Türk muhafızlar, Abbasilerin ilk döneminden itibaren Arap halifeler için hizmet verdiler. Bunların bazıları, daha önceden hanedanlığın kurucularının emri altında önemli başkumandanlık mevkilerine gelmeyi başarabilmişlerdi. Halife el-Mansur’un (754-775) meşhur askeri kumandanı Hammad At- Turki, Halife el-Mahdî’nin (775-785) emrinde hizmet eden Mubarak At-Turki ve diğer birçoğunun isimleri yazılı Arapça kaynaklarda bulunmaktadır. Bir Türk muhafızın halifelikteki askeri hizmetine ilişkin ilk 4 rapor 54/674-5 yılına aittir.[1] David Pipes tarafından, halifelik ordusunda hizmet sunan Türklere ait ilk deliller hakkında özel bir araştırma yayınlanmış bulunmaktadır.[2]
Özel Türk askeri kolordularının oluşturulması ve konuşlandırılması Halife el-Mutasım’a (833-842) atfedilir. Bununla birlikte, el-Mûtasım’ın gelecekteki Türk alayının temelinin, onun selefi Halife al- Mamun’un (813-833) hükümdarlığı zamanında oluşturulmuş olması akla yatkındır. Güvenilir kaynaklarımız, al-Mutasim’in Türk muhafızlarının ilk müstakil askeri seferini 202/817-818 yılında, İbrahim el-Mahdi tarafından, Bağdat halkının halifeliğe, al-Mamun’a karşı isyan etmeye çağrılması üzerine, başkaldıranlarla başkentin dışında Mahdi b. Alwan komutasında savaşmak üzere gönderilmesiyle yaptığını belirtmektedir.[3] Mutasım’ın tahta çıkması üzerine Türk muhafızları özellikle 833 yılında el-Mamun’un oğlu el-Abbas tarafından düzenlenen ve birtakım eski müfrezelerin de katıldığı darbe girişiminden sonra, en güvenilir askeri güç haline geldi.
Türklerle Bağdat halkı arasındaki çekişme, Bağdat’ta yerleştirilen askeri birliklere karşı duyulan güvensizlik el-Mutasım’ı yeni bir şehir olan Samarra’yı kurmaya yönlendirdi. Mutasım, güven duyduğu Türk müfrezeleriyle birlikte bu şehirde oturdu. Mutasım’ı bunu yapmaya güden unsurlar, çıkabilecek isyanları bastırmak için karadan ve su yolları vasıtasıyla Bağdat’a kolayca ulaşabileek bir yer bulmaya çalışmak olduğu, kendi ifadesinde açıkça bellidir.[4]
El-Mutasım yeni başkentinde Türklerin yaşadığı mahalleleri şehrin diğer bölgelerinden tecrit etmeye çalıştı.[5] Muhafızlarla evlenmeleri için cariyeler verildi ve onların tamamına maaş bağlandı. El- Mutasım’ın yönetiminde Türk güçlerinin önemi ve etkisi hızla artmaktaydı. El-Mutasım’ın halefleri zamanla Türk muhafızlara, Türk kumandanlar halifeliğin politikalarını belirlemede baş karar vericiler durumuna gelecek ölçüde bağımlı oldular. Kaynaklarımızdan biri Halife al-Mutazz’ın (866-869) göreve gelmesiyle ilgili törene ilişkin alaycı bir hikayeye yer verir. Bir yıldız falcısına yeni halifenin ne kadar görevde kalacağı sorulduğunda, törene katılanlardan biri, Türkler müsaade ettiği sürece görevde kalır diye şaka ettiği belirtil mektedir.[6]
Halife el-Mütevekkil (847-861) ve ondan hemen sonra gelen halefi Halife el-Mûs (861-866) gibi halifeler bu nevi bağımlılığa karşı mücadele etmeyi denediyse de başarısız oldular. Halife al-Mûtemid (870-892), kardeşi el-Muvaffak’ın gücü, enerjisi ve askeri yetenekleri sayesinde -bu hareket özgürlüğünü kısıtlamaya karşı gelmede- daha başarılı olabilirdi. Ağabeyinin halife olmasından çok önce Türk alaylarında bir komutan olarak hizmet eden El-Muvaffak askerlerin saygısını kazanmıştı ve buna bağlı olarak -yerli Türk komutanlarından daha fazla nüfuz sahibi olması nedeniyle- askerlerini şahsi kontrolü altında tutmayı başarabildi. Bu gelişmeler birçok çağdaş araştırma tarafından aydınlığa kavuşturulup analiz edildi.[7]
Bütün bu meraklı incelemelere rağmen, Türk muhafızlarının toplam sayısı ve onlar için yapılan harcamalar konusundaki sorun halen tartışılabilir. Açıktır ki sorun Arap kaynaklarındaki delillerin kesin olmamasından kaynaklanmaktadır. El-Yakubî’nin belirttiğine göre al-Mamun zamanında el-Mutasım kendi adamlarını Semerkant şehrindeki Nuh. B. Ahmad’e Türk köleleri satın alması için göndermekteydi. Türk kölelerin sayısı üç bin oluncaya kadar her yıl belirli miktarda Türk köle getirildi. El-Mutasım halen ülkede bulunan Türk köleleri de edinmeye kendini adamıştı. Böylece el-Mutasım Huaym b. Hazim’in kölesi Aşinas’ı, Salama b. El-Wasıf’ın aşçısı olarak hizmet veren Itah’ı, Numan Ailesi’nde silah yapım ustası olarak görev yapan Wasıf’ı, Fadl. B. Sahl’dan iktisap edilen Sima el- Dimaşki’yi elde etmeyi başardı. Bütün bu kişiler daha sonra devletle üst düzey görevlere getirildi.[8]
El-Mes’udi’ye göre, Samarra’nın kuruluşu sırasında el-Mutasım’ın 4.000 tane Türk muhafızı vardı.[9] Daha sonraki kaynaklarımız, el-Mutasım’ın muhafızlarının sayısının 70.000 savaşçı olduğunu nakletmektedir.[10] El-Mutasım’ın çağdaşı olan, halifeyi aşağıdaki mısralarla tanımlayan şair Ali. B. Cahm’ın görüşü özel bir dikkate değerdir:
Oklarını yaylardan süratle salıveren yirmi bin Türk’ün efendisi İmam.[11]
Tarihi kaynakların bu boyutta çelişkiler içermeleri nedeniyle, tüm Abbasi ordusunun sayısı ve onlar için yapılan harcamalar konusunda olduğu gibi, Türk muhafızların sayısı ve onlar için yapılan harcamalar konularında da kesinlik mevcut değildir. Münhasıran Türk muhafızlar üzerine olan yeni sayılabilecek bir monografinin yazarı da, toplam sayı konusundaki sorunu tartışarak, çelişkili delilleri bir araya getirip, en az ve en çok olan 4-70 bin sayılarını verebilmekten daha iyi bir çözüme ulaşamadı.[12]
Son yıllarda yapılan ve bazı araştırmacılarca da desteklenen açıklamalar, Abbasi ordusunun ortalama 50 bin savaşçıdan oluştuğunu, bunların idamesi için yılda 14 milyon dinar gerektiğini belirtmektedir.[13] Bu durumda her asker ayda 23,3 dinar gelir elde edebilirdi. Hesaplamaya araç- gereçlerin de dahil edilmesi durumunda bile kalifiye bir ustanın ortalama maaşının 8 katından fazla olan bu maaş büyük bir maaştı.
Bu nevi büyük çaplı harcamalar Türk muhafızların yüksek maaşları ile açıklanır. Böylece, üç verisi eksik olan bir denklemle karşı karşıya geliriz: Toplam sayı, ortalama maaş ve Türk muhafızlar için yapılan harcamaların toplamı. Bu konuları araştırmanın önemi yalnızca karanlıkta saklı kalan noktaları doldurmak değildir, modern bilimde tartışmaya yol açan iki farklı savın mevcudiyeti bu konuları araştırmanın önemini arttırmaktadır. Birinci sav, Türk alaylarının ortaya çıkmasının diğer güçlerin sayısında önemli bir düşüşe ve nihayetinde yavaş yavaş yok olmalarına neden olmasıdır.[14]
Karşıt sav, Türklerin mavali’nin birliklerini ve yerel halktan oluşturulan bağlı diğer grupları yöneten yalnızca bir avuç dolusu üst kumandandan oluştuğudur.[15] Genel olarak Abbasi ordusunun ve özel olarak Türk güçlerinin sayısının kaç kişi olduğunun belirsizliğini korumasının nedenlerinden biri, bilgi kaynaklarımızda iki çeşit sayının bulunabileceğindendir. Bu sayıların biri, ordudaki askerlerin toplam sayısına ilişkin kanıtlar, diğeri küçük çaplı çeşitli müfrezelerde olduğu rapor edilen asker sayılarıdır. Halifenin ordusundaki asker sayısını tahmin etmeye çalışan araştırmacıların, küçük müfrezelere ilişkin raporlarda belirten genel rakamları dikkate aldıkları açıktır. Bununla beraber, genel rakamlar küçük müfrezeler için yapılan tahminlerdeki kadar güvenilir değildir. Çünkü; genel rakamlar askeri sicillere tescil edilenleri yansıtmaz. Başka bir deyişle, genel rakamları içeren listeler fiilen asker olanların yanı sıra onların aile bireylerini de kapsıyor olabilir. Bu durum, örneğin, El-Yakubî’nin kaydettiği şekliyle, yukarıda belirtilen Türk muhafızların cariyelerinin listelere dahil edilmesidir. Ölen şahısların kayıtlardan silinmemesi sebebiyle de, ki bu basit bir mübalâğa olmasına rağmen, pek çok tutarsızlık söz konusu olabilir. Küçük müfrezeler hakkındaki raporlara gelince, güçlerini abartmayı gerektirecek bir sebep olmadığı gibi, bu raporlardaki bilgilerin verildiği zaman, gerçek askeri kapasitenin bildirildiği, fiili savaş şartları mevcuttu.
Örneğin, sözü en çok geçen üst kumandanlardan biri olan Vasif at-Türki 248/862-3 yılında yalnızca 10,000 asker ile Bizans topraklarına sefere çıkmıştı. Rütbesi ondan aşağı olmayan diğer bir komutanın -Musa b. Bugha-emrinde yalnızca iki bin ve üçüncü bir komutanın -Muflih- ise yalnızca 1130 askeri vardı.[16] Bu nevi alıntıları yapmaya devam edebiliriz, fakat meseleyi hızlandırmak daha iyi olacaktır. Biz mevcudu çok olan müfrezeleri örnek verdik. Halbuki, müfrezelerin mevcudu genellikle birkaç yüz askerden veya düzinelerle ifade edilebilecek bir sayıdan fazla değildi.
Bu şartlar altında orduların mevcudunu belirlemede en güvenilir yol, o zamanlardaki askeri birliklerin bütününün katıldığı askeri operasyonlarda, her bir müfrezenin mevcutları hakkındaki mümkün olan en fazla bilgiyi toplamaktır. Bu fırsat, 251/865-66 yılındaki iç savaşa ait hadiselerle ortaya çıkar. Bu hadiseler pek çok nedenle araştırmamızın amaçları ile uygunluk teşkil eder. Halifeliğin askeri kuvvetleri iki rakip kampa ayrılmıştı ve hemen hemen bütün kuvvetler çatışmalara katıldı. İç savaş, uzun süren sosyal çelişkilerin o yıl had safhaya gelmesi ve patlamasının sonucudur. Bu nedenle, tarihi belgeler hadiselerin detaylarıyla ilgili bilgileri içermemektedir. at-Tabari değerli vakiyenamesinde birkaç düzine sayfayı iç savaşın karmaşıklıklarına ve çatışmalara ayırmıştır.
Arap kaynaklarının belirttiğine göre, Türkler, el-Mutavakkil’in (847-861) Türk muhafızlar tarafından öldürülmesinden sonra, hükümdarlığın ve halifelerin kaderini belirleyen baskın bir konuma geldiler. Onlar, halka sormadan ve dini prensiplere başvurmadan istediklerini tahta geçirdiler, istemediklerini tahttan indirdiler.[17] Bununla beraber, kısa sürede Türkler arasında çekişmeler ve fikir ayrılıkları oluştu, halifeler değil fakat Türk kumandanların kendileri mücadelenin kurbanları oldular. Bir zamanlar güçlü olan Utamiş, Itah ve Baghir dahili entrikalar münasebetiyle mahvoldular.[18] 251/865-678 66 yılında Türk muhafızların çoğunluğunun özellikle Wasif ve Bugha ash-Sharabi (as-Saghir) gibi üst rütbeli komutanlara karşı gelmesi üzerine şiddetli bir bölünme oldu. Bu iki kumandan gayrimeşru güç kullanma ve ülkenin servetini gasp etmekle suçlandı.[19]
Halife el-Mutasım’ı ele geçirdikten sonra, Wasıf ve Bugha onunla birlikte çabucak Bağdat’a gitti ve Bağdat’ın yöneticisi Muhammad b. Abdallah ve Bağdat birlikleri onları destekledi. O andan itibaren muhafızlarla ordunun yalnızca merkez bölgede yerleştirilen müfrezeleri değil, halifeliğin öteki vilayetlerindeki müfrezelerini de kapsayan geri kalanı arasında bir savaş çıktı.
El-Mustain’in Bağdat’tan kaçmasından sonra, Türk muhafızlar el-Mutavakkil’in (866-869) oğlu el-Mutazz’ı tahta çıkardılar ve Bağdat’a doğru yöneldiler.[20] Türk kolordusunun yanında, halifenin yerli halktan oluşan, halifeliğin batı topraklarında yerleşik, hem köle hem de hür olanlardan oluşturulan bir mağrib asker birliği de vardı.[21] Muhafızlar ayrıca İranlılar, Araplar, Horasanlılar ve Ferganalıları da içermekteydi.[22]
El-Mustain Muharrem ayının 4 veya 5’inde kaçtı. Daha sonra, Muharrem ayının 22’sinde beş bin Türk ve iki bin el-magrib Samarra’dan yürüyüşe geçti ve Bağdat’a Dicle’nin doğusundan, ash- Shammasiyya bölgesinden yaklaştı. Halife el-Mutazz’ın kardeşi Abu Ahmad askerlerin başındaydı.[23] Sefer ayının 17’sinde ad-Darghanam el-Farghani’nin komutasındaki dört bin kişilik Ferganalılar ve Türk askerleri Katrabbul ve Katiat Umm Jafar bölgeleri arasından geçen nehrin batı kıyısında kamp kurdular. Burada Türk ve kuşatılan Bağdat birlikleri arasında yapılan ilk çatışma Samarra askerlerinin kesin yenilgisiyle sonuçlandı. Başarısızlık Türkleri batı kıyısındaki birlikleri güçlendirmeye yöneltti. O birliğin sayısı Rebi’ül âhir ayının 7’sinde 12 bine kadar çıkarıldı ve başlarına Türk kumandan Bayikbak (Bıyık-bek) atandı. Ad-Dargaman al Farhanin Shammasiyya’deki Abu Ahmad’ın birliklerinin başındaydı. Tigris nehrinin karşı kıyısında Musa b. Asinas emrinde bulunan üç bin kişilik kuvvet Katrabbul kapılarında kamp kurmuştu.
Bir casus Bağdat’taki askerlere, Samarra’nın hemen hemen bütün askerlerinin Bağdat’ı kuşatmaları için görevlendirildiğini ve yalnızca kumandanın (qaids) Samarra’daki hisarları korumak için orada kaldığını bildirdi.[24] Qaid deyimi dar manada belirli sayıda askere kumandanlık eden bir komuta rütbesi olarak anlaşılmalıdır. Bir qaidin emrinde kaç tane asker olabilirdi? Bazı tanık ifadelerine dayanılarak ve bu ifadelerin el-Mutasim’in halifeliği dönemine ait olduğu göz önüne alınırak bir değerlendirme yapılırsa bir qaidin yüzden fazla askere kumandanlık yaptığı yargısına varılır.[25] Qaidin yüz askerin komutanı olma görevi konusuyla ilgili olarak başka bir delili Abu Ahmad’ın komutasındaki birliklerin Rebi’ül âhir ayının 7’sinde yaptığı savaşta uğradığı kaybın hikayesinden çıkarabiliriz. Onlar, yirmisi qaid olmak üzere, 400 Türk ve mağribi askerini kaybettiler.[26] Uzun vadede, bin kişiden daha fazla savunucunun Samarra’da kalmadığı kabul edilir.
Ayrıca Şam’daki Musa b. Bugha’nın emrinde, onun askerlerini Bağdat’a götüren Muzahim b. Hakan’ın emrinde olduğu gibi, çok fazla değil sadece birkaç yüz asker vardı.[27] Buna dayanarak, IX. yüzyılın ortasında halifenin muhafızların toplam sayısının yaklaşık 25 bin asker olduğunu iddia edebiliriz. Bundan üç yıl sonrası için, muhafızlarının alayında kökeni Türk olan kaç tane askerin olduğunu da hesaplayabiliriz. Halife el-Mutazz’ın ölümünden sonra Türkler tarafından el-Muhtadi (869-870) göreve getirildi. Bununla birlikte, el-Muhtadi Türklerin politik nüfuzuna muhalif olan bir politika izlemeye çalıştı. O, mağribi muhafızlarına güvenerek riziko üstlendi. On bin Türk Samarra’da el-Muhtadi’ye karşı ayaklandı.[28] Yalnızca bin Türk askeri halifelerini destekledi.[29] Bunlara ilave olarak, Musavir ash-Shari ile mücadele etmek için Musa b. Bugha’nın komutası altında 2 bin 500 yüz asker vardı.[30] Bazı abartılı raporlar, üç bin, diğer kaynaklar iki bin ve üçüncü bir kaynağa göre de yaklaşık bin Türk askerin savaş meydanında öldürüldüğünü belirtir. Böylece, el-Muhtadi’nin halifeliğinde Türk muhafızların sayısı 15 bini geçmedi, halifenin geriye kalan muhafızları el-mağribi ve kısmen el-fergani idi (Fergana kökenliler).
Birkaç düzine Türk askeri halifelik hazinesinin tamamının kaldıramayacağı kadar çok değildi. Özel bir araştırma, halifelik tarihinin ilk üç yüz yılında hükümetin yıllık gelirinin normalde 10 milyon dinarın altına düşmediğini ortaya çıkardı .[31] Bununla birlikte, geriye kalan düzenli asker sayısının yaklaşık 20 bin asker olduğu araştırmacının dikkatinden kaçmamalıdır.[32] O askerlerin ortalama maaşları çok değildi ve bir sipahinin aylık maaşı 2,4 dinar ve bir piyadeninki 1,2 dinardı.[33] Piyadelerin sayısı kesinlikle sipahilerin sayısından daha fazla olduğu için, bu nevi bir ordunun idamesi için yaklaşık 400 bin dinarın gerekli olduğunu kolaylıkla hesaplanabilir. Bu rakamlara, halifelik ordusunun harcamalarının yıllık ortalama iki milyon dinar olduğunu belirten at-Tabari’nin kanıtıyla karşılaştırma yapabilmek için ihtiyaç duyarız.[34] Yapmış olduğumuz bütün hesaplamalarımızın ve bu hesaplara ilişkin sağlamaların, teorik olarak 4,27 gram olan ve IX-X. yüzyıllarda tedavülde olan, altın dinar üzerinden yapılmış olduğunu belirtmek gerekir.
Şimdi muhafızların yıllık maaşlarının toplamının yaklaşık olarak 1 milyon 600 bin dinar olması gerektiğini, buna bağlı olarak bir muhafızın ortalama aylık maaşının yaklaşık 5,3 dinar olduğunu kabul edebiliriz. Bu hesaplamalar, araştırmacıların dikkatinden kaçan at-Tabari’nin Türk muhafızların maaşlarıyla ilgili delilleriyle tamamen uyumludur.
Defalarca isimleri belirtilen kumandanlar Wasif ve Bugha güvenilir askerlerine günde iki dirhem vermekteydi, bu günde iki dirhem yeniden ayda 4 dinar olarak hesaplanmalıdır.[35] Bu miktar, daha sonra halife el-Muhtadi’nin krizin ardından kendisini destekleyen Türklere ödediği miktar kadardır.[36] el-Muhtadi ile birlikte kalan Türk muhafızlar düşük rütbeli ve halifenin resmi ikametgahının dış surlarını korumakla görevli olduğunu öğrendikten sonra, aylık 4 dinar maaş muhtemelen Türkler için asgari oran olarak değerlendirilmelidir.[37] Maaş oranının üst seviyesini at-Tabari’nin delili ortaya çıkarır. O delile göre, Abu Ahmad’in Bağdat’ta kamp kuran askerleri toplam maaşın 2/3’ünü alırken, Bağdat askerlerine toplam maaşın 1/3 tahsis edilmişti.[38] Bağdat askerlerinin maaşlarının ödenmesi için Samarra’dan 30 bin dinarın getirtildiğini öğrendikten sonra,[39] Abu Ahmad’in askerlerinin maaşlarının toplamı 60 bin dinar olmalıydı. Abu Ahmad 7 bin Türk’ün kumandanı olduğundan, her bir Türk askerinin aylık maaşı 8,5 dinar eder.
Yukarıdaki verileri özetlersek, IX. yüzyılın ortasında halifenin muhafızlarının, birkaç yüz farkla, 25 bin savaşçı olduğunu söyleyebiliriz. Aslen Türk olan askerlerin sayısı politik nedenler ve belirli halifelerin stratejisi doğrultusunda düzensiz olarak değişmekle beraber, hiçbir zaman 15 bin sınırının altına düşmedi. Bir muhafızın asgari aylık maaşı dört dinara eşitti, azami maaşı yaklaşık bunun iki katı civarındaydı.
Tarikh at-Tabari’nin delillerini analiz ederek elde edilen bu verileri diğer bir tanınmış Arap tarihçisi Hilal as-Sabi’in sağladığı verilerle karşılaştırarak ispat etme imkanına sahibiz. As-Sabi’nin delilleri IX. yüzyılın sonu ile X. yüzyılın başlangıcına aittir ve bu nedenle bu veriler yalnızca yukarıda varılan sonuçları doğrulamayıp, şayet yapıldıysa maaş oranlarında meydana gelen değişiklikleri ve Türk muhafızlar için yapılan toplam harcamaları da doğrulamaktadır.
As-Sabi’nin meşhur eseri “Kitab el-Wuzara”da -son derece güvenilir- Halife el-Mutadid’in (892-902) tahta çıktığı 892 yılına ilişkin askerlere ödenen günlük ve aylık maaşları da içeren, muhafızların müfrezelerinin detaylı bir listesini bulabiliriz.[40] Hilal el-Sabi’nin bir diğer eseri olan “Rusum dar el- khilafa” (Halife Sarayının Normları ve Dinsel Töreleri) başlıklı eseri çok yakın bir zamanda bulundu ve yayımlandı.[41] Bu eser, tahminen 306/918-919 yılına ait olan saray harcamalarının bir bütçesini içerir. Bu belgeleri detaylı olarak inceleyen hususi bir çalışma tamamlanmış bulunmaktadır.[42]
‘Kitab el-Wuzara’da bulabildiğimiz kadarıyla, el-Mutadid’in halifeliği sırasında, 892 yılında beş tane muhafız müfrezesi bulunmaktaydı. Bir tanesi halifenin resmi ikametgahını koruyan piyadelerdi. Bunlara; muhtemelen Deylem piyadelerinin savaş düzenlerinin adı olan el-masaff kelimesinden türetilen el-masaffiyya denilmekteydi. Halife el-Mutadid’in babası olan El-Muvaffaq’ın azat ettiği köleler halifenin yakın çevresinde bir müfreze kurdular ve ikametgahından çıkışında ona refakat ettiler.
Diğer muhafızlar için el-Mutadid tarafından teftiş edildi ve üç gruba ayrıldılar. En iyi yetiştirilen askerler tisin (dokuz) kelimesinden gelen at-tisininyya diye adlandırılan asıl hücum kuvveti oluşturdular. Doksan, onlara ödeme yapılabilmesi için geçmesi gereken gün sayısıdır. Daha az eğitimli sipahiler bölgelerdeki polis vazifesini yerine getirmek üzere meşhur kumandan Badr’a intikal ettirildiler. Bunlar askar el-hidma (hizmet birlikleri) olarak adlandırıldılar. Daha kötü savaşma meziyetleri gösterenler vilayetlere toprak vergisi gelirlerinin emniyet altına almak için gönderildiler. Onların maaşları sarayın bütçesine dahil edilmedi ve yerel kaynaklardan sağlandı. Halife el-Mutadid’in kişisel olarak tanıdığı ve güvendiği sipahilerden teşekkül eden özel bir müfreze oluşturuldu. Onlara el- mukhtarun (seçilmişler) denildi.
Yukarıda belirtilen birliklerin maaşlarının toplamı ayda 138 bin dinar olarak gösterildi. Bütün müfrezelerin toplam mevcudu 20 bin olarak kabul edilmelidir: Bu rakam Hilal as-Sabi’nin eseri “Rusum dar el-khilafa”da halife el-Muktafi (902-907) zamanındaki muhafızlar için kullanıldı. Halife el- Muktafi’nin bu kısa döneminde önceki statükoda önemli bir değişim yapılmadığı farz edilir. Öyleyse, bir muhafızın ortalama aylık maaşının 6,9 dinara eşit olduğu kolaylıkla hesaplanabilir. Piyade el- masaffiyya ve sipahi el-muhtarun, veya at-tisiniyya gibi farklı müfrezelerin askerlerinin farklı aylık maaş olacağı şüphesizdir.
“Kitab el-Wuzara”ya göre el-masaffiyya askerlerinin aylık minimum maaşları 4, maksimum maaşları 7 dinar olarak belirtilidir.[43] Sonuç olarak, bu müfrezede ortalama maaş 4 ve 7 dinarın ortalaması olan 5,5 dinar-genel ortalama olan 6,9 dinardan oldukça düşük bir rakam-olmalıdır. Ayrıca, el-masaffiyya’nın halifeliğin ikametgahının muhafızlığını yaptığını ve anılan süredeki sayılarının 5 bin olduğunu[44] ve hatta Halife el-Muktadir zamanında sayılarının 10 bine kadar yükseltildiğini de bilmekteyiz.[45] Şayet ortalama aylık 5 dinardan hareketle yola çıkarsak, Halife el-Mutadid ve Halife el- Muktafi zamanlarında el-masaffiyya 6 bin kişiye ulaşmıştı. Bu verileri genel rakamlardan düşmemiz üzerine, geriye kalan muhafızların ortalama aylık maaşlarını 7,7 dinar olarak hesaplayabiliriz. Bir seçilmişin (el-muhtarun), veya at-tisiniyya mensubunun maaş seviyesi kesinlikle yardımcı hizmet müfrezeleri (askar el-hidma) olarak adlandırılan müfrezelerin bir muhafızından daha yüksekti. Dikkate alınması gereken ana prensiplerden bir tanesi, bir sipahinin maaşının bir piyadenin maaşının normalde iki katı olmasıdır. Öte yandan, en yüksek maaş seviyesinin aylık 9,6 dinar olduğuna dair bir delilimiz var.[46] Bu yüksek maaş seviyesini dikkate aldığımızda, bir el-muhtarun ve bir at-tisiniyya muhafızının ortalama aylık maaşının 9 dinar olduğunu farz edebiliriz.
Öyleyse geriye kalan el-Muwaffak’ın azat ettiği kölelerden oluşan el-ghilman el-hassa ve askar el-hidma muhafızlarının ortalama aylık maaşları 6,43 dinar olur. Bu müfrezelerin mevcudu sırasıyla 4,666 ve 2,333’tür. El-ghilman el-hassa’nın halifeye yakın olduğu ve maaşlarının bir kısmı yem parası olarak harcamaları gerektiği göz önüne alınırsa; bu rakamları el-ghilman el-hassa için 4,500’e ve askar el-hidma için 2,500’e yuvarlayabiliriz. Böylece ilki için en yüksek maaş seviyesini, diğeri için en düşük maaş seviyesini belirleyebiliriz. Bu hesaplamaların ana sonuçları aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.
Sonuç
IX. yüzyılın sonu ila X. yüzyılın başlarında beş ayrı müfrezede toplam 20-25 bin Türk muhafız vardı. Bir piyadenin aylık maaşı dört ila yedi dinar arasında değişmekteydi ve ortalama 5 dinar olarak belirtilebilir. Bir sipahi yaklaşık iki kat fazla maaş almaktaydı. Bu muhafızların idamesi için yıllık 1,6 milyon dinar harcama yapılırdı. Açıkçası, genel görünüm yukarıda belirtilen zaman sürecinde değişmedi. Muhafızların sayısının dengede olması ve onların idamesi için yapılan harcamalar, X. yüzyılın başlarına kadar halifelik müessesinin oldukça istikrarlı düzeyde devlet gelirlerine sahip olduğu bir ortamda gerçekleşti.[47]
Azerbaycan Bilimler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü / Azerbaycan
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 4 Sayfa: 375-380
Kaynaklar: