Soğd, Amuderya ve Sırderya nehirleri arasındaki toprakların merkezi bölgesidir. Bu bölgede Hint-Avrupa grubuna dahil olan Doğu İran dillerinden birini, Sağdcayı konuşan Soğdlular yaşamışlardır. Soğdluların halefleri VIII. yüzyılın sonundan başlayarak XI. yüzyıla kadar giderek Soğdca konuşmayı ve yazmayı terk etmiş ve Soğd’un kendi topraklarında Fars-Tacik, Tiyanşan’dan kuzeydeki kolonilerde ise Türk diline geçilmiştir. Soğd’un en önemli kenti Semerkand idi. Ancak ülkede çok sayıda prenslik ve kent devletler mevcuttu.
Bozkırlarla çevrelenmiş Soğd zaman zaman aşırı nüfus yoğunluğu yaşanan zengin bir tarım ülkesi ve Asya ticaretinin merkezi idi. Henüz milattan sonra ilk yüzyıllarda Çin’de Soğd kolonileri mevcuttu, Soğdlu tüccarlar da Çin’e ve Hindistan’a giden Orta Asya ticaret yollarına hakimdiler. Bozkırlara hakim olanlar ile barış ve işbirliği ister ülkede yaşayan, ister seyahat eden, isterse de yabancı ülkelerde yaşayan tüm Soğdlular için hayati önem taşıyordu (Marshak, Raspopova 1990: 179-185).
Aynı zamanda Soğdlular tarım ve zanaat ürünleri üreticileri, eski kent kültürünün taşıyıcıları ve uluslararası ilişkiler alanında büyük bir deneyime sahip olmaları nedeniyle bozkırlarda yaşayanlar için faydalıydılar. Bununla birlikte onlarla işbirliği yapmak tehlikeli değildi. Çünkü onlar Çinlilerden ve Farslardan farklı olarak bozkır halklarıyla düşman olan büyük bir devletin tebaaları değildiler.
Soğdluların Türk halkalarıyla ilk kez ne zaman karşılaştıklarını söylemek zordur. Göktürklerin VI. yüzyılda kendi kağanlıklarını kurmalarından bir kaç yüzyıl önce gerçekleşmiş olması mümkündür. Ancak sadece bu dönemden itibaren Göktürk-Soğd ilişkileri konusunda kesin bir şey söylemek mümkündür. Altay Türklerinin Çin’le olan ilişkilerinin, muhtemelen Buhara Soğdlularının soyundan olan ve daha sonra Gansu’ya yerleşmiş An Nopanto tarafından kurulmuş olması özellikle dikkat çekicidir. O, 545 yılında Kuzey Wei hanedanının hükümdarı tarafından elçi olarak Türklere gönderilmiştir (Liu Mau-tsai 1958,1: 6-7). Muhtemelen elçi bu halkın, Türklerin o dönemde tebaasında bulundukları güçlü Juan-juanlara karşı Kuzey Çin’in potansiyel müttefiki olduklarını biliyordu. Zaten elçiler tanımadıkları ülkelere gönderilmezdi. Muhtemelen o, soydaşlarının yaşamış oldukları bir yere gönderilmiş oluyordu.
Soğdluların Altay Türkleriyle erken çağlardan itibaren tanışmış olması, o dönemde Altay demirinin çok önemli ürün olmasından kaynaklanmış olabilir. Çünkü Türkler Juan-juanlar için demir ürünler hazırlıyor, Soğdlular ise uluslararası ticareti kendi denetimlerinde tutuyorlardı.
555-563 yıllarında Juan-juanların yenilgiye uğratılmasından sonra Soğd’dan kuzeydoğuya uzayan bozkırlar artık Türklerin elindeydi. Bu dönemde Soğd ve civar topraklar Eftalitlerin yönetimi altındaydı. Bu dönemde Soğd tüccarları her iki tarafın desteğini almadan ticaret yapamıyorlardı. Soğdluların Eftalitler ve Türkler konusundaki tutumlarına ilişkin çok az şey biliyoruz. Semerkand’dan Çin’e sık sık heyetlerin geldiklerine ilişkin bilgilere 510 yılından sonraki kaynaklarda pek rastlanılmamaktadır. Bunun yerine Eftalitlerin ülkesinden gelen heyetlerden bahsedilmektedir. Enoki’nin belirttiği gibi, bu “heyetler” aslında Soğdluların diplomatik misyon kılığına bürünmüş ticaret kervanlarıydı (Enoki 1959: 1-58). Ancak 564 yılındaki “heyet” Eftalitlerden değil, Soğd adlı ülkeden gelmiştir. Muhtemelen, Göktürk-Eftalit savaşı da bu dönemde başlamış ve Soğdlular Göktürk topraklarından Eftalitlerin adıyla geçmek istememişler. Bu savaşla ilgili Firdevsi’nin (X. yy.) ünlü “Şehname” eserindeki hikayede Soğd’un ve Kuşan’ın (Semerkand Soğdu’nun batı kısmı) yerli halkının savaşlara katılmadığı, sadece seyirci kaldıkları tasvir edilmiştir (Ptitsın 1947: 95-306). İki göçebe imparatorluğun mevcut olduğu kısa barış döneminde Çin’de yaşayan Soğdlu göçmenlerin Göktürklerle ilişkileri konusunda elimizde yazılı kaynaklar bulunmamaktadır. Ancak kısa bir süre önce çok önemli bir bulguya ulaştık. Bu, Japonya’daki Miho Müzesi’nin elde ettiği, muhtemelen Kuzey Çin’de yaşamış ve gömülmüş bir Soğuldlunun, üzerinde Soğdluların, Eftalitlerin ve Göktürklerin kabartma usulüyle tasvir edildiği mermerden yapılmış sandukasıdır. (Juliano 1992; Watt 1996; Lerner 1995; Luliano-Lerner 1997a; 1997b; 2001). Göktürkler kendilerine özgü uzun saçlarıyla hemen fark ediliyorlar. Mezar taşı üç taraftan kabartmalı taş levhalardan yapılmış duvarlarla kaplanmıştır.[1] Bunların üzerinde, ölü Soğdlu cennette Çinli eşiyle birlikte ziyafetteyken; sadece Soğdluların katıldığı anma töreni; definden dönen kadınların bulunduğu araba; Nanayya tanrıçasının Soğd’daki mabedi; Soğdlu Zerdüşt kahini tasvir edilmiştir. Bizim açımızdan önemli olan ise rölyefleri yapanın, Soğdlunun ilgili olduğu daha iki ülkenin-Eftalitlerin ve Göktürklerin yaşamından kesitleri verme gerekliliğini duymasıdır. Eftalitler Göktürklerin kullandığı oklukları olan at üstündeki avcılar, ükümdarları ise fil üstünde tasvir edilmiştir. Zira Eftalitlerin Hindistan’da da toprakları vardır. Nihayet Eftalitlerin işgal ettikleri Toharistan’daki Tiştriya mabedindeki ünlü kutsal atın tasviri yer almaktadır. Göktürklerin ülkesinin tasviri de buna benzemektedir. Yurtun içinde ve önünde Göktürklerin, at üstünde av sahnelerinin tasvir olunduğu rölyefli levha ve hükümdar şemsiyesi ile gölgelenmiş at üstündeki Göktürk kağanının törensel geçişi tasvir edilen levhalar vardır. Aradaki fark sadece Göktürklerin Eftalitlerden farklı olarak Soğdlularla birlikte defin törenine katılması ve develerle mabede hediyeler getirmesidir. Farklı ülkelerin hükümdarlarının bir resimde tasvir olunması muhtemelen Soğda özgü bir şey olmuştur. “Tang Hanedanın Tarihi”nde (Sin Tanşu, Bölüm 2216) Soğd prensliği olan Kuşan’da kuzey duvarında Çin İmparatorlarının, doğu duvarında Göktürk ve Hint, batı duvarında ise İran ve Bizans hükümdarlarının resimleri bulunan bir binanın olduğu belirtilmektedir (Biçurin, II: 315).
579 yılında ölmüş ve Siani’de (Xian) defnedilmiş An Tszya’nın (An Jia) mezarında bulunmuş VI. asra ait bir diğer sanduka üzerindeki kabartmada artık Eftalitler yer almamaktsadır; fakat daha çok sayıda Göktürk bulunmaktadır (Yin Shenping 2000; Wenwu 2001, No 1; Kaogu yu wenwu 2000, No 6; Han Wei 2001). An Jia Buhara kökenli bir Soğd ailesine mensuptur; fakat onun dedesi ve babası ise Kuzey Çin’de hizmet etmişlerdir. Onun kendisi sabao görevinde, yani kervancıların ve batılı yabancıların, özellikle Soğdluların işlerinden sorumlu memur görevinde çalışmıştır. Birçok panolar Miho Müzesi’ndeki kabartmalara benzemektedir.
Sandukanın uzun arka duvarının ortasında eşiyle ziyafet çeken sabao’nun resmi tasvir edilmiştir. Yanında ise Soğdlularla Göktürklerin görüşmesinin ve biraradaki ziyafetlerinin tasvir edildiği pano bulunmaktadır. Buradaki ziyafet sahnesi Miho Müzesi’ndeki kabartmadaki ziyafet sahnesine çok benzemektedir. Sağ tarafta sabao’nun Göktürk kağanı tarafından kabulü sahnesi bulunmaktadır. Onlar, kağanın karşısındaki halının üzerinde, aralarında kendine özgü tacıyla seçilen Soğd hükümdarının da bulunduğu daha az önemli konukların oturduğu bir yurtun içinde otururlarken tasvir edilmişler. Biraz daha sağda ise sabao’nun kendi Çin çadırında karşısında diz çökmüş şekilde bir Göktürk’ü kabul ettiğini görüyoruz. Daha kenarda yan duvarda Göktürklerin ve Soğdluların katıldığı at üstünde av sahnesi tasvir edilmiştir. Bundan sonra ise bir Soğdlunun An Tszya’ya misafir olduğu sahne ve nihayet hanımların erkek ve kadın hizmetçilerin eşliğinde gidişi sahnesi yer almaktadır. Merkezi fragmanın sağında, büyük duvarda iki levha yer almaktadır. Bunların birinde An Tszya’nın üzüm bağında Soğdlular arasında ziyafeti ve aslan avına çıkmış bir Soğdlu; diğerinde ise Soğd çadırında aralarında Göktürklerin de bulunduğu misafirlerin kabul töreni tasvir edilmiştir. Sağ taraftaki yan duvarda çok sayıda vahşi hayvanların bulunduğu bir ülkede yer alan kaplan derilerinden yapılmış yurtta kabul töreni sahnesi ve at üstünde av sahnesi yer almaktadır. Her iki sahnede ölünün tasviri yer almakta, fakat Göktürkler bulunmamaktadır. Sıranın sonunda yine de giden kadınların tasviri olan pano yer almaktadır. Nadide iki abide de, VI. yüzyılın ikinci yarısında Çin’e yerleşmiş ve Kuzey Çjou Hanedanı’na hizmet etmiş Göktürklerle Soğdluların ilişkilerinin nasıl pekiştiğini gösteriyor.
Kendi ülkelerinde kalan Soğdlulara gelince Göktürk hükümdarlarının Soğd prenslikleri konusundaki politikasının sadece genel hatlarını biliyoruz. Açıktır ki, Göktürk yönetiminin himayesi olmadan Yedisu’nun ve Kazakistan’ın güney batısının Soğdlular tarafından büyük çapta kolonileştirilmesi imkansız olurdu. Göktürklerin gelişinden bir kaç yıl sonra, 568 yılı civarında Bizans elçileri Soğdluların artık Yedisu’nun batı kısmındaki Taraz kentinde ve onun civarında yaşadıklarını belirtmişler (Mokrınin 1984: 230). Ancak bu topraklardaki kentlerin arkeolojik araştırılmalarında Göktürklere kadarki döneme ait bulgulara rastlanılmamaktadır. Bununla birlikte, ünlü Çin seyyahı Syuan Tszyan yaklaşık 630 yılında Soğdluların yaşadığı toprakların Çu nehri vadisindeki Suyab kentinden Merkezi Soğd’a kadar uzandığını ve bu yol boyunca her yerde Soğdca konuşulduğunu belirtmiştir (Beal 1884: 27).
İslam tarihçilerinin (X-XII. yy.) verdiği daha sonraki dönemlere ait bilgilerden bize sadece, Birinci Göktürk Kağanlığı Dönemi’nde vuku bulduğu anlaşılan Buhara Vahası’nda gelişen olaylara ilişkin hikaye ulaşmıştır. Bu olaylar bir Soğd kolonisinin ortaya çıkması ile sonuçlandı. Bu hikayede Göktürk Kağanı, Abruy isimli Buhara Tiranı’nın hakimiyetine son veren ve onu cezalandıran yüksek hakim sıfatıyla verilmiştir. Abruy’un takipleri sonucu Buhara zadeganları ve onlarla ilişkisi bulunanlar Göktürklerin yönetimdeki Yedisu’ya göç etmek zorunda kalmışlar. Burada onlar Taraz bölgesinde (Talas nehri vadisi) Camukat kentini inşa etmişler. Daha sonra Kağanın müdahalesi sonucu geri dönmüşler. Abruy Göktürkler tarafından idam edildikten sonra Abruy’un egemenliği altındaki yoksul halk geri dönenlere bağımlı hale geldi. Söz konusu bu topluluğun içerisinde en güçlü olanı ise Buhara Hanedanını kurdu. Bu tiranın güzel kadınları kendi haremine aldığı da hatırlatılmaktadır. S. P. Tostov bu durumun, Mazdekileri (tüm mülkiyetin ve kadınların ortak olması yanlıları) destekleyen Sasani Kubat Şahın (V. yy. sonu-VI. yy. başları) Dönemi’nde ortaya çıkan durumla benzer olmasından yola çıkarak hükümdarın önderlik yaptığı zadeganlara karşı bir halk hareketi olduğundan bahsetmektedir (Tolstov 1938; 1948: 251 vd.). Ancak kaynakta ülkede kalan yoksulların neyi veya kimi bir araya getirdiklerine, onların Abruy’a yardım ettiklerine veya hiç olmazsa Abruy Dönemi’nde onların durumunun ondan önceki ve sonraki dönemden daha iyi olduğuna ilişkin bir kelime bile yoktur.[2]
Taraza istikametine sürülen zenginler bozkırda sadece iki koşulun gerçekleşmesi durumunda kent inşa edebilirlerdi. İlk önce; çiftçi, zanaatkar ve tüccar nüfusa sahip bu şehrin inşası ülkenin sahipleri olan Göktürkler için yararlı olmalıydı. İkincisi; zadeganları ve tüccarları, Abruy’un ağalarını sıkıştırdığı, en azından da kendilerine yardım etmediği çiftçilerin ve zanaatkarların izlemesi gerekirdi. Muhtemelen, Soğd’da vahalar üzerindeki hakimiyetlerini tek başına pekiştirmeye gayret gösteren hükümdarlarla zadeganların önderlik ettiği kent toplulukları arasında mücadele vardı. Sonuçta Soğd’un kent devletlerinde prens hakimiyetinin yanı sıra oligarşik sivil toplulukların büyük önemi vardı. Soğd kenti olan Pencikent ile ilgili belgelerde bulunmuş VII. yy. ve VIII. yy. başlarına ait bulgular ve Mug dağındaki şehrin 722 yılında ölen hükümdarı Devaştiç’in kalesinde ortaya çıkarılan Soğd belgeleri koleksiyonu bunu söylememize olanak sağlıyor (Belenitskiy, Marşak, Raspopova 1979; Raspopova 1990).
VI. yüzyılın son 30 senelik bölümünde ve VII. yüzyılın ilk 30 yılında Göktürkler Soğd’da sosyal barışı sağlamışlardır. Bunun sayesinde de Soğd kent devletleri tercih ettikleri yönde engelsiz bir şekilde gelişmişlerdir. Göktürkler Abruy olayında olduğu gibi, yüksek hakimlik görevini yerine getirmiş, ayrıca kendilerine doğru yavaş seyeden kolonileşmeyi teşvik ederek nüfusun aşırı yoğunlaşmasını ve sosyal çatışmaların artmasını engellemeye çalışmışlardır. Göçmenlerin bir bölümünün Buhara’ya dönmesine rağmen, Soğd’un Semerkand ve Maymurg bölgelerinden gelenlerin yerleşim birimlerinin yanı sıra, Camukat kenti ve Buharalıların diğer kolonileri Yedisu’da kalmıştır.
VI. ve VII. yüzyılların kavşağında güçlü Batı Göktürk Kağanı kızını Semarkand hükümdarıyla evlendirdi (Suyşu, gl. 83, razd. o gosudarstve “Kan”, Biçurin, II: 281). Bu olay, hem Soğdluların, hem de Göktürklerin oluşan ilişkilerden memnun olduğunu gösteriyor. Nitekim, Göktürkler Eftalitlerden farklı olarak Soğd kentlerinde askeri birlikler bulundurmamaktaydı. Sadece 618 yılından sonra her bir Soğd prensliğine Kağanın bir temsilcisi atandı. Yerli hükümdarlar ise “İltebir” Göktürk unvanını aldılar.
Soğd göçlerinin nasıl organize edildiğine ilişkin bilgilerimiz çok azdır. Büyük bir grubun göçünden önce göçmenlerin gideceği ülkenin hükümdarıyla bir anlaşma yapılıyordu. VII. yüzyılda kendisiyle beraber 10 000 bin kişi getiren Semerkand hanedanı şehzadesi Lobn gölü yakınlarında köylerle çevrelenmiş bir Soğd kenti inşa etti (Pelliot 1916: 111-123). 721-722 yıllarında Semerkand Soğdunun o dönemde artık Araplar tarafından fethedilmiş Batı kısmında bir grup zadegan, Arap Emirlerinin yönetimi altında bulunan topraklardan göç etmek isteyen, içlerinde 400 tüccarın da bulunduğu 14 000 göçmen topladılar. Bunların içinde Suyab’a ve Yedisu’ya göç etmeye taraf olanların da bulunmasına rağmen Fergana’ya gitmeyi yeğleyenlerin sayısı daha çoktu. Göçmenler içinde Araplara vergilerini ödemiş, ancak kendi ağalarıyla beraber giden çok sayıda köylü de vardı. Fergana seçimi yanlış oldu. Araplar Soğdlulara arkadan yetiştiler ve kısa bir zaman içinde onları yenerek, kan parasını ödeyen tüccarlar dışında herkesi öldürdüler (Grenet, de la Vaissiere).
Bu dönemde Taraz, Suyab ve Yedisu’daki diğer birçok Soğd kenti gelişmekteydi. Her bir kent ve civar bölgeleri uzun duvarlarla çevriliyordu (Kojemyako 1959: 63). Kentlerin hepsi Göktürklerin Tiyanşan Dağı’na mevsimlik göç yollarının üzerindeydi. Bu yüzden de duvarlar tarlaların göçebelerin sürüleri tarafından çiğnenmesini önlemeliydi.
Birinci Kağanlık dönemine geri dönersek, Göktürk hükümdarlarıyla onlara itaat eden Soğd kent devletleri arasındaki ilişkilerin yanı sıra başka ilişki türlerinin de mevcut olduğunu belirtmek gerekir. Birçok Soğdlu Kağanın hizmetine girmiş ve Göktürkler arasında yerleşmiştir. Diğer taraftan Göktürkler de sık sık Soğd’a geliyor ve Soğd toplumunda yer ediniyorlardı.
Öncelikle Göktürklere hizmet eden Soğdlular üzerinde duralım. 567 yılında Eftalitler üzerindeki zaferden hemen sonra bir grup Soğdlu Maniah adlı birisinin önderliğinde Göktürk kağanının elçileri sıfatıyla İran’a geldiler. Beraberlerinde ipek getirmişlerdi ve İranlılara ticari anlaşma öneriyorlardı. Ancak Şah getirilen kumaşların hepsini alarak yaktı. Bununla da Göktürk topraklarından ipek ithaline karşı olduğunu gösterdi. Bu tür gösterişli bir reddin nedeni, o dönemde İran’da ipek böcekçiliğinin ve ipekçiliğin yaygın olmasına rağmen korumacılıktan daha çok tüccar olarak gelecek Soğdluların, İran’ın Eftalit mirasını bölüştüğü ve güneye doğru yayılmasından endişe ettiği Göktürkler lehine ajanlık yapacakları korkusuydu. Bu başarısız denemeden sonra Göktürkler İran’a tümüyle Göktürklerden oluşan bir heyet gönderdiler; fakat bu da başarısızlıkla sonuçlandı. Hal böyle olunca Göktürkler, şimdiki Kazakistan bozkırları ve İdil nehriyle Don nehrinin aşağı bölgeleri üzerinden Bizansla ipek ticaretini düzene sokmak, ayrıca Asya’da İran’a ve Avrupa’da Avarlara karşı Göktürk-Bizans ittifakı oluşturmak amacıyla Maniah’ı 568 yılında Konistantinopol’a gönderdiler (Menander, kısım 8).
Heyetin başındaki Maniah’ın adı onu Mani dinine mensup olduğunu gösteriyor. Maniah, Göktürk Kağanının temsilcisi olmanın yanısıra ipek ticareti yapan Soğdlu tüccarların başında dururdu. Ancak o, hiç bir Soğd prensliğini temsil etmiyordu. Belirtmek gerekir ki Manilik, Buddizm ve Hıristiyanlık gibi dünya dinleri uluslararası ilişkilerinden dolayı Soğd göçmenleri arasında çok yaygındı. Ancak Soğd’un kendisinde atalarının tanrılarına inançlar ve Zerdüştlüğün özgün bir versiyonu halen başattı.
VI. yüzyılda Doğu Göktürk Kağanlığı’nın resmi yazıları Soğdca ve Hint dillerinden birinde yazılıyordu. 580’li yılların başlarında Moğolistan’da yapılmış ünlü Bugut taş anıtı bunun bir kanıtıdır (Kljastornyj, Livsic 1972; Yoshida Moriyasu 1999: 122-125). Burada Göktürk rünik yazıları hiç kullanılmamıştır. Böylece Doğu Göktürk Kağanlığı’nda katipler Soğdlu memurlardır.
Dulan Kağan’ın yönetimi döneminde (588-599) onun yakın çevresinde bulunan ve güney Çin prensesi olan karısının gözdesi Soğdlu An Suytsze idi.[3] O, Kağanı’nın Kuzey Çin’in Suy hanedanının İmparatoru tarafından işgal edilen Güney Çin’in Çen Devleti’nin ihyasını hedefleyen gizli darbe planını desteklemesini sağlamaya çalışıyordu. Ancak 593 yılında gizli planı ortaya çıkaran Suy elçisine teslim edildi ve prensese ihanet eden birisi olarak kısa bir süre içinde öldürüldü.
Suy hanedanının ünlü ayanı Pey Tszyuy (Pei Qui) Batı Vilayetinin valisi olarak Soğdluların kervan ticaretinin gelişmesine yardım ediyordu. Aynı zamanda doğu Göktürk Kağanı Şibi’ye (Shih-pi) (609-619) hizmet eden Soğdluları Çin’in tehlikeli düşmanları olarak görüyordu. İmparatora şöyle yazıyordu: “Göktürklerin kendileri saf ve basiretsiz oldukları için onlar arasında husumet yaratmak mümkündür. Ne yazık ki, onların arasında çok sayıda kurnaz Soğdlu yaşıyor ve onları bilgilendirerek yönlendiriyor. Duyduğuma göre, özellikle Şi Şuhusi’nin çok sayıda kurnaz planları vardır ve o, Şibi Kağan’ın konumundan yararlanmaktadır. Ben onun bir hile ile öldürülmesi için izin istiyorum.” İmparatordan onay aldıkta sonra Pey Tszyuy Soğdlu Şi Şuhusi’nin yanına bir adam gönderdi. Bu adam ona Çin’in sınır kalelerinden birinde hazine mallarının açık artırma ile satılacağını ve ilk gelenin daha geniş tercih imkanı olacağını söyledi. Kağanın iznini almadan Şi ve onun birçok yandaşı kaleye gittiler. Burada onu tutukladılar ve idam ettiler. Kağana ise Soğdlunun ona ihanet ettiğini söyledilerse de Şibi buna inanmadı. Birinci Doğu Göktürk Kağanlığı’nın sonuncu kağanı olan Heli (Hsieh-li) (619-630) Dönemi’nde yönetim Soğdluları daha çok himaye ediyordu. Ancak Kağan’ın önemli makamlara atamalarda kendi yurttaşlarına değil, onlara itibar etmesine karşı Göktürkler arasında hoşnutsuzluk artıyordu. Devlet bürokrasisinin güçlenmesi eski kabile dayanışmasının zayıflamasına ve buna bağlı olarak Kağan’la Göktürk zadeganları arasında karşılıklı güvensizliğe neden olmuştur. Ancak Soğdlular da pek güvenilir değildirler. 630 yılının başlarında Göktürklerin Tang ordusu tarafından yenilgiye uğratılmasından ve tüm Oğuz kabilelerinin ayrılmasından sonra başlarında Semarkandlı kabile reisi Sumit’in olduğu (Kang Sumi) Soğdlular da Kağan’a ihanet ettiler. Onun Hint dilindeki ismi (Sumitta, Sumitra) Buddist olduğunu, yani Buddizm’in az yaygın olduğu Soğd’u uzun zaman önce terk etmiş bir aileden geldiğini gösteriyor (Pulleyblank 1952: 324). Heli’nin diğer yardımcısı Buharalı An Tukan (Tarkan?) da Kang Sumi ile birlikte teslim oldu. Kendisiyle beraber 5000 Soğdlu getirmiştir. An Tukan’ın atalarının Kağan’ın yanına doğrudan Buhara’dan değil, Doğu Göktürkistan’daki Kuça’dan geldikleri bilinmektedir. Onun atası da Göktürklere hizmet etmiş ve yüksek “İlteber” unvanını taşımıştır.
Teslim olan Soğdluların sayısı o kadar çoktu ki, Çinliler onları, Heli Dönemi’nde Moğolistan’da belli toprakların verildiği kağanlık kabilelerinden biri zannetmişlerdi. Çin yönetimi Soğdluları sınır bölgelere yerleştirdi. Onların her iki önderi de idari makamlara getirildi. VII. yüzyılın sonlarında Doğu Kağanlığı’nın yeni yükselişi döneminde Kapagan Kağan Çin’den Göktürklerle birlikte teslim olmuş Soğdluların da geri verilmesini talep etti (Malyavkin 1989: 258; Klyaştornıy 1964: 78-98). Ancak Soğdlular artık yerleştikleri toprakları terketmek istemediler. Onlar Çin tartında savaştılar ve 702 yılında Göktürkler tarafından ciddi bir yenilgiye uğratıldılar. Büyük çoğunluğu köle olarak bozkıra götürüldüler.
Öyle görülüyor ki, Birinci Batı Göktürk Kağanlığı’nda da Soğdlular belli idari makamlarda bulunuyorlardı. Bunu, Sasani madeni paraları üzerine darbedilen yazılarda Soğd dilinini kullanılması da kanıtlıyor (Livşits, Lukonin 1964: 173-176; Smirnova 1967: 39-40; Göbl 1967, II: 142, 152; Taf. 12; Zeymal 1995). Bu darbedilen yazılar Soğd’da ve Toharistan’da (eski Baktirya) Göktürklerin yönetimde olduğu dönemde yapılmıştır. Önceki Eftalit Dönemi’nde Toharistan’da resmi yazıtlar sadece Baktirya yazısıyla yazılıyordu. Göktürkler Dönemi’nde ise ülkenin başında Göktürk yabguların bulunduğu VII. yüzyılda Soğdca “Tohari” (yani Toharistana ait) kelimesi yazılmıştır (Zeymal 1995; Weihrauch und Seide 1996: 358, 360, 436). Genelde İran gümüşü Orta Asya’ya Sasanilerin Eftalitler tarafından V-VI. yüzyıllarda yenilgiye uğratılmasından sonra büyük miktarlarda gelmeye başlamıştır. Farslar Eftalitlere esir düşen İran Şahı Firuz için büyük miktarda para ödemişlerdir. 484 yılında Eftalitlerele yapılan diğer bir savaşta Firuz’un öldürülmesinden sonra da uzun bir süre onlara devamlı haraç ödemişlerdir. Göktürkler ülkeyi işgal ettikten sonra, bu madeni paraların üzerine dolaşımına izin veren veya onların daha yüksek kura sahip olduğunu belirten kendi damgalarını bastılar. Peruz’un madeni paraları üzerinde “tegin” (Göktürk prensi) ve “Deşçi Vagi” (“Deşçi Ağa”) şeklinde Soğd damgalarına rastlanılmaktadır. Bazen bir para üzerinde her iki damga da rastlanılmaktadır. Deşçi, muhtemelen, Göktürklere hizmet eden Soğd memurlarına verilen isimdir.
631 yılında Doğu Kağanlığı’nın Çinliler tarafından yenilgiye uğratılmasından sonra Batı Kağanlığı’nda başgösteren beyliklerarası savaş ortamında Soğdlular Göktürklerin denetiminden çıkıyorlar. Semerkand hükümdarı ise Tang İmparatorluğu tebaalığına kabul edilmesi için Çin imparatorundan ricada bulunuyor. Ancak Batı Göktürkleri hala yeterince güçlüydüler. Bu yüzden İmparator Tay-tszun onun bu isteğini reddediyor. 640-650’li yıllarda Göktürkler Soğd üzerine bir kaç saldırı düzenliyorlar. Nihayet, 658 yılında Batı Göktürkleri üzerinde zaferden sonra Çinliler Soğd’u ve komşu toprakları tebaalıklarına kabul ettiler. Yerli hükümdarlar Çin’in valisi unvanını aldılar ve sahip oldukları topraklarını koruyabildiler.
Bu olay Semerkand’daki soylu Soğd hükümdarının evindeki tören salonun duvarında tasvir edilmiştir (Afrasiyab harabeleri) (Albaum 1975; Marşak 1994). Bu tasvir üzerindeki yazılarda o dönemde Soğd’u yönetmiş Varhuman’ın adı geçmektedir. Ana duvarın merkezinde hediyeleri taşıyan Çinliler tasvir edilmişler. Sol tarafında Orta Asya devletlerinin elçileri tasvir edilmiştir. Aynı duvar üzerinde çok sayıda yere oturmuş ve ayakta duran kılıçla silahlanmış uzun saçlı Göktürkler tasvir edilmiştir. Onların elçi olmadıkları açık şekilde anlaşılmaktadır. Onlardan birinin eli üzerinde kendisinin hizmetçi durumunda olduğu anlamını veren kısa bir Soğd yazısı bulunmaktadır (V. A. Livşis’in sözlü bilgisi). Muhtemelen bu Göktürke ait mızraklar iki özel direklerin yanında duruyor.
Bu Göktürklerin rolleri konusunda iki ihtimal vardır: Bu Soğd Çarı Varhuman’ın Göktürk muhafız birliği veya Çin elçilerine eşlik eden Göktürk askerleridir. Soğd hükümdar Göktürk muhafız birliklerine ilişkin elimizde her hangi bir bilgi bulunmamaktadır. Fakat aşağıda da belirtileceği gibi, Göktürkler onlara ayrı ayrı hizmet etmişlerdir. Doğu Göktürkleri 630’dan 680’e kadar kendi kağanlarının olmadığı 50 yıllık dönemde “zahmetlerini ve güçlerini (Çin için) tüketmişlerdir. Güneşin doğduğu (ülkede) onlar ileriye savaşlarla Bökli Kağan’a kadar (yani Kuzey Kore), geriye ise savaşlarla Demir Kapılara kadar yürüyorlardı. Onlar devletlerini ve kendi üzerlerindeki egemenliklerini Tabgaç halkının Kağanına (Çin İmparatoruna) vermişler” (KTb 8; Klyaştornıy, 1964; 23). Şöyle bir başka ifade daha bulunmaktadır: Sen (Göktürk halkı) bazen ileri gidiyor, bazen geri geliyorsun. Gittiğin ülkelerde senin için iyi olanlar neydi?
Senin kanın su gibi aktı, senin kemiklerin dağ gibi yığıldı; senin metin nesillerin köle oldular (KTb 23, 24; Klyaştornıy 1964; 23, 24). Seferlerin uç noktaları Sogd’un güney-batı sınırındaki Demir Kapılar ve Koguryö (Kuzey Kore) idi. Belirtmek gerekiyor ki, tasvirler arasında kendi giysileri ile Kuzey Kore askerleri de bulunmaktadır. Bular muhtemelen Çin’e de hizmet etmek zorunda kalan savaş esirleridir. Belirtmek gerekiyor ki, Çin 630-680 yılları arasındaki 50 yıllık dönemde sadece 658 yılında kendi egemenliğini Demir Kapıya kadar yaymak için girişimlere başladı. Bu yüzden Çin’e bağımlı durumdaki Göktürkler yalnız bu zaman Soğd’a girebildiler.
VI-VII. yüzyıllarda Soğd hükümdarlarının politikası süreklilik arz eden bir politkaydı. Onlar ticaret yollarının güvenliğini sağlayabilecek bir devlete bağımlı olmaya meyilliydiler. Fakat kendi özerkliklerini korumuşlar, 660 yılından itibaren ise tamamen bağımsız olmuşlardır. 670 ve 680 yıllarında kimi Göktürkler Arapların Soğd üzerine seferleri zamanı Buhara ve Semerkant’a yardım etmişler (Bolşakov 1998; 160-162; Goibov 1989). Hızla gelmelerinden onların neredeyse yakın bir yerde yaşadıkları anlaşılmaktadır. Bu Göktürkler Batı Kağanlığı’nın topraklarında henüz bir Göktürk devletinin mevcut olmamasına rağmen, liderlerini Kağan olarak adlandırıyorlardı.
Soğd’da yaşayan Göktürklere gelince bu konuda yok denecek kadar az kaynak bulunmaktadır. Sadece Semerkand’ın yakın civarındaki bir tepe üzerinde Birinci Kağanlık Dönemi’ne ait bir Göktürk’ün mezarı bulunmuştur. Eski geleneğe göre ölenlerinse atıyla birlikte götürülüyordu (Sprişevskiy 1951: 38-40; Raspopova 1980: 97-98). 605/6 yılında Göktürkler tarafından fethedilmiş Çaç’ta (Taşkent vahası) bir Göktürk hanedanı ortaya çıktı (Beyşi/Pei shi, Bölüm 98, Şi Devleti’ne ilişkin kısım; Biçurin II: 273). Bazı durumlarda Göktürklerle Göktürk adları taşıyan Soğdluları birbirinden ayırmak zordur. Zira bu dönemde Göktürk adları Soğdlular arasında çok yaygındı. VII. yüzyılın başlarında ve muhtemelen 658 yılında Maymurk Prensliği’nin hükümdarları Biçud veya Biçut adlarını taşımışlardır. Bu da VII. yüzyılın sonlarında Pencikent’te hükümdarlık eden Göktürk soylu Çekin Çur Bilge’nin babasının adıyla aynıdır (Ma Xiache 1987; Yoshida 1993: 254). Bununla birlikte Suy-şu’da, Maymurg’un bu iki hükümdardan birincisinin Semerkant hanedanından geldiği belirtiliyor (Suy-şu/Sui shu, Bölüm 83; Mi Devleti; Biçurin II: 286). VII. asrın son 30 yılında Buhara’da Hatun adlı bir kadın, hükümdarlık yapmıştır. Kaynakların çoğunda bu Göktürk unvanı onun adı yerine geçmektedir (Goibov 1989: 40). VIII. yüzyılın başlarında Semerkant’ın batısındaki Pay bölgesine sahip olan Soğdlular Göktürk Kağan olarak adlandırılmıştır (Teberi II: 1423, 1426). VII. yüzyılın II. yarısı ve VIII. yüzyılın başlarında sadece Göktürk adları değil, Göktürk kültürünün diğer unsurları da Soğd’da yaygınlaşmıştı. Özellikle askeri alanda kullanılan eşyalar büyük benzerlik gösteriyordu. Zira Göktürk süvarileri örnek teşkil ediyordu. Kemer, zırhlı donanımlar, silahlar ve ziyafetlerde kullanılan gümüş ve seramik kaplardan en yaygını olan halka şekilli ve kulplu fincanlar Göktürklerde ve Soğdlularda çok benzer, hatta aynı idi (Marşak 1961; Raspopova 1980: 65-109).
Kesin tanımlanmamış bir devletin ve Pencikent’in hükümdarı olan (en erken 693-en geç 707/8) Çekin Çur Bilge’nin Göktürk olduğu kuşkusuzdur. Muhtemelen onun “devleti” Pencikent’ten kuzey ve kuzeybatıya doğru Göktürkistan sıra dağlarının dağ eteği bölgelerinde yerleşmiştir. Ondan önce buralarda yarı göçebe Göktürk kabileleri yaşamışlardır. Onun varisi (sadece Pencikent’te) Soğdlu Devaştiç olmuştur. İlginçtir ki, belgelerde açık şekilde belirtildiğinin aksine, Devaştiç’in daha sonraki halefleri Çur’un onun babası ve kendilerinin ecdadı olduğunu düşünmüşlerdir. Onların belli ölçüde haklı oldukları göz ardı edilemez. Çur, Devaştiç’in babası değil de, kayınpederi olarak onların ecdadı olabilir (Livşits 1962: 45-53; 1979: 65-68).
Mug dağından bulunmuş nikah sözleşmesi Göktürk-Soğd nikahlarının hukuki açıdan nasıl yapıldığını göstermektedir (Lifşits 1962: 17-45). Belgede 708 (?) yılında Ot-tegin (Ut-tegin) soyundan bir Göktürk prensin Semerkant’da Soğd hukukuna uygun olarak, muhtemelen Yedisu’da bulunan Soğd kenti Nevaket’in hükümdarı Çer’in himayesinde bulunan Soğdlu bir kızla evlenmesi belirtilmiştir. Daha sonra Ot-tegin Devaştiç’in çevresine girmiş, onun hazinesinden bir teçhizat eşyası, muhtemelen deri sadak almıştır. Burada nikah sözleşmesinin kadına ait nüshası bulunmuştur. Ot-tegin Soğd hükümdarı yanında askeri hizmette bulunan ve herhangi bir sınıf mensubiyeti olmayan Göktürk zadeganlarına verilen addır.
Devaştiç’in çevresinde Göktürk kökenli aynı Ot adını taşıyan ve önemli bir görev yerine getiren memur-framandar da bulunuyordu (Livşits 1962: 71, 132-137; Bogolyubov, Smirnova 1963: 32, 33, 37-40, 62, 67-70, 73-82). Ryttpyr, yani İlteber, İltâber [Sims-Williams 2000: 228] unvanı taşıyan ve Göktürklerin saygı gösterdiği birisi belgelerde bir asalak olarak gösterilmektedir. Nitekim Devaştiç ona iyi şarap verilmemesini emretmişti (B 13 belgesi, 5.,7. satırlar; B 15-5. satır). Bu şahıs muhtemelen vadettiği askeri yardım karşılığında Devaştiç’ten Pencikent’in doğusundaki dağlık bölgede toprak almayı amaçlayan daha aşağı rütbeli bir Göktürk (Türgeş) ordu komutanının temsilcisi olmuştur (Lifşits 1962: 95, A-9 Belgesi, 5-8. satırlar). Görüyoruz ki, VIII. yüzyılın birinci çeyreğinde bir zamanların itibarlı Göktürk unvanları Soğd-Göktürk ortamında önemli ölçüde değer kaybetmiştir. Devaştiç’in çevresinde Göktürk kökenli Yrk’y adını taşıyan bir şahıs da bulunmuştur. Onun babası muhtemelen Göktürk kölelere verilen ve Soğdcada “Hatuna ait (mahsus)” anlamına gelen Wt’y-nc adını taşımıştır.[4]
Belgede Yrk’y bir köle olarak değil, Devaştiç tarafından Mahyan adlı birisine değirmenlerin kiraya verilmesine ilişkin sözleşmenin tam yetkili tanığı gibi gösterilmektedir (Livşits 1962: 53-62). İki şahıs Tarduş ve Göktürkmen (Trwkkm’n) olarak adlandırılmaktadır. Onlar Ot-tegin’le birlikte sadak (?) almışlardı ve muhtemelen Devaştiç’in muhafız alayında bulunuyorlardı (B 1 belgesi, 5., 7. satırlar).[5] Bunlar muhtemelen Soğd’da etnik aidiyetlerinin adıyla adlandırılan Tarduşlar ve Türkmenler içinden çıkmış insanlardı. Bu soylara mensup olanlardan, Soğd prenslerinden birinin babası olan Merzuban b. Turkaş (Türgeş) adlı birisi 800 yılında kendi adıyla adlandırılmıştır (Ibn al-Athir, VI., 366).
Göktürk-Soğd ilişkilerinin yeni dönemi VII. yüzyılın sonunda Doğu Göktürk Kağanlığı’nın yeniden kurulması ve Batı Göktürk Kağanlığı’nın yerinde Türgeş Kağanlığı’nın ortaya çıkmasından sonra başlamıştır. Bu dönem her iki Kağanlığın yıkıldığı VIII. yüzyıl ortalarına kadar devam etmiştir. Burada üç önemli noktaya değinmek gerekmektedir. Bunlardan birincisi, Soğd’da ve sınır topraklarda Arap-Göktürk rekabeti, ikincisi, Yedisukida Soğd kolonilerinin kaderi, üçüncüsü ise Soğd kökenli ayanların Doğu Göktürk Kağanlığı’ndaki faaliyetidir.
Araplara itaat etmenin tedricen, fakat geri dönülmez bir şekilde İslam dünyasında asimile olunmaya götürdüğü bir dönemde, eski statülerini ve yaşam tarzlarını korumada Soğdlulara sadece Göktürkler yardım edebilirlerdi. Fakat Doğu Göktürkleri çok uzak oldukları için sadece Demir Kapılara kadar kısa ve verimsiz bir seferle yetindiler.[6] Türgeşler ise 720’li ve 730’lu yıllarda büyük başarılar kazanmalarına rağmen Arapları Amuderya ötesine atabilecek güçte değildirler.
VIII. yüzyılın birinci yarısındaki olaylar Arap kaynaklarına dayanan O. G. Bolşakov tarafından daha mantıklı şekilde yorumlanmıştır (Bolşokov 1973: 143-155). 706-710 yıllarında Soğd’da Araplara karşı sadece Soğdlular değil, Türgeş Kağanlığı’ndan, Çaç ve Fergana devletlerinden oluşan bir koalisyon da mücadele ediyordu. Fakat, 710 yılında Semerkant Soğdu’nun hükümdarı, Tarkun Türgeşlerin onun topraklarını işgal edeceği endişesiyle onlarla ilişkileri keserek Arapları egemenliğini kabul etti. Ancak Soğd soyluları Tarkun’un iktidarına son verdiler. O, ya öldürüldü, ya da intihar etti. Sonraki mücadelede Soğdluların tüm isyanları Göktürklerin yardımıyla gerçekleştirilmiştir.
711 yılında Araplar Semerkant’ı aldılar ve oraya askeri birik yerleştirdiler. 719-720 yılında Türgeşler Arapları Soğd’daki birliklerinden birini geri çekmeye mecbur ettiler; fakat 722 yılında koalisyon dağıldı ve Türgeşler Yedisu’ya çekilmek zorunda kaldılar. Daha sonra 724 yılında kağanın bizzat kendisi Türgeşlerin, Çaç’ın, Fergana’nın ve Soğd’un bir kısmının askeri güçlerini yeniden birleştirerek Araplara üzerine sefer düzenledi. 726 yılında, Toharistan’a ulaştı ve 728 yılında ise Soğdluların isyanına yardım etti. Buna rağmen Araparın esas birlikleri karşı koymayı sürdürüyorlardı. 728 yılında Türgeşler ve Soğdlular Arap Emirini geri çekilmeye mecbur ettiler. 730 yılında ise Semerkant’ın alınması için kanlı bir savaş başladı ve Araplar kısa bir süre içinde buradan çıkarıldılar. 739 yılında Türgeşlerin yenilgisinden sonra bu kenti tekrar geri almak ihtiyacı doğdu. 740 yılına dek savaşta taraflardan hiç birisi üstünlük sağlayamadı.
20 yıl süren savaş döneminde çok sayıda Soğdlunun ölmesi veya Yedisu’ya göç etmesi sonucunda Soğd tamamen boşalmıştı. Özellikle Pencikent harabeye dönüşmüştü. Soğdlu göçmenler Türgeş ordusuyla birlikte Araplara karşı savaşıyorlardı. Fakat Türgeşlerle Soğdluların hedefleri farklıydı. 740/41 yılında Araplar Soğdluların vergi borçlarını ve İslam’dan dönmelerini af ederek, onlarla anlaşmaya vardılar. Soğdlular, özellikle de Pencikentliler geri döndüler ve yıkılmış evlerini tekrara inşa etmeye başladılar. Türgeşlerle olan birlik dağıldı ve bir kaç yıl sonra Türgeş Kağanlığı da yıkıldı. Kağanlığın zayıf noktası türgeş kağanlarının kendi ülkelerindeki Göktürk kabileleriyle Soğd kentlerini bir bütün halinde birleştirememesiydi. Birinci Batı Kağanlığı Dönemi’nde VII. yüzyılın ilk otuz yılında Yedisu kentlerinin hepsinin kendi hükümdarı olduğu halde, Türgeşlerin en güçlü olduğu 730’lu yılların ortalarında Buhara’dan ve Semergan Soğdu’ndan olan göçmenler, Soğdlu mültecilerin akını sonucu sayısı artan kentleri kısmen birleştirdiler ve 735 yılında Doğu Göktürk Kağanının defin törenine Türgeşlerle eşit düzeyde iki temsilci gönderdiler (Klyaştornıy 1964: 126-135).
Bununla birlikte kısa bir süre mevcut olmuş Türgeş Kağanlığı büyük tarihi öneme sahiptir. Göktürk (Türgeş) ve İran (Soğd) unsurlarının bir araya gelmesi sayesinde başkenti (Suyap) olan ve üzerinde Soğdak yazılı sikkeler bulunan bir devlet ortaya çıkmıştır. Bu birleşme daha az gelişmiş şekilde henüz Birinci Göktürk Kağanlığı Dönemi’nde ortaya çıkmıştı. Bunun en gelişmiş örneğine ise XI-XII. yüzyıllarda Karahanlı ve Selçuklu devletlerinde rastlanmaktadır. VIII. yüzyılın ortalarında Karluklar tarafından işgal edilen eski Türgeş topraklarında nüfusu XI. Yüzyıla kadar Soğdca konuşan ve yazan kentler kalmaktaydı. Bu kentlerin nüfusu Göktürkçe’yi de biliyorlardı ve gelenekleri Göktürklerinkine çok yakındı (Livşits 1981: 163, 164; Bartold 1964: 464, 467). Bu dönemde Soğd’un kendisinde Soğdca’nın yerini Farsça (Tacikçe) aldı.
İkinci Doğu Göktürk Kağanlığı Dönemi’nde de Soğdlu ayanlar mevcuttu. Ancak onlar Soğd kökenli değil, Göktürklerin içinde ve Çin’in sınır bölgelerinde yaşayan kuşakların halefleri idiler. Bunlar, daha sonralar Çin Tang hanedanını az daha mahveden ünlü isyancı An Luşan ailesi ve Kağanlığın önemli kişilerinden olan Kan A-i Kül Tarkan’dır (Pulleyblank 1952; 1955; Forte 1995; Rong Xinjiang 2000: 12). Eğer birincinin Soğdlu değil de, Fars kökenli olabileceği yönünde fikir ayrılıkları varsa da (An Luşan’ın annesi ise soylu Göktürk Aşide boyundandı), Kan A-i’nin en uzak ecdadı kuşkusuz Semerkand’dan gelmiştir. Ailenin daha sonraki üyelerinden birisi henüz 620 yılında Göktürklere hizmet etmiş, dedesi Kağan’ın güveyi olmuş, babası ise Kağan’dan İlteber unvanı almıştır. Bu tür Soğdlular artık önemli ölçüde asimile olmuşlardı. 742 yılında Kan A-i Çinlilere teslim oldu. Bununla birlikte, çok sayıda Soğdlu, VIII yüzyılın ortalarından itibaren Uygurların egemen oldukları Moğolistan topraklarında kaldılar.
760’lı yıllarda Uygurlar Soğdlulardan Maniliği almışlar ve Soğdca Uygur Kağanlığı’nda (VIII-IX. yy.) resmi dillerden biri olmuştur. Uygur Kağanı Moğolistan’da başkentini yaptırırken ya kentin inşasında Soğdlularla Çinlileri görevlendirmiş, ya da bunların her ikisini kentte yerleştirmiştir (Moriyasu, Yoshida, Katayama 1999: 209-224). Belirtmek gerekir ki, Batı Göktürk Kağanlığı’nın yıkılmasından sonra VII. yüzyılın ikinci yarısında daha sonralar Türgeş Devleti’nin başkenti olan Suyab’da Çin askeri birliği vardı. Bu dönemde yerli Soğdlular arasında (Doğu Göktürkistan Soğdluları arasında olduğu gibi) Buddizm’in Çin versiyonu yaygınlaşmış ve Türgeşler Dönemi’nde de önemini korumuştur. Daha sonralar hem Karlukların kendileri, hem de Yedisu kentlerinde yaşayan Soğdlular Nesturi Hıristiyanlığını veya Maniliği kabul etmişler.
Sonuç olarak Soğlular ve Göktürkler arasında faal ve uzun süren bir karşılıklı etkileşimin olduğunu söyleyebiliriz. Bazen onların çıkarlarının çatışmasına rağmen bu etkileşim gerek Soğdluların kervan ticaretine ve kolonileşmesine, gerekse de Göktürk halklarının devletin gelişimine yardımcı olmuştur.
Yale Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü / A.B.D.
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 2 Sayfa: 170-178
Burada bahsedilen juan-Juanlar Tūrk boyu Avarlardır juan-juan çinlilerin Avarlara verdiği isimdir manası vızır vızırdır.