XIX. Yüzyıl Osmanlı Başkentinde Polis Teşkilatı Ve Karakol Binaları
Osmanlı İmparatorluğu’nda Polis Teşkilatı, imparatorluk toprakları üzerinde asayiş ve güvenliği sağlayan bir kurum olarak 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bir Batılılaşma kurumu sayılabilecek teşkilat, zaman içinde değişiklikler geçirmekle birlikte, Cumhuriyet devri polis teşkilatının temelini oluşturmuştur.
Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan Müslüman ve gayrimüslim halkın can, mal ve ırz güvenliğini sağlamak, keyfi uygulamaları önlemek amacıyla daha 14. yüzyıl başlarında çeşitli düzenlemelere gidilmişti. Osmanlılarda ilk ihdas edilen memuriyetlerden biri, doğrudan asayişe yönelik olan subaşılıktı.
Şehir, kasaba ve köylerde asayiş ve güvenlikle ilgili konularda yazılı hükümler 15 ve 16. yüzyıllarda belirginleşmeye başlamıştır. Özellikle İstanbul’un fethi ve payitaht ilan edilmesinden sonra şehrin nüfusunun hızla artması ve imparatorluk sınırlarının genişlemesi, asayiş ve güvenlikle ilgili konularda yeni düzenlemelere gidilmesini zorunlu kılmıştır.
Başkentin asayiş ve güvenliğini sağlamak için şehir, 16. yüzyıldan itibaren çeşitli bölgelere ayrılmış ve her bölgenin sorumluluğu ayrı bir teşkilata devredilmiştir. Bu teşkilatların yetki ve sorumlulukları 19. yüzyıla, II. Mahmut dönemine kadar sürmüştür.
Asayiş ve güvenlikten sorumlu teşkilatlar arasında en kalabalık grubu Yeniçeriler oluşturuyordu. Yeniçeri ağasına bağlı görevlilerin sorumluluk alanları İstanbul’un kara tarafı, özellikle kapılarıydı. Günümüz polisinin görevlerinin yanı sıra bacaların temiz tutulması, yangınların söndürülmesi gibi bugün belediyenin sorumluluğunda olan işler de yeniçeri zabitlerinin görev alanına giriyordu.
İstanbul’un asayişinden sorumlu ikinci büyük teşkilat Bostancı Ocağı’ydı. Uzunçarşılı’nın verdiği bilgiye göre, Bostancı Ocağı, devlete ve padişaha ait bütün bağ, bostan, bahçe ve hasbahçelerin korunması, padişah ve saray hizmetindeki kayık ve kayıkhanelerin korunması ve kullanımının yanı sıra Üsküdar, Boğaziçi, Haliç, Eyüp, Kağıthane, Bakırköy, Kadıköy ve adaların muhafazasından sorumlu çok önemli bir teşkilattı.[1]
Osmanlı İmparatorluğu’nun önemli askeri güçlerinden biri olan Topçu Ocağı, aynı zamanda, Tophane ve Beyoğlu’nun asayiş ve güvenliğinden sorumluydu.
Osmanlı ordusunun Kapıkulu denilen Hassa askerlerine bağlı Cebeciler, kentin güvenliğinden sorumlu dördüncü büyük teşkilattı. Cebecilerin görev alanı Bab-ı Hümâyun ve çevresi, Ayasofya, Ahırkapı ve Hocapaşa civarıydı.
Bu teşkilatların yanı sıra İmparatorluğun bazı üst düzey memurları, asli görevlerinin yanı sıra zabıta amiri olarak da görev yapıyorlardı. Bunlardan Kaptan-ı Derya İstanbul Limanı, Tershane, Kasımpaşa ve Galata’nın emniyet amiriydi ve bu bölgelerde asayişi kalyoncu denilen görevliler sağlardı.[2]
Başkentin güvenliğinden sorumlu bir diğer memuriyet kadılıktı. Kadının emri altındaki memurlar, semtlerde ahlak zabıtası olarak görev yapıyordu. Ayrıca yine bazı beledi işlerin takibi de bu memurlar tarafından yerine getiriliyordu.[3]
Yukarıda belirtilen teşkilat ve memurların yanı sıra Çavuşbaşılar, Eski Saray Baltacıları, Rikab Solakları[4] ve Asesbaşılar[5] gibi saray teşkilatına bağlı ve sorumluluk alanları daha dar zabıta görevlileri ve bugünkü gizli polislerin yetkilerine sahip Salmalar ve Böcekçiler[6] gibi zabıta görevlileri de bulunuyordu.
1826’da yeniçeriliğin kaldırılması ve buna bağlı olarak idari ve adli yapılanmada yeni düzenlemelere gidilmesiyle birlikte, imparatorluk toprakları üzerinde asayiş ve güvenliği sağlayacak yeni bir teşkilat kurulması zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Bu konuda ilk girişim Seraskerlik makamının kurulmasıdır. Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordusunun komutanı olan Serasker, aynı zamanda, kentin en yüksek derecedeki emniyet amiriydi. 1826 sonrası yapılan reformlar nedeniyle polisin görevi giderek daha fazla önem kazanmış ve kolluk sisteminin korunması ve genişletilmesi seraskerin başlıca görevlerinden biri olmuştur.[7] Bu çerçevede 1826’da başkentte Tomruk adı verilen bir karargahta 150 profesyonel kavas ve 500 profesyonel olmayan seymenden meydana gelen özel bir polis birimi oluşturulmuştur.[8] Bu örgüt, Osmanlı İmparatorluğu’nda kurulan ilk bağımsız polis gücünün temsilcisidir.
1826’dan sonra İstanbul dört güvenlik bölgesine ayrılmıştır. Bu dört bölge Mansure ordusuna bağlı olarak kurulan üç ana teşkilat tarafından korunuyordu. İstanbul’un Suriçi bölgesi Asakir-i Mansure-i Muhammediye; Kasımpaşa’dan Eyüp’e kadar olan bölge Asakir-i Muntazama-i Bahriye; Üsküdar, Boğaz’ın Anadolu yakası ve Kadıköy Asakir-i Muntazama-i Hassa askerleri tarafından korunuyordu. Galata ve Beyoğlu yakası yine Topçu Ocağı mensuplarının sorumluluğundaydı, Boğaz’ın Rumeli yakasının korunması da onlara bırakılmıştı. Topçubaşılık 1832’de Tophane Müşiriyeti’ne dönüştürülmüş ve 1845’de İstanbul’da ilk defa bir polis teşkilatı kurulmasına karar verildiğinde polisler Tophane Müşiri’nin emrine verilmiştir. 1834’te Rumeli ve Anadolu’nun bazı eyaletlerinde Asakir-i Redif adı verilen, İstanbul’dakine benzer bir teşkilat kurulmuştur.[9]
19. yüzyıla kadar İstanbul’un en önemli sorunlarından biri asayiş ve güvenlikti. Gerçekten de İstanbul, yüzyıllar boyunca, başta bizzat güvenlikten sorumlu Yeniçeriler olmak üzere sürekli isyanlarla sarsılmış, bu isyanlar ve isyanların kentte yaptığı tahribatın önüne geçilememişti. Tanzimat yöneticileri bu konuyu ciddiye almışlar, devlet otoritesini sağlamak, başkenti ve halkı korumak için polis gücüne büyük önem vermişlerdir. Bu, çok geniş çapta düşünülen reformların hayata geçirilmesinin belki de baş koşuluydu. Yöneticilerin başarılı olabilmesi için kent alanına yeni bir düzenleme getirilmesi ve alınan kararların tavizsiz uygulanması gerekiyordu. Polis gücü, bu yeni düzenin oluşması ve sürekli olması, yani reformların hayata geçirilmesi için temel unsurdu. Yerasimos, Tanzimat’la birlikte getirilen kent alanının yeniden düzenlenmesi ve yeni bir düzen kurma çabasının sonuçlarının hemen hissedildiğini ve İmparatorluğun son yüzyılında başkentin hemen hiç bir ayaklanmaya sahne olmadığını ifade etmektedir.[10]
Sultan Abdülmecit dönemi, polis teşkilatı açısından en önemli dönemdir. 20 Mart 1845’te çıkarılan Polis Nizamnamesi ve Tezkere-i Umumiye, 1 Temmuz 1800 tarihli Paris Emniyet Müdürü’nün görevlerini düzenleyen kararname temel alınarak hazırlanmıştır.[11] Tezkere-i Umumiye’de; payitahtta halkın güvenliği ve kentin düzenini temin amacıyla Polis tabir olunan bir kolluk kuvvetinin oluşturulduğu ve başına Tophane Müşiri Mehmed Ali Paşa’nın getirildiği belirtilmektedir. Bundan kısa bir süre sonra, 1846’da, Seraskerlik’ten bağımsız Zaptiye Müşirliği kurulmuştur. Döneminin bir diğer önemli gelişmesi, 1854 yılında Şehremaneti makamının kurulmasıyla birlikte, o güne değin polisin sorumluluğunda olan pek çok beledi görevin bu yeni kuruma devredilmesidir. Böylece polis, giderek daha çok asayiş ve güvenlikten sorumlu olmaya başlamıştır.
Sultan Abdülaziz döneminde polis teşkilatında yeni düzenlemelere gidilmiştir. Dönemin önemli gelişmelerinden biri, 1869 tarihli nizamnameyle Zaptiye Müşiri’ne İstanbul Valisi unvanı verilmesidir.[12] Bu unvanla birlikte, bugün İstanbul’un en yetkili emniyet amiri olan Valiliğin temeli atılmıştır.
Sultan II. Abdülhamit devrinde polis teşkilatının önemi artmış, polisin yetki ve sorumlulukları genişlemiştir. Dönemin ilk önemli gelişimi 1876’da Müşirliğin lağvedilerek Zaptiye Nezareti’nin kurulmasıdır. Zaptiye Nezareti İstanbul ve çevresinin güvenliğinden sorumlu tutulurken vilayetlerde bu görev yeni kurulan Jandarma
Teşkilatı’na bırakılmıştır.[13] Abdülhamit döneminin polis teşkilatı bir yandan asayiş ve güvenliği sağlarken bir yandan da padişahın özel hafiye teşkilatına dönüşmeye başlamıştır. Ayrıca 1876 Nizamnamesi’nin uygulanmasında sorunlar çıkmış,[14] bunun üzerine II. Meşrutiyet’le birlikte teşkilatta iyileştirmeye gidilmiş, ancak başarılı olunamayınca 4 Ağustos 1909’da Zaptiye Nezareti bütünüyle lağvedilmiştir. Zaptiye Nezareti kapatıldıktan sonra Emniyyet-i Umûmiyye Müdüriyeti kurulmuş ve buna bağlı olarak da bir Polis Müdüriyeti teşkil edilmiştir. Emniyyet-i Umûmiyye Müdüriyeti Dahiliye Nezareti’ne bağlanarak İstanbul’un asayişinden Polis Müdürlüğü sorumlu tutulmuştur.[15] Cumhuriyet’in ilanından sonra İstanbul’daki örgüt kapatılmış ve Ankara’ya taşınarak 1925’te Emniyet-i Umumiye Umum Müdürlüğü adıyla yeniden yapılandırılmıştır.
Karakol Binaları
İstanbul’un asayiş ve güvenliğinden sorumlu olan görevliler, 19. yüzyıla kadar, bağlı oldukları ocak ve teşkilatlara ait binalarda ikamet ediyorlardı. Bu binaların yanı sıra, kulluk denilen küçük ölçekli yapılar da bulunuyordu. Ancak doğrudan güvenlik mensupları için yapılmış, belli bir plana sahip yapılar yoktu.
Yukarıda da belirtildiği gibi ocakların kapatılmasıyla doğan boşluk Mansure ordusu tarafından doldurulmuştur. Güvenlik görevlileri, başlangıçta İstanbul’un çeşitli yerlerindeki kışlalarda ikamet etmişler, ancak bir süre sonra karakolhane adı verilen yeni binaların yapımına başlanmıştır.
İstanbul’da belli bir imar politikasıyla karakol yapımının başladığı 1831’e kadar kışlalardan uzak bölgelerde ahşap karakol binaları inşa edilmiştir. Erken tarihli bu örnekler, ahşap konut mimarisini yansıtan iddiasız yapılardır.
Karakol binalarının yapımına 1831-32’de yeni bir düzenleme getirilmiştir. Bu kapsamda bir yandan Yedikule Hisarı ve Zindankapı’daki Baba Cafer Zindanı gibi uygun yapılar karakol haline getirilirken[16] bir yandan da yeni karakol binaları inşa edilmiştir. Mecelle-i Umur-u Belediye’de yayınlanan bir belge, yeni inşa edilecek karakollar için getirilen kuralları açıkça göstermektedir.[17] Belgede, başkentte karakol adı verilen mahallerin o zamana kadar ahşap olduğu, bundan böyle inşa edilecek karakollarda kargir malzeme kullanılması buyurulmaktadır. Böylece 1831-32’den itibaren İstanbul’da daha özenli, kalıcı karakol binaları inşa edilmeye başlanmıştır. Başkentte kargir malzemeyle ve doğrudan karakol olarak inşa edilen ilk yapılar Şehzadebaşı, Bahçekapı ve Hatapkapı (Odunkapısı) karakollarıdır. II. Mahmut döneminde bir yandan yeni karakol binaları inşa edilirken bir yandan da İstanbul’un çeşitli yerlerinde bulunan kulluklar ve bostancı ocaklarının uygun olanları karakola dönüştürülmüş ya da yıkılarak yerlerine yenileri yapılmıştır. 1831’den itibaren karakol inşa ve tamirleri Ebniye-i Hassa Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilmiştir.
II. Mahmut döneminin karakol binaları başta Eyüp, Fatih, Topkapı gibi İstanbul’un eski yerleşimleri olmak üzere başkentin belli başlı merkezlerinde inşa edilmiştir. Başlangıçta ahşap ve tek katlı olan karakollar giderek kagire dönüşmüştür. Dönemin karakolları küçük boyutlu olmasına rağmen, devlet gücünü temsil eden kışla ve saray yapıları gibi, ampir üslup özellikleri göstermektedir.
Sultan Abdülmecit döneminde karakol yapımı artarak sürmüştür. Karakol binaları Boğaz’ın Anadolu yakası, Kadıköy ve Üsküdar’da yoğunlaşmıştır. Bunun muhtemel nedeni 1842’de Selimiye Kışlası’nda başlayan yoğun inşa faaliyetidir. Özellikle bu sırada adeta bir şantiyeye dönen Üsküdar’da bugün üçü ayakta olan sekiz karakol ve diğer pek çok kamu binasının inşa ve onarımı gerçekleştirilmiştir. II. Mahmut dönemi karakol binaları Abdülmecit dönemi binaları için bir prototip oluşturmuştur. Kargir malzemeyle, bir bodrum üzerine tek ya da iki katlı olarak inşa edilmişlerdir. Dönemin karakolları Neo-klasik üslup özellikleri göstermektedir. II. Mahmut dönemi yapılarından en belirgin farkı üçgen alınlığın yerini korkuluklu terasın almasıdır.[18]
Dönemin bir diğer özelliği diğer pek çok kamu binasında olduğu gibi karakol yapımında azınlık ve yabancı mimarların isimlerinin duyulmaya başlamasıdır. Balyan Ailesi’nin dışında diğer azınlık mimarlar, örneğin Rumeli Hisarı Karakolu ile 1854’te Balta Limanı Karakolu’nu inşa eden Dimitri Kalfa, yabancı mimar olarak da 1842’de Eminönü Limon iskelesi Karakolu’nu planlayan Fossati bu isimler arasında ön plana çıkmaktadır.
Sultan Abdülaziz dönemi karakol yapımının en yoğun olduğu dönemdir. 1863 tarihli Salname’de o tarihte İstanbul’da 232 karakol olduğu belirtilmektedir.[19] Abdülaziz dönemi karakolları İmparatorluğun prestij yapıları içinde önemli bir yer tutar. Özellikle Taksim, Nişantaşı, Teşvikiye gibi semtlerde, küçük boyutlu olmalarına karşın etkileyici karakollar inşa edilmiştir. Tek ya da iki katlı olan karakollarda cephelerde bitkisel ağırlıklı bezemenin hakim olduğu eklektik üsluplu karakolların yanı sıra daha sade ve anıtsal ölçülerde Neo-klasik karakol binaları kentin belli başlı merkezlerinde görülmeye başlanmıştır. Maçka, Çırağan ve Ihlamur/Süslü Karakol gibi dönemin önemli karakol binaları yine Balyan Ailesi tarafından gerçekleştirilmiştir.
Karakol binalarının yapımına verilen önem Sultan II. Abdülhamit döneminde de sürmüştür. 1882’de çıkarılan Ebniye Kanunu’yla yerleşime yeni açılacak alanların düzenlemesine getirilen “Ham arazi ve bağ ve bostan üzerine ebniye inşası ile mahalle teşkili için parça parça satmak isteyenler teayyun edecek lüzum ve icap üzerine meccanen bir karakolhane ve bir de mektep mahalli terketmeye…” hükmü[20] bunu kanıtlamaktadır. II. Abdülhamit dönemi ve sonrasında Eklektik ve Neo- klasik üslupta karakollar inşa edilmiştir. Dönemin önemli ismi Raimondo D’Aronco saray mimarı olarak on sekiz karakol projesi hazırlamış[21] ancak bunlar uygulanmamış, yalnızca Aziziye Karakolu’nun yenileme projesi hayata geçirilebilmiştir.
Genel Değerlendirme
Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’un asayiş ve güvenliğini sağlamak için, başlangıçtan itibaren çeşitli teşkilat ve memurlar görevlendirilmiştir. İmparatorluğun önemli reformlara sahne olduğu 19. yüzyılda Polis Teşkilatı adı verilen doğrudan asayiş ve güvenlikten sorumlu bir kurum ortaya çıkmış ve bu teşkilatın görevlileri için karakol adı verilen yeni binalar inşa edilmiştir.
Polis Teşkilatı 19. yüzyıl Osmanlı başkenti için hayati bir öneme sahiptir. Teşkilatın görev yapması için önce İstanbul’un nüfus açısından kalabalık ve merkezi bölgelerinde ve giderek en uzak noktalarında karakol binaları inşa edilmiştir. Karakolların büyüklüğü ve görev alacak personel sayısı semtin nüfusuna, cadde, sokak ve meydanların durumuna, sanayi çeşidine, imalathane, dükkan ve diğer binaların sayısına, semtte yaşayan bekar ve yabancılara göre değişmekteydi.[22]
II. Mahmut döneminden Cumhuriyet’e değin inşa edilmiş olan karakol binaları, inşa edildikleri dönemlerin karakterini yansıtmakla birlikte, hepsinde ortak olan özellikler de vardır.
Başkentte inşa edilen karakolların merkezlerde yer alanları daha anıtsal ve özenlidir. Aynur Çiftçi’nin tespitine göre karakollar su yapıları, dini, resmi ve ticari nitelikli yapıların biri ya da birkaçıyla ilişkili olarak konumlandırılmıştır, ayrıca saray, askeri yapı, okul, iskele, gümrük binaları, hastane, fabrika, postane, telgrafhane gibi yapıların ve halkın rağbet ettiği mesirelerin yakınına denetim, güvenlik ve huzuru sağlamak amacıyla karakol yapılmıştır.[23]
Karakollar tek ya da iki katlıdır ve nezarethane olarak kullanılan bir bodrum katı üzerinde yükselir. Simetrik olan cephelerinin en önemli özelliği, iki yana rampa düzeniyle yerleştirilmiş merdivenlerle ulaşılan sütunlu, yüksek girişleridir. Karakolların planlanmasında arsanın durumu, topografik özellikleri, yola göre konumu ve yapılara özgü koşullar etkili olmuştur. Kare ya da dikdörtgen plana sahip karakollarda giriş holüne açılan çalışma mekanları bulunmaktadır.
19. yüzyıl Osmanlı karakolları, döneminin kurumsal yapısı, mimari üslubu ve yapı teknolojisini temsil eden önemli yapılar arasındadır. Sayıları birkaç yüzü bulan bu karakolların ne yazık ki çok küçük bir bölümü günümüze ulaşabilmiştir. Karakolların çoğu inşaat ve bulvar açma çalışmaları sırasında ortadan kalkmıştır. Bir kısmı ise sonradan geçirdiği onarımlar sırasında özgün anlayışlarını neredeyse bütünüyle yitirmişlerdir. Karakolların günümüze ulaşmış olanlarının birkaçı yapılış amacına uygun şekilde, karakol olarak kullanılmaktadır. Bir kısmı ise çeşitli kurumlara devredilmiştir ve farklı amaçlar için kullanılmaktadır. İstanbul’un 19. yüzyılda belirginleşen modern bir kent olma yolundaki adımlarının temel taşlarını oluşturan bu yapıların, en kısa zamanda tek tek tespitlerinin yapılıp envanterlerinin hazırlanması gerekmektedir.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 15 Sayfa: 395-399