Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Türklerin Yıkılışı Üstüne İncil Önbilgisi (!)

1 16.705

Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV

Türklerin yuvarlanıp çökmeleri ve yok olmalarına ilişkin 1853 yılında Londra’da yayımlanmış bir kitap metni geçti elime. İngilizler ve Fransızlarla birlikte ve Çarlık Rusyasına karşı 1854’de başlayan Kırım Savaşından bir yıl önce Londra’da basılmış. Hıristiyan din kitaplarındaki birtakım sözlerden hareketle, Türklerin ortadan kalkması ve onların yerine on İsrail kabilesinin geçmesi üstüne kaleme alınmış. Uzun ve gerçek başlığı şöyle çevrilebilir: “Türk Gücünün Yıkılışına İlişkin Önbili ve On Kabilenin Dönüş Hazırlığı.” Basılı metnin tümünden Türklerin ortadan kalkmalarının amaçlandığı, ayrıca “kesin” olduğu anlaşılıyor. Britanya başkentinde bugün de önde gelen yerlerden biri olan Regent Sokağı 215 sayılı yapıda Thomas Bosworth Yayınevince basılmış. Yazarı G.S. Faber adlı Sherburn hastahanesi yöneticisi ve Salisbury papazı…

Aşağıda bu kitabı özetleyeceğim. Bu arada, beni bu kaynaktan haberdar eden Ahmet Sabri Keskin’e teşekkür ederim.

Kitabın daha birinci sayfasında Türk gücünün yıkılışının ve yok oluşunun Hıristiyan Kutsal Metinlerinde haber verildiği, belirgin olan bu sonun mutlaka geleceği ve bunun “kuşkuya hiç yer vermeyecek biçimde kesin” olduğu yazılmıştır. Bu yayının ileri sürdüğü tarih 1864 yılıdır. Tüm kitapta “Türk” ve “Osmanlı” deyimleri eş anlamda kullanılmakta ve bizlerin soyunun ortadan kalkışının bu yıldan biraz önce yer alacağı söylenmektedir.

Yahudiliğin ve o yoldan Hıristiyanlığın da temel kaynaklarından biri olan Danyel (Daniel) Kitabında da boşalan yere İsrail oğullarının on kabilesinin “geri getirilip yerleştirileceği” simgesinin bulunduğu ileri sürülüyor (Dan., xii/1, 6, 7). İÖ 6’ncı yüzyılda yaşadığına inanılan Danyel Tevrat’ın eski ‘peygamberlerinden’ biridir. Kendi adını taşıyan “Danyel’in Kitabı”nda başlıca kişi odur. Birkaç kilise görevlisinin kaleme aldığı, yarı İbranice ve yarı Aramaik dilinde bir yapıttır. İlk altı bölümü Danyel’in Babil’de başına gelenleri, aslan ininden kurtuluşunu ve Yahudilerin yakılma acıklı olayını anlatır. Geri kalanı dünyanın sonu ve Tanrı’nın kullarını yargılamasıyla ilgilidir. İçinde Danyel’in yaşadığı döneme göndermeler varsa da, Yahudilerin İmparator Dördüncü Antiokus zamanında, yani 2’nci yüzyılda karşılaştıklarına odaklanır. Danyel’in (doğruysa) acımasızlığa karşı koyuşu onu baskı altındaki toplumun kahramanı yapmıştır. İşte, tarihin bu gerçek ya da düşsel kişisi adına Yahudi ve Hıristiyan çevrelerinde yayılan din görünümlü bir kitaba göre, Türkler ortadan kalkacak ve onların yerine İsrail oğulları, hem de “geri dönme” nitelemesiyle gelip yerleşeceklerdir.

Yazar Faber her ne kadar kendi yayınının başlığında yalnız “on kabile”nin sözünü etmişse de, birtakım dinsel metinlerde (örneğin, Ezek., xxxvii/11-28’de) eski İsrail’in on kabilesiyle, onun güneyinde Yehuda’yı oluşturan iki kabilenin de ileride “tek bir halk” olarak birleşeceği yazılmıştır.

Bu durumda, Faber’in kitabını yazdığı yıllarda Türk gücünü simgeleyen Osmanlı’nın yuvarlanıp gitmesi önem kazanmaktadır. Osmanlı’nın yok olması on kabilenin dönüşü için birtakım koşulları hazırlayacak ve son iki Yahudi kabilesi de onlarla (er ya da geç) birleşecektir. Ancak, bu “Türkiye’nin tepetaklak yuvarlanışı”nın hemen ardından olmayabilir. Bir engelin ortadan kalkması için “önce bir hazırlık dönemi” gereklidir. Yazara bakılırsa, Türklerin düşüşü “Altıncı Vahiy”e, İsrail’in kuruluşu da “Yedinci Vahiy”e rastlıyor.

Türklerin yok edilişi “korkunç bir genel savaşın sonunda” olacak ve savaş Avrupa’da başlayıp Filistin’e sıçrayacak. Kitap diyor ki: Türkiye yerle-bir olunca, “Roma Dünyasının tüm Kralları toplanıp Yüce Tanrı’nın büyük Gününü simgeleyen savaşa katılacaklardır. Böylece, açıktır ki, Türkiye’nin Düşüşü bu korkunç savaşın hem işareti hem de nedeni olacaktır.” Böylece, Türklerin yıkılışı “İsrail’in kuruluşunun müjdesidir”. Haziran 1853’de basılmış olan bu kitaba göre, ara dönem 1864’de başlıyor.

Eski dönemin Roma İmparatorluğunun ve ardından Kutsal Roma İmparatorluğu denen çok sonraki ve Germen kaynaklı devletin ortaya çıkışları ve göçüşlerine belli belirsiz göndermeler yapan kitap Altıncı Vahiy sözcükleriyle tanımladığı dönemde Fırat Nehri’nin yavaş yavaş kuruyacağını söylemekte ve bu olayın Osmanlı’nın yere serilişinin işareti olacağını eklemektedir. Sözünü ettiği din kitaplarından hareketle, bu suyolunun adı açıkça verildiğine göre “kuruma” sözcüğüyle gerçekte amaçlanan şeyin o ülkenin kendi olduğunu açıklamaktadır. Metin şöyle sürdürüyor: “Fırat Türkiye’nin ana nehri olduğuna ve topraklarının ortasından geçtiğine göre, Türkiye İmparatorluğu’nun uygun simgesi olmaktadır.”

Benzer nedenden ötürü, aynı nehir daha önceleri Asur İmparatorluğu’nu simgeliyordu. Öte yandan, Fırat’ın gürül gürül aktığı yıllarda Asur da zaferden zafere koşmuştu. Oysa, gene aynı yazara göre, kişilerin üstüne basa basa karşı yakaya geçebildikleri yedi sığ çaya dönüştüğünde, İsrail halkı tutsak edildikleri Asur’dan çıkabildiler. Yazar “Mısır Denizinin Dili” dediği Nil Çatalağzı için de şu yorumda bulunuyor: “Orada da Yahudilerin geçmeleri için bir bölüm gerçekleşince, bu olay da o dönemde Mısır’ı yöneten gücün çöküşü anlamına geliyordu”.

Bu örneklerden sonra konumuza odaklanacak olursak, Fırat’ın yediye bölünüp cılızlaşması da İshak’ın önbilisinden kaynaklanıyor. Ancak, yazar Faber bu noktadan da ileri gitmek istediğini söyleyerek konuyu kendine göre sürdürüyor ve ‘derinleştiriyor’. Böylece, sonra eklediklerini kendi sözcüklerimle özetlememe izin verin: İsrail oğulları önce Kızıl Deniz’in batısından, sonra da Ürdün Nehri’nden geçtiler. Koca nehir öylesine alçaldı ki, onu aşmak için bir engel kalmadı. İçinden geçmediler, üstünden yürüyüverdiler. Altını çizerek ekliyor ki, bu farkı hiç unutmamalı. Her neyse, mucize olasılığını da yadsımıyor, çünkü “Tanrı hiçbir şeyi üstünkörü yapmaz.”

Yazar Faber mantığını (gene kendi sözcüklerimle) şöyle sürdürüyor: Peygamber Danyel’den biliyoruz ki, Yahudilerin dağılıp gitmiş olmaları artık sona erecek ve onlar “Üç-buçuk Zamanda” gene bir ulus olacaklar. İshak’tan da öğrendik ki, İsrail’in yeniden kurulması Yudah’ın kurulmasıyla aynı zamanlara rastlayacak. Bundan da anlaşılıyor olmalı ki, Fırat’ın yedi sığ çaya bölünmesiyle Mısır’daki nehir ağzının ortadan kalkması “Tanrı’nın eski halkının bu ikiye bölünüşünün yeniden birleşme hazırlığı Üç-buçuk Zamanın sonundan kısa bir süre önce olmalıdır”.

Fırat’la ilgili önbili, yazara bakılırsa, her iki dinsel kaynakta da vardır. Kesin yargısı kendi sözleriyle şöyledir: “Böylece, çok açıktır ki, …amaçlanan, İsrail’in On Kabilesinden başkası kesinlikle olamaz.” İshak Peygamber de şöyle buyuruyor (Ish., xi/12): “Tanrı İsrail’den ve Yudah’tan çıkarılanları dünyanın dört köşesinden toplayıp bir araya getirecektir”.

Yazar Altıncı Vahiy’in Türk devletinin yavaş yavaş çürümesini değil, birden ve bütünüyle yıkılmasını öngördüğünü söylüyorsa da, adım adım gerileyişini de özetliyor. Diyor ki: Karlofça Antlaşması (1699) Türk’ün elinden Macaristan’ı ve Erdel’i aldı. Pasarofça (1718) Temeşvar’ı söktü götürdü, Macaristan ve Dalmaçya kıyılarına yeniden nüfuz umutlarını öldürdü. 1771’de Kırım ellerinden çıktı. Küçük Kaynarca (1774) Tatarlara bağımsızlık verdi, Besarabya ile Kuban’ı çekti. Rusya Bükreş Antlaşmasıyla (1812) Tuna’nın sol kıyısında kendi siperlerini kazdı. 1816’da Sırbistan koptu, Edirne Antlaşmasıyla (1829) Moldovya (Boğdan) ve Valahya (Eflâk) başlarını alıp gittiler. Fransa Cezayir’e ayak bastı (1830). 1840’da Kavalalı Mehmet Ali Paşa Mısır’da egemen oldu. Ama Türk devleti daha yıkılmadı. Yazara göre, nedeni: “Altıncı Vahiy henüz gelmedi.”

Beklenen Vahiy gelince, gene yazara göre, “kurbağalar gibi üç pis ruh da görülür olacaktır.” Gene bunun sözde dinsel bir anlatımı var. Vaftizci Yohanna ile kurulan bağlantıda şöylesine bir açıklama da bulunuyor: “Ejderhanın, Vahşi Hayvanın ve Yalancı Peygamberin ağızlarından üç pis ruhun kurbağalar gibi dökülmüş olduğunu gördüm.” Bu sözler konunun “uzmanları” için belki yeterince açıktır. Ama kitabın direnerek üstünde durduğu nokta Türklerin devletinin Altıncı Vahiy’le birlikte sıfırı tüketeceği ve toplam 12 kabilenin birleşeceğidir.

Kitap Eski Çağlar’ın İsrail ve Yehuda topluluklarının Filistin’den çıkarılıp dağıtıldıktan sonra nerelere gittikleri üstüne de şimdiki tarihçilerin onaylamayacakları birtakım savlar da ileri sürüyor. ABD’nin Utica kentinden Dr. Grant onların bir bölümünün Hıristiyanlaştığını söylüyormuş. Bunlar günümüzdeki Nestûrî mezhebinden olmalı. Dr. Grant din değiştiren ve değiştirmeyen Yahudilerin kendi aralarında birbirini suçladıklarına tanık olmuş. Ama köklerinin İsrailli olduğunu karşılıklı olarak kabullenmişler. Bu yoruma karşı çıkan da var. “Sünnet vaftizden öncedir; böylece, kimin ne olduğu belli olur” diyen de bulunuyor. Ancak, Müslümanların da sünnetli olduğu herhalde dikkate alınmamış. Dinyayıcısı Papaz Samuel “İki-buçuk Kabile”yi Hazer Denizi’nin batı kıyısında Dağıstan’da bulmuş. Sonra Müslümanlaşan Lesgiler’de Musa Yasalarının izleri görülmüş. Dr. George Rose On Kabile’nin Afganistan’da olduğu görüşünde. Yazara göre, bu görüşlerde gerçek payı var.

Kimi Suriye’ye, Harran’a, Van Gölü’nün güney-doğusuna uzanmış. Gittikleri yerlerden birine “Arsareth” diyorlarmış. Yazar düzeltiyor ve bu sözcüğün doğrusu “Arareth”, yani “Ararat” olmalı diyor. Bizde bilinen adıyla Ağrı Dağı ve çevresi. Yazar Faber bu yoruma üç din kaynağı da veriyor: Gen., viii/4; Ishak, xxxvii/38; Jerem., li/27. Yahudilerin Kürtlerin arasına yerleştikleri de iddialar arasında. Ancak, Sir George Rose “Asur Kralının Yahudiler gibi boyun eğmez bir ulusu dağlık Kürt bölgesine yerleştirmeyeceğine inandığını” ekliyor. Sir George’a atfedilen ama açık olmayan bir nota göre, Afganlılar da On Kabile’den türemişler. Bu yorum da ilk kez Vansittart adlı birinin Sir William Jones’a 1784’de yazdığı mektupta görülüyor. Birtakım yorumlar Yahudileri Horasan’a değin götürüyor. Ama din kitaplarına bağlı kalan yazar Faber Asur’u temel Yahudi toplanma yeri olarak benimsemiştir.

Ancak, öte yandan, coğrafya sınırını oldukça geniş tutuyor, “Asya’nın tümüne yayılmış” olduklarını ekliyor ve “Keşmir, Tataristan, Pers diyarı, Hind-i Çini ve Malabar’da İsrail topluluklarına rastlandığını ileri sürüyor, bu arada siyah derili Yahudilerin de sözünü ediyor. Yazar Finn “Çin Yahudileri” başlıklı kitabında iki Yehuda kabilesinden birilerinin Çin’e yerleşmiş olduklarını savunuyor.

Benim Faber’in bu kitabıyla ilgilenmemin nedeni onda Türk düşmanlığının yeni bir kanıtını görmüş olmamdır. Britanya bağlaşığı olarak Ruslara karşı Kırım Savaşına katılmamızdan bir yıl önce Türkiye’nin yıkılışını bir “müjde” gibi veren bir kitabın, üstelik din temelli olarak Londra gibi bir başkentte yayımlanması ilgi çekicidir. Ayrıca, böyle bir yıkılışı İsrail devletinin yeniden kuruluşuyla bağdaştırmak da başlı başına ilginçtir. Geçmişin kimi Yahudi çevrelerinde böyle bir özlem ve beklenti vardı. Örneğin, 1913-16 yılları arasında başkent İstanbul’da ABD Büyükelçisi olan H. Morgenthau da Yahudi kökenli bir Amerikalıydı. Birinci Dünya Savaşında ABD ile karşı devlet kümelerinde yer almış, ancak birbirimize savaş açmamıştık. Buna karşın, Morgenthau’un özellikle Ermeni sorununda çok ileriye giderek Türklere karşı açık, sürekli ve çok abartılı düşmanlık yapmasının bence bir önemli nedeni Osmanlı devletinin savaşta karalanması, yenilmesi ve dağılması sonucunda Filistin’de (kendi Yahudi olduğu için) bir Yahudi devletinin kurulması beklentisiydi. Oysa, üç yıllık görevi süresinde İstanbul’un dışına bir yer dışında çıkmamış, kendi özel ilgisinden ötürü yalnız Kudüs’e gitmişti.

Morgenthau’un yarattığı karmaşa bir yana, yazar G.S. Faber gibilerinin türlü safsatalarıyla da başa çıkmak gene bizlere düşüyor.

Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV

Türk Solu dergisi (13 Aralık 2010)

1 yorum
  1. Fatih Ergin diyor

    Faber gibi adamlardan dünyada ve de Türkiye içinde yüz binlerce var. Gök üstümüze çökmedikce Türk e hiç bişey olmayacak Allahın izniyle.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.