XIV. Yüzyılda Anadolu’da Uç Beyliklerinin Siyasî Ve İktisadî Faaliyetleri
Anadolu’nun bir Türk yurdu olmasında etkili olan göçler, XI. yüzyıldan itibaren başlamıştır. Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluş yılı olan 1040’tan itibaren, Türkmenler Anadolu’ya keşif akınları yapmışlar ve Bizans mukavemetini kırmaya çalışmışlardır. Maveraünnehir’den gelen kalabalık Türkmen göçleri karşısında Selçuklu Devleti, yurt bulmak ve sürülerini beslemek zorunda olan Türkmen boylarını, Anadolu’ya sevk etmeye çalışmış, onlara yeni topraklar göstermiştir. 1071 Malazgirt Savaşı ile Bizans ordusunun Türkler tarafından yenilgiye uğratılması, Anadolu’nun tarihinde yeni bir dönemi başlatmış, çeşitli Türk boyları beylerinin önderliğinde bu yeni topraklara gelerek, uzun süren mücadeleler neticesinde değişik bölgelere yerleşmişlerdir. Bir süre sonra ise, Anadolu topraklarında Anadolu Selçuklu Devleti adı altında güçlü bir devlet ortaya çıkmıştır.
Anadolu’ya Orta Asya’dan yapılan Türkmen göçleri, Anadolu Selçuklu Devleti zamanında da devam etmiştir. Doğudan gelen Türkmen kitleleri, Anadolu Selçuklu hükümdarları tarafından değişik bölgelere iskân ettirilmiştir. Devletin izlediği temel politika; büyük ve kuvvetli aşiretleri parçalara ayırarak birbirinden uzak sahalara sevk etmekti ki, bu amaç, kuvvetli bir aşiretin beyleri liderliğinde devlete karşı yapacakları herhangi bir isyanı önlemek içindi. Yani izlenen politika parçalayarak iskân metodu idi.
Bu politika içerisinde Türk kitlelerinin devletin sınır bölgelerine yerleştirilmesi de önem teşkil etmiştir. Daha önce, Emeviler ve Abbasilerde görülen bu metodun, Anadolu Selçuklu Devleti’nde uygulanmasının nedeni; Bizans’a karşı sınırlarda bir tampon bölge oluşturmaktı. Bu bölgeye yerleştirilecek Türkmen kitleler, bir yandan devletin sınır bölgelerini müdafaa edecekler, diğer yandan da geçimlerini sağlayabilmek için komşu ülkelerin sınırlarına saldıracaklar, toprak ve ganimet elde edeceklerdi. Komşu ülke ile Anadolu Selçuklu Devleti arasında bir tampon bölge diye niteleyebileceğimiz Uç teşkilâtı, başlangıçta bu şekilde ortaya çıkmış ve yapılan sürekli göçler ile büyük bir yapı haline gelerek daha sonraları oluşacak olan Uç beyliklerine temel hazırlamıştır.
Bir yandan sınırları düşman saldırılarına karşı savunmak, diğer yandan imkân buldukça onların topraklarına akınlar yaparak toprak kazanmak ve ganimet elde etmek amacıyla kurulan Uç teşkilâtı, gücünü Türkmen aşiretlerinden almaktaydı.
Askerî disiplin içerisindeki bu kabile teşkilâtları, orduyu takviye eden savaş adamlarını temin ederek, Anadolu’nun fethinde büyük bir rol oynadılar. Uçlara gelen göçebe unsurlar kısa bir zamanda bölgeye intibak ediyorlar ve yerleşik hayata geçerek köyler kuruyorlardı. Türklerin bulunduğu bölgelerde Müslüman Türk köylerinden başka, Hıristiyan köyleri de mevcut olduğu gibi, şehir halkı da bu yapı içerisinde karışmıştı. Böylece Uçlar hudutlara, hudut boylarındaki vilâyetlerle sancaklara verilen ad halini alarak; bunların başlarında yarı müstakil vaziyette bulunan liderlere de Uç beyi adı verildi. Uç beylerinin üstünde de, devlet tarafından tayin olunan bir veya birkaç tane Uç emîri bulunurdu. Devlet hazinesine nakdi veya aynî, muayyen bir vergi veren Uç beyleri, değişik sebeplerle ve bazen de vergi hesaplarını görmek üzere merkeze gelirlerdi.
