, C. I, s. 466.
[27] İ. Hakkı Uzunçarşılı, a.g.e., C. III/I, s. 479.
[28] Raşit Tarihi, C. I, s. 467.
[29] J. V. Hammer, Osmanlı Tarihi, (yay. haz. Mümin Çevik-Erol Kılıç), C. VI, İstanbul 1996, s. 443.
[30] Hammer, a.g.e., C. VI, s. 444.
[31] Zübde-i Vekayiat, s. 206.
[32] Hammer, a.g.e., C. VI, s. 444.
[33] Zübde-i Vekayiat, s. 198.
[34] Zübde-i Vekayiat, s. 206.
[35] Ancak Silahdar Tarihi’nde Serasker Vezir Mustafa Paşa’nın hastalandığı, seferin sıkıntısına dayanamayıp günden güne rahatsızlığının artması sebebiyle seferden alınarak Boğazhisarı’na gönderildiği belirtilmiştir (Silahdâr Tarihi, C. II, s. 242.).
[36] Hammer, a.g.e., C. VI, s. 446.
[37] Dimitri Kantemir, a.g.e., C. II, s. 686-687.
[38] Silahdâr Tarihi, C. II, s. 241-242.
[39] Koenigsmark’ın idare ettiği Venedik ordusunun öncü birlikleri Dalmaçyalılar ve Avrupa’nın çeşitli yerlerinden gelen gönüllülerden oluşuyordu. Ortadaki merkez kuvvetlerini ise Milano ve Malta birlikleri oluşturuyordu. Prens Maximilien kumandasındaki sayıları 4000’i bulan Saksonyalı birlikler de artcı kuvvetleri oluşturmaktaydı (Hammer, a.g.e., C. VI, s. 446).
[40] Silahdâr Tarihi, C. II, s. 242.
[41] Moton Doğu Akdeniz ticaret yolu üzerinde önemli bir liman şehridir. Moton Kalesi ise Venedikliler tarafından inşa edilmiş olan sarp bir kaledir. Etrafı iki kat hendekle çevrilidir. Sultan II. Beyazıd zamanında fethedilmiştir. Şehrin en büyük limanı ise Osmanlı döneminde inşa edilmiş olan ve Avrupalıların Porto Longo (Uzun Liman) ismini verdikleri limandır (bkz. Pîrî Reis, Kitab-ı Bahriye, İstanbul 1935, s. 302).
[42] Donanmanın başında olan Kaptan Mısırlızâde Hasan Paşa, 5 kalyonla Moton imdadına geldiği sırada Finike kıyılarında iken fırtına kopmuş ve bir kalyonun batmasıyla 600 levend hayatını yitirmişti (Silahdâr Tarihi, C. II, s. 223).
[43] Zübde-i Vekâiyat, s. 478.
[44] Anabolu, Venedikliler tarafından kurulmuş bir liman şehridir. Batılı kaynaklarda Napoli di Romanya ismiyle anılmaktadır. Limanın önünde kaleye 20 mil uzaklıkta Kavsantancilo adası vardır. Bu adaya Anabolu Kalesi’ni korumak için yerleştirilmiş büyük toplar mevcuttur (bkz. Pîrî Reis, a.g.e., s. 288). Anabolu hakkında ayrıca bkz. Nejat Göyünç, “XVIII. Yüzyılda Türk İdaresinde Nauplia (Anabolu) ve Yapıları”, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’ya Armağan, Ankara 1976, s. 461-485.
[45] Vezir Şahin Mustafa Paşa selefi Vezir İsmail Paşa’nın Navarin’in sükûtuna mani olamamasından dolayı görevinden azledilmesi üzerine Tırhala sancağından 30 yük haslarından başka sefer masrafı da dahil olmak üzere Halep mahsulü gelirinden 30 yük akçe daha verilmek suretiyle Mora serdarı tayin olunmuştur (Tarih-i Raşid, C. I, s. 486.).
[46] Hammer, a.g.e., C. VI, s. 446.
[47] Osmanlı deniz ümerasından olup aslen Rum olan Hasan Paşa, Venediklilerin Anabolu’yu işgalinden sonra eski dini olan Hıristiyanlığa geçerek kaleyi Vendiklilere teslim etmiştir (Silahdâr Tarihi, C. II, s. 245).
[48] Silahdâr Tarihi, C. II, s. 260.
[49] II. Bayezid, İnebahtı’nın fethini müteakib, körfezin emniyetini sağlamak ve burayı askeri bir üs haline getirmek için körfezin girişine karşılıklı olarak iki kale inşa ettirmişti. Rumeli Kasteli’ni Anadolu askeri, Mora Kasteli’ni ise Rumeli askerleri tarafından 18 günde yapılmıştır. İnebahtı’nın güvenliğini sağlamak için iki kaleyede büyük toplar yerleştirilmiştir (Bkz. Pîrî Reis a.g.e., s. 313; M. Cavid Baysun, “Lepanto” İ.A., s. 35).
[50] Adriyatik’ten Yunanistan’a girişi sağlayan ilk liman olmasından dolayı stratejik bakımdan önemli olan Patras şehri, uç bir karakol olmaktan ziyade askerî bir üs olarak kullanılmıştır. Patras’ın (Balyabadra) ilk fethi Fatih zamanındadır. Daha sonra Venedik istilâsına uğramıştır. II. Bayezid tarafından Moton ve Koron kaleleri fethedildiği sırada Patras da Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Kalesi etrafında 1500 adımlık bir hendek bulunmaktadır. çevresi ise 1054 adımdır. Güneye bakan üç kat demirden yapılmış kapısı vardır. Kale içinde cephanelik, zahire ambarı ve balyemez toplar yerleştirilmiş gayet müstahkem bir kaledir (Bkz. Machiel Kiel, “Balyabadra”, DİA, C. V, s. 42; Evliya Çelebi, Seyahatname, C. VIII, s. 169-170).
[51] Hammer, a.g.e., C. VI, s. 448.
[52] Silahdâr Tarihi, C. II, s. 272.
[53] Zübde-i Vekayiat, s. 232.
[54] Hammer, a.g.e., C. VI, s. 448.
[55] Atina şehri eski Yunan Medeniyeti’nin merkezi olduğu için sayısız tarihi eserle doluydu. Venediklilerin şehri topa tutmalarıyla bir çok tarihi eser tahrip oldu. Bunlardan biri de M.Ö. Yunanlılar tarafından yapılmış olan Panteon Tapınağı’ydı. (İ. Hakkı Uzunçarşılı, a.g.e., C. III/I, s. 481).
[56] Hammer, a.g.e., C. VI, s. 448-449.
[57] Mora Seraskeri Halil Paşa ve Eğriboz Muhafızı İbrahim Paşa’ya gönderilen Evail-i R. 1100 (Ocak 1689) tarihli hüküm: BA, MD, XCVI11, 93/292.
[58] Kumandan Morosini’nin büstünün Venedik Doçlarının büstlerinin bulunduğu salona konulmasına bir yazı ile karar verilmiştir. Bu yazıda Françesko Morosini “Peloponnes Kahramanı” olarak zikredilmektedir (Hammer, a.g.e, C. VI, s. 449).
[59] Selefi Divrikli Mehmet Paşa ve Narda Muhafızı Vezir Şahin Mustafa Paşa ile birkaç mir-i miran da emrine verildi. Ayrıca masrafları için levazım-ı miriden 500 kese akça verilerek Eğriboz muhafazası için görevlendirildi Silahtar Tarihi, C. III, s. 313).
[60] Benefşe burnu aşağı Mora vilayetinde büyük  bir dağın denize olan uzantısıdır. Rumlar buraya “Menevşe”den galat olmak üzere “Menevişe” ismini vermişlerdir. Avrupalılar ise “Mervizane” demişlerdir. Rodos ve Sakız’dan İstanbul’a giden gemilerin uğrak yeridir (bkz. Pîrî Reis, a.g.e., s. 293).
[61] Silahdar Tarihi, s. 500.
[62] Romanya bölgesinin başkenti Anabolu; Lakonya, bölgesinin başkenti Benefşe; Mezonya bölgesinin başkenti Navarin ve Ahiya, bölgesinin başkenti Patras olarak belirlenmiştir (Yaşar Yücel-Ali Sevim, Türkiye Tarihi, Ankara 1991, s. 192; İ. Hakkı Uzunçarşılı, a.g.e., III/I, s. 480).
[63] Venediklilerden hâli olan yerlerin geri alınması için Mora Seraskeri Halil Paşa’ya gönderilen Evasıt-ı M. 1104 (Eylül 1692) tarihli hüküm: BA, MD, CIV, 80/357. Ayrıca bkz. Yörük Hakimi Hasan Paşa’ya gönderilen Evail-i Z. 1104 (Ağustos 1693) tarihli hüküm: BA, MD, CIV, 70/306.
[64] Venedik idaresinden memnun olmayan Rum halkın bir kısmı Venedik istilâsından sonra Müslüman halkla birlikte Ege adaları ve Batı Anadolu sahillerine göç etmişlerdi (Feridun M. Emecen, “Osmanlı Siyasi Tarihi, Kuruluştan Küçük Kaynarcaya” Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi. I, İstanbul 1994, s. 58. ).
[65] İ. Hakkı Uzunçarşılı, a.g.e., C. III/I, s. 540.
[66] Mayna Bey’i Limbraki’ye gönderilen Evail-ı Ra. 1106 (Ekim 1694) tarihli hüküm: BA, MD, CV, 19/47.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.