Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Türkler-1907

0 14.354

Gülsev Eyüboğlu İRHAN

1907 yılında Türkiye’ye gelen İspanyol Yazar Vicente Blasco İbanez; Türkiye izlenimlerini İspanya’da El Pueblo,El Liberal gazetelerinde, Arjantin’de La Nacion Gazetesinde, Meksika’da El Impercial Gazetesinde yayınlamıştır.. “Oriante” isimli otuzüç bölümlük kitabının ilk onbeş bölümü “Türkler”başlıklı olarak Türkleri anlatmaktadır..

İspanyol Yazar Vicente Blasco İbanez’den;

“TÜRKLER !..

TÜRK İmparatorluğu topraklarında, İstanbul’dan sonra ikinci derecede önemi olan Avrupa Türkiye’sinin Başkenti Edirne istasyonundayız. Peron, Almanlarınkine benzeyen fakat her zaman kırmızı bir fesle tamamlanan koyu renkli ve şık üniformalı askerlerle dolu.

Edirne; Türkiye’nin büyük askeri kenti. Seksen bin kişilik bir Ordu merkezde ve çevresinde Karargâh kurmuş. Türkiye ile yaptıkları son savaşta Ruslar Edirne’ye girmişler. Acaba yabancılar, güzel camileri, görkemli surları olan bu Türk Kentine daha sonra yine gelecekler mi? Kim bilir.

Türkiye; Avrupa’lıların binlerce kere tekrarlanan sözüne göre Avrupa’nın “ağır hasta adamı” ve büyük devletler birbirlerinin geçidini kapamaktan çekindikleri için onu öldürmeye cesaret edemiyorlar; Türkiye’nin mallarının paylaşmak ve her biri hastalığı sırasında ona sinsice yardım etmek bahanesiyle bu ülkenin gizleriyle, gelenekleriyle içli dışlı görünerek, genel savaş patlayınca da parsayı kapmak için bu büyük hastanın ölmesini bekliyorlar.

Ben, Türkiye’yi seven ve ırkçı ya da dinsel önyargıya kapılmadan, bu acı çeken iyi insanların hala Avrupa’da yaşamalarına kızmayan insanlardanım. (Yazar Avrupa’lıların Türk’lerle ilgili kinlerini açıkça ortaya dökmüştür). Ben, Türk İnsanını onları yakından gören yazarların, sanatçıların ona yüreklerinde ayrı bir yer vererek sevdikleri gibi seviyorum. Türk İmparatorluğu’nun geniş topraklarında çok değişik ırklar ve dini değişik insanlar yaşıyor. Müslümanlar, Museviler ve pek çok mezhebe ayrılmış Hristiyanlar ve kökenleri görenekleri birbirinden farklı insanlar. Türkiye adını taşıyan bu topraklarda hür olarak yaşıyorlar. Ancak Lamartin’inde söylediği gibi “Türkler, büyük İmparatorluğunun en baştakileridir ve en çok saygıya değer insanlarıdır.”

Bütün Avrupa’da Türkler için “halk yığını” gibi hayali bir imge söz konusudur. Bu imgeye göre Türk insanı barbardır, kötüdür, davranışları acımasızdır, yaşamını kesik kafalar ve bütün zavallılıklarını ortaya koyarak dans eden esireler arasında geçirmektedirler. (İşte Avrupa’lıların Türkler hakkında ürettikleri hastalıklı paranoyalar.) Tıpkı yaşlı Hollandalıların, İspanya denince bütün İspanya’lıları Alba Dükü gibi sert ve katı yürekli olan ve insanın ağzından çıkan tek bir sözcükle yüzünden Engizisyoncular tarafından acımasızca infaz edildikleri bir ülke akıllarına geldiği gibi.

Türkler, çok savaş yaptıkları için acımasız olabilirler, ancak savaş hiç bir zaman bu iyilikleri ve güzellikleri örtmez ve örtemeyecektir de.

İsa adını ağzından düşürmeyenler de toplarıyla, tüfekleriyle Afrika ve Asya’lılara Türklerin savaşta yaptıklarından kat kat daha kötüsünü yaptılar.

Türkiye’yi gezmeye gelen ve benim gibi düşünen yazarlar, bu ülkeye yakıştırılan “adaletsiz” tanımına karşı çıkıyorlar çünkü “Türk İnsanı” iyi yürekli ve çok içtenlikli, hayvanlara karşı gösterdiği saygı karakterinin yumuşaklığını sergiliyor, hayvanlara asla kötü davranmıyorlar !.

Haksızlık ve İhanet Türkler’in zıvanadan çıkmalarına neden olan iki nedendir. (İspanyol Yazar, Türkleri çok iyi anlatmış). Kendilerine yapılan haksızlıklardan ya da küçültücü davranışlara karşı içindeki acıyı belli etmemelerine karşın, dik duruşlarıyla açıkça belli ediyorlar !. En büyük erdemleri arasında konukseverlik vardır. Türkiye’de özellikle de Anadolu’da biz Avrupalı’ların henüz ne mal olduğumuzu göstermediğimiz ve Avrupalı gruplar çok az olduğu için, her yolcunun hiç para ödemeden bir gece konuk edildiği ve ev sahibinin yolcunun kim olduğunu ve ne yapmak niyetinde olduğunu sormak zahmetine bile katlanmadan buyur ettiği konuk odası denen, yolculara ayrılmış odası olmayan ev yok.

Türk insanı’nın sarsılmaz bir inancı var. İnancını sarsacak en ufacık bir kuşku bile söz konusu değil ancak batılılarda olduğu gibi komşusunun düşündüklerini küçümseyerek ya da alaya alarak dini inancını başkalarına da zorla kabul ettirmek gibi bir amaç gütmüyor. Müslümanlığı son hak dini olarak görüyor olabilir ancak bunu başkalarına zorlamak için ufacık bir çaba göstermiyor.

Türkler; Arabların İslam köktenciliğini bilmiyor ve bu hoşgörülerinden ötürü yaşadıkları kentlerde değişik dinler varlıklarını sürdürüyor. Türk İmparatorluğunda Tanrı’ya imanı temsil eden her şeye, papazlara, hahamlara ve onların tapınaklarına da kendilerine özgü bir incelikle saygı gösteriyorlar.

Türkler’in sessiz, sessiz olduğu kadar da tepeden bakan özgüveni, İstanbul’da çok sayıda hoşgörü örneği sergiliyor. Dua eden insanları rahatsız etmemek için Katolik mabetlerine, Protestan kiliselerine, Müsevi Sinagoglarına ya da Helen Kiliselerine asla girmiyorlar. Buna karşılık Avrupa’da koyu müslümanlar; ellerinde Baedecker’ler, başlarında rehberleri ile her şeyi elleyen ibadet biçimiyle ve kendinden geçen müminlerin yüzleriyle alay eden, kendi atalarının inançlarını sürdürmek isterken, başkalarının atalarını anlamak istemedikleri için onları azarlayan kadınlı, erkekli Avrupalı grupların kendilerini rahatsız etmemeleri için ünlü camilere gitmek yerine çevredeