Tatar/Başkurt-Alman ilişkileri üzerine yapılan bu tetkik, esasen 19. yüzyılın sonlarından itibaren başlayan süreci ele alsa da, 17. yüzyıla kadar dayanan tarihi bir arka planın varolduğu da bilinmelidir. Osmanlı sultanı tarafından gönderilen Kırım Tatar elçileri, Brandenburg-Prusya Prensliği’ni Leh-Osmanlı ittifakına katılması için birkaç kez ikna etmeye çalışmışlardır. Ancak çabaları boşa çıkmıştır. Bu görüşmeler diplomatik alanlarla sınırlı kalmıştır ve Kırımlı Tatarlar sadece Osmanlılar adına hareket etmişlerdir. 17. yüzyılın sonunda hızla kötüleşen Prusya-Osmanlı diplomatik ilişkileri ile birlikte Tatar-Alman bağları da kopmuştur.[1] Bu ilk görüşmeler sadece geçici bir bölüm olarak kalmıştır. 18. yüzyılda ve 19. yüzyılın başlarında, Lehistan ve Rusya Tatarlarının çok azaldığı da vurgulanması gereken bir husustur.[2]
Berlin’deki İlk İdil Tatarları
19. yüzyılın ikinci yarısında, aralarındaki yenilikçi hareketler sonucunda Rusya Müslümanlarının Avrupa’daki sosyal ve politik gelişmelere olan ilgileri hızla artmıştır.[3] 19. yüzyılın sonunda, ilk Tatar denizcileri Avrupa’da seyahat ederek Avrupa kültürü ve toplumu hakkında daha detaylı bilgi elde etmeye çalışmışlardır. Berlin’e gelen ilk İdil Tatarları Orenburg’dan Şakir Ramiyev ve Fatih Kerimi olmuştur. Orenburg’dan yola çıkan Ramiyev ve Kerimi, Moskova ve St. Petersburg üzerinden doğruca Berlin’e gitmiştir. Kerimi’nin raporunda belirttiği gibi, kendisi Fransızca bildiği için Ramiyev tarafından yol arkadaşı olarak seçilmiştir.[4] Ancak Kerimi ailesinin Avrupa’ya yapılacak olan seyahat ile ilgili bir takım amaçları olmuştur: Fatih Kerimi, bir yayın evi açarak fikirlerini yaymaya çalışan seçkin bir Tatar reformcusunun oğludur.
Bu sebeple, Kerimi Avrupa seyahati boyunca özellikle modern matbaacılık tekniği üzerinde yoğunlaşmıştır.[5] Ancak, Kerimi ve Ramiyev’in seyahati (ilk durağı Berlin olan ve Brüksel, Paris ve Viyana’yı da kapsayan) mesleki özellikten ziyade gezi özelliği taşımıştır. Kerimi ve Ramiyev akvaryum, Brandenburg kapısı ve Unter den Linden und Friedrichstrasse bulvarları gibi ünlü turistik mekanları ziyaret etmiştir.[6] Kerimi’nin seyahat raporunun Tatar ceditçilerin Avrupa’ya olan ilgilerini artırdığı varsayılabilir, yine de Ramiyev ve Kerimi’nin tecrübelerinin önemi üzerine tam bir araştırma yapılmalıdır.[7] 1905’teki Rus devriminin ardından Tatarlar Almanya’yı bir kez daha keşfetmiştir. Özellikle Ceditçi işadamları Almanya’daki bir bağlantının sağlayacağı fırsatlarla ilgilenir hale gelmiştir. Berlin’de iş yapan ilk işadamları, Rusya Müslümanları arasındaki reformcu faaliyetleri ile ünlü olan Muhammed ve G. Abdulhamid Kazakov kardeşlerdir. Onların Berlin’deki randevularının programı hâlâ düzenlenmemiştir. Bir takım bilgilere göre şirketlerinin ilk şubesini 1 Ocak 1908’de açtıkları belirtilirken,[8] diğer bazı araştırmacılar bu tarihin 1910 olduğunu söylemektedir.[9] Açıkça, Gabdulhamid Kazakov’un Berlin’e gelişi, 1908’in Mart ayında Sibirya’ya sürülmesi ile bağlantılıdır. Aynı yılın Eylül ayında Almanya’ya gitmek için Sibirya’dan ayrılmasıyla sürgün sona ermiştir.[10] Kazakov şirketi Rusya’dan dışarıya kürk ihraç etmiş ve dışarıdan da tuhafiye eşyaları, endüstriyel ürünler ve lüks eşyalar ithal etmiştir.[11] lqtisad isimli ekonomi dergisinde yayınlanan bir makale vasıtasıyla şirketin faaliyetleri İdil bölgesindeki Müslümanlara bildirilmiştir. Bu makalenin yazarı, Tatar şirketlerinin kuruluşunun Tatar ulusuna sadece ekonomik değil aynı zamanda politik ve kültürel faydalar da sağladığını düşünmektedir.[12] G. Kazakov I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle şirket faaliyetlerini durdurmak zorunda kalmıştır. Gabdulhamid Kazakov savaş koşulları yüzünden Almanya’dan uzak durmak zorunda kalırken, kardeşi Muhammed Berlin’de kalmayı tercih etmiş ve daha sonra I. Dünya Savaşı’nda önemli bir rol oynamıştır. Bundan başka iş görüşmeleri de olmuştur. 1909’da yayınlanan bir Tatar seyahat raporuna göre Ufa’da kurulan ve Rusya’da 70’den fazla acentesi olan bir Alman şirketi ile yakın ilişki içinde bulunan bir Tatar şirketi Berlin’e yumurta ihraç etmiştir.[13] 1914’ten önce Berlin’de Kazakovlardan başka Tatarların veya Başkurtların yaşadığı bildirilmemiştir. Alman arşivlerinde, Tatarların Berlin’de teknik eğitim almış olabileceklerini öne süren bazı raporların bulunmasına rağmen, henüz açık bir kanıt bulunmamıştır.[14]
I. Dünya Savaşı’nın Almanya’daki Tatarlar ve Başkurtlar İçin Anlamı
I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte Tatar-Alman ilişkilerinin ön koşullarında radikal değişiklikler meydana gelmiştir. Rusya ve Almanya savaşın düşmanları haline gelmiştir ve bu durumun Almanya’nın Tatar ve Başkurt sakinleri üzerinde şiddetli bir etkisi olmuştur. Çoğunluğunu Tatar ve Başkurtların oluşturduğu Rusya’daki çok sayıda Müslüman Rus ordusuna katılmıştır ve Alman savaş stratejilerinin doğrudan hedefi olmuştur.
Kısa sürede Alman ordusu, İngiliz, Fransız ve Rus ordularından aralarında birçok Müslümanın bulunduğu binlerce savaş esiri almıştır. Savaşın başlamasından sadece haftalar sonra Alman diplomat Max von Oppenheim, Almanya ve en yakın müttefiki Osmanlı İmparatorluğu tarafından açılan sözde “sömürgecilik karşıtı” ve İslam adına “kutsal” olan savaşa katılmaya motive etmek için Müslüman esirlere kışkırtmayı önermiştir. 1914 yılının Ağustos ayında Berlin yakınlarında iki taşra kasabası olan Zossen ve Wünsdorf’ta özellikle Müslüman esirler için iki kamp kurulmuştur ve Aralık ayında da Alman diplomasisinin büyük baskısı altında olan Osmanlı sultanı itilaf güçlerine karşı Kutsal Savaş ilan etmiştir. Böylece pan-İslamist propaganda Alman savaş stratejisinin merkezi haline gelmiştir. Propaganda, Alman Dışişleri Bakanlığı’na bağlı olan Nachrichtenstelle für den Orient tarafından organize edilmiş ve yönetilmiştir.[15]
Zossen kampında (Halbmondlager) Fransız ve İngiliz ordularından gelen Müslümanlar bulunurken, Wünsdorf kampı da (Weinberglage) Rus ordusundan gelen Müslümanlara tahsis edilmiştir.
Wünsdorf ve Zossen kamplarındaki Müslüman esirler anında Alman propagandasının hedefi haline gelmiştir: kısa süre içerisinde Nachrichtenstelle kamp sakinlerini kışkırtmak için yayınlar dağıtmaya başlamıştır: ilk olarak 5 Mart 1915’te El Dschihad (Cihad) adına 15 günlük bir gazetenin Arapça Rusça ve “Türkçe-Tatarca” nüshaları görülmeye başlamıştır. Türkçe-Tatarca nüshasının 3000 adetlik bir tirajı olmuştur.[16]
Arşiv belgelerinde görülen “Türkotatar” unvanı geniş bir açıklama gerektirmektedir: Rusya’dan gelen bütün kamp sakinlerinin hiçbir ayırım yapılmaksızın Türk kökenli olarak adlandırılmaları önerilmiştir. Sözde “Türkotatarlar”ın büyük çoğunluğu İdil-Ural havzasından geldiği için,[17] Alman otoritelerinin “Türkotatarlar”ı Tatarlar ve Başkurtlar için kullanılan kısa bir terim olarak değerlendirmeleri makul olabilir. Çeşitli tahminlere göre Weinberg kampında 10.000 ile 12.000 arasında Tatar ve Başkurt bulunmuştur. Onların varlığı İdil-Ural Müslümanlarının Almanya’daki varlığının yapısı ve esas sebebi olmuştur. Tatarlar ve Başkurtların daha sonraki yıllarda kültürel ve politik alanlardaki bütün faaliyetleri Wünsdorf kampındaki esirlerin varlığına bağlı olmuştur. Nachrichtenstelle bu faaliyetlerin bir çoğunun merkezi olmuştur.
Nachrichtenstelle’nin propaganda faaliyetleri Alman oryantalistler tarafından yönetilmiş ve ilk olarak 15 Şubat 1915’ten itibaren seçilen “yerli” işbirlikçiler tarafından uygulanmış ve tamamlanmıştır. İlk Tatar işbirlikçilerinden birisi, Berlin’de kalan ve 1914’te bir Almanla evlenen Muhammed Kazakov’dur.[18] Muhammed Kazakov, savaş öncesi faaliyetleri hakkında detaylı bilgi bulunmayan Sait Efendiyev ve Şamil Safarov adında diğer iki Tatarla birlikte katılmıştır.[19]
Haziran 1915’ten itibaren Nachrichtenstelle’deki “Türkotatar” faaliyetleri, Rusya Müslümanlarının ulusal ve dini hareketlerinde seçkin bir şahsiyet olan Abdürreşid İbrahim tarafından yönetilmiştir.[20] Oldukça kısa süren Berlin faaliyetlerine rağmen İbrahim, 1915 yılının Kasım ayının başlarında İstanbul’a dönmüştür ve daha sonraki gelişmelerde büyük bir etkisi olmuştur. Mayıs 1915’te Alman otoriteleri İbrahim’in orijinal planını reddetmelerine rağmen, daha sonra hâlâ İstanbul’da oturan ve İngiliz karşıtı bir ittifakın gelişmesine yardımcı olmak için Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu ile Japonya arasında arabuluculuk yapmayı öneren İbrahim’le[21] anında ilgilenmiş ve onu kendi saflarına dahil etmişlerdir. İbrahim, Almanya’ya gelişinin hemen ardından, çeşitli alanları kapsayan propaganda faaliyetlerine başlamıştır: kamp sakinleri ile “özel” sohbetler yapmak için haftada dört kez Weinberg kampını ziyaret etmenin yanı sıra,[22] Rus ordusundaki Müslümanlara yönelik kitapçıklar da yazmıştır. Bu kitapçıklardan “Siz Müminler! Düşman ordusundaki Müslümanlar!” başlığını taşıyan bir tanesi korunmuştur.[23] Bu kitapçık Allah’ın kıyamet gününde vereceği ceza hakkında uyarılar yaparak Müslüman askerlerin vicdanlarını cezbetmiştir. Kitapçık aynı zamanda daha politik konulara da değinmiştir: Müslüman askerlere Alman-Osmanlı askeri işbirliğini hatırlatmış ve “düşman ordusu”nu derhal terk etmelerini üstelemiştir. İbrahim “El Dschihad”ın editörlüğünü de üstlenmiştir fakat Weinberglager’deki bazı konuşmalarının tekrar basıldığı Rusça tercümesine de katkıda bulunmuştur.[24]
Alman otoriteleri İbrahim’in Müslüman dünyasındaki otoritesinin ve öneminin farkına varmıştır ve bundan yararlanmayı ümit etmiştir: İbrahim’in Almanya izlenimlerini Osmanlı dergisi Tasvir-i Efkar’a özetlediği makaleleri Nachrictenstelle’nin dergisi tarafından hemen yayınlanmıştır.[25] Kasım 1915’te İstanbul’a dönüşünden hemen sonra bile İbrahim, Alman otoritelerinin baş danışmanlarından birisi olarak kalmıştır.[26]
“El Dschihad”daki makalelerin çoğu, Kutsal Savaş cihadın ilan edilmesi,[27] Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu’ndaki politik durum[28] gibi politik meseleleri kapsamıştır. Derginin yayınla ilgili personeli Alman oryantalistler ve politikacılardan oluştuğu için, dergideki makaleler de mantıklı olarak daima Alman görüşünü yansıtmıştır. Sadece birkaç makale orijinal Müslüman yazılarıdır. Ağustos 1915’te “El Dschihad”, basit askerler için çok zor ve çok soyut olan makaleler ve modası geçmiş savaş haberleri içerdiği için eleştirilmiştir.
Şubat 1916’da gazete editörü ve mollası olarak İbrahim’in ikinci halefi olan Alim İdris’in bir dilekçesi “El Dschihad”ın Tatarca nüshasının gelişimini harekete geçirmiştir. Alim İdris’e göre “El Dschihad”, Tatarların gerçekten ilgisini çekecek ve onlara faydalı şeyler öğretecek makaleler içermelidir ve Alman-Tatar ilişkilerini kapsamalıdır. Dahası, İdris sadece Tatarlardan oluşan bir editörlük departmanının kurulmasını veya bu mümkün olmazsa en azından Tatar gelenekleri hakkında bilgi sahibi olan bir kişinin çalıştırılmasını talep etmiştir.[29]
İdris (1887-1954), Buhara’da medreselerde geleneksel dini eğitim görmüş, İstanbul’da ilahiyat ve daha sonra Lozan ve Liege’de felsefe tahsili yapmıştır. Orenburg’da kısa bir müddet kaldıktan sonra İstanbul’a gelmiştir ve 1914’te Türk Yurdu dergisinin yardımcı editörü olmuştur.[30] İdris’in daha önceden İstanbul’dan tanıdığı Abdürreşid İbrahim, Berlin’deki propaganda çalışmaları için İdris’i tavsiye etmiştir.[31] İdris, İbrahim’in işi olan “El Dschihad”ın yardımcı editörlüğünü devam ettirmiştir ve aynı zamanda molla olarak da görev yapmıştır.
Esir Kampı Sakinlerinin Hayatı
Alman otoriteleri Müslüman kamp sakinlerinin sözde “Kutsal Savaş”ta Osmanlı ordusuna katılmalarını isterken, İslam kanunlarının gerektirdiği bütün dini ihtiyaçlara da titizlikle cevap vermeye çalışmışlardır. Temmuz 1915’te Halbmond kampında bir cami yapılmıştır (muhtemelen bu amaçla Almanya’da yapılan ilk cami) ve “El Dschihad”daki birçok makaleden izlenebileceği gibi bütün Müslüman şölenleri ciddi bir tavırla kutlanmıştır.
Bütün kamp sakinleri, kamp içinde ve dışında mecburi ağır işler yapmaya zorlanmıştır. Kamp içerisindeki değişik atölyelerde (o zamanlar Weinberg kampını değiştiren oymacılık işleri her nasılsa civardaki köylerde de meşhur olmuştur), kampın çevresindeki yol işlerinde ve tarım işlerinde çalışmak zorunda kalmışlardır. Bir ücret almalarına rağmen huzurlu ve sakin bir hayat sürdükleri söylenemez. Kamp hayatına dair korunmuş fotoğraflar bile bunu ortaya koyabilmektedir.[32] Margot Kahleyss’in belirttiği gibi, kamp görevlilerinin birçok şeyi önceden değil de ihtiyaç hasıl oldukça düzenlediği gayet açıktır. Kamp sakinlerinin yaptığı resimler, pislik, soğuk ve zor yaşam koşullarının belirlediği oldukça farklı bir gerçeği göstermektedir.[33]
Alman Savaş Propagandasının Hedefi Olarak Rusya Müslümanları
Bütün propaganda çalışmalarının amacı Müslümanları Osmanlı İmparatorluğu’nun Rusya, İngiliz İmparatorluğu ve Fransa’ya karşı ilan ettiği “Kutsal Savaş”a katılmaya ikna etmek olmuştur. İlk iki yıldaki, yukarıda sözü geçen propaganda faaliyetleri (yani temel yayınlama faaliyetleri) bu merkezi mesele etrafında toplamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nu oyuna katılmaya zorladıktan sonra Alman otoriteleri Osmanlılara göre çalışmışlardır ve çabaları kısmen başarılı olmuştur: 1915 yılının Eylül ayının başlarında Weinberg ve Halbmond kamplarından birkaç yüz kamp sakini Kutsal Savaşa katılma konusundaki istekliliklerini açıkça ortaya koymuştur. 1916 ve 1917 yıllarında Türkiye’ye getirilen yaklaşık 2200 kamp sakini Osmanlı ordusuna katılmıştır.[34] Bunların arasında Rus ordusundan, çoğunluğu Tatar ve Başkurtların oluşturduğu yaklaşık 1.100 Müslüman yer almıştır.
Ancak Müslüman esirleri savaşa kabul eden Osmanlı hükümetinin, esirlerin askeri güçlerinden çok bireysel eğitimlerinden yararlanmak istediği 1916 yılının başlangıcında netlik kazanmıştır. Şubat 1916’da Alman otoritelerine gönderilen bir mektupla Osmanlı hükümeti, Kutsal Savaşa katılmak isteyenlerin de yerleştirilmeleri için hazırlandığını doğrulamıştır.[35] Bundan önce Ağustos 1915’te bile, Osmanlı İçişleri Bakanlığı yerel Anadolu otoritelerine, kalifiye zanaatkar isteklerinin savaş esirlerinin yerleşmesiyle karşılanacağını bildirmelerini isteyen mektuplar göndermiştir. Rusya ordusundan çoğunluğu Tatar ve Başkurt olan tam 662 Müslüman Osmanlı vatandaşlığını kabul etmiştir.[36] Bu esirlerin büyük bir kısmının Berlin yakınlarındaki Weinberglager kökenli olduğu düşünülebilir.
Gotthold Weil ve Kemaleddin Bedri: Uzun Süreli Bir İşbirliği
A. Esir Postası Sansürü
Müslüman esirlerin bulunduğu her iki kamp da askeri sansüre tabi tutulmuştur. Kamp sakinlerinin bütün postaları, özellikle onların yazdıkları mektuplar titizlikle incelenmiştir. Yetenekli askeri otoritelerin emrinde gerekli dil bilgisine sahip olan personel olmadığı için mektupların sansürü bir probleme sebep olmuştur. Sansür servisi kurulduktan sonra askeri otoriteler Nachrintenstelle für den Orient’den derhal mektupların birkaç dile tercüme edilmesi hususunda yardım istemişlerdir. Buna paralel olarak, Seminar für Orientalische Sprachen (SOS)’in de yardımını istemişlerdir. SOS Berlin Üniversitesi’ne bağlı olan ve esasen “doğu dilleri” olarak bilinen dillerin öğretimi ile ilgili olan bir kurumdur. “Doğu dilleri”, Çince de dahil olmak üzere bütün Asya ve Afrika dillerini kapsayan bir terimdir.[37] 1915 yılının Aralık ayının sonunda SOS yaklaşık 2.200 belgeyi birkaç dilden Almancaya tercüme etmiştir.[38]
SOS personelinden hiç kimse Tatarca bilmediği için SOS’in iştirakine rağmen Tatar metinlerinin tercümesi hâlâ bir problem olarak kalmıştır. Ağustos 1915’te Prusya Kültürel İlişkiler Bakanlığı “Tatarca tercüme işleri” için belirli bir miktar ödenek vermesine rağmen,[39] SOS’in Tatarca tercümeleri garantileyebilmesi birkaç ay sürmüştür. 1915 yılı sonbaharında, SOS’de Türkçe hocası olan Dr. Gotthold Weil (1882-1960)[40] Berlin’de yaşayan Tatarlar ve edebi metinlerin yardımıyla Tatarca öğrenmeye başlamıştır.[41] 1915 sonbaharında Dr. Weil’e Tatarca öğrenmesi için kimin yardım ettiği bilinmemektedir. Fakat 1916 Mart ayında, resmen SOS’de çalışan bir başka Tatar olan Kemaleddin Bedri ile de Tatarca öğrenme konusunda başarılı olamamıştır. Bedri 1896’da Kazalinsk’de (bugünkü Kazakistan) doğmuş ve ilk öğrenimini Orenburg’da tamamladıktan sonra 1914’te mezun olduğu İstanbul’da İdadi’de eğitimine devam etmiştir. Ağustos 1915’te dişçilik tahsili yapmak için Berlin’e gelmiştir.[42] SOS ile imzaladığı kontrat haftalık 18 saat “Tatarca çalışmaları” şartını taşımıştır. Bu çalışmaların özelliği sonradan netleşmiştir: Bedri, Tatar ve Başkurt postalarının sansürlenmesinde Dr. Weil’e yardımcı olmaya başlamıştır. Haftada tercüme edilecek en az 500 mektup olduğu için bu iş görünüşte zordur. Dahası bu mektupların tercümesi zor olmuştur çünkü SOS başkanının raporunda belirttiği gibi bu mektuplar “çoğunlukla eğitimsiz kişiler” tarafından yazılmışlardır.[43]
Sansür faaliyetlerine paralel olarak, Bedri kendi anadilini öğrenmesi için Dr. Weil’e yardımcı olmuştur. Bedri ve Dr. Weil tarafından üstlenilen sansür işi hiçbir değişiklik olmadan 1916 yılı boyunca sürmüştür. Ancak 1917’de Bedri ve Dr. Weil daha sıradan faaliyetlere başlamışlardır. 1917 yazında Dr. Weil SOS’de Tatarca öğretmek için hazırlanmıştır[44] ve aynı yılın Ekim ayında Prusya Kültürel İlişkiler Bakanlığı Tatarcanın yeni bir dil olarak tanıtılmasını onaylamıştır.[45] Dr. Weil 1917 yılı Aralık ayında Tatarca öğretmeni olarak resmen kontrat imzalamıştır ve 1918 yılı Nisan ayında da Bedri onun yardımcısı olarak görevlendirilmiştir.
B. Berlin’deki Tatarca Dersleri
1918 yılı Nisan ayı itibariyle Dr. Weil SOS’de Tatarca öğretmeye başlamıştır. İlk seferinde Tatar meslektaşı Bedri’nin sadece hazırlanmada değil öğretmede de yoğun bir şekilde yer aldığı görülmüştür. Alman bilim adamı haftada üç saatten fazla ders vermezken, Bedri onun yanında haftada 14 saat çalışmıştır.[46]
Kursa iki kişi katılmıştır ve oldukça kısa bir süre içerisinde muazzam bir gelişme göstermişlerdir: Bedri’nin kursa doğrudan katılımını azaltma çabasıyla Dr. Weil 1918 Mayıs ayına kadar kursu sürdürmüştür. Kursun başlamasından ancak bir ay sonra kursa katılanlar “serbest konuşmada belirli bir güven” kazanmışlardır.[47] Ancak aynı zamanda Bedri de Tatarca öğretmeye devam etmiştir.
Daha sonraki yıllarda, Dr. Weil ve Bedri sürekli 2 ile 7 arasında katılımcı ile SOS’de Tatarca öğretmeye devam etmişlerdir. Fakat 1922 yazından 1924 sonbaharına kadar kurs bir gecikme yaşamıştır: sadece iki öğrencinin katıldığı 1923/24 kış yarıyılı haricinde katılımcı eksikliği nedeniyle kurs yapılamamıştır.[48] Almanya’ya yeni Tatar öğrencilerinin gelişi ve şarkiyat üzerine araştırma yapan bilim adamlarının katılımı ile Tatarca dersleri daha çok önem kazanmıştır.
C. Weınberlager Kampındaki Bilimsel Araştırma
Berlin yakınlarında iki kampın kuruluşunun hemen ardından Alman bilim adamları ve sanatçıları çeşitli etnik çevrelerden gelen savaş esirlerinin varlığından yararlanmak istemiştir. Safi ırkçılıktan ve dürüst bilimsel hırslara karşı düşman Fransız, İngiliz ve Rus ordularının “ırksal aşağılığı”nı “kanıtlama” isteğinden kaynaklanan bir dizi motivasyonlar doğrultusunda hareket etmişlerdir.
1915 yılı itibariyle, Prusya Kültürel İlişkiler Bakanlığı, görevi esir kamplarındaki çeşitli sınıfların kayıtlarını organize etmek olan “fonografi komisyonu”nu kurmuştur. Çeşitli dallardan bilim adamları (müzikologlar, dil bilimciler, etnologlar ve diğerleri) komisyonun faaliyetlerinde yer almıştır. SOS de başlangıcından itibaren komisyona dahil edilmiştir. Komisyonun başkanı Prof. Sachau Doğu dilleri bölümünü yönetmiştir.[49] Komisyona katıldıkları için SOS üyeleri de esir kamplarında araştırmalar yapmaya başlamışlardır: Kemaleddin Bedri’nin resmen SOS faaliyetlerine katılmasından önce, 1916 yılının Mart ayının başlarında, Dr. Weil Tatar türkülerinin Weinberglager kampında yapılan ilk kaydını gerçekleştirmiştir. Bu kaydı, aynı yılın Aralık ayında yapılan kayıtlar izlemiştir.[50]
1917 yılının Ekim ayında Sachau ve Weil, Weil’in Tatar dili üzerine yaptığı dil bilim araştırmasına finansal destek almak için Prusya Bilim Akademisi’ne ortak bir başvuru yapmışlardır ve Kasım ayında başvuruları onaylanmıştır.[51] Verilen desteğin ardından Weil, bu kez Bedri’nin de aktif yardımı ile bir kez daha kayıtlar yapmaya başlamıştır. Ağustos 1918’e kadar sürdürülen kayıtlarda Weil ve Bedri sadece türküler değil küçük hikayeler, fıkralar, atasözleri ve bulmacalar da kaydetmişlerdir. Seminar für Orientalische Sprachen’daki Tatarca derslerini düşünerek, isim çekimlerinin dil bilgisi kurallarına uygun örneklerini de kayıt programlarına dahil etmişlerdir. Kayıtların metinleri 1930 yılında kitap olarak yayınlanmadan önce[52] fonografi komisyonunun serilerinde peş peşe yayınlanmıştır.[53]
Weil’in araştırmasının ikinci bir sonucu da 1925’te ortaya çıkan, daha antropolojik olarak Doğuya yönelik bir kitap için katkıda bulunmasıdır. Fonografik komisyonun sekreteri tarafından yayımlanan bu kitap, çeşitli uluslarda esirlerin varlığından faydalanmak için girişilen bir başka teşebbüstür. Ancak bir çok yazarın dürüst isteklerine rağmen[54] kitap, sömürgeci zeminini gizleyememiştir. Yine de Weil yazısında, Alman kamuoyunun genelinde bulunan Tatarlara yönelik ön yargıyı yalanlamaya çalışmasının dışında Weinberglager’de yaptığı araştırmayı da sunmuştur.[55]
D. Kültürel Alanda Eylemci Olarak Kemaleddin Bedri
Kemaleddin Bedri sadece Dr. Weil’e bağlı olan aktivitelerle kendisini sınırlandırmamıştır. Wünsdorf esir kampına yaptığı ziyaretler sırasında, Abdürreşid İbrahim’in halefi olarak başimamlık yapan, esas Tatar propagandacısı ve “El Dschihad”ın editörü Alim İdris’i daha yakından tanımıştır. Bedri ve İdris arasındaki işbirliğinin ilk gözle görülür işareti, 1 Ocak 1918’de “Müslüman Rus Öğrencilere Destek Birliği”nin kurulmasıdır. Tatarca ve Almanca olarak yayınlanan mevzuatına göre[56] birliğin amacı, “Rus Müslümanlar arasında Alman kültürünü ve endüstrisini yaygınlaştırmak”tır.[57] Birliğin kurucuları Bedri, İdris ve ilaveten iki öğrenci, Tataristan[58] ve Türkistan’dan mümkün olduğu kadar çok Müslüman öğrenciyi Almanya’ya getirerek bu amaca ulaşmak istemişlerdir.[59]
Ancak Bedri ve İdris’in o anlık esas çalışma alanları eğitim olmamıştır. Çünkü politik gelişmelerden dolayı politika onların ilgi odağı olmuştur. Mart 1918’de Rusya ve Almanya arasında yapılan Brest-Litowsk Barış Anlaşması, kamp sakinlerinin vatanlarına gönderilmeleri, olasılığını gündeme getirmiştir. 1918 yılının başlarında o zamanlar Berlin’de oturmayan fakat gelişmeleri yakından takip eden İdris ve İbrahim propaganda sebepleri doğrultusunda Weinberglager kampındaki esirlerin ülkelerine gönderilmeleri için Alman otoritelerine başvurmuşlardır. İdris ve İbrahim’in çabaları çok fazla başarıya ulaşmamıştır. Ekim 1918’de sadece on beş kişilik küçük bir esir grubu ülkelerine gönderilmiştir. Kasım 1918’de Rusya Brest-Litowsk Barış Anlaşması’nı feshettiğinde esirlerin derhal ülkelerine gönderilmeleri düşüncesi durma noktasına gelmiştir.[60]
Aynı zamanda Nachrichtenstelle’deki Alman diplomatları Tatarlar ve Başkurtlara yönelik yürütülen propagandada bir değişiklik yapmayı düşünmüşlerdir. Mart 1918’de Sovyet Rusya ile barış anlaşmasına vardıktan sonra, Alman otoriteleri Rusya Müslümanlarının artan öneminin farkına varmıştır. “El Dschihad”ın Tatarca baskısını Rusya’daki Müslüman nüfusuna yöneltilen iki ayrı propaganda dergisine dönüştürmüştürlerdir. Ancak Alman Dışişleri Bakanlığı’nın onayladığı bu projeyi Alman Savaş Bakanlığı reddetmiştir. Bakanlık yeni derginin amaçlarına ulaşabileceğinden şüphe etmiştir. Dergi meselesine müdahale eden üçüncü kurum olan Nachrichtenstelle, Wünsdorf’taki Tatar kamp sakinlerine yöneltilen yenilenmiş Tatarca bir dergi için ısrar etmiştir.[61]
Aralık 1918’de görüşülen bu hususların sonucu olarak, “Yaña TurmuO” (Yeni Hayat) adında yeni bir derginin içeriği bilinmeyen dört sayısı ortaya çıkmıştır.[62] Bir yıl sonra 1 Aralık 1919’dan itibaren ¡dris ve Bedri “Tatar ¡le” (Tatar Ülkesi) adında yeni bir dergiyi müşterek olarak yayınlamışlardır. En az 8 sayısı yayınlanan dergi doğrudan Alman otoriteleri tarafından kontrol edilmemiştir.[63] Editörlük personelinin resmi adresi Bedri’nin özel adresi olmuştur ve Bedri de derginin resmi sorumlusu olarak adlandırılmıştır. ¡lk sayıda imzasız bir yazar (Bedri olduğu anlaşılan) derginin ulaşmak istediği amaçları belirtmiştir: ilk olarak Fransız, ¡ngiliz ve Rus gazetelerinin haberlerini kopyalayarak “bilgisiz yurttaşlar”ı dünyadaki gelişmeler konusunda bilgilendirmeyi amaçlamıştır.[64] Diğer amaçlar aşağıda açıklanmıştır.
“Bunun haricinde, ‘Tatar ¡le’ okuma-yazma öğrenen genç ve yaşlı esirler için bir ders kitabı olacaktır. Okuma materyali olarak tarihi, edebi, bilimsel ve endüstriyel makaleler sunan dergi esirlerin sefalet anlarını eğlenceye dönüştürecektir.”[65]
Ayrıca, “Tatar ¡le” Tatarların birbirlerine alışmaları için aracı olarak görev yapacaktır. Tatarlara dillerinde, geleneklerinde, davranışlarında ve hatta kıyafetlerinde bile bir Tatar olmayı öğretmek için çalışacaktır. ¡mzasız yazarın listelediği son amaç doğrudan ¡dris ve Bedri’nin öğrenci birliğiyle ilgili olmuştur: “Tatar İle” maddi ve manevi desteğe ihtiyaç duyan erkek ve bayan öğrencilere ve stajyerlere yardım edecektir.[66]
Genel olarak dergi söylenen konuları kapsamıştır: kopyaladığı haberler genelde esirlerin ilgisini çekeceğini düşündükleri iki ülke, Rusya ve Türkiye hakkında olmuştur.[67] Tarihi makaleler yayınlama sözü de tutulmuştur: üçüncü ve dördüncü sayılarda esirler “Ural-Altay kabileleri” ve “Türk-Tatarlar”[68] hakkında bilgilendirilmişlerdir. Aynı zamanda dergi üçüncü baskısında şunu da sormuştur: “Ulus nedir?”.[69] Derginin beşinci sayısında Bedri, Zeki Velidi’nin (Türk tarihçi Zeki Velidi Togan) Tatar tarihi üzerine yazdığı kitaptan alıntılar yayınlamıştır.[70]
“Tatar İle”nin ilk sayısında Alim İdris, derginin varlığını farklı iş gruplarındaki esirler için düzenli bir yayın organının gerekliliği ile doğrulamıştır. İdris’in bilgisine göre, 200.000 Rus savaş esirinin arasında yaklaşık 3500 Tatar esiri bulunmaktadır[71] ve bu esirlerin yaklaşık 1000 tanesi kamplarda yaşamıştır. Geri kalanlar da çoğunlukla yakın çevrede bulunan iş gruplarında çalışmış ve yaşamışlardır. Tatar esirlerinin doğrudan koordine edilmesi sadece kamp sakinlerinin haftada bir kez kampın tiyatro binasında toplanmaları ile mümkün olmuştur. Tatar esirlerinin taşradan gönderdikleri bir çok mektup Tatarca bir derginin gerekliliğini göstermiştir. İdris, “Tatar İle”yi “karanlık ve hüzünlü gecelerde” iş gruplarındaki yalnız yurttaşlarını rahatlatma ve sıkıntıları da şans oyunları oynamaktan vazgeçirme aracı olarak görmüştür. Dergisinin başlangıcını doğrulayan İdris finansal destek istemiştir. Çünkü 1.500 adet derginin basımı yaklaşık 800 marka mal olmuştur.[72] Dergi için gereken finansal yardım ihtiyacı, yardımcı editör Bedri’nin Alman Savaş Bakanlığı’na gönderdiği mektupta dolaylı olarak doğrulanmıştır. Bedri mektupta “şimdilik derginin giderleri kamp mollası Alim İdris tarafından karşılanmaktadır.” ifadesini kullanmıştır.[73]
E. Bilim Adamı Olarak Kemaleddin Bedri
Gotthold Weil gibi Kemaleddin Bedri’de kendi bilimsel araştırmasını yürütme fırsatını elde etmiştir. Kamp mollası İdris ile yakın bağlantılar kurarak çabucak kamp sakinlerinin güvenini kazanmıştır. Bu güveni, kendi doktora tezi için, esirlerin dişleri üzerinde yaptığı araştırmayı yürütmek için kullanmıştır. 1921’de tamamladığı tez “Tatarların dişleri” başlığını taşımıştır.[74]
Bedri, tezinin giriş bölümünde “Tatar” terimini incelemiştir: ona göre bu kelime tek bir halkı değil çoğunlukla Türk kökenli olan bir çok Moğol halkını adlandırmaktadır. Bunlar Türko-Tatar dilini konuşan, Kur’an’a olan inançlarını açıkça belirten halklardır. Ancak bu terim Avrupa’da yanlışlıkla “Moğollar, Tunguzlar, Tibetliler, ve Türk kabileleri” gibi “ırksal olarak” farklı kökenlere sahip bir çok halkı kapsamıştır.[75] Tatarların tarihi hakkında Bedri’nin yaptığı açıklama ve yorumlar “Tatarların” (yani günümüzde bu isimle tanımlanan halk) kendilerinin hiçbir zaman bu ismi kullanmadıklarını netleştirmiştir; Tatarlar kendilerine “Muhammedi” veya “Kuzey Türkleri” demişlerdir.[76] Tatar tarihinin bundan sonraki taslağı çoğunlukla ünlü Tatar ve Başkurt tarihçileri Abdullah Battal-Taymas, Zeki Velidi Togan ve diğer yazarların çalışmalarına dayanmaktadır.
Bundan sonra Bedri, Tatarların yaşam tarzlarının bölümleri ile oldukça kapsamlı bir şekilde ilgilenmeye başlamıştır. Çünkü Tatarların dişlerinin durumu üzerinde yaşam tarzlarının etkisinin olabileceğini düşünmüştür. Tatarların besinleri çoğunlukla et, peynir ve pirinçten oluşmuştur ve çoğunlukla karbonhidratlardan oluşan tipik Avrupa yiyecekleri kadar dişlere zarar vermemiştir. Meşhur Tatar içkisi kımız da yüksek besin değeriyle ünlüdür.[77] Bundan başka Bedri’ye göre İslam dininin talimatları da Tatarların dişlerinin sağlıklı olmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu talimatlar inançlı Müslümanların günde beş kere kılınan namazdan önce dişlerini temizlemelerini zorunlu kılmıştır. Her ne kadar bu bakım en ilkel yollarla sürdürülse de, bakımın düzenli oluşunun dişlerin sağlığı üzerinde büyük bir etkisi olmuştur.[78] İkinci bölümde Bedri, Wünsdorf esir kampındaki 800’den fazla Tatar kamp sakini üzerinde yaptığı incelemeleri sunmuştur. Bu bölüm ilginç tıbbi bilgilerin yanında, Wünsdorf’da bulunan Tatar ve Başkurtların tarihini inceleyenlerin özel ilgisini çeken bir inceleme de sunmuştur. Bu Bedri’nin kamp sakinlerinin yaş, soy ve mesleklerini göz önünde bulundurarak yaptığı bir incelemedir: incelenen 834 kamp sakini 19-49 yaş arasıdır ve bu 19-49 yaş grubunun büyük bir çoğunluğu da 22-33 yaş arasındadır. 834 kamp sakininden sadece 25’i tüccar ve 20’si esnaf iken 674’ü çiftçidir. Geri kalanlar da değişik mesleklere sahip zanaatkarlardır. Esirlerin çoğu Ufa (365 esir) ve Kazan (285) bölgeleri kökenlidir. Diğer esirler de Samara (65), Pirma (40), Sibirya’daki Omsk yakınlarında bulunan Tavriçeskoye (30) ve Orenburg (16) kökenlidir. Kalan 33 esir İdil-Ural bölgesi, Sibirya ve Akmolinsk (günümüzde Kazakistan’da bulunan) kökenlidir.[79] Bedri incelemesinin tıbbi bölümünde, Alman nüfusunun %2-3’üne karşılık incelenen esirlerin %43,8’inin diş çürümelerinden tamamen korunmuş olduğu sonucuna ulaşmıştır.[80]
Bedri’nin doktora tezi büyük yankı bulmuştur. Bedri’nin profesörü yaptığı değerlendirmede, Tatar esirler üzerinde yapılan ayrıntılı tıbbi ve antropolojik incelemeler ile Tatar tarihine yapılan genel bir girişin birleşiminden övgü ile bahsetmiştir.[81]
1920 ve 1930’larda Berlin’deki Tatar ve Başkurt Yaşamı
1920’lerde Berlin’deki Tatar ve Başkurt yaşamı üç büyük gelişme ile şekillenmiştir: esirlerin ülkelerine geri gönderilmeleri, ufak ölçülü Müslüman akademik yaşamının gelişmesi ve geçici olarak Tatar göçünün politik merkezinin kurulması.
Esirlerin ülkelerine geri gönderilmeleri meselesi daha uzun bir sürede çözümlenebilmiştir. Yukarıda sözü edilen ve Ekim 1918’de gönderilen 15 esirin haricindeki esirler, durumlarını çözümleyecek politik bir gelişme için iki yıldan fazla beklemek zorunda kalmışlardır. Seçkin Tatar temsilcilerinin esirlerin bırakılmasına yönelik çabaları 1918 yılının ilk aylarında başlamıştır ve Tatar ve Başkurt esirlerinin Rusya’ya geri gönderilmeleri ancak 1921’de tamamlanmıştır. Nakil işlemlerinin organize edilmesinde önemli bir yer tutan İdris son nakil işlemine eşlik etmiştir.[82] Ancak 1920’de Bedri de esirlerin memleketlerine gönderilmelerine yardımcı olmuştur.[83]
Bu, Wünsdorf’daki Tatar ve Başkurt yaşamının durduğu anlamına gelmemektedir. Çoğunluğu savaş esirleri ve onların akrabaları olan yaklaşık 800 Rusya Müslümanı ülkelerine geri gönderilen yurttaşlarına katılmayarak Almanya’da kalmaya karar vermiştir. Bu Müslümanlar Halbmondlager’de bulunan eski esir kampındaki barakalarda kalmışlardır ve Bedri geçici olarak kampın imamlığını yaparken Alman otoriteleri de maddi destek sağlamışlardır. Ancak 1922’de Alman İçişleri Bakanlığı bütün finansal yardımların kesilmesini görüşmüştür, çünkü bu kadar çok sayıdaki Tatarın varlığı hiç de hoş bir durum olmamıştır. Ancak Bedri’nin müdahalesiyle bakanlık Zossen’de 30 ila 50 Müslümanın kalmasına izin vermiştir.[84]
Esir kamplarının çevresinde yürütülen faaliyetlerin çoğu yukarıda sözü edilen “Rus-Müslüman Öğrencilere Destek Birliği” tarafından organize edilmiştir. İlk kurulduğu yıllardan beri birlik Orta Asya ve Rusya’da Müslüman öğrencileri çekme çabası içinde olmuştur. Orta Asya Buhara Cumhuriyeti’nin bir tür kültürel temsilcisi olan İdris 1922’de Orta Asya ve Rusya’dan aralarında Tatar ve Başkurtların da bulunduğu Müslüman öğrencileri davet etmiştir.[85] İdris’in gelecekteki karısı olan Tatar asıllı Moskovalı bir tıp öğrencisinin de bu program dahilinde Berlin’e gelmiş olması dikkate değer olabilir.
1923 yılında Almanya’daki ekonomik durumun hızla kötüleşmesiyle birlikte Almanya’da bulunan Müslüman öğrencilerin, eski esir kampı sakinlerinin veya Orta Asya’dan gelen öğrencilerin varlıkları tehlikeye girmiştir. Ekonomik güçlükler bir çok öğrenciyi geçici olarak çalışmalarını bırakmaya zorlamıştır ve İdris’in Tataristan’daki yetkililerden finansal destek alma çabaları da başarılı olmamıştır.[86] 1924’teki finansal kriz sonucunda İdris ve Bedri öğrenci birliğini tasfiye etmek zorunda kalmıştır.[87]
Bu aksilik Berlin’deki Tatar-Başkurt varlığının sonu olmamıştır. 1922’de küçük bir grup sürgün Tatar öğrencisi Mançurya’dan Almanya’ya gelmiştir. Bu öğrencilerden en seçkin olanı Reşit Rahmeti Arat’tır. Arat, çoğunlukla Türkoloji seminerlerine katıldığı Berlin Üniversitesi’nde çalışmaya başlamıştır. Mükemmel derecede Tatarca bilmesine rağmen, 1927’de Tatarca okutmanı olmadan önce SOS’de Tatarca derslerine devam etmiştir. Daha sonra Turfan koleksiyonuna ait Tarihi Uygur metinlerinin araştırmacısı olarak Prusya Bilim Akademisi’nde çalışmıştır.[88] Tataristan, Başkurdıstan, Finlandiya, Mançurya, Türkiye ve birkaç Orta Asya cumhuriyetindeki sürgün topluluklardan daha başka öğrenciler gelmiştir.
1920’lerin başında geçici olarak Berlin, İdil-Ural bölgesinden gelen politik göçün merkezi haline gelmiştir. İki üç yıl boyunca Tatar ve Başkurtların önde gelen şahsiyetleri politik ve bilimsel aktiviteleri ile gazetecilik çalışmaları için Almanya’nın başkentini merkez olarak seçmişlerdir. Ayaz İshaki, Sadri Maksudi, Fuat Toktarov ve Osman Tokumbetov ile birlikte ulusal Tatar hareketinin önde gelen şahsiyetleri 1922’de Berlin’e ulaşmıştır. 1917’de Ufa Ulusal Kongresi İshaki, Maksudi ve Toktarov’u Versay barış kongresi delegeleri olarak seçmiştir. Ufa Ulusal Kongresi özerk bir İdil-Ural Devleti’ni ilan etmiştir ancak 1918’deki Bolşevik zaferiyle bu özerklik istila edilmiştir.[89] Özellikle kızı Saadet’e (sonradan Türkolog olan Saadet Çağatay, 1906-1989) bakmak için Berlin’e gelen İshaki,[90] Berlin’deki çok uluslu Müslüman topluluğun yaşamında faal olarak yer almıştır: Türklerin ve diğer ünlü Müslüman kişilerin cenaze törenlerinde ve dini bayramlarda[91] konuşmalar yapmıştır, Alman gazetelerinde Rusça, Türkçe makaleler ve “doğuya ait” (yani Müslüman çok-dilli) sürgün eserler yayınlamıştır. Bunlara ek olarak, çoğunlukla İngiliz ve Fransız sömürgesi altındaki çeşitli Müslüman ülkelerden göç edenlerin buluşma noktası olan Oriental Club’ın faaliyetlerine de katılmıştır.
Yine de, Berlin’deki İdil-Ural topluluğu içinde nispeten bir üne sahip olmasına rağmen, İshaki’nin konumunun tartışılmaz olduğu söylenemez. Berlin’deki Tatar ve Başkurt asıllı öğrenciler arasında sadece İshaki taraftarları değil Sovyetler Birliği’ne bağlı olanlar da yer almıştır. İshaki taraftarları ve muhalifler arasındaki çatışma 1920’ler boyunca Berlin’deki İdil-Ural topluluğunun yaşamı üzerinde egemen olmuştur. 1928 yılında Mançuryalı Tatarlar tarafından fakir Tatar öğrencilerine verilen bursun kötüye kullanılması gibi politik olmayan olaylar bile bir anda politik bir mücadelenin parçası haline gelmiştir.[92]
1925’te İshaki Berlin’den ayrılmıştır ve birkaç yıl Türkiye’de kaldıktan sonra Varşova’ya yerleşmiştir. Varşova’da, sonradan Sovyetler Birliği olan ülkelerden gelen Rus olmayan göçmenlerin kurduğu bir teşkilat olan Ligue Promethee’nin İdil-Ural kolunu oluşturmuştur. Ligue Promethee’nin temsilcilerinden bir çoğu 1918 ve 1920/1921 yılları arasında ülkelerinde bağımsızlık için gösterilen çabalarda lider konumunda bulunmuş kişilerdir. Polonya hükümeti Ligue Promethee’ye oldukça güçlü bir finansal yardım sağlamıştır ve bu yolla Sovyetler Birliği’ni zayıflatmayı ümit etmiştir.[93]
Bu politik gelişme Berlin için önemli olmuştur çünkü İshaki İdil-Ural bölümünün dergisini Almanya’nın başkentinde yayıma hazırlamıştır. İshaki Varşova’da yaşadığı için Berlin Üniversitesi’nde Türkçe çalışmalar yapan kızı Saadet editörlük çalışmalarında ona yardımcı olmuştur. Yasal problemler nedeniyle 1931 yılında ismini “Yana Milli Yul”[94] olarak değiştiren “Milli Yol” dergisi önde gelen Tatar sürgün yayını olmuştur.
Dergi, sürgün topluluk medyasının ilgisini çeken konuları kapsamıştır: genel olarak Sovyetler Birliği ve İdil-Ural bölgesindeki en son gelişmeleri incelemiştir, aynı zamanda bütün dünyaya dağıtılmış olan değişik İdil-Ural sürgün topluluklarının hayatı üzerinde de yoğunlaşmıştır. Bunlara ek olarak, okuyucular Sovyetler Birliği’ndeki Rus olmayan diğer halkların durumları ve sürgün faaliyetleri ile ilgili malzemeler de bulabilmişlerdir. Finlandiya, Polonya, Romanya, Mançurya, Japonya ve diğer ülkelerde derginin muhabirleri bulunmuştur.[95]
Berlin’den birkaç Tatar dergiye katkıda bulunmuştur: örneğin İshaki’nin kızı Saadet, Berlin Üniversitesi’ndeki Türkçe çalışmaların ünlü profesörü Willi Bang ve araştırması[96] hakkında yazmıştır. 1927’den 1931’e kadar Berlin’de bir hastanede çalışan Dr. Lebib Karan da sünnetin tıbbi faydaları konusunda insanları bilgilendirmiştir.[97] Derginin Ayaz İshaki haricindeki en faal destekçilerinden birisi de Türkolog Reşit Rahmeti Arat olmuştur. Derginin on bir yıllık varlığı boyunca Arat çoğunlukla takma adlar kullanarak çeşitli konularda makaleler ve birçok şiir yayınlamıştır.[98] Yine de, Berlin’deki Tatarların yoğun katılımına rağmen “Milli Yol”u Berlin içinde sınırlandırılmış yerel bir dergi olarak görmek yanlış olacaktır. Çünkü “Milli Yol” sürgün Tatar topluluklarının dünya çapında oluşturdukları şebekenin merkez bölümü olmuştur.[99]
İshaki’nin faaliyetlerinin ünü, 1930’da sürgüne gönderilen Tatar ilahiyatçısı Musa Carullah Bigiyev için Berlin’i oldukça çekici yapmıştır. 1923 yılında Bigiyev Berlin’deki Rusya Müslümanlarının durumu ile ilgili bir kitap yayınlamıştır ve bu yüzden üç ay boyunca cezaevinde kalmıştır.[100]
Bigiyev, 1932 yılında sürgün edildikten sonra, Sovyetler Birliği’ndeki Müslümanlar için hazırlanan kitap ve broşürleri yayınlamak için Berlin’e gelmiştir.[101]
1933 Yılında Almanya’daki Nazi Yönetiminin Yükselişi ve Başkurt ve Tatar Topluluğu İçin Anlamı
1933 yılından sonraki iki üç yıl boyunca Berlin’de yaşayan Başkurt ve Tatarlar Nazi rejiminin yükselişinden doğrudan etkilenmemişlerdir. Öğrenciler hiçbir büyük problemle karşılaşmadan öğrenimlerine devam edebilmişlerdir. Sovyet karşıtı ve Polonya yanlısı özellikler taşıyan “Yana Milli Yul” dergisinin editörlük personeli ve İshaki’nin politik faaliyetleri bile devam etmiştir. Finlandiya’dan daha başka Tatar öğrencileri Almanya’nın başkentine gelmiştir ve Tatarlar ile Başkurtlar normal yaşamlarını devam ettirmişlerdir.
1930’ların ortalarında politik dengeler değişmeye başlamıştır. Nazi Almanyası saldırgan bir Sovyet karşıtı dış politika hazırlıklarına başlamıştır ve bu durum Berlin’de yaşayan Tatar ve Başkurtları etkilemiştir. Akademik alanda ilk bakışta olumlu gibi görünen bir gelişme bu saldırgan politikanın bir parçası haline gelmiştir: 1936 yılında Baltık Alman bilgini Gerhard von Mende (1904-1963) Berlin Üniversitesi’ndeki Rusça çalışmalarının ortak profesörü olmuştur. 1920’lerin sonlarında SOS’de Rusça ve Tatarca çalışmaları yapan Mende özellikle Sovyetler Birliği’ndeki Türk topluluklarının ulusal hareketleri ile ilgilenmiştir ve bu konu üzerine standart bir eser yazmıştır.[102]
Genç bilginin tutkuları Nazi rejiminin çıkarları ile uyuşmuştur. Böylece von Mende SOS’nin yerine kurulan Auslandshochschule’de çabucak kariyer sahibi olmuştur. Von Mende’nin işe alınmasıyla birlikte Berlin’de Tatarca öğretilmesi tekrar gündeme gelmiştir. Türkiye’den Berlin’e gelen Tataristan asıllı öğrenci Ahmet Temir (doğum 1912) 1936 yılında Tatarca okutmanı olmuştur ve 1943 yılına kadar bu görevini sürdürmüştür. Auslandshochschule’de (1940’da Auslandswissenschaftliche Fakultät olan) çalıştığı yedi yıl boyunca Temir sadece Tatar dilini değil Tatar edebiyatını ve ona bağlı konuları da işlemiştir.[103] Temir’in akademik çalışması kelimenin tam anlamıyla politik değildir ancak koşullar değiştiği için daha sonraki faaliyetleri politik hale gelmiştir. 1930’ların sonlarında Nazi Almanyası’nın Sovyetler Birliği’ne yönelik askeri saldırı planları daha somut hale gelmiştir. Von Mende, Temir ve Özbek göçmen Veli Kayyum’dan Sovyetler Birliği’ndeki Türk basınının aylık tetkikini hazırlamalarını istemiştir. Temir, Tatar dergisi “Kızıl Tataristan” üzerine birkaç adet aylık rapor hazırlamıştır. Bu raporlar hemen Nazi partisi NSDAP’nin önde gelen şahsiyetlerinden Georg Leibbrandt’a gönderilmiştir.[104]
Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’ya yaptığı saldırı İshaki’nin Varşova ve Berlin’deki sürgün faaliyetlerinin sona ermesine sebep olmuştur: politik yollardan Polonya’yı destekleyen İshaki Almanya’yı terk etmek zorunda kalmıştır. Saldırının mantıklı sonucu olarak Yana Milli Yul dergisi de faaliyetlerini durdurmak zorunda kalmıştır. İshaki ve kız kardeşi Türkiye’ye göç etmiştir.
Haziran 1941’de Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne yaptığı saldırıdan sonraki gelişmelere bu makalede değinilmemiştir. 1942 yılında Alman ordusunun Kızılordu’dan aldığı eski savaş esirlerinin oluşturduğu İdil-Tatar lejyonunun (“Ostleigonen”lerden birisi) kurulması ve İdil-Ural Devleti’nin bağımsızlığı için propaganda yapan “Tatar Mücadele Birliği”nin oluşturulması Nazi politikası ve ortaklık meselesi çerçevesi içerisinde tartışılmalıdır.[105] Berlin’de bulunan savaş öncesi İdil-Ural topluluğunun seçkin şahsiyetlerinden bazıları 1941-1945 yılları arasında lider konumlarda yer almışlardır. 1943’te Almanya’dan ayrılan Ahmet Temir’den başka Alim İdris de seçkin bir konumda bulunmuştur. İdris, “Tatar mücadele birliği”ne katılmamasına rağmen ayrı bir Tatar teşkilatına karşı yaptığı itirazlarını sürdürerek bir Nazi kurumu olan SS’nin içinde pan-Türkist bir politika kurmaya çalışmıştır. Yukarıda sözü edilen “Tatar Mücadele Birliği”nin lideri Abdurrahman Şafi-Almas’tır. Şafi- Almas 1928 yılında Berlin’e gelen bir işadamıdır. Berlin’e gelen ilk Tatarlardan olan Abdülhamid Kazakov’un kız kardeşi ile evlenmiştir.
20. yüzyılın başlarından itibaren Berlin’deki Tatar ve Başkurt varlığı özetlendiğinde ortaya çıkan çarpıcı özelliklerden birisi, bu insanların kaderlerinin Almanya ve Rusya arasındaki politik gelişmelere aşırı derecede bağlı olmasıdır. Her iki dünya savaşında da Alman otoriteleri Tatar ve Başkurt savaş esirlerinin varlığından yararlanmaya çalışmıştır. Berlin’deki İdil-Ural topluluğu politik koşullara bağlı olarak Almanların gözünde ya “tehlikeli bir unsur” ya da ilgi çekici bir politika konusu haline gelmiştir.
Rusya’da ve daha sonra Sovyetler Birliği’nde meydana gelen gelişmelerin de topluluğun yaşamı üzerinde bir etkisi olmuştur: 1905’teki Rus devrimi Berlin’e gelen ilk Tatar işadamlarının yolunu açmıştır. Bundan sonra da Sovyet otoriteleri Berlin’deki Tatar ve Başkurt topluluğu içindeki gelişmeleri yakından takip etmiştir. Yine de Tatar ve Başkurtların yaratıcı katkılarını göz ardı etmek yanlış olacaktır. Buna karşılık araştırmacıların gelecekteki görevlerinin birisi Berlin’de yaşayan Tatar ve Başkurtların fikirlerini ve yazılarını aydınlatmak olacaktır.
Freie Üniversitesi Türkoloji Enstitüsü, Berlin / Almanya
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 8 Sayfa: 886-897