1. Önceki Çalışmalar
Osmanlı idarî sisteminin ayrıntıları üzerinde uzun bir müddet için hemen hemen hiç durulmamıştı. Bu alanda ilk ciddî çalışma 1973 yılında Klaus Röhrborn tarafından gerçekleştirildi,[1] ancak bu önemli eser Türkiye’de pek tanınmıyor. Beş yıl sonra Metin Kunt bu konudaki araştırmalarını bir kitap haline getirerek neşretmişti,[2] daha sonra ise eserin oldukça değiştirilmiş İngilizce şekli de çıktı.[3] Bu kitapta beylerbeylerinin ve sancakbeylerinin atanmaları hakkında son derece önemli tespitler vardır. Zengin arşiv malzemesine dayanarak yapılan bu çalışma merkez ile taşra yerleri (başka bir deyişle uçlar) arasındaki farklara teferruatlı bir şekilde değinemedi. Bu yüzden benim bu alanda sürdürdüğüm araştırmalar kısmen bu istikamete yoğunlaştırıldı: acaba imparatorluğun Macar uçlarında merkezî bölgelerde müşahede edilen tandanslara mı rastlanıyor, yoksa işler başka bir biçimde mi yürütüldü?
2. Macaristan’da Osmanlı İdarî Sisteminin İlk Evresi
Macaristan’da Osmanlı idarî sisteminin oluşturulduğu devir imparatorluk bürokrasisinin zirvesine ulaşma dönemine rastlıyor. Bu bakımdan bu alanda izlenen politikanın safhalarını başka dönem ve mıntıkalarda kolay kolay anlaşılamayan özelliklerine karşın daha açık bir şekilde ortaya koymak mümkündür.
Buda (Budin, Budun) kalesinin 1541 tarihindeki ele alınmasından hemen sonra burada yeni bir vilayet kurulmuştu. Tayin edilen ilk valisinin, Süleyman Paşa’nın ve kısa bir süre sonra yerine geçen Bali Paşa’nın hasları ancak büyük zorluklarla sağlanabiliyordu,[4] çünkü Buda’nın yakınında o dönemde daha bir tek köy bile Osmanlılara vergi vermiyordu.[5] Tuna-Drava çizgisinden kuzeye düşen ilk sancağın kurulmasına kadar da bikaç ay beklemek gerekiyordu. Bu yüzden ilk iki valiye sadece o zamana kadar Rumeli’ye bağlı olan sancaklardan kimi gelirler tahsis edilebiliyordu.[6] İlgili yerlere haritada baktığımızda Buda’ya en yakın olanının bile 200 kilometrelik bir mesafede bulunduğu aşikar oluyor.[7] Bu yerlerden nasıl para toplanabildiği ayrı bir konudur, çünkü yollar daha tam anlamında kontrol edilemiyordu. Bali Paşa haslarının başka bir özelliği 19 büyük bloktan meydana gelişidir. Bu bkoklardan biri selefinin haslarıdır, bir ötekisi kendisinin daha önce çiftlik olarak kullanabildiği dört köydür.[8] Geri kalan 17 birim, tımar ve zeamet sahiplerinden alınan gelir kaynaklarından oluşuyor ve bunlar, durum başka bir şekilde çözülemediğinden hasa çevrildi. Yeni vilayetin kurulmasına hazinenin hazır olmadığına en açık şekilde mirmiran haslarının bu denli heterojen bir bünyeye sahip olması delalet eder; aynı zamanda, siyasî kararların alınmasında malî ahenkleştirmenin hemen hemen hiç bir rol oynamadığını da açıkça gösteriyor.
Hasların belirlenmesinde pratikte bir nokta daha zorluk teşkil ediyordu ve bu unsur yerleşim yerlerinden beklenebilen yıllık gelir ortalamasının çok düşük olmasıydı. Bu nedenle Bali Paşa için, aralarında Varadin Petervarad, ve Karlofça (Karloca) gibi önemli şehirler de bulunmakla beraber, 450’den fazla köy ve kasaba ayırtılmıştı. Daha sonraki istikrarlı dönemlerde bu rakam 100’e kadar inip gelirler ise bazı dalgalanmalarla birlikte, aynı seviyede kaldı.[9]
Buda beylerbeylerine tahsis edilen gelir kaynaklarının coğrafî dağılımı daha sonra büyük değişikliklere uğradı. Üç-dört yıl içerisinde Buda’ya bağlı olan yerlerin sayısı önemli bir artış gösterdi ve 1546 icmal defterinde görüldüğü gibi,[10] o zamanki valinin paşa sancağından kaynaklanan gelirleri tüm haslarının yüzde 20’sini teşkil ediyordu. Ancak, cebine akan meblağların aslan payı, yüzde 40’ı Mohaç (Mohâcs), yüzde 20’si ise Semendire (Szendrö) livasından olmak üzere hâlâ güneydeki sancaklardan temin ediliyordu. Böyle olmakla birlikte, beylerbeyine verilen köy ve şehirlerden oluşan şerit kuzeye doğru kaymış bulunuyordu. En önemli değişme 13 yıl sonraki, yani 1559’da yapılan tapu defterlerinde göze çarpar; bu yıl Buda sancağındaki paşa gelirleri tüm haslarının yüzde 40’ına kadar ulaştı.[11] Bu oran bir sonraki, 1562’de gerçekleştirilen defterlere göre tekrar dinamik ilerleme gösteriyor ve mirmiranın kendi sancağından aldığı paralar ilk defa 500.000 akçeye yaklaşarak tüm hasları arasında yüzde 50’ye yükseldi.[12] İşin yine enteresan tarafı ister meblağ, ister oran bakımından yüzyılın sonuna kadar belirgin yeni bir değişmenin meydana gelmemesidir.[13]
Yukarıda öne sürüldüğü gibi, ilk yıllarda Buda vilayetinde yeni kurulan bir sancak yoktu. Başlangıçta Semendire, İzvornik, Alaca Hisar, Vulçetrin ve (Pojega) Pozsega livaları Buda’ya ilhak edildi. İlk meydana getirilen Mohâcs livasından bir ruznamçe kaydından haberdar oluyoruz.[14] Çeşitli açılardan da ilginç olan bu notta[15] Mohaç sancakbeyi Kasım Bey’in 11 Mart 1542 tarihli bir tezkeresi anılmaktadır ki buna göre bu idarî birimin 1542 yılının başlarında kurulmuş olmasını varsayabiliyoruz.
Öteki livaların ad ve kuruluş tarihleri burada anılmayacak.[16] Ancak bu alanda izlenen politikanın kimi özelliklerine değinilecek.
3. İdarî Sistemin Oluşturulmasında İzlenen Politika
Mohaç’tan herhalde psikolojik amaçla bir sancak merkezi yapıldı, çünkü bu ad herkese 1526 meydan savaşını hatırlattı. Aynı şekilde (Estergon) Esztergom ve (İstolni Belgrad) Szekesfehervâr şehirleri de bilinçli olarak sancak merkezi görevini ifa etmek için seçildi. Halbuki Estergon Macar Krallığı’nın başta gelen dinî merkezi, yani kardinalin oturduğu yer idi, İstolni Belgrad ise kralların taç giydirme yeri olarak biliniyordu. Buda ile birlikte bu üç şehir Ortaçağ Macaristanı’nın simgeleri idi, bunların Osmanlıların eline geçmesi ve onlardan idarî birimlerin merkezleri yapılması halkın gözünde her şeyin kaybolmuş olması anlamına geliyordu.[17]
Bundan, yani 1543’ten sonraki dönemde ne stratejik, ne de psikolojik açıdan bu kadar bilinçli bir politikanın uygulanmış olmasından bahsedebiliriz. İkinci ve üçüncü seviyede önemi haiz kalelerden de sancak merkezi oldu. Örnek olarak tekrar Mohaç sancağını ele alalım: ilk yıllarda Balaton gölünden güneye düşen tüm topraklar ona bağlı iken,[18] bu geniş saha üzerinde daha sonra beş uzun ve iki kısa ömürlü sancak meydana getirildi.[19] Kanuni’nin son, (Zigetvar) Szigetvâr seferi neticesi olarak bu mıntıkada, topraklarının büyük bir kısmı yine Mohâcs sancağından ayırt edilen altıncı liva da kurulmuştu.[20]
Hayatı kısa süren idarî birimlerden (Bobofça) Babocsa livası zikredilebilir. Buranın mirlivası ilk olarak 1555 ve 1556 yıllarında anılmaktadır.[21] Kale az sonra elden çıktı ve adını 30 yıl için sancaklar arasında görmüyoruz. 1585 yılında ise çok tuhaf bir şekilde tekrar karşımıza çıkıyor: o zamana kadar bir zeamet sahibi olan yeni sancakbeyi buranın ve üç başka küçük palankanın başına atandı. Böylesine “dört merkezli” livaya başka bölgelerde de pek rastlayamadım, ayrıca da sancakbeyine has olarak henüz fethedilemeyen köylerin verilmesi bu idarî birime tam anlamında hiç bir toprağın bağlanamamasını gösteriyor.[22] Bu tip sancakları sancak nüvesi veya hayalî sancak olarak adlandırabiliyoruz ve kurulmalarının hedefi herhalde yeni fetihleri teşvik etmek idi. Söz konusu bey başarılı olamadığı için sancağı az sonra feshedildi, zira kaynaklarda bir daha anılmıyor.
Neden bu kadar çok sancak meydana getirildi sorusu aklımıza geliyor. Bu soruyu cevaplandırmak o kadar kolay değildir. Hedeflerin biri herhalde Habsburgların karşısında mümkün olduğu kadar büyük askerî güçlerin bulunması olabilir. Daha fazla sancak aslında askerlerin sayısını pek fazla etkilemediyse de, daha etkin kumandayı sağlayabiliyordu. Bunun dışında bir beyin refakatında olan cebelilerin kanunda tespit edilen sayıdan daha yüksek olacağı ve bunların sıradan bir sipahininkilerden daha disiplinli olmaları ümit ediliyordu.
Bir başka düşünceye göre Osmanlılar Macar topraklarının daha zengin olduğunu sanarak sancakbeylerinin sayısını çoğalttılar. Daha sonra kimi livaların gelirlerinin sancakbeyi haslarını bile zor karşılayabildiği anlaşılıyordu.[23] Bu yüzden vilayet muharrirleri ara sıra bazı sancakların feshedilmesini önerdiler.[24]
Göze çarpan özelliklerin başka birisi: ikinci Macar vilayeti olan Temeşvar’ın (Temesvâr) meydana getirilmesinden sonra, 16. yüzyılın sonuna kadar bu bölgede sadece livaların kurulmuş olmasıdır. 1593 ile 1606 arasında cereyan eden 15 yıllık savaş veya uzun harp sırasında ve daha sonraki dönemlerde ise sadece yeni vilayetler oluşturulup sancakların sayısı hemen hemen hiç değişmedi.
1594 ile 1600 arasında Macar topraklarında -kısmen kısa ömürlü olmakla birlikte- beş yeni vilayet (Zigetvar Yanık/Gor, Papa/Pâpa, Eğri/Eger ve Kanije/Kanizsa) kurulurken bunlara 1660’lı yıllarda iki tane (Vârad/Varat ve Ûyvâr/Ujvar) daha eklendi. Yeni paşalıkların böylesine ard arda, hemen hemen zorla ve bazen birbirine 50 kilometre mesafede bile olmayan yerlerde ihdas edilmesine neden ne olabilmişti sorulabilir.
En çok akla yakın sava göre, uzun harbin boşuna yürütülmemesini iç politika açısından bu şekilde uygun göstermek istediler. Başka bir deyişle, savaşların bu kadar çok önemli, yani bir vilayet merkezi haline getirilebilecek kale ve şehirlerin fethiyle neticelendiği halde askerî alanda her şeyin hâlâ iyi gittiği ve herhangi bir buhranın olmadığı intibaını uyandırmak niyetindeydiler. İstanbul’da ve daha uzak bölgelerde, Yanık ile Papa şehirlerinin birbirine böylesine yakın olmasını, yeni vilayetlerin hinterlantı (yani içbölgeleri) hemen hemen hiç olmadığını ve bu yüzden onlara bağlı toprakların Buda ve Bosna vilayetlerinden ayırt edildiğini çok az kişi biliyordu.
Yeni vilayetlerden iki tanesinin mevcudiyeti hakkında önceden haberimiz yoktu. Bu alanda kimi vakanüvislerinin düşürdüğü notlar konu ile ilgilenen birkaç yazarın dikkatini çekmişse de bunun ötesine gitmediler ve bu bilgileri arşiv kaynaklarından ispat etmeye kalkmadılar. Araştırmalarım sırasında ruznamçelerde vakanüvisleri teyit eden bazı kayıtlara rastladım.
İlk olarak zaman açısından da ilk kurulan Zigetvar Beylerbeyliği’nden bahsetmemiz lâzım. Tiryaki Hakan Paşa’nın hayat öyküsünü yazan Cafer Ayanî Bey’e göre Estergon muhafazasında gösterdiği cesareti için kendisine bu sefer bir vilayet merkezi olarak tekrar Szigetvâr verildi.[25] Ve gerçekten: Temmuz ve Ağustos 1594 tarihlerinden kalma ruznamçe kayıtlarında Zigetvar sahibi bu rütbe ile anılmaktadır.[26] Bunun dışında kimi toprakların Zigetvar’a bağlandığını da müşahede ediyoruz. Bosna beylerbeyine yazılan bir mühimme defteri hükmünden anlaşıldığı gibi Pojega sancağı az önce Zigetvar Beylerbeyliği’ne ilhak edildi ve bu yüzden livanın mufassal ve icmal defterlerini bir an önce buradaki Hasan Paşa’ya teslim etmek gerekiyordu.[27] Aynı mühimme defterinin başka bir kaydından (Peçuy) Pecs, (Koppâny) ve Mohaç sancaklarının da Zigetvar vilayetine ilave edildiğini öğreniyoruz, ancak bu üç livadan, Buda’ya ard arda çavuşlar gönderilmesine rağmen, sadece Mohaç livasının defterleri buraya yollandı. Hükümde öteki defterlerin de Zigetvar’a gönderilmesi ve ilgili sancakbeylerine nereye bağlı oldukları hakkında talimat verimesi buyuruldu.[28] Bu idarî değişikliklerden hangilerinin pratikte de gerçekleştiğini bilmiyoruz. Belli olan şey, Zigetvar’ın bir numaralı yöneticisinin bir müddet için daha sonra da beylerbeyi olarak hitap edilmesidir.[29] 1597 Mayısında kaleme alınan bir ruznamçe kaydında ise Zigetvar başındaki kişi tekrar sancakbeyi olarak sınıflandırıldı[30] ve bu, adı geçen yerin tekrar daha aşağıdaki bir seviyeye inmiş olmasına delalet eder.
Papa vilayeti hakkında malumatımız daha da kısıtlıdır. Sadece birbirini izleyen iki valisinin adlarını biliyoruz. Şehrin 3 Ekim 1594 tarihinde alınmasından iki-üç hafta sonra, ilk beylerbeyi, İdris Paşa karşımıza çıkıyor ve daha sonraki ruznamçe kayıtlarında da bu kişinin aynı görevi ifa ettiğini görüyoruz.[31] Macarca yazılan mektupları ise son zamanlarda keşfedildikten sonra neşredildi.[32] 1598 tarihinde ise Naima tarihi, Semender Paşa adlı, daha önce bu hizmette bulunan bir kişiden bahsediyor.[33] Bu bilginin ışığı altında Selaniki tarihinde anılan Tata Beylerbeyi Semender Paşa hakkında yazılanları düzeltmek mümkündür: yer adı Papa olarak okunmalı.[34]
Bu vilayete hangi bölgelerin bağlı olduğu konusunda hemen hemen hiç bilgimiz yoktur. Macarca yazılan bir mektupta Papa paşası Kopan sancağını kendisine ait olan bir “il” olarak anıyor,[35] ancak bu malumatı başka kaynaklar teyit etmiyor; hatta yukarıda gördüğümüz üzere bu yönetim ünitesi prensipte Zigetvar’a ilhak edildi.
Konunun enteresan tarafı, şehrin 1598 yılında elden çıkışından iki yıl sonra, yani 1600 senesinde sadrazamın bir mektubunda Hasan Paşa adlı birisinin Papa beylerbeyi olarak anılmış olmasıdır.[36] Buna benzer bir kayda 1596 yılında Uyvar ile ilgili olarak da rastlanıyor. Alınmasından 70 yıl önce bu yerin Ali Paşa adlı birisine “verildiği” dikkate şayandır.[37] Böylelikle, hayalî idarî birimlerin yanı sıra, Osmanlılar için hayalî beylerbeyi sıfatı da tamamen yabancı bir kavram değildi denilebilir.
Yeni kurulan vilayetlere çoğunlukla Buda vilayetinden yer ve toprak verildiğinden bu ana vilayet zamanla oldukça küçülmüştü. Böyle olmakla birlikte eski şöhretinden kaybetmedi. Bazı ipuçlarımızdan anlaşıldığı gibi öteki beylerbeyleri kimi bakımlardan Buda valisine itaat etmek zorunda kaldılar. Örneğin 1608 sonu 1609 başlangıcı civarında kaleme alınan tarihsiz bir hükümde yapılacak yoklama ile ilgili olarak Kanije beylerbeyine şu şekilde bir emir verildi:
“Kale muhafazasında hizmette olanları başka ve muhafazada bulunmayıp aharın hizmetinde olup, ulufe alıp kendi havasında olanları başka defter edip bir suretin südde-yi saadetime ve bir suretin Budun muhafazasında olan… vezirim Ali Paşa’ya irsal eyleyesin. Ve ol serhatlerin cumhur-ı umuru müşarünileyhin rey-i saibine müfevvaz olmağın müşarünileyh ile haberleşip daima hüsn-i ittifak ve ittihatla serhaddin hıfz ü hiraseti ve esas-ı sulh ve ahdın teyit ve istihkamı babında say ve ihtimam eyleyesin.”[38]
Çeşitli yönetim bölgelerinin oluşturulması açısından uzun zamandan beri tartışılan bir nokta şudur: acaba Osmanlılar, buldukları idarî sınırları mı kabul ettiler ya da kendi fikirlerine göre yepyeni bir sistem mi oluşturdular. Kimi Balkan ülkelerinde eski birimlerin muhafaza edildiği Halil İnalcık ve başkaları tarafından daha önce ispat edilmişti.[39] Macaristan’la ilgili olarak Tibor Halasi-Kun tarafından benzer görüşler öne sürüldü.[40] Kendisine göre özellikle nahiyeler seviyesinde eski Macar il sınırları korunmuştu. Ancak ilk bakışta mantıklı gözüken bu savı kanıtlamak için neşrettiği haritalarda sadece defterlerden elde ettiği neticeler bulunmaktadır, Macar verilerini aynı titizlikle benzer haritalarla göstermedi. Böylelikle bir mukayese yapmak mümkün değildir.
Söz konusu mıntıkalarda nihaî sonuç ne olursa olsun, şimdiye kadar üzerinde durduğum bölgelerde ben eski sınırların yaşatılmış olmasını pek görmedim. Tam aksine. Örneğin Halasi-Kun’un araştırdığı topraklara yakın olduğu için ilginç olabilecek eski Zarând ilinde nahiye ve sancak hudutları ne önceki Macar idarî biriminin ne de asılzadelerinin tasarrufunda olan yerlerin sınırlarını izlediler.[41] Yukarıda anılan Mohaç sancağının parçalanması da bu tespitimi doğruluyor. Aynı şekilde (Şimontorna) Simontornya sancağı içindeki Endrik (Endred) nahiyesine ait köyler daha önce dört Macar iline bağlı bulunuyorlardı.[42] Macar açısından bakıldığında Tolna ilinin yerleşim yerleri dört sancak arasında taksim edilmişti.[43] Örnekleri çoğaltmak mümkündür ama ülkenin çeşitli bölgelerinde eski Macar illerinin korunmamış olmasını kanıtlamak için bunlar da yeterlidir. Buna rağmen bu konuyu ileride de gündemde tutmak gerekecek: belki bazı asılzadelerin toprakları ile kimi nahiyeler arasında benzerlikler tespit edilebilecek. Bu alanda son zamanların sürprizi, neşredilen 1554 (Siçen) Szecseny sancağı defterinde köylerin adı yazıldıktan sonra sık sık hangi Macar kalesine bağlı olduklarının da not edilmiş olmasıdır.[44]
4. Macaristan’da Hizmet Yapan Ümeranın Gelirleri
Ümeranın gelirlerini tespit etme politikasına gelince diyebiliriz ki aşağı yukarı 1570-1580 yıllarına kadar yapılan tayinlerde atanan önde gelenlerin maaşı üzerinde pek fazla durulmadı, demek ki ilk olarak gönderilecekleri yer saptandı ve gelir kaynakları, ilgili bölgenin kapasitesi yetmediği halde, başka bölgelerden tamamlanmak suretiyle belirlendi. Yerli imkânların pek fazla aşılması istenilmedi ama ara sıra böyle atanmalar da yapıldı. Daha sonra, her sancağın icmalli hasları belli oldu ve yeni gelen ümeraya normal olarak aynı gelir kaynakları veriliyordu, onların dışına pek çıkılmadı. Bir dönem sonra bu icmalli haslar o kadar sabit oldular ki, toplam değerlerinin kaydedilmesi de lüzumsuz görüldü.[45] Bunun neticesi olarak bu kapsama giren köy ve kasabaların “hasılı” uzun vadede bile hiç değişmedi ve bu -kolayca yolsuzluklara imkân sağladığı için- orada yaşayanlar açısından sakıncalıydı.
5. Merkez ile Uçlar Arasındaki Mukayeseler
Şimdi Metin Kunt’un bazı tespitlerini Macar uçlarında izlenen pratikle karşılaştırmak istiyorum.
İlk olarak beylerbeyi ve sancakbeylerinin aynı görevde bulundukları süreyi ele alalım. Kunt’un saptamasına göre ister valilerin, ister sancakbeylerinin bir yerde kalmalarında zaman olarak bir kısalma vardır. Araştırdığı ilk dönemde, yani 1570 dolaylarındaki, yine pek fazla uzun olmayan müddetler 17. yüzyıla kadar hemen hemen yarıya inmiş bulunuyor.[46] Görev süresindeki bu kısalık ve azalma Macar topraklarında da müşahede edilebilir. 145 yıllık Osmanlı devri sırasında Buda’ya 101 beylerbeyi[47] tayin edildiğine göre ortalama vazife müddetleri bir buçuk yıl bile yoktu. Ancak vasatî dönem 16’ncı yüzyılda 21 ay iken (59 yılda 33 tayin) bu müddet 17’nci asırda 15 aya indi (86 yılda 68 atanma). Sancakbeyleri hakkında sadece 16. yüzyıla ait verilere sahibiz ve bunlara göre dört ele alınan livada da ortalama hizmet iki yıl civarında oynadı.[48] Yeni kurulan bir sancağa ilk olarak atanan beyler bazen daha uzun dönem için yerlerinde bırakıldı.[49] Bunun nedeni herhalde sancak kurma alanındaki muhtemel zorlukları aynı kişinin omuzlarına yüklemek istenmesiydi.
Kunt’un ikinci önemli ve önceki tahminlere zıt düşen neticesi, ümeranın imparatorluğun bir ucundan başka bir ucuna tayin edilmesi yerine, çoğunlukla komşu bölgelere atanmış olmalarının açık örneklerle kanıtlamasıdır.[50] Bu bakımdan da, ele aldığım bölgelerde hiç bir farkın olmadığı rahatlıkla söylenilebilir.[51] Hatta Buda vilayetinden Temeşvar vilayetine aktarılan bir idarecinin de Macar topraklarında kaldığını ilave edebiliriz.[52]
6. Macaristan’da Hizmet Yapan Ümeranın Ad Listeleri
Aynı yerde görev yapanlarla ilgili olarak bir soru daha aklımıza gelebilir. Acaba beylerbeylerinin ve sancakbeylerinin ad listeleri hangi ölçüde bir araya getirilebilir?
Mirmiranların tayin günü hakkında 16. yüzyılın seksenli yıllarına kadar Osmanlı kaynaklarında oldukça güvenilir bilgiler bulunmaktadır. Bunların sayesinde Antal Gevay tarafından 19. yüzyılın ortalarında yapılan liste[53] birkaç yerde düzeltilmelidir. Farklar yalnız birkaç günlük farklar, gene de mevcut. Bazı eksiklikler gösteren ikinci büyük dirlik tevcih defterinden,[54] yani 1588’den sonra Osmanlı arşiv kaynaklarından gelen bilgilerden mahrumuz ve bu dönemde Gevay’nin sık sık kullandığı Avusturyalı sefirlerin gönderdiği haberler ön plana geliyor. Maalesef “15 yıllık savaş” (1593-1606) devrinde bu veriler de seyrekleşiyor, çağdaş Osmanlı vakanüvisleri de yeterince güvenilir değildir. Daha sonraki tarih yazarlarından, özellikle Silahtar tarihinden ise çok yararlı malumat çıkartılabilir.
Bütün bunu göz önünde bulundurarak diyebiliriz ki Gevay’nın Buda mirmiranları hakkında bir araya getirdiği liste -özellikle 160 yıl önce yapıldığını da düşündüğümüz takdirde- çok iyidir, keşke imparatorluğunun her vilayeti hakkında benzer bir liste hazırlansaydı. Ancak, Temeşvar vilayeti için aynı ölçüde güvenilir bir kılavuz derlemek mümkün değildir, çünkü bu ile karşı olan ilgi, Viyanalı sefirler arasında daha düşüktü. Bunun için belirli bir dönem için oradaki valileri bulmak oldukça güçtür. Gene de Erdel’in yakınlığı nedeniyle oradaki prenslerle mektup teatisinde bulunan paşaların adları ara sıra tatmin edici sıklıkla tespit edilebilir. 16’ncı yüzyılın sonunda ve 17’nci asır boyunca kurulan beylerbeyliklere atanan liderler için yine tarih yazarlarına ve kimi yerel arşiv belgerine, başta ilgili kişilerin mektuplarına baş vurulabilir. Yalnız Macarca kaleme alınan yazılarda geçen lakaplar bazen yanıltıcı olabilir.
Sancakbeylerine gelince, onları özellikle 16’ncı yüzyılda yakalayabiliriz. 1560 civarındaki birkaç yıl hariç ya ruznamçelerden, ya mühimme, ruus ve tapu defterlerinden, ara sıra başka kaynaklardan karşımıza çıkıyorlar; pek çok defa tayin edildikleri günü de biliyoruz. Ancak, 1590’dan sonraki dönemde zorluklarımız başlıyor ve bazen uzun yıllar için mirlivaların adı karanlıkta kalıyor.
7. Macaristan’da Hizmet Yapan Ümeranın Görevleri
Ümeranın görevlerini tespit etmek umumiyetle oldukça zordur, çünkü imparatorluğunun genel yaklaşımı gereğince bunlar ayrıntılı olarak hiç bir yerde belirtilmediler. Bundan dolayı bu konuya yalnız perakende verilerden ve kısıtlı ölçüde açıklık getirmek mümkündür. En belirgin vazife alanları mirmiran ve sancakbeylerine hitaben gönderilen fermanlardan veya ümeranın kendi yazılarından ögrenilebilir. Tabiatıyla Macar uçlarında ifa edilecek görevlerin merkezî bölgelere göre kimi bakımlardan değişik olduğunu öne sürmek için belgelere bile pek fazla gerek yoktur.
Gene de mühimme defterlerinde muhafaza edilen hükümler bu mevzu bakımından çeşitli yönlerden aydınlatıcı olabilirler. Bir taraftan emirlerin hangi önde gelene daha büyük sıklıkla gönderildiği anlaşılırken kime ne konuda daha ziyade hitap edildiği de açıklığa kavuşabiliyor. Yaptığım incelemelere göre[55] Macar uçlarında en çok ferman beylerbeylerine yollandı, oysa başka bölgelerde kadılar ve sancakbeyleri daha önemli sayıda hüküm aldılar.[56] Bunun nedeni, söz konusu bölgelerde askerî ve diplomatik ödevlerin ön planda kalması ve bu sahalarda sorumluluğun başlıca olarak mirmiranlara düşmesiydi. Bu tespitimiz her ne kadar doğru ise de, ele alınan mühimme kayıtlarının başka bir özelliği, merkezin inisiyatifi üzerine çok ender kaleme alınmış olmalarıdır. Devlet yalnız bazı askerî meseleler ve bunların arasında da harp malzemelerinin sağlanması ile ilgili olarak kendi isteklerini bildirdi, daha da ender tımar sisteminin işleyişi ve İstanbul’dan Buda’ya giden hazinenin teslimi gibi ehemmiyetli malî konularla uğraştı.
Demek ki hükümlerin çoğu merkeze gönderilen arzlara verilen yanıtlardan oluşuyordu. Fakat bu cevapların ekseriyeti nesnesel olmadığı ve kanun ile şeriata ait göndermelerden ibaret oldukları için pek fazla yol gösterici karakter taşımadılar. Bugünkü mantığımızla, cevabın böylesine sathî olacağını peşinen bilen bir ümeranın arzlarıyla hükümdara neden başvurduğunu, bürokraside lüzumsuz evrak çıkartma usulünün her zaman ve her yerde mevcut olmasını bilmemize rağmen de pek anlamıyoruz. Bu hususta aklımıza şu unsurlar gelebilir: Merkezle temasta bulunmak her yönetici için önemliydi, bu nedenle bekletilmesi mümkün olan problemleri büyük nezaketle padişahın dikkatine sunmuşlar. Bunu yapmakla, hassas vaziyetlerde sorumluluğu tek başlarına taşımaktan da kurtulmuşlar. Bazı durumlarda ise, örneğin reaya şikayetleri mevzubahis olduğu zaman, işin uzatılması idarecilerin çıkarına olabilmiş.
Yukarıdaki mülahazaları göz önünde bulundurarak diyebiliriz ki Macar topraklarına atanan mirmiranlar sık sık, başta acil olan diplomatik meselelerde, divana danışmadan karar vermişler. Müstakil davranmanın tehlikesini, idama mahkum olabilmek ile birlikte, iyi bilmişler, buna rağmen bu yolu takip etmek zorunda kalmışlar. Buda beylerbeylerinin ne kadar serbest hareket edebildiklerini Habsburg hükümdar ve prenslerine gönderdikleri Macarca mektupları en açık şekilde gözlerin önüne seriyor.[57] Bazı gayretli beylerbeylerinin bunun da ötesine gitmesi ve mesela Kara Üveys Paşa’nın kalelerde boşalan yerleri kendi yetkisi çerçevesinde doldurması ve yaptığı atamalardan merkezi yalnız sonradan haberdar etmesi[58] yine bölgenin serhat olmasından kaynaklanıyor.
Buda paşası ile sancakbeyleri arasındaki ilişkiler, onları birbirlerine sıkı bağlamaktaydı. Beylerbeyi divanına mirlivalar da resmî üye olduklarından bir üst makamdakilerle muntazaman bir araya gelme olanağına sahiptiler. Gerek padişah fermanlarını ilettiğinde, gerekse kendi yetki alanına giren işlerle ilgili emirler verdiğinde mirmirana itaat etmek zorundaydılar.[59] Aynı zamanda toplantılar esnasında sancaklarında baş gösteren sorunlar hakkında özgürce konuşabildiler, öngörülen askerî harekâtla veya divanın önüne gelen herhangi konuyla alakalı düşüncelerini ortaya koyabildiler.
Yeni beylerbeyini tebrik etmek için beylerin Buda’ya gitmeleri gerekmekteydi.[60] Mirmiranın değiştirilmesi veya daha ziyade ölümünü takiben yeni yöneticinin gelişine değin bölgenin en deneyimli veya en saygıdeğer mirlivasının, günlük işlerin sürdürülmesi görevini üstlendiği de oldu.[61]
Sancakbeyleri kendi bölgelerinde hem en üst düzey askerî, hem de en üst düzey sivil yöneticilik sıfatını birlikte taşıdılar. Bu iki salahiyet alanının asıl ve daha önemli olanı birincisiydi, ancak çeşitli niteliklere sahip toprakları bünyesinde barındıran imparatorluk içinde mirlivaların seviyesinde de kimi bölgelerde birine, kimilerinde ise diğerine ağırlık verilmekteydi. 16’ncı yüzyıl Macaristanı’nda ön plana çıkan, doğal olarak, askerî yönlendirme göreviydi, çünkü neredeyse her gün küçük çaplı çarpışmalar vuku bulmakta, sık sık büyük seferler de düzenlenmekteydi. Merkezden bir talimat gelmesi veya Buda paşasının ön ayak olmasıyla önemli bir askerî manevraya başlandığında, sancaklarda bulunan ve hareket ettirebilecek güçler savaş yerine gitmek zorundaydılar.[62] Mirlivaların ana görevleri sancağın tımar sahiplerini bir araya toplamak, mücadele ve moral gücünü en üst seviyede tutmaktı.
Aynı zamanda, 1570’lerde ve 1580’lerde tutulan ruznamçelerin tanıklığına göre, sipahi gelirlerinin artırılması veya yeni dirlik tevcih edildikleri konusunda “patronlarının” gittikçe daha önemli bir rol oynadıkları görülmektedir. Doğal olarak mirlivaların yapabildikleri, tavsiyede bulunmakla kısıtlıydı, çünkü beylerbeyleri bile dirlik tevdi etme konusunda sınırlı haklara sahipti. Sipahiler açısından bu uygulama, tımar ve zeametlerin genellikle daha düşük nominal değerlerle tasarruflarına geçene değin gerekenden daha fazla beklemek zorunda kaldıkları dönemlerde özel bir önem kazandı. Fakat bu düzen beylerin etrafında kayırılıp korunanlardan oluşan bir grubun meydana gelmesi sonucunu da doğurabilirdi, ancak tavsiye mektubu genellikle sipahinin dirlik edindiği livanın beyi tarafından değil de, topraklarındaki bir savaşta yararlık gösterdiği veya bir hizmette bulunduğu idarî birimin yöneticisi tarafından yazıldı.
Sancakbeyleri kamu güvenliğinin pekiştirilmesi ve suçluların takibatıyla ilgili olarak her livada büyük sayıda emir aldılar. Macar uçlarındaki beylerin serhat kalelerindeki askerler tarafından esir edilenlerin kurtarılması, hatta Hıristiyan nüfusa karşı dışarıdan gelen tecavüzlerin engellenmesine çalısmaları yerel bir özellikti. Yukarıda anılan amaçlar doğrultusunda, başlıklarından da anlaşıldığı’na göre çoğunlukla sancakbeylerinin kaleminden çıkmış bir sürü protesto notası mevcuttur. Bunlar genellikle beylerbeylerini bilgilendirmek hedefiyle hazırlandı, ancak, kendilerine yönelik tecavüzler hakkında Macaristan’dan gelen şikâyetler söz konusu olduğunda, bunlardan diplomasi alanında da istifade edilebildi.
Macaristan’daki mirlivaların malî konulardaki rolleri ile alakalı olarak elimizde şimdilik az sayıda belge vardır. Bu verilerin ışığında, kalelerin onarımı veya donanımlarının sağlanması için paraların kendilerine gönderildiği ortaya çıkmaktadır. Hazineye girecek meblağların ödenmesi işlemi de sancakbeylerinin haberi olmaksızın gerçekleşemezdi. Bunların dışındaki vaziyetlerde ise maliye ile ilgili üst düzeydeki görevleri kabul edip etmedikleri daha çok girişimci bir ruha sahip olup olmadıklarına bağlıydı.[63]
Eötvös Lorând Üniversitesi Türkoloji Bölümü / Macaristan
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 9 Sayfa: 909-915