Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

XIII-XV. Yüzyıllarda Yakın Doğu’nun Sosyo-Ekonomik Hayatında Tüccarlar

0 11.293

Nedir bu Akdeniz? Bir araya gelmiş binlerce çeşit; tek peyzaj değil, sayısız peyzajlar ve biri diğerini izleyen denizler. Birbiri üzerine yığılmış uygarlıklar… Akdeniz’de gezen; Lübnan’da Roma dünyasını, Sardinya adasında tarih öncesini, Sicilya’da Yunan kentlerini, İspanya’da Arap varlığını, Yugoslavya’da Türk İslâmı’nı bulur ve yüzyılların derinliklerine iner; Malta’daki megalitik yapılara ya da Mısır piramitlerine dek uzanır. Akdeniz eski bir kavşak noktasıdır. Yüzyıllardır, herşey ona koşmuş tarihini alt üst ederek onu zenginleştirmiştir. İnsanlar, yük hayvanları, arabalar, gemiler, fikirler, dinler, yaşama sanatları. Bu zenginlikler cümlesinden tüccarlar, vazgeçilmez unsurlardan olmuştur. Tüccarlar, Akdeniz’in beşerî bünyesinde iktisadi birikim ve hareketin temel taşı olmuşlardır. Her beşerî bünye/müessese, basit bir tasnifle, hareketin en temel âhengini taşır. Yani bünyenin her bir öznesince yapılan fiiller ve bu fiillerden etkilenen nesneler söz konusudur. Bu üç unsurun imtizacı ile de hareket oluşur. Tacir, mal, ticaret gibi unsurlardan hasıl olan bu hareket iktisattır. İktisadın bünyesinde tüccar gibi bir özne, ticaret gibi bir fiil ve müşteri ile mal gibi bir nesne olmaksızın iktisattan bahsetmek hayli zordur. Ortaçağ iktisadiyatında bu unsurlar içinde en mühim rollerden biri tüccarlarındı.

Orta Çağ’da, bütün Yakınşark İslâm-Türk dünyası, büyük bir kültür çevresi teşkil eder; bu çevre içindeki muhtelif sahalar, bazı mahallî ayrılıklara rağmen, içtimaî ve siyasî hayatın bir çok daimî tezahürlerinde yani içtimaî ve siyasî müesseselerde önemli benzeyişler gösterir. İşte bu bakımdan, dönem iktisadıyatının öznesi olan tüccarları, bu kültür çevresinin unsurları sayarak hareket ettik. Başlangıçta verilen zihniyet tahlili denemesi de bu mülahazayla değerlendirilmelidir. Çalışma, yorumlamacı olmaktan çok belirleyici ve tespit edici tahlillere dayanmaya çalışmıştır. Zira, bu dönem tüccarlarının tam tespit ve tahlilini yapmak bir makalenin çok fevkinde bir iştir.

Orta Çağ’da, genel olarak, ticarette helal kazanma, kanaat malı hırsla toplamayıp elde olanı hayırlı yolda harcama gibi ilkeler câri idi. Ancak bu yaklaşımla hedeflenen, toplumu atalete itmek, sosyal hayattan koparmak değil, mutedile yönlendirme ve toplumsal muvazeneyi gözetmektir. Meselâ, Mevlâna, “Hz. Muhammed (s.a.v.)’ in ‘Kendi el emeği ve alın teri ile kazandığını ye!’ hadisini işitmedin mi? İşitmedin mi ki, Süleyman peygambere sık sık cennet yemekleri getirirlerdi. O da bu yemekleri yer, bunlardan lezzet alırdı. Bir gün Cebrâil-i Emin, Süleyman (a.s.)’a cennetten tayınını getirdiklerinde orada bulunuyordu. Süleyman (a.s.), bu yemekleri tam bir iştah ile yiyordu. Bir melek, diğer bir meleğe; ‘Süleyman, bu cennet yemeğini sanki eziyet çekerek kazanmış gibi öyle bir istek ve iştah ile yiyor ki (sorma) Allah Peygamberi’nin haraç (tabl) yememesi gerekir’, diyordu. Süleyman (a.s.) Cebrail’den; “Ne diyorlar diye sordu. Cebrail; “Ne dediklerini işitiyorsun”, dedi. Süleyman (a.s.) “Yani el emeği ile kazanılan yemek cennet yemeklerinden daha lezzetli ve iyidir mi diyorlar” dedi. Cebrail; ‘Evet’ diye cevap verdi. Ondan sonra Süleyman (a.s.) tövbe edip, zembil örmeye ve onun kazancıyla geçimini sağlamaya başladı, misaliyle etrafındakileri helâl kazanca teşvik ediyordu.

Altan ÇETİN

Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.