Giriş
Dünya ekonomisi küreselleşme sürecinde uluslararası ticaretin daha fazla önem kazandığı günümüzde, fuarların önemi de buna paralel olarak artmaktadır. Büyük bir titizlikle yürütülen çalışmalar sonucu elde edilen son teknolojilerin ve ürünlerin sergilendiği yerler olması dolayısıyla fuarlar, ekonomik ve sosyal hayatın bir aynası olduğu gibi, aynı zamanda da dış ekonomik ilişkilerin de bir göstergesidir.
Son yıllarda işadamları ve sanayiciler arasında internet’in tanıtım ve pazarlama amaçlı kullanımı yayınlaşmış olmasına rağmen, üreticileri ile tüketicileri bir araya getirerek yüz yüze iletişimin yararlarını sunması açısından fuarlar önemini hala korumaktadır.
Dünya nüfusunun artması ile birlikte baş gösteren ekonomik sıkıntılar firmalar tarafından aşılmaya çalışılmakta, rekabetin en büyük silahlardan birisi olan tanıtım ise firmaları yeni arayışlara itmektedir. İşte bu noktada da fuarlar devreye girmekte ve uluslararası rekabet bir kat daha önem kazanmaktadır.
Ülkemizin sanayi ve ticaret alanında çağdaş dünya ile bütünleşme gayretleri ile başlayan, Türk fuarcılığı, tarihten günümüze çok önemli mesafeler kat etti. Hiç şüphesiz; bu gelişmelerde başı çeken ve tarihe yön veren, Türk müteşebbisinin gayret, girişimciliği ve çağdaş gelişmeleri takip etme konusundaki ısrar ve kararlılığının işaretidir.
Türklerde en eski devirlerden beri ticari faaliyetlerin varlığı bilinmektedir. Öyle ki Hunlar ve Göktürkler zamanında doğuda Türk-Çin sınırında, batıda Sırderya boylarında belirli tarihlerde büyük pazarların kurulduğu zikredilmektedir. Türk devletleri bu dönemde komşularına başta at olmak üzere canlı hayvan, konserve, et, deri, kösele, kürk, hayvani gıdalar satıp, karşılığında hububat ve giyim eşyası almışlardır. Asya Hunları, Göktürkler ve Uygurlar, Çin ile Batı Hunları da Bizanslılar ile ticaret antlaşmaları yapmak suretiyle Çin’den pirinç, ipek, ipekli kumaş, hububat; Bizans’tan ise diğer ihtiyaç maddelerini temin etmekteydiler.
Selçuklu Dönemi
1071 Malazgirt zaferinden sonra Oğuz Türkleri Selçuklu hanedanının idaresi altında Anadolu’yu vatan edindiler; orada yurt tuttular ve yerleştiler. Haçlı seferleri yüzünden gerek Franklar, gerekse Bizanslılar ile başlayan uzun mücadelenin 1176. yılında Türklerin lehine neticelenmesi ile bu zaferden sonra yeni siyasi başarılar ile Selçuklu hudutları mütemadiyen genişledi. Selçuklu Anadolu’yu Türklere ebedi yurt yapmak gayesiyle kalkınma hareketlerine girişildi, tersaneler inşa edildi ve donanmalar vücuda getirildi. Şehirler süratle imar edilmeye başlandı. Hatta yeni şehirler inşa edildi. Selçuklu hükümdarları ve devlet adamları ticaretin bir ülke için taşıdığı ehemmiyeti şuurlu bir şekilde kavramışlardı. Bununla ilgili olarak sultanlar Kıbrıs kralları ve Venedikliler ile ticaret antlaşmaları yaptılar.
