Ondokuzuncu yüzyıl Osmanlı mimarlığındaki değişimlerin başlangıcı daha XVIII. yüzyılın ilk yarısında, Osmanlı İmparatorluğu yöneticilerinin Avrupa kültürüne duyduğu ilgi ve çağdaş koşullara ayak uydurma isteği hatta zorunluluğu ile başlamış; XIX. yüzyılda özellikle II. Mahmud, Abdülmecid, Abdülaziz ile II. Abdülhamid’in Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’nın bir parçası ve büyük bir dünya devleti olduğunu kanıtlama çabaları ile devam etmiştir.
İlk hareketleri III. Ahmed Dönemi’ne 1703’lere kadar dayanan bu çabalar XIX. yüzyılın sonuna kadar çeşitli alanlarda kendini göstermiştir. Eğitim sisteminin düzenlenmesi, yeni okulların özellikle askeri mühendislik okullarının açılması, kıyafetlerdeki değişiklikler, askeri güce dayanan bir devlet olan Osmanlı’nın en önemli kurumlarından biri olan “Ordu”da yeni yapılanmalar; imar nizamnamesi gibi yeni nizamnamelerin çıkarılması (1795); meclis ve nezaretlerin kurulması (1837); matbaanın kurulması (1729) ve ilk gazete, dergi, tercüme eserlerin basılması; İstanbul’un ilk planının ve haritasının yapılması (1837); ilk Türk Fuarı/Sergi-yi Umumî-yi Osmanî’nin açılması (27 Şubat 1863) gibi çok farklı alanlarda, yöneticilerin kendi isteği veya Avrupalıların özellikle Osmanlı’nın öteden beri iyi ilişkilerinin bulunduğu Fransız ve İngilizlerin, işlenmiş malları için doğuda pazar bulma kaygısı ile yapılan baskılar sonucunda, birçok yenilik; bizim aşina olduğumuz tanımı ile “Batılılaşma” veya “Batılaşma” hareketleri görülmüştür.[1] Fransız asıllı annesi Nakşidil Sultan’ın II. Mahmud’u yeniliklere teşvik etmesi; Osmanlı ileri gelenlerinin ilk kez İngiliz ve Fransızların düzenledikleri balolara katılmaları; geleneksel eğitim yanında Batılı tarzda eğitim de verilen ilk taht adayı olan ve Fransızca bilen Abdülmecid’in Fransız dergi ve gazetelerine abone olması; yine Abdülmecid’in Fransız Elçiliği’ndeki bir baloda Legion d’Honneure nişanıyla onurlandırılması (1856); kentler için Fransa kentleri örnek alınarak yeni bir yönetim sisteminin getirilmesi; Avrupa’ya giden ilk Osmanlı Padişahı olarak Abdülaziz’in gezi programında ön sıralarda Paris ve Londra’nın bulunması; V. Murad’ın Fransız hukuku örnek alınarak bir anayasa hazırlanmasını istemesi; 1879-1886 döneminde İstanbul’da açılan 17 rüştiyede Arapça ve Farsçanın yanı sıra Fransızca öğretimine de yer verilmesi[2] gibi konularda Avrupa’nın, özellikle Fransa ve İngiltere’nin etkisi ağırlıklı olarak görülebilmektedir.
Osmanlıyı XIX. yüzyılda Batılılaşma yolunda en çok etkileyen olaylardan biri ise Fransız Devrimi ve Aydınlanma’dır. Avrupa’daki aydınlanmanın/reformların karşılığı, Avrupalılaşma çabaları içindeki Osmanlı’nın Tanzimatı’dır diyebiliriz.
Her ne kadar bazı araştırmacılar İslam egemen toplumlarda Aydınlanma Düşüncesi’nin pek tutunamayacağından söz ederek Osmanlı/Türk Aydınlanması’nın gerçekleşmediğini söyleseler de,[3] denemeci İngiliz Aydınlanması, akılcı matematiğe dayalı Fransız Aydınlanması, akılcı ve Alman gizemciliğinin kanıtlarını taşıyan Alman Aydınlanması[4] gibi, her ulusun özelliklerine uygun biçimler kazanan aydınlanma düşüncesi Osmanlı’da önceleri üst düzey yöneticilerin, sonraları ise aydınların etkisi ile Tanzimat Dönemi’nde gerçek kimliğini bulmuştur. İlber Ortaylı 1789 Fransız Devrimi’nin Osmanlı başkentinde ne alkış ve destekle, ne de protesto ve nefretle karşılandığından söz ederek, OsmanlI’nın bu hareketi uzun süre ciddiye almadığını belirtmektedir.[5] Osmanlı’nın Batı’ya ve özellikle Fransız Devrimi’ne bakış açışının bu hareketin bütün Avrupa’yı etkisi altına alması ile değişmeye başladığı, 20-30 yıllık bir süreçte Osmanlı için Fransız Devrimi’nin, Batı tipi okullardan mezun olan ilk Osmanlıların etkisi ile toplumun yeniden yapılanmasında kaynak olduğu anlaşılmaktadır.[6] Bernard Lewis de 1953’te yayınlanan, Fransız Devrimi’nin Türkiye üzerindeki etkilerini anlatan makalesinde; Fransız Devrimi’nin Türkiye topraklarında etkisiz ve ölü doğmuş gibi görünse de mecazi anlamda özgürlük ağacı olarak tanımladığı Fransız Devrimi’nin İslam topraklarında kök saldığını ve hem acı hem de tatlı meyva verdiğini belirtmektedir.[7]
3 Kasım 1839’da Topkapı Sarayı Gülhane Meydanı’nda dönemin aydınlarından Mustafa Reşit Paşa tarafından okunan Tanzimat Fermanı, diğer adı ile Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nda, 150 senedir bozulmuş olan devlet kurumlarından söz eden bir özeleştiri ile birlikte, Osmanlı uyruğu olan herkesin can, mal ve ırz güvenliğinin, vergi adaletinin sağlanacağı, mülkiyet hakkının korunacağı, askerlik yükümlülüğünün bir süreye bağlanacağı, yargısız infaz yapılmayacağı, rüşvetin önleneceği, memleketin ve ahalinin kalkınması için her türlü önlemin alınacağı ve bu kararlara bütün yetkililerin yemin ederek uyacakları vurgulanıyordu.[8]
Osmanlı’nın Batılılaşma macerasının en önemli etkilenme alanlarından biri olan Aydınlanma, Batı kültür çevresinin son yüzyıllardaki en kesin düşünce akımlarından biridir. Zaman bakımından XVIII. yüzyılı kapsayan bu olayın köklerini, önyargılardan arınmış kararlara varmak, din devlet bilgi vb. şeyler karşısında eleştirel davranmak düşüncesinin kılavuzluk ettiği Rönesans’a kadar götürebiliriz. Aydınlanma rüzgarı bütün Avrupa’yı kaplamış, ancak yayılırken ülkeden ülkeye farklı olarak görülmüş, özellikle İngiltere, Fransa ve Almanya’da ülkelerin ulusal karakterlerine uygun görünüşler kazanmıştır. Anayurdu olan İngiltere’den yayılan Aydınlanma düşüncesinin ilk uğrağı, Fransız Devrimi’nin aydınlanma düşüncelerinden birçoğunu pratik alanda gerçekleştirmesi nedeniyle Fransa olmuştur. Fransız Devrimi’nin bu etkisi Aydınlanma’nın Fransa’dan çıktığı yanlış kanısının doğmasına neden olmuştur. Macit Gökberk’in akılcı/uscu matematik olarak nitelendirdiği Fransız aydınlanması’nın tarih görüşünün özü ise ilerlemedir.[9] İlerleme sorusunu insanın iç değerleri açısından ortaya atan düşünürlerden biri de J. J. Rousseau’dur. Aydınlanmanın kıyasıya bir eleştirmeni olan Rousseau’ya göre tarih; doğal olmayan bir yolda yürümüş, doğallıktan bu sapma insanlıkta derin yaralar açmıştır. Tarihin doğru yolda yürümesi isteniyorsa, doğaya dönmesinin gerektiği, yani sağlıklı ve doğaya uygun bir düzen kurmak gerektiğini savunmuştur.[10]
Aydınlanmadan önce gelen iki yüzyılın ana ilgisi doğaya yönelmiş ve büyük bir doğa bilimi doğmuştur. Galilei’de “Gözümüzün önünde her zaman açık duran doğanın kitabı, bizim abecemizdekinden başka harflerle yazılmıştır. Bu kitabın harfleri: Üçgenler, kareler, daireler, küreler, piramitler ve öteki matematik biçimlerdir” diyerek doğanın yapısının ancak matematik ile kavranabileceğini vurgulamış ve bu anlayıştan matematik doğa bilimi doğmuştur.[11] Galilei’nin üçgen, kare, daire, küre gibi farklı harflerle yazılmış bir kitap olarak tanımladığı ve J. J. Rousseau’nun dönüş çağrısı yaptığı doğanın ve doğaya dönüşün simgesi olarak seçilen küre, XIX. yüzyıl Avrupa ve Osmanlı mimarilerinde sıkca görülmektedir. Hollanda’da Het Loo Sarayı’nın alt bahçesinde havuzların ortasında üstü dünya/yerküre/küre-i arz betimlemeli küreler bulunmaktadır.[12] Fransa’da 1892-93 yıllarında gerçekleşen yarışmalarda seçilen veya bu yarışmalara katılan anıt, heykel ve yapı projelerinin yayınlandığı bir dergide küre ve yerküre betimlemelerinin çokluğu dikkati çekmektedir[13] (Foto. 1). Eşzamanlı olarak XIX. yy. Osmanlı Mimarlığı’nda da Fransız Devrimi Aydınlanma Düşüncesi’nin yansıması olarak küre ve yerküre betimlemeleri görülmektedir. Bunların içinde ilk göze çarpan Günkut Akın’ın Osmanlı tarihinde İstanbul’daki ilk anıt ilk modern yapı olarak tanımladığı,[14] Divanyolu II. Mahmud Türbesi’nin de içinde bulunduğu yapı topluluğunun bir köşesinde yer alan çeşmedir. 1840 yılında yapılan yapı topluluğu ile aynı yılda inşa edildiği düşünülen yapının üzerindeki mermer küreye yerküre işlenmiştir (Foto. 2). 21 Şevval 1256 tarihli Ceride-i Havadis’te çeşme üstündeki yerküre betimlemesinden söz edilmektedir.[15] Bu küre betimlemesi uscu matematik temelli Fransız Aydınlanması’nın doğa kitabının temel harflerinden olan küreye göndermeler yapmaktadır. Tarihi belli olmasa da üstündeki süslemeden II. Mahmud Türbesi köşesindeki çeşmenin yapıldığı tarihlerde yenilendiği düşünülen, Üsküdar Selmanipak Caddesi üzerinde bulunan Şeyh Devati Mustafa Efendi Camii hazire duvarındaki çeşmenin üstünde de kaide üzerinde bir küre yer almaktadır (Foto. 3).
Osmanlı’nın XVIII. ve XIX. yüzyılda Batılı mimari modaları denediği ve halkın beğenisine sunduğu model yapılar olarak düşünebileceğimiz çeşmeler[16] arasında Aydınlanma düşüncesini dolayısıyla Tanzimat Dönemi mimarlık anlayışını en küçük ölçekte anlatabilen yukarıda saydığımız örnekler dışında, 1843 yılında Abdülmecid’in annesi Bezmialem Valide Sultan tarafından inşa ettirilen iki çeşme de bulunmaktadır. Nuran Kara Pilehvarian’ın ikiz çeşme olarak tanımladığı,[17] bugün orijinal yerlerinde değil Topkapı ve Yıldız’da bulunan çeşmelerin ayna taşında, bir kaide üzerinde ışık saçan küre/yerküre kabartması yer almaktadır (Foto. 4). Bu betimlemeler Avrupa’da özellikle Fransa’daki Devrim Mimarisi etkisinde inşa edilen anıtlarda görülen küre/yerküre betimlemeleri ile büyük benzerlikler göstermektedir (Foto. 5).
Günkut Akın ve Nuran Kara Pilehvarian Avrupa kenti fiziksel görüntüsü özlemi içinde gerçekleştirilmiş anıtsal ölçekte çeşmelerde, ışık saçan küre veya yalnızca kürenin kullanılmasını, Fransa’da I. Napolyon Dönemi’nden (1804-1815) başlayarak 1830’lara kadar süren ve II. Fransız Devrimi (1848) ile devamında III. Napolyon Dönemi’nde (1852-1870) yeniden canlandırılan klasisist “Empire/Ampir” üslubunun Osmanlı Mimarisi’ne yansıması olduğunu, ayrıca klasist üslup içinde gelişen Fransız Devrim Mimarisi’nin temel biçimlere yöneldiği ve en çok kürenin üzerinde durduğunu vurgulamışlardır.[18] Küre betimlemeleri, çeşmeler dışında eş zamanlı olarak Güzelce Kasımpaşa Camii (1722-1723), Gümüşsuyu Kışlası (1861-1862) (Foto. 6) gibi yapılarda da görülmektedir. Küre betimlemeleri yalnızca cephede ve dış mekanlarda değil dönemin en şaşalı yapıları olan saray, köşk ve kasırların iç mekanlarında özellikle tavan süslemelerinde de görülmektedir.
XIX. yüzyılın kartografya ve coğrafi eserlerinin de simgesi olarak algılayabileceğimiz dürbün, rulo kağıtlar, pusula, pergel, gönye gibi aletler de kürenin yanı sıra süsleme programında yerlerini almışlardır. Bunlar içinde 1856-1857 yıllarında inşa edilen Küçüksu Kasrı’nın zemin katta girişin sağındaki ilk odanın tavan köşelerinde kalemişi olarak yerküre betimlemesi ve odadaki bütün kapıların üzerinde yuvarlak alınlıklar içinde altın yaldızlı, üstünde meridyen ve paraleller işlenmiş olan dünya/yerküre kabartmaları bulunmaktadır. Küçüksu Kasrı tavanındaki yerküre betimlemesinin hemen hemen aynısı 1866 tarihli Maslak Kasırları Kasr-ı Hümayun’un üst katında sağdan ikinci odanın tavanında da görülmektedir. Yerküre betimlemesi yanında saat, kitap, dürbün ve hokka da kompozisyon içinde yerlerini almışlardır (Foto. 7). Benzer biçimde Dolmabahçe Sarayı Valide Sultan Kabul Odası’nda da yerküre ve gemi betimlemeleri bulunmaktadır.
Yıldız Sarayı’nın bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Müzesi olarak kullanılan mekanının üç bölümlü tavanı ortasında bir tarafta dünya, kitap, diğer tarafta dümen, pusula, dürbün, kum saati; tavanın köşelerinde de palet, lir, pergel, gönye gibi kalemişi betimlemeler yer almıştır (Foto. 8).
Sözünü ettiğimiz yerküre betimlemelerinden farklı olarak dış mekanlarda metal yerküre betimlemesi de görülmektedir. 1892’de II. Abdülhamid’in yenilettiği Teşvikiye Camii avlu giriş kapısının iki yanındaki duvar üstünde içi boş metal küreler bulunmaktadır (Foto. 9). Bu metal yerküre betimlemeleri, 1892-1893 tarihli daha önce sözünü ettiğimiz Fransız dergisindeki yerküre betimlemeleri ve Avrupa’da eşzamanlı olarak görülen Art Nouveau üslubunda da kullanılan içi boş metal yerküre betimlemeleri ile aynıdır (Foto. 10-11). Endüstri Devrimi’nin bir yansıması biçiminde Art Nouveau’da metal olarak karşımıza çıkan dünya betimlemeleri belki de Fransız Devrimi’nin özündeki özgürlük, laiklik, ilerleme gibi ilkeleri ile Avrupa’dan başlayarak dünya toplumlarını etkilemesi ve endüstrileşmenin bu özgür düşünce sayesinde başlamasının somut kanıtlarıdır. Bu metal yerküre betimlemeleri aynı zamanda Osmanlı Mimarlığı’nın yenilikleri ne kadar yakından takip ettiğinin de göstergesidir.
Eş zamanlı olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun başkent dışında Anadolu’nun diğer yerleşmelerinde de Fransız Devrimi ve Aydınlanma’nın sembollerine rastlanmaktadır. 1882’de çıkarılan Ebniye Nizamnamesi ile yapımına başlanan hükümet konakları içinde yer alan Bilecik Hükümet Konağı’nın anıtsal giriş kapısı üzerinde bir küre bulunmaktadır (Foto. 12).
İngiltere’den Amerika’ya bütün dünyayı etkileyen aydınlanma düşüncesi içinde Batılılar da Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde hem endüstrileşmeyi hem de aydınlanmayı sembolize eden biçimler kullanmışlardır. Karaköy Rıhtımı’nda yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte 1800’lerin ikinci yarısında inşa edildiği varsayılan Avusturyalıların Viyana Bankası binası olarak tamamlanan binanın iki cephesinde dünya ve gemi burnu kabartmaları üzerinde kanatlarını açmış kartallar görülmektedir. Denize bakan ikinci kat önündeki teras korkuluklarında “sanayi” ve “ticareti” simgeleyen iki heykel bulunmaktadır.[19]
Fransız Devrimi ve Aydınlanma’nın XIX. yüzyıl Osmanlı Mimarlığı’nda görülen bir başka sembolü terazidir. Öteden beri adaletin sembolü olarak bilinen terazi Fransız Devrim Mimarisi’nde olduğu gibi XIX. yüzyıl Osmanlı Tanzimat Mimarlığı’nda da Tanzimat Fermanı’nın eşitlik ilkesinin sembolüdür. Terazi betimlemesi XIX. yüzyıl Osmanlı yapılarına önce XIX. yüzyılda oluşan Osmanlı armasının bir parçası olarak girmiştir. Batılılaşma ile birlikte Avrupa’daki arma geleneğine uymak, Avrupa’nın bir parçası olduğunu kanıtlamak ve askeri güce dayanan Osmanlı’yı tanımlamak amacıyla tuğralar dışında bir imgeye ihtiyaç duyan Osmanlı’nın arması II. Abdülhamid’in saltanat yıllarında son şeklini almış ve yaygın olarak kullanılmıştır. Armada yer alan silahlar güçlü Osmanlı ordusunu, birinci kitap Kur’an-ı Kerim’i, ikinci kitap Tanzimat Fermanı’nı ve din, adalet, hukuk ile eğitimi, boynuz bereketi, borazan mehterhaneyi, meşale aydınlatan yol gösteren ülkü, eğitim, terazi ise adalet ve Tanzimat Fermanı ile gelen eşitliği sembolize etmektedir.[20] Osmanlı armasını resim çerçevesinde, koltuklarda, II. Abdülhamid’in faytonunda süsleme olarak görebildiğimiz gibi Osmanlı toplumunun rahatça izleyebileceği yapılarda da kullanıldığını görmekteyiz. Osmanlı insanının moral değerlerini yükseltmek amaçlı olarak da geliştirildiği söylenen[21] Osmanlı armasının kullanıldığı yapılar arasında Dolmabahçe Saat Kulesi, Davutpaşa Kışlası, Harbiye Binası ve arma kullanılan ilk dini yapı olan[22] Teşvikiye Camii sayılabilir.
Osmanlı armasını oluşturan sembollerden terazi, Osmanlı başkenti dışında Anadolu’nun küçük yerleşmelerinde de eşzamanlı olarak kullanılmıştır. 1846 tarihli Fethiye Seki Yaylası Teke Camii harimindeki duvar resimleri içinde ve Afrodisias Antik Yerleşmesi yakınındaki Geyre Köyü Camii’nde de kalemişi olarak terazi motifi işlenmiştir[23] (Foto. 13). Rüçhan Arık terazi, makas, dil, ateş, yürek gibi betimlemelerin sembolik tılsım resimleri olabileceğini söylemektedir.[24] Köy camileri ve konutlara kadar girebilmiş olan ve Osmanlı başkentindeki, Fransız Devrim Mimarisi ve Aydınlanma etkisindeki sembollerle paralellikler gösteren bu betimlemelerin başkente öykünme ve bir mimari moda olarak buralara kadar gelebildiğini de akla getirmektedir.
1844’te tamamlanan İstanbul’da bugün Fransız Büyükelçiliği bahçesinde yer alan, Kapitülasyon Mahkemesi Binası’nın cephesinde de kanun, adalet ve kuvveti sembolize eden girlandlar arasında terazi, açık bir kitap ve çıpa kabartmaları görülmektedir. Bu yapıdaki terazi ve kitap betimlemeleri de bu sembollerin yine Fransız Devrim Mimarisi ve Aydınlanma sembolü olarak bir adalet yapısı üzerine işlendiklerini düşündürmektedir.
Osmanlı armasını oluşturan sembollerden biri olan ve mimaride de kullanılan bir diğer sembol meşaledir. II. Mahmud Türbesi Avlu Giriş Kapısı’nda ve Bezmialem Valide Sultan’ın yaptırdığı akaretler Valide Çeşme’nin ayna taşlarında ve dönemin yenileşme hareketlerinin başında gelen eğitim ıslahatlarının ürünlerinden olan Galatasaray Lisesi bahçe kapısı üzerinde aydınlanma sembolü çapraz biçimde iki meşale betimlemesi görülmektedir.
Bütün bu anlatılan yerküre/küre, terazi, meşale, pusula, kum saati, dürbün gibi sembollerin kullanımı yanında Osmanlı’nın Avrupa’dan aynen alarak kullandığı, şövalye başlıkları gibi semboller de XIX. yüzyıl Osmanlı Mimarlığı’nda aydınlanma sembolleri arasındaki yerlerini almışlardır.
XIX. yüzyılın önemli buluşlarından olan buharlı gemilerin tasvirlerinin başkenteki saraylardan (Beylerbeyi) Anadolu’nun ücra köşelerindeki konutların (Karaman Hacı Sami Tartan Evi)[25] iç mekan süslemelerine kadar girdiği görülmektedir. Buharlı gemi betimlemesinin yanı sıra, aydınlanmada doğaya dönüşün sembolü olarak ele alınan küre/yerküre betimlemeleri ile birlikte pusula, dürbün, muhtemelen harita olabilecek rulo kağıtlar, dümen, kum saati gibi konuların da işlendiği düşünülürse 1789 Fransız Devrimi ve bütün dünyayı etkileyen Aydınlanma Düşüncesi’nin etkisi ile oluşan özgür düşünce ve hareketin sonucu olarak yeniliklerin/buluşların çoğaldığı da düşünülebilir.
1789 Fransız Devrimi ve 1839 Tanzimat Fermanı’nın içeriklerinde büyük aynılıklar/benzerlikler bilinmektedir. Bu hareketler sonucu elde edilen hak ve özgürlükleri aktarmada mimari semboller önemli bir yer tutmaktadır. En ufak detaylarda bile Fransız Devrimi ile Aydınlanma Düşüncesi ve Tanzimat hareketinin temelini oluşturan “Herkese eşit adalet”, “Yaygın Eğitim”, “Barış Sanatlarının Desteklenmesi”, “Güçsüzün Korunması” gibi ilkeler mimaride de terazi, palet, kitap gibi sembollerle halka aktarılarak benimsetilmeye çalışılmaktadır.
XIX. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nun Batılılaşma hareketleri içinde Avrupa mimarisindeki yeniliklere ve biçimlere bir öykünmeden çok, Avrupa’ya özgü yenilik ve biçimlerin Osmanlı kültürü ile harmanlanarak Osmanlı mimarisine özgü kalıplara yeni olanaklar kazandırma çabaları görülmektedir. Bu çabalar arasında özellikle süslemede, Fransa’dan alınan Ampir üslup içinde kullanılan askeri biçimlerin yanında girland, fiyonk, çelenk gibi daha önce sözü edilmeyen eşzamanlı motiflerin Osmanlı’nın tuğra, sancak, sorguçlu serpuş gibi sembolleri ile birarada kullanılarak Osmanlı Mimarlığı’na uyarlanması da yer almaktadır.
Bütün bunlar ışığında XIX. yüzyıl Osmanlı Mimarlığı’nda her alanda yapılan yeniliklerin mimari ile desteklenmesi sonucunda yeni düzenlemelere cevap verebilecek yapılar ortaya çıkmış ve bu yeni tip yapılar ile birlikte bu dönemde yapılan geleneksel yapılarda da Aydınlanma, Fransız Devrimi ve Tanzimat’ın ilkeleri süslemeler ile aktarılmaya çalışılmıştır. Osmanlı’nın Avrupa ile bütünleşmesi ve Osmanlı toplumuna yeniliklerin yansıtılması, büyük ölçüde mimaride kullanılan ve hem işaret hem de işaretin gizil güçlerini biraraya getirerek iletişimi sağlayan, mesajlar veren sembollerle başarılmıştır. Yapılarda küre/yerküre, terazi, pusula, saat, kitap, meşale, dürbün gibi sembolleri kullanmak Osmanlı’nın eğitimden siyasete, hukuktan günlük yaşama kadar her alanda yapmış olduğu yenilikleri Osmanlı toplumuna aktarmanın ve bu yeniliklerin günlük hayata yerleşmesini sağlamanın en akılcı ve en kolay yoludur. Ayrıca bu semboller Osmanlının 1840’lardan 1900’lere kadar Avrupa’daki bilim, teknik, hukuk ve sanat alanındaki yenilikleri eşzamanlı olarak Osmanlı toplumuna yansıttığının göstergesidir
Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 15 Sayfa: 344-349