Onyedinci ve Onsekizinci yüzyıllardaki Osmanlı medrese mimarisi genel konjonktür içerisinde geleneksel tasarımların Sinan sonrası değişen sosyal, ekonomik ve kültürel etmenlerle yeni alt tiplerin denendiği bir dönemi ifade etmektedir. Geçmiş deneyimlerle yeni bir sentezin oluşturulduğu Osmanlı medreseleri, genel olarak dikdörtgen bir avlu etrafında yer alan medrese hücreleri, revak ve dersaneden oluşan düzenlemelerdir. Osmanlı medreselerinin temel bileşenleri olan bu unsurlar, Beyliğin kurulduğu XIV. yüzyıldan XVIII. yüzyıl sonuna kadar değişik çözümlemelerle denenmiş bir üslup birliği göstermektedir.
Medreselerin Topografya ve Külliye İçerisindeki Konumları
Erken Osmanlı döneminden itibaren külliyenin bir parçası ya da bağımsız olarak yaptırılan medreseler, XVII. ve XVIII. yüzyılda değişen külliye anlayışı içerisinde ve yine bağımsız olarak tasarlanmışlardır. XVII. yüzyılda ortaya çıkan küçük külliyeler ya da medrese merkezli külliyeler olarak isimlendirilen külliye şeması, XVIII. yüzyılda da benimsenerek uygulanmıştır. Bu külliyelerde, İstanbul Kuyucu Murat Paşa (1606-1611) ve İstanbul Ekmekçizade Ahmet Paşa (1618’den az önce) Medreselerinde dersane-mescit, türbe ve sebil ile oluşturulan kompozisyon üzerinde durulduğu gibi, İstanbul Köprülü Mehmet Paşa (1661), İstanbul Merzifonlu Kara Mustafa Paşa (1681-1690), İstanbul Amcazade Hüseyin Paşa (1700), Aydın Nasuh Paşa (1708), İstanbul Damat İbrahim Paşa (1719-1720), İstanbul I. Abdülhamit (1780) Külliyelerinde yine odak noktası medrese olan dersane-mescit, türbe, kütüphane, mektep, sebil, çeşme, dükkan gibi değişik fonksiyonlu yapıların araziye serbest olarak yerleştirildiği düzenlemeler de sıkça uygulanmıştır.[1]
Ayrıca bu dönemde caminin merkez alındığı geometrik düzen uygulamalı külliye anlayışı değişime uğrayarak devam etmiştir. Klasik dönemden farklı olarak yapıların yerleştirilmesinde uygulanan geometrik düzen ve dik açıların bozulduğu, serbest düzende arazinin topografyasına uygun değişik fonksiyonlu yapıların oluşturduğu şemalar benimsenmiştir.[2] Antalya/Elmalı Ömer Paşa (1610) İstanbul Sultan Ahmet (1619), İstanbul Çinili (1640), İstanbul Çorlulu Ali Paşa (1708), Nevşehir Damat İbrahim Paşa (1727), Urfa Rızvaniye (1737), İstanbul Nur-u Osmaniye (1755), Aydın Cihanoğlu (1756) Külliyeleri bu grubu yansıtan örneklerdendir.
XVII. ve XVIII. yüzyılda medreseler, külliye şemalarının dışında bağımsız olarak da yapılmıştır. İzmir/Birgi Darülhadis (1657), Samsun/Vezirköprü Fazıl Ahmet Paşa (1661-1676), Hakkari Meydan (1700), İstanbul Cedit Mehmet Efendi (1705), İstanbul Kaba Halil Efendi (1767) Medreseleri bunlardan bazılarıdır.
Plan ve Mimari Özellikleri
Osmanlı mimarisinde medreseler, külliyenin bir parçası veya bağımsız olsa da şemanın uygulanması açısından bir fark gözetilmemiştir. XVII. ve XVIII. yüzyılda medreselerin şemasını belirleyen üç temel unsur avlu, hücre dizilişi ve dersane ilişkisinde geleneksel özellikler ve biçimsel kaygıların dikkate alındığı tasarımlar söz konusudur. Bu tasarımlar; 1) U plan, 2) L plan, 3) Dikdörtgen plan, 4) Tek sıra hücrelerden oluşan plan, 5) Karşılıklı iki sıra hücrelerden oluşan plan, 6) İki katlı karşılıklı hücrelerden oluşan plan, 7) Belirli bir şemaya girmeyen uygulamalardır.[3]
Bu dönemde bir avlu etrafında üç kol üzerine yerleştirilen hücre ve dersane ilişkisine göre değişen alt gruplarla incelenen U şemasında geleneksel biçimlerin devam ettiği görülmektedir. Antalya/Elmalı Ömer Paşa (Resim 1), Erzurum Kurşunlu (1700), Kastamonu Münire (1746) medreseleri, cami ile ortak bir avlu etrafında şekillenmiş U şemalı medrese tipinde, İstanbul Bayram Paşa (1635) (Resim 2), Urfa Rızvaniye, Diyarbakır/Çermik Çeteci Abdullah Paşa (1757) medreselerinde dersane simetri ekseni üzerinde hücreler arasında, İstanbul Ankaravi Mehmet Efendi Medresesinde (1707) dersane U’nun açık olan kısmında simetri ekseni üzerinde, İstanbul Cedit Abdürrahim Efendi (1753’ten önce), Urfa Nakipzade (1781) Medreselerinde dersane U’nun yan kollarında, İstanbul Cedit Mehmet Efendi Medresesinde dersane U’nun yan kollarından birinin ucuna birleşerek U şemasında daha önce denenen tiplerin XVII. ve XVIII. yüzyıllardaki görüntüsü yansıtılmıştır.[4]
XVII. yüzyıl başlarında medrese-türbe-sebil üçlüsü, değişen külliye anlayışında üzerinde durulan mimari bir kompozisyon oluştururlar. İstanbul Ekmekçizade Ahmet Paşa U şemalı Medresesinde, dersane-mescit ikinci bir kütle olan türbe ile yanyana getirilerek U’nun açık olan kısmına yerleştirilmiştir.[5] (Resim 3). U şemasının bir alt kolu olarak geliştirilen bu şema, XVII. yüzyılın çözümlemelerinden biridir.
U şemasının alt tiplerinde İstanbul Amcazade Hüseyin Paşa Medresesinde dersane-mescitin hücrelerden ayrı U’nun açık olan kısmında arazi koşullarına uydurulan asimetrik planı, bu şemanın kendi içerisindeki farklı bir XVIII. yüzyıl çözümüdür (Resim 4).[6]
XVII. yüzyılın sonlarında külliye yapıları arasında yerini alan kitaplıklar yeni bir anlayışla farklı kompozisyonlar oluşturan bu dönem çeşitlemeleridir. İstanbul Damat İbrahim Paşa Külliyesindeki kitaplık, U planlı medrese şemasında, yeni bir dersane-mescit, kitaplık kompozisyonu oluşturur (Resim 5). Medresede dersane-mescit, ikinci bir kütle olan kitaplık ile birlikte U’nun açık olan kısmında yer alması bu tipin alt kollarında geliştirilen bir XVIII. yüzyıl yeniliğidir.[7]
Bu dönemde U şemasının farklı iki yorumu, Aydın Nasuh Paşa Medresesinde hücrelerden ayrı asimetrik konumda yerleştirilen dersane-mescit ile bir kısmı iki katlı olan Aydın Cihanoğlu Medresesinde uygulanmıştır.[8]
XVII. ve XVIII. yüzyılda, klasik dönemde yeni bir tip olarak ortaya çıkan L şeması geliştirilerek devam etmiştir. Hücrelerin iki kol üzerinde düzenlendikleri bu şemanın alt gruplarında avlu, hücre ve dersane ilişkisine göre değişen bir tipoloji görülmektedir. Bu dönem L şemasını yansıtan medreselerde arazinin yapısı, külliye içindeki konumundan kaynaklanan zorlamalar şemayı etkileyen unsurlardır. Klasik dönemde L şemasının alt tiplerinde dersane hücrelerden ayrı avlunun bir köşesinde veya L’nin ucunda yer almaktadır.[9] Dönemin L planlı medreselerinde bu iki tipin devam ettiği görülmektedir. İstanbul Köprülü Mehmet Paşa (Resim 6), İstanbul Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, İstanbul Çorlulu Ali Paşa, İstanbul Ahmediye (1722) Medreseleri L şemasında, dersane hücrelerden ayrı avlunun bir köşesinde, İzmir/Birgi Darülhadis, İstanbul Valide Kethudası Mehmet Efendi (1705), Nevşehir/Gülşehir Karavezir Mehmet Paşa (1780) Medreselerinde dersane L şemasının bir ucuna bitişiktir.
İstanbul Feyzullah Efendi (1700) ve İstanbul Seyyit Hasan Paşa (1745) Medreseleri L şemasında dersane hücrelerden ayrı ikinci bir kütle ile birlikte avlunun bir kenarını sınırlayacak şekilde yerleştirilmiştir.
Feyzullah Efendi Medresisinde dersane-mescit ile kitaplık farklı bir kompozisyon oluştururken (Resim 7),[10] Seyyit Hasan Paşa Medresesinde dersane-mescit ile sıbyan mektebi[11] şemanın kendi içerisindeki iki yeni çözümü olarak dikkat çekmektedir.
L şemasında yeni bir alt tipte İstanbul Kuyucu Murat Paşa Medresesinde[12] L’nin bir ucuna ikinci bir kütle türbe ile birleşen dersane-mescit modelidir (Resim 8).
XVII. ve XVIII. yüzyılda dikdörtgen planlı bir avlunun dört tarafını çeviren hücreler ve hücrelerin dersane ile olan konumuna göre alt gruplarda incelenen dikdörtgen plan gelişerek devam etmektedir. Osmanlı mimarisinin en güçlü barok yapısı olarak ifade edilen İstanbul Nur-u Osmaniye Camii’nin güneyinde bulunan medresesi,[13] plan olarak klasik özellikleri yansıtır. Dikdörtgen şeklindeki medrese şemasında dersane, kenarlardan birinde hücreler arasındadır.
Bu dönemde dikdörtgen şemanın, Erzurum/İspir Kadıoğlu (1726) ve Erzurum Şeyhler (1760) Medreselerinde dersanesiz, İstanbul Sultan Ahmet Medresesinde şemanın bir köşesinde dışa taşıntılı olarak yerleştirilen dersane (Resim 9), Nevşehir Damat İbrahim Paşa Medresesinde şemanın bir köşesinde yer alan dersane (Resim 10) ve İstanbul I. Abdülhamit Medresesinde şemanın dışında asimetrik konumda olan dersane düzenlemeleri alt tiplerinde uygulanan yeniliklerdir.[14]
XVII. ve XVIII. yüzyılda hücrelerin karşılıklı iki sıra oluşturacak şekilde düzenlenmesi ile oluşan şema, hücrelerin iki katlı ve tek katlı dizilmeleri ve dersanenin konumlandırılmasına göre alt gruplara ayrılmaktadır. Şemanın klasik uygulaması Samsun/Vezirköprü Fazıl Ahmet Paşa[15] ve Van/Hoşap Evliya Bey Medreselerinde (XVII. yy’ın 3. çeyreği)[16] bir avlu etrafında karşılıklı iki sıra hücre ve hücrelerden ayrı simetri ekseni üzerinde yer alan dersane tipi ile görülmektedir.
Bu dönemde şemada görülen asıl yenilik iki katlı tipin uygulanmış olmasıdır. Van/Pizan Hüsrev Paşa (1653)[17] ve Hakkari Meydan Medreselerinde[18] karşılıklı hücreler iki kat olarak düzenlenmiş ve Anadolu Selçuklu döneminde gördüğümüz iki katlı şema yeniden canlandırılmıştır. Her iki medresede başkent dışında doğuda geleneksel özelliklerin etkili olduğu mimari bir üslupla şekillenmiştir.
XVII. ve XVIII. yüzyılda tek sıra hücrelerden oluşan şema Anadolu da uygulanmıştır. Şema hücrelerin dersane ile olan ilişkisine göre alt tiplere ayrılmaktadır. Klasik şekliyle Kayseri/İncesu Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Medresesinde (1670) tek sıra hücrelere bitişik dersane görülmektedir (Resim 11). Dönemin alt tiplerinde farklı uygulamalar Urfa Abbasiye Medresesinde (1695) hücrelerin arasına yerleştirilen dersane, Gaziantep Hüseyin Paşa Medresesinde (1719) hücreler dükkanların üzerinde ikinci kat olarak, Bitlis Yusufiye Medresesinde (1799) dersanesiz düzenlemesi ile çeşitlilik göstermektedir.[19]
XVII. ve XVIII. yüzyılda belirli bir şemaya girmeyen L ve U tipi arasında kalan uygulamalarda arazi yapısından kaynaklanan zorlamalar ve külliye içerisindeki diğer yapılarla ilişkiler farklı tiplerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. İstanbul Çinili medresesi (1640) L şemasına yaklaşan tipte, İstanbul Kaba Halil (1767 den önce) ve İstanbul Hacı Beşir Ağa (1734) medreseleri U şemasına yaklaşan farklı tipteki bu dönem çeşitlemeleridir.[20]
Osmanlı medrese mimarisinde İznik Süleyman Paşa medresesinde (1330 dolayları) başlayan U planı, bu dönemde de geliştirilerek en fazla benimsenen şema olmuş, daha sonra yukarıda verdiğimiz sıra ile diğer plan tiplerinde medrese örnekleri uygulanmaya devam etmiştir.
XVII. ve XVIII. yüzyılda medreseler daha önce olduğu gibi bir avlu etrafında şekillenen plan tipleri ile değişik özellikler göstermektedir. Bu dönemde medrese ya külliye içerisinde veya bağımsız planı ile sınırlandırılmış bir iç avlunun etrafında şekillenmiş ya da medrese külliye içerisinde diğer yapılarla birlikte avlu duvarları ile yarı özel bir avlu mekanında bulunmaktadır. Medreselerde avlular genellikle dikdörtgen planlıdır. Az sayıda kare ve yamuk planlı avlu şekilleri de görülmektedir.
XVII. ve XVIII. yüzyıl medreselerinde de en önemli temel birim olan hücreler erken ve klasik dönemden beri süregelen özelliklerini korumaktadır. Medrese hücreleri kare ya da dikdörtgen planlıdır.
Osmanlı medrese mimarisinin en önemli temel bileşenlerinden biri olan dersaneler XVII. Ve XVIII. yüzyıl medreselerinde de işlevsel ve yapısal olarak geleneksel özelliklerini korumaktadır. Hücrelere bitişik veya hücrelerden ayrı (bağımsız) olarak tasarlanan dersaneler işlevsellik, arazi yapısına uygun tasarım ve medresenin tipolojisinden kaynaklanan biçimsel özelliklerle şekillenmiş olmalıdır. Bu dönem medreselerinde dersane kare planlı, sekizgen planlı ve daha çok Anadolu örneklerinde dikdörtgen planlı olmak üzere üç tipte ele alınmıştır. İstanbul Kuyucu Murat Paşa, İstanbul Sultan Ahmet, İstanbul Damat İbrahim Paşa, Urfa Rızvaniye, İstanbul Nur-u Osmaniye Medrese dersaneleri kare planın uygulandığı örneklerden sadece bazılarıdır.
İstanbul Köprülü Mehmet Paşa (Resim 12), İstanbul Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, İstanbul Amcazade Hüseyin Paşa, İstanbul Ahmediye Medrese dersanelerinde görülen sekizgen plan, Osmanlı medrese mimarisinde fazla uygulanmayan bir plan tipidir. Osmanlı mimarisinde türbe yapılarında karşımıza çıkan bu plan tipi, bu dönem dersanelerinde bir yenilik olarak uygulamaya katılmıştır.
İstanbul Kaba Halil Efendi Medrese dersanesi iki bölümlü dikdörtgen planı ile İstanbul medreselerinde farklı bir uygulamadır. Hakkari Meydan, Urfa İbrahimiye, Diyarbakır/Çermik Çeteci Abdullah Paşa dersaneleri ise dikdörtgen planlı şemanın Anadolu örneklerindeki farklı yorumlarıdır.[21]
Strüktürel Elemanlar
XVII. ve XVIII. yüzyıl medreselerinde hücre örtüsü kubbe ve tonozdur. Bazı medreselerde hücrelerin genel örtü şekli kubbe iken bir veya iki hücrede tonoz ile örtülebilmektedir. Üzeri kubbe ile örtülü hücre daha çok İstanbul medreselerinde, tonoz ile örtülü hücre Anadolu medreselerinde benimsenmiştir. İstanbul Ekmekçizade Ahmet Paşa, İstanbul Feyzullah Efendi, İstanbul Seyyit Hasan Paşa, İstanbul I. Abdülhamit Medrese hücreleri kubbe, Kayseri/İncesu Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Hakkari Meydan, Kastamonu Münire, Erzurum Şeyhler, Bitlis Yusufiye hücreleri tonoz ile örtülü medrese hücrelerinden bazılarıdır. Tonoz örtü, İstanbul medrese hücrelerinde kubbenin yanında ikinci derecede uygulanan bir örtü şekli olarak görülmektedir. İstanbul Çorlulu Ali Paşa, İstanbul Damat İbrahim Paşa, İstanbul Esat Efendi (1748) Medreselerinde değişik tonoz çeşitleri genel örtü şekli olan kubbenin yanında bir veya iki hücrede uygulanmıştır.
XVII. ve XVIII. yüzyıl medreselerinde dersanenin üzeri genellikle kubbe ile örtülüdür. Az da olsa Anadolu örneklerinde tonoz ile örtülü dersane örnekleri de bulunmaktadır. İstanbul Sultan Ahmet, İstanbul Çinili, Samsun/Vezirköprü Fazıl Ahmet Paşa, İstanbul Ankaravi Mehmet Efendi, Nevşehir/Gülşehir Karavezir Mehmet Paşa Medrese dersaneleri üzeri kubbe ile örtülü örneklerden sadece bazılarıdır. Kubbe ile örtülü dersanelerde şemaya bağlı olarak üst örtüde farklı bir uygulama İstanbul Kaba Halil Efendi dersane-mescidinde[22] görülmektedir.
Yapının ana mekanı kubbe, kemerli bir düzenleme ile ana mekana açılan giriş bölümü, ortada aynalı tonoz, yanlarda iki küçük kubbe ile örtülerek dersane-mescit üst örtüsünde değişik bir özelliğe işaret edilmektedir. Hakkari Meydan, İstanbul Cedit Mehmet Efendi, Gaziantep Ahmet Çelebi (1713) Medreselerinde dersaneler tonoz ile örtülen az sayıdaki örnekleri oluşturmaktadırlar.
XVII. ve XVIII. yüzyıl medreselerinde de revak örtüsü genellikle kubbedir. Kubbenin yanı sıra tonoz ile örtülü revak düzenlemelerine de rastlanmaktadır. Bu dönem medreselerinde kubbe ile örtülü olan hücre, dersane ve revakın tamamında yaygın geçiş ögesi pandantiftir.
XVII. ve XVIII. yüzyıl medrese revaklarında genellikle sivri kemer kullanılmıştır. Sivri kemerin yanında Batılılaşma etkisiyle mimarimize sızan yuvarlak kemer, etkileşimin bir sonucu olarak görülen ayrıntılardan biridir.
İstanbul Sultan Ahmet, İstanbul Valide Kethudası Mehmet Efendi, İstanbul Seyyit Hasan Paşa Medreseleri sivri kemerin, İstanbul Ahmediye, Kastamonu Münire, İstanbul Nur-u Osmaniye (Resim 13), İstanbul I. Abdülhamit Medreseleri yuvarlak kemerin uygulandığı medrese revaklarından bazılarıdır.
Dersane-mescit ve giriş önlerinde revak kemerleri, açıklıkları ile cephelere renk katılan bir hareketlilik verilebilmektedir. Bu durumu yansıtan belirgin bir uygulama, İstanbul Ekmekçizade Ahmet Paşa dersane-mescit cephesinde dar ve geniş açıklıklı kemer diziliminde görülmektedir. Alışılmışın dışında bir diğer farklı uygulama, İstanbul Nur-u Osmaniye revakında dar açıklıklı yüksek yuvarlak kemerlerle sağlanan hareketli ritimdir.
XVII. ve XVIII. yüzyıl medrese revaklarında genel olarak sütun az olarak da paye uygulanmıştır. Sütun başlıkları baklavalı, mukarnaslı ve barok etkili değişik başlık formlarında ele alınmıştır. Özellikle
XVIII. yüzyılın ikinci yarısına doğru yapılan medreselerde barok üslubun yeni başlık formları ile medrese revaklarında etkili olduğu görülmektedir. Diğer bir deyişle batılılaşma dönemini kendine has biçimlerle kaynaştıran sütun başlıkları medreselerde bu etkinin en cok yoğunlaştığı ayrıntılardandır. İstanbul Hacı Beşir Ağa, İstanbul Seyyit Hasan Paşa, İstanbul Abdurrahim Efendi, İstanbul Nur-u Osmaniye Medreselerinde sütun başlıkları düşey çubuklu yada yivlendirilmiş olarak nitelendirebileceğimiz barok etkili başlık formunu yansıtmaktadır. Barok etkili sütun başlıklarında farklı bir uygulama da İstanbul Kaba Halil Efendi Medresesi sütun başlıklarında görülmektedir.
Başlık dört köşede stilize volütler ve bu volütlerin altında boncuk motifleri ile motif aralarında S şeklinde süslemelerden oluşan bir form gösterir.
Malzeme ve Teknik
XVII. ve XVIII. yüzyıl medrese cephelerinde malzeme açısından bir çeşitlik söz konusudur. Sade yapılar olarak bilinen medreselerde iç ve dış cephelerde farklı malzemelerle sağlanan görsel etki ve hareketlilik bu dönem medreselerinde de belirleyici olmuştur.
Dönemin medrese cephelerinde genellikle kesme taş, iki sıra tuğla bir sıra taş almaşık sistem, karışık almaşık ve moloz taş malzemenin yaygın olduğu görülmektedir. Medrese revaklarında mermer ve taş kullanılmış, avlu ve dersane giriş kapıları daha fazla dikkat çekmek üzere özenle işlenmiş taş ve mermerden yapılmıştır.
XVII ve XVIII. yüzyıl medreselerinde hücre ve dersane mescit cepheleri değişik pencere düzenlemeleri ile hareketlendirilmiştir. Medreselerde hücre ve dersaneler pencere formları ile değişiklik gösterdiği gibi pencere formunu belirleyen çerçevelerde de farklı malzeme uygulama yoluna gidilmiştir.
Süsleme
XVII. ve XVIII. yüzyıl medreseleri de oldukça sade yapılardır. Aslında bezemesel anlamda sade olan medreselerde yapısal unsurların bir araya gelişinde bir hareket ve renklilik vardır. Medreselerde bezemenin doğrudan uygulandığı alanlar sınırlıdır. Avlu ve dersane giriş kapıları, revaklarda kilit taşları, dersane içerisinde kalem işi kompozisyonlar ve mihraplar üzerinde yapılan bezemeler klasik ve batılılaşma döneminin özelliklerini yansıtan bir yaklaşımla ele alınmıştır.
XVIII. yüzyıl medreselerinde İstanbul Feyzullah Efendi Medresesinde dersane-mescit ve kütüphane yapısı ile iki yapıyı birleştiren ara mekan zengin kalem işi kompozisyonlarla dikkat çekici bir uygulamadır. Kompozisyonlarda klasik dönemin motifleri devam ederken özellikle çiçek ve yaprak motifleriyle oluşturulan düzenlemelerde batılılaşma döneminin etkileri hissedilmektedir. (Resim 14)
İstanbul Damat İbrahim Paşa Medresesinde dersane-mescit, kütüphane ve ön kısımdaki revaklarda Lale Devrinin natüralist görünüşlü çiçek motifleri ile dönemi belirleyen zevk değişimi yansıtılmaktadır. Kalem işi bezemelerde Lale Devri özelliklerini en iyi yansıtan kompozisyonlar Nevşehir Damat İbrahim Paşa dersane-mescitinde uygulanmıştır. Dersane-mescit kalem işi süslemeleri panolar halinde düzenlenmiş vazo içinde çeşitli çiçeklerden oluşan buketler, madalyonlar içerisinde çeşitli çiçek ve yaprak motiflerinden oluşan düzenlemeler Lale Devrini simgeleyen lale motifinden oluşan lale buketi, çiçek yaprak ve kıvrık dallardan oluşan kuşaklar naturalist üslubun Lale devrine özgü çeşitlemeleridir.[23]
XVIII. yüzyılın ortalarına doğru kalem işi süslemeler de Lale Devrinin natüralist çiçek motifleri barok ve rokoko üslubun etkisiyle şekil değiştirmiştir. Bu sistemde stilize çiçek motifleri S ve C kıvrımları, kartuşlar, plastik görünüşler ile yüzeylerde hareketli bir kompozisyon anlayışı görülür.
İstanbul Seyyid Hasan Paşa Medresesi dersane-mescitinde barok ve rokoko üslubunun temelde S ve C kıvrımları ile oluşturulan bir kompozisyon anlayışı hakimdir.
XVII. ve XVIII. yüzyıl medreselerinde avlu ve dersane giriş kapıları taş bezemenin yoğunlaştığı alanlardır.
Kapı formları XVII. yüzyıl medreselerinde sade bir görüntü verirken, XVIII. yüzyıl başlarında klasik dönem motiflerinin devam ettiği düzenlemelerde hareketli kemer formları ve plastik görünüşler barok etkilerle şekillenmektedir.
Özellikle süslemede tutkulu bir dönemi ifade eden Lale Devri üslubu döneme paralel olarak daha çok kapı formlarında etkili olmuştur.
XVIII. yüzyıl ortalarına doğru barok ve rokoko kapı form ve bezemesinde de etkilidir. S ve C kıvrımları ile oluşturulan barok ve rokoko etkili kemer formları, plastik görünüşlü stilize çiçek motifleri bu dönem dersane-mescit giriş kapılarını bezeyen unsurlar arasında dikkat çekmektedir.
Sonuç olarak; Osmanlı medrese mimarisi XVII. ve XVIII. yüzyılda geleneksel özelliklerini korumaktadır. Bu dönemde değişen külliye anlayışı ve özellikle XVIII. yüzyılda batılılaşma olarak ifade edilen değişim rüzgarı medrese şemalarında yeni alt tiplerin oluşumunda etkilidir.
Bu da doğrudan bir değişikliğe uğramayan medreselerin ayrıntılarda farklı özellileri ile vurgulanmasını sağlamaktadır. Genellikle sade yapılar olan medreselerde kemer, sütun başlığı, taş ve mermer süsleme, kalem işi kompozisyonları gibi bezemesel özellikler batılılaşma dönemine paralel bir gelişim göstermektedir.
Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 12 Sayfa: 162-168