Selçuklu hükümdarları sürdürdükleri ticari politikanın gereği olarak huzur ve sükûn içinde bulunan ülkelerinde eski anayolları tamir ettikleri gibi, yeni yollar da yaptılar. Bu yollar üzerinde konak ve kervansaraylar inşa ettirdiler. Ayrıca hanlar, saraylar, köprüler, hastaneler, kimsesizler evi gibi içtimai tesisler vücuda getirmekte, bilindiği üzere onlar aynı zamanda sanat değeri taşıyan abidelerdir ve Türkler’in Anadolu’yu, tarihinde görmediği en mamur bir duruma getirdiklerinin en canlı şahitleridir. Ribat da denilen Anadolu’daki kervansarayların yapılması geleneği bilhassa Türkistan ile ilgilidir. 10. yüzyılda yazılmış İslam coğrafya eserlerinde Türkistan’ın her tarafında sayılamayacak derecede çok kervansaray (Ribat) bulunduğu anlatılır. Yaz mevsiminde ana yollar üzerinde yolculara karlı su ikram etmek geleneğinin de Türkiye’ye Türkistan’dan gelmiş olduğunu gösteren kuvvetli deliller vardır. İlk önce kervansaraylar inşa etmekte gözetilen başlıca gaye, anlaşılacağı üzere, yolcuların ve ticaret kervanlarının korkusuzca ve rahatça seyahat edebilmelerini sağlamak idi.
Kervansaraylara gelen yolcular ücretsiz olarak oralarda kalırlar, yerler, içerler, mescitlerinde namazlarını kılarlar, yunak yani hamamlarında yıkanırlardı. Yoksul yolcuların ayakkabıları tamir edildiği gibi, tamir edilmeyecek kadar eskimiş olanların yerine yenileri verilirdi. Tabii yolcuların hayvanlarının yemleri de ücretsiz olarak karşılanırdı.
Bu tür pazaryerleri Selçuklular döneminde de görülmektedir. 13.yüzyıl başlarından itibaren milletlerarası ticaret dünyasına dâhil olan Selçuklu ülkesi kısa zamanda ticaretin merkezi konumuna gelmiştir. Bunda Selçukluların dünya ticaret yolları; Baharat yolu ve İpek yolu üzerinde yer alıyor olmasının payı vardır. Selçuklularda milletlerarası ticaret hacminin artırılması, büyük pazarların, milletlerarası fuarların, teşekkül etmesine sebep oldu.
Selçuklular devrinde ihraç ve ithal edilen ürünler, Şap, gümüş, Bakır, demir, lacivert taşı, tuz, Boraks, zırnık, kitre, sakız, reçine, deri, halı, yün ve tiftik, kereste, meyve, tahıl, at, koyun ve balık gibi maddeler ihraç ediliyordu. İthal edilenler ise, ipek, altın, gümüş işlemeli elbiseler, yünlü ve pamuklu kumaşlar, kıymetli kürkler, şeker, sabun, güzel kokular, ilaç için kullanılan eczacılık maddeleri, madeni eşya, kâğıt, zücaciye, muhtemelen kılıç, zırh, tulga ve kalkan gibi silahlar. Netice olarak Selçuklular devrinde Türkiye mamur ve halkı müreffeh bir ülke idi.
Yabanlu Pazarı
Selçuklular döneminde, kurulan pazarlardan “Yabanlu Pazarı” en meşhur olanıydı. Yabandan gelenlerin yani yabancı ülkelere mensup olanların pazarı manasına gelen bu büyük çaplı milletlerarası organizasyonun Kayseri’nin yüz km. doğusunda bugünkü Pazaryeri olan ve Pazarören kasabası olarak adı değiştirilen yerde her yıl Mayıs ve Haziran ayları arasında kurularak kırk gün sürdüğü kayıtlarda belirtilmektedir.
Prof. Dr. Faruk Sümer’e göre bu fuar, devrinde sadece İslam âleminin değil, dünyanın en büyük fuarıdır. Aynı adla bir eser yazan Prof. Dr. Faruk Sümer, bu pazarın kuruluş sebepleri, işleyişi ve etkinliği konusunda hazırladığı önemli eserinde kıymetli bilgiler vermektedir. Doğu ve Batı arasındaki ticari faaliyetler, tarih boyunca devam etmiştir. Avrupalı tüccarlar, Çin’e kadar varan “İpek Yolu” ile kendi ürettiklerini satarken, onun karşılığında da Doğudan ipek, baharat, sof halı, at, gümüş, ıtriyat, bakır gibi çeşitli emtia alıyorlardı. Ayrıca köle ve cariye ticareti o devirde yoğun şekilde varlığını sürdürmekteydi.
Faruk Sümer, “Selçuklular devrinde Anadolu’nun öteki yörelerinde bu mahiyette bir fuar olmadıktan başka, bildiğim kadarı ile İslam âleminin başka bir bölgesinde de Yabanlu Pazarı’nda olduğu gibi, bütün dünya tüccarlarının katıldığı ikinci bir fuar yoktur. O devrin dünyasında bir eşi daha olmayan bir pazar, gerçekten kelimenin bugünkü geniş manası ile milletlerarası büyük ve mühim bir fuardır”, ifadeleriyle Yabanlu Pazarı’nın önemini işaret etmektedir.
Mevlana’nın Mesnevi’de sözünü ettiği, Memluk Sultanı Baybars’ın Kayseri’den Maraş’a geçerken uğradığı ünlü İslam tarihçi ve âlimi Zekerya el-Kazvini’nin işleyişi hakkında bilgi verdiği Yabanlu Pazarı, 12. ve 13. yüzyıllarda düzenli bir şekilde çalışan bir fuardı. Onun, milletlerarası hüviyete kavuşturan tarafı ise, dünyanın her tarafından buraya alış-veriş için tüccarların gelmesiydi. Mevlana, Yabanlu Pazarı’ndan söz ederken “Orada kusurlu, sahte ve kalp emtia bulunduğu gibi, incilere benzer çok kıymetli ve kazanç getiren emtiada görülür. Akıllı ve tecrübeli tacirler Yabanlu’da gerçek ve kusurlu emtiayı birbirinden ayırt ederler”, ifadesini kullanır.
Mesnevi’deki ifadeden yola çıkarak Yabanlu Pazarı’nın Yabanlı köyü ile Çama köyü yakınlarında kurulduğunu tahmin eden Ahmet Kemal Uçok’un tespitine göre bu yöre, benzer avantajlara sahip, tarihi İpek Yolu’nun tam ortasındadır. Fuar yeri olarak bugünkü Pazarören’in seçilişi, Uzunyayla’nın geniş otlakları, ticaret yollarına yakınlığı, su ihtiyacının Zamantı ırmağından temini ve güvenlik ihtiyacının Zamantı Kalesi askeri garnizonundan karşılanması sebepleriyle izah edilebilir.
Zekerya el-Kazvini, (ölümü: Irak’ta 1283) “Asaru’l-bilad ve Ahbaru’l-ibad” adlı esrinde bu pazarı şöyle anlatır. “Anadolu’da her yıl baharın başında kırk gün süren bir Pazar kurulur. Bu pazara Yabanlu denir. Bu pazara uzak yerlerden, Doğu, Batı, Güney ve Kuzey’den insanlar gelir. Tacirler bu pazara katılmak için pek büyük bir gayret sarf ederler. Doğu tacirlerinin emtiasını Batılı tacirler alır. Batılılarınkini de Doğulu tacirler alırlar. Kuzey’den gelenlerin mallarını Güneyli tüccarlar, Güneylilerin mallarını da Kuzeyliler satın alırlar. Bu pazarda güzel atlar da satılır”.
Bundan başka Hindistan, Suriye, Mısır, Arabistan gibi ülkeler, Karadeniz’in kuzeyindeki ülkeleri de buna eklemek gerekir. Anadolu Selçukluları, bütün bu ticaret yollarını kontrolleri altına aldıkları gibi, kervansaraylarla hizmet veriyor ve yol güvenliğini kesinlikle sağlıyorlardı.
Yabanlu Pazarı kadar olmasa da, Yapraklı ve Çankırı Panayırı da milletlerarası nitelikteki bu pazarlar kadar meşhurdur. Hint tacirleri, getirdikleri baharat ve kumaş karşılığında çeşitli hayvan ve özellikle de katır götürürlerdi. Halep ve Suriye tacirleri, kumaşlarını satarak Çankırılı kadınların eğirdiği meşhur tiftik ipeklerini alırlardı. Doğudan, Batıdan, Hint’ten ve Suriye’den ve hatta Tunus’tan, İran’dan yalnız zanaat ve ticaret erbabı değil, şairler ve diğer bazı maharet sahipleri de gelerek, bu panayırın milletlerarası niteliğe sahip olduğu gerçeğine işaret eder.
Osmanlı Dönemi
Osmanlı Devleti’nde fuar faaliyetleri iki bölümde değerlendirilebilir. Klasik dönemde, daha çok ticarete bağlı olarak kurulan panayırlar, Tanzimat’tan sonra kalkınmanın öncüsü olarak sanayi fuarları diyebileceğimiz sergiler bulunmaktadır.
Osmanlı devleti’nde ticaretin devlet tarafından düzenlenmesi, bu amaçla alınan kararlar ve bu kararların uygulanması ticaret politikasını oluşturur. Osmanlı devletinin iç ticaret politikasına bakıldığında, ticari faaliyetlerde tekelci eğilimlerin oluşmamasına, üretici ve tüketiciyi zarara uğratacak hususların bertaraf edilmesine özen gösterilmiş ve genel olarak ticaret serbesti benimsenmiştir. Yine bulunmuş olduğu coğrafya itibariyle, yani ipek ve baharat yollarıyla olan ilişkisi nedeniyle, dış ticareti desteklemiştir. Osmanlı devleti’nde iç ticaretin faaliyet alanı olarak üç yapı söz konusudur. Bunlar; hafta pazarları, panayırlar ve büyük ticaret şehirleridir. Hafta pazarları adından da anlaşılacağı gibi, büyük köylerde ve küçük şehirlerde kurulan, iştirak edenlerin bir günde ulaşabilecekleri mahallerdi. Ticaret şehirlerinde ise organize olmuş bir esnafın faaliyetlerini görmek mümkündür. Esnaf ürettiklerini pazarlarda, bedestenlerde ve ticaret hanlarında pazarlamaktaydı. Panayırlara gelince; hafta pazarlarından farklı olarak senede bir veya birkaç kez ve belirli yerlerde kurulan, süresi genel olarak bir hafta ile bir buçuk ay arasında değişen ve oldukça geniş bir bölgenin mallarının bir araya geldiği büyük pazarlardır. Osmanlı devleti, panayırların güvenliğini sağlamak, tüccarlara garanti vermek ve onların ulaşımını kolaylaştırmak amacıyla derbentler tesis etmek gibi koruyucu tedbirler almıştır. Osmanlı panayırlarını organizasyon açısından ekonomik, ticari ve sosyal panayırlar olmak üzere iki kısımda incelememiz mümkündür. Çoğunluğun ekonomik ağırlıklı organizasyonlar olarak gerçekleştiği görülmektedir. Sınırlı da olsa, bazı cemaatlerin bir araya geldiği katılımlı toplantılar söz konusudur. Bunun dışında panayırları bir de hacmi itibariyle değerlendirebiliriz ki, o zaman bunları bölgesel ve milletlerarası panayırlar olarak tasnif etmemiz gerekecektir.
Panayırdan Fuara
Fuar kavramı içeriğinin genişliği ve çeşitliliğinden olsa gerek, birçok tanım ortaya atılmıştır. Tek bir tanım üzerinde anlaşma, günümüze dek sağlanamamıştır Çeşitli bilimsel disiplinlerin, fuarcıların, pazarlama iletişimcilerinin, aslında birbirinden pek de uzak olmayan fuar tanımları vardır. Öncelikle sözlüklerden başlamak üzere çeşitli fuar tanımları şunlardır;
- “Belli zamanlarda, belli yerlerde ticari mal sergilemek üzere açılan büyük sergi”
- “Fuar ulusal olduğu gibi uluslararası da olabilir. Özellikle yeni malların sergilenmesini ve tanıtılmasını sağlar”.
- “Ürünlerin sanat yapıtlarının vb. halkın gezip görmesini, tanımasını sağlayacak biçimde toplu olarak sergilenmesi”.
- “Belli zamanlarda, belli yerlerde mal sergilemek için açılan büyük Pazar”.
- “Fuarlar, ekonomik, sosyal ve politik faaliyetlerin birleştirip bütünleştirilmesini sağlamaya çalışan organizasyonlardır.
Daha geniş ve fuarcılığın tüm faaliyetlerini kapsayan bir tanım da şudur.
- “Fuar, ticaretle ilgili ürün yâda hizmetlerin, teknolojik gelişmelerin, bilgi ve yeniliklerin tanımı, Pazar bulunabilmesi ve satın alınabilmesi, teknik işbirliği, geleceğe yönelik ticari ilişki kurulması ve geliştirilmesi için, belirli bir takvime bağlı olarak, düzenli aralıklarla, genellikle de aynı yerlerde gerçekleştirilen bir tanıtım etkinliğidir. Tüm bu tanımlar fuar ve fuarcılığı çeşitli biçimlerde ifade etmektedirler.
Fuarların ilk biçiminin yerel pazarlar ve takas mekânları olduğu sanılmaktadır. İnsanların avcı-toplayıcı dönem sonrası tarımsal faaliyetlere başlamaları ve yerleşik düzene geçmeleriyle ilk kez kendilerine yetenden fazla ürün üretmeye başlamaları “takas”’ı gündeme getirir. Önceleri mevsimlerin durumuna göre sürekli göç halinde bulunan ve bulundukları coğrafyanın kaynakları tükendiğinde yer değiştiren insan topluluklarının, mevsimlerin ve dolayısıyla da bir takım bitkilerin periyodunu fark ettikten sonra “tarım” faaliyetine yöneldikleri sanılmaktadır.
Panayır binlerce yıldır, zanaatkârlar ile kendi kendilerine yetebilen tarım topluluklarını buluşturan yegâne kurum olagelmiştir. Geçimlerini tarım ve hayvancılık uğraşısıyla sağlayan sanayi öncesi topluluklar, yılda birkaç kez gerçekleştirilen panayırlar sayesinde “kendilerinin üretemediği her şey”e ulaşabiliyorlardı. Neydi bu üretilemeyen şeyler? Baharat, tuz, buz, sapan, çapa, giysiler, ziynet eşyaları vs. Bu arada panayırların eğlence ihtiyacının da giderildiği yerler olduğunu belirtmekte fayda var.
Hülasa panayırlar binlerce yıl süren tarım ekonomisinin kalbinin attığı yerler oldu. Dünyadaki bin bir çeşit hayvandan, yeni icat aletlere kadar her şey panayırlarda sergilendi. Coğrafi olarak da gayet özenle seçilmiş bölgelere kurulurdu panayırlar. Bazı panayırların özellikleri, zamanla dönüştü ve üretici ile tüccar arasında ilişki kurulan, siparişlerin alındığı bir biçim almaya başladı. Çeşitli sanayi ürünlerinin sergilenmeye başlandığı numune panayırları zamanla fuarlara dönüştü. Panayırların, sergi ve fuarlara dönüşmesi sadece işlevlerini değil hedef kitlelerini de değiştirdi. Bir şehir veya birkaç köy için düzenlenen panayırlar, sergi ve fuar kimliği kazandıkça, önce bölgesel sonra milli ve sonunda milletlerarası bir yaygınlığa ulaştı.
Binlerce yıllık bir geçmişi olmasına rağmen fuarların çeşitlenmesi geçen yüzyıl da artmıştır. Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin artması, arge yatırımlarının ve buna bağlı olarak verimliliğin yükselmesi ve küreselleşme süreci fuarların önemini artırmış, çeşitlenmelerine yol açmıştır. Pazarlama iletişimi açısından önemi giderek artan değişik açılardan sınıflandırılabilmektedir. Genel fuarlar, ihtisas fuarları, bölgesel fuarlar, ulusal fuarlar ve uluslararası fuarlar şeklinde sınıflandırılmaktadırlar.
Hem Anadolu’da ve hem de Rumeli’de birçok panayır kurulmuştur. Ancak bunların büyük çoğunluğunun ve milletlerarası çapta olanlarının Balkanlar’da kurulduğu görülmektedir. Rumeli’de Uzuncaabad-ı Hasköy, İslimye, Petriç, Şarköy, Siroz, Selanik-Lika, Nevrekop, Piriştine, Vidine, Şumnu, Marova, Dolyan, Alasonya, Filibe, Serfiçe, Silivri ve Tekirdağ panayırları kurulmuştur. Bunlardan Uzuncaabad-ı Hasköy, İslimye, Silivri, Petriç ve Siroz panayırları yerli ve yabancı tüccarın katıldığı milletlerarası fuarlar olarak gerçekleşmiştir.
Anadolu’da kurulan belli başlı panayırlar ise şunlardır; Yapraklı-Ankara, Zile, Amasya, Buca-İzmir, Balıkesir, Çan ve Gönen panayırlarıdır. Balıkesir panayırı bunlar arasında en büyük ve önemlidir. Dolayısıyla Rumeli’deki panayırların milletlerarası, Anadolu’dakilerin ise milli panayırlar olduklarını söylemek mümkündür.
Panayırlarda sergilenen ve alım-satımı yapılan mallar arasında kürk çeşitleri, pamuklu ve yünlü dokumalar, demir, tütün gibi tarım ve sanayi ürünleri ile bazı maden türleri yer almaktadır.
Panayırların en önemli güçlüklerinin başında güvenliğin sağlanması gelmektedir. Devlet, esnaf ve tüccarın olduğu gibi halkın da can ve mal güvenliğini sağlamayı üstlenmiştir. Eşkıya saldırılarının bertaraf edilmesi, ulaşım kolaylıklarının sağlanması ve bu amaçla derbentlerin tesis edilmesi bu tür hizmetler arasında yer almaktadır.
Osmanlı Devleti’nde kurulan panayırlar, özellikle milletlerarası özellikte olanlar ticaret yapılan yerlerin en büyüğüdür ve devlet bu organizasyonların devamı için gerekli tedbirleri almıştır. Dolayısıyla bu panayırları fuar alanları olarak düşünmek mümkündür.
Cumhuriyet Dönemi
Türkiye’de fuarcılığın geçmişiyle ilgili kamuoyunun yeterli bilgisi ne yazık ki yoktur. Yurtiçinde ilk defa düzenlenen ve yurtdışında ise ilk defa katıldığımız fuarlar hakkında ilgililerin bile bilgileri eksiktir.
Prof. Dr. Faruk Sümer’in hazırladığı “Yabanlu Pazarı” ile Son yıllarda hazırlanan “Türk Fuarcılık Tarihi, Fotoğraflarla Türk Fuarcılığı, Türkiye 1867 Evrensel Sergisi, Dünya Fuarları ve 19.Yüzyıl Fuarlarında Osmanlı İmparatorluğu adlı önemli eserleri incelediğimde şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısında hemen hemen tüm uluslararası fuarlara katıldığımızı büyük bir gururla gördüm. Devlet katında en üst düzeyde temsille, Üstelik binlerce katılımcı ve 15 bin metrekare gibi büyük alanlarla.
Fuarlar hiç şüphesiz ekonominin can damarlarıdır. Ürünlerin satış noktalarından tüketiciye, kullanıcılara kadar ulaşılmasını sağlayan en önemli araçlardan biridir. Fuarlar, ekonominin iletişim arenalarıdır. Sanayinin ve ülke ekonomisinin gelişmesiyle fuarlar da gelişir, büyür ve çeşitlenirler.
Fuarlar bir ülkenin sanayi, ziraat, küçük sanat ve güzel sanatlar ürün, mamul ve eserleriyle memleket hayatına ait teşkilat ve meselelerini görüşüp anlatmak için devlet, kurum ve fertlerin teşebbüsüyle kurulan ve açılan yerlerdir.
Tarihi oldukça eskiye dayanan fuarların uluslararası bir nitelik kazanması 19.yüzyılın ikinci yarısına rastlamaktadır. Bu yüzyıl, Batı ülkelerinde evrensel fuarlar dönemidir. 1851 yılında sanayileşmenin başladığı ülke İngiltere’de Londra Evrensel Fuarı ile başlayan süreç, Avrupa’nın diğer başkentlerinde ve ABD’de devam etmiştir. Dikkat edilirse, Batıda Türklerden yaklaşık 7. asır sonra uluslararası fuarlar düzenlenmiştir.
Günümüzde evrensel sergiler, artık genişlemiş olan dünyanın küçük ölçekte bir araya getirildiği platformlar olarak da değerlendirilebilir. Dolayısıyla bu mikro dünya, sanayi ve teknolojide elde edilen gelişmelerin kullandığı, sadece sanayi ve ticaret bağlamında değil, kültürel anlamda da tüm insanlık deneyiminin ve birikiminin göz önüne serildiği bir niteliğe bürünmüştür.
Türk fuarcılık, tarihten gelen birikimimiz ve batıda gerçekleşen evrensel sergilerin günümüzde önemli bir yeri vardır. Ticaret ve sanayimizin gelişimi ve dünya ile bütünleşmek arzusunu pekiştiren bu sergilere, Osmanlı İmparatorluğu, ilk kez düzenlenen Londra Sergisi ile birlikte sonraki diğer uluslararası fuarlara da katılmıştır. Bu bağlamda Türkiye’nin batı tipi fuarcılık serüveni de başlamıştır. Cumhuriyet döneminde ise yeni ve farklı bir ivme kazanan Türk fuarcılığının, sembol fuarı İzmir enternasyonal fuarı olmuştur. Tüm alanlarda bir kalkınma hamlesi başlatan genç Cumhuriyet, fuarcılığı kalkınmanın lokomotifi olarak da düşünmüştür.
Bu bilinç doğrultusunda, Türkiye ekonomisini ve sanayisini geliştirmek amacıyla dünya standartlarında fuarcılık hizmetleri gerçekleştiren İstanbul Fuar Merkezi, fuarcılık dünyamıza önemli hizmetlerde bulunuyor, Türk Fuarcılık Tarihi ile ilgili peş peşe yayınladıkları değerli eserler ile ülkemizde fuarcılığın yerleşmiş bir geleneği olduğunu hatırlatıyor ve daha büyük hedeflere heyecanla yönelmemizi teşvik ediyor.
Sonuç
Günümüzde başta Asya olmak üzere yeni bölgesel ekonomilerin oluşması, fuarcılık sektörüne yeni bir boyut kazandırdığı gibi, ülkemize de önemli fırsatlar sunmaktadır. Bu nedenle tarihin derinliğinden gelen fuarcılığımız ile ilgili altyapıyı güçlendirmek; yapısal dönüşümleri gerçekleştirmek ve küresel marka haline gelmiş fuarlarımızın sayısını artırmak durumundayız. Bunun başarılması halinde ülkemiz uluslararası arz ve talebin buluştuğu, stratejik bir iş platformu haline gelecektir. İhracata ve turizme dayalı bir ekonomik büyümeyi hedefleyen Türkiye, fuarcılık alanında sektörel bir derinlik kazanarak bu atılımı gerçekleştirmelidir. Ülke olarak sahip bulunan değerlerin, uluslararası pazarlarda temsil edilmesine ve iddialı ürünlerin tanıtımına ve uluslararası ilişkilerin gelişmesine vesile oldukları için bu tür organizasyonların gerçekleştirilmesinde sayısız faydalar vardır.
1990 sonrası artan küreselleşme sürecinde ulusal ve uluslararası fuarların önemi daha da artmaya başlamıştır. Sadece ticaretin değil, üretim süreçlerinin, işgücünün ve bilginin de küreselleştiği bu dönemde fuarlar çok çeşitlenmekte, nitelik ve nicelik açısından sürekli gelişim göstermektedirler.
Bana bu çalışmamda gerekli kaynakları göndermek lütfunda bulunan İstanbul Fuar Merkezi Yöneticilerine en kalbi şükranlarımı sunuyorum.
Türk panayır, sergi ve fuar geleneğinin detaylı bir şekilde incelemeye çalıştığımız mütevazı yazımızla panayır ve fuar tarihimize küçük bir giriş ama önemli bir katkıda bulunmayı amaçladık. Umarım faydalı olmuşuzdur.
TİKA-Araştırmacı