1220’li yıllardan sonra Yakın Doğu’da kendisini hissettiren Moğol baskısı, Anadolu’ya yapılan göçleri daha da arttırdı. Moğolların akınlarından kaçan büyük miktarda Türkmen grupları, Anadolu’ya doğru hareket ederek Selçuklu ülkesine sığındılar. Pachymeres’in kaydettiğine göre; Moğollardan kaçan Türkmen kabileler, Sakarya nehrinden Kastamonu’ya kadar olan ve Paflagonya diye adlandırılan bölgede, büyük bir kargaşayı ortaya çıkarmışlardı. Daha önce gelen Türk kitlelerinde hayvancılık ve ziraatla uğraşan bir topluluk varken, Moğol istilası ile Anadolu’ya köylü halk, zengin tüccar, derviş, fikir ve sanat adamlarından oluşan değişik kollardaki halk kitleleri de gelmeye başlamış, bunlar Uçlara yerleşerek bölgedeki sosyal ve iktisadî hayatı değiştirmişlerdi. Türkmenler sıkıştırıldıkları zamanlarda sınırlarda toplanarak Hıristiyan ülkelerinden kendilerine yurt ve geçinme imkânları arıyorlardı.
II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in, 1243 yılında Kösedağ’da Moğollara yenilmesinden sonra, Anadolu Selçuklu Devleti hızlı bir çöküş dönemine girerek, İlhanlılara vergi veren tâbi halini aldı. Devlet idaresindeki sultanlar ve şehzâdeler, bundan sonra birbiriyle taht mücadelelerine girdiler ve bu mücadelelerde başarı sağlamak için Moğolların yardım ve himayesine başvurdular. Artık, sosyal kargaşalar ve iktisadî çöküntü ile perişan bir duruma düşen Anadolu Selçuklu Devleti, Moğolların Anadolu’ya gönderdikleri ordu kumandanları ile idare ediliyor, Selçuklu sultanları ise bu devletin hakimiyeti altında ismen hüküm sürüyorlardı.
Moğol istilasından sonra Anadolu Selçuklu Devleti’nin gücünü kaybetmesi neticesinde, Anadolu’nun çeşitli bölgelerindeki Uç beyleri Selçuklu sultanlarından bağımsız olarak hareket etmeye başladılar. Anadolu’nun İlhanlı hakimiyetine girişinden sonra mahalli nüfuslarını güçlendiren Uç beyleri, İlhanlılara tâbiyetlerini bildirmeleri ve vergi vermeleri dışında tamamen serbest kaldılar. Artık kendi başlarına hareket eden Uç beyleri, Bizans ordularına karşı büyük mücadeleler veriyorlar, büyük ganimetler elde edip, binlerce esir alıyorlardı. Alınan bu esirler gerekli görülen fidyenin alınması ile serbest bırakılıyor, bu da maddi bir geçim sağlıyordu. Uçlardaki Türkmenlerin yaptığı bu saldırılara Bizans Devleti de tedbir almıştı. Nitekim Komnenler zamanında Kuzeybatı Anadolu bölgesindeki Bithynia dağlarında, muayyen topraklara sahip ve vergiden muâf olan, askerî bir hudut teşkilâtı oluşturuldu. İslâm kaynaklarında akritler diye anılan bu güçler, sınırlarda herhangi bir Türkmen saldırısına karşı hazır bulunuyor ve bulundukları bölgeyi koruyorlardı. Ancak XIV. yüzyılın ortalarına doğru Bizans Devleti, siyasî hadiseler gereği Balkanlara önem vermesi nedeniyle, Uç bölgelerinde sınır muhafızlığı yapan akritleri Balkanlar’da savaşmak için Batı Anadolu’dan çekmişti. Bu açıdan Uç beylerinin bölgedeki fetih hareketleri daha da kolaylaşmıştı.
Bu dönemde gelir elde etmede savaşmanın rolü büyüktü ve Uçlarda sınır muharipliğinin ekonomik temeli, ilk planda ganimet getiren harp ve düşman arazisine yapılan yağma akınlardı. Ayrıca Türk bölükleri, paralı askerler olarak Alanlar, Kıpçaklar veya Katalanlar gibi de savaşıyorlardı.
1305 baharında Katalan paralı askerlerinin, BizanslIlarla ilgisini kestikleri ve altı sene sonra Atina’nın alınmasına yol açacak büyük bir macerayı başlattıkları sırada, Türkler de Avrupa’ya geçmişlerdi.
Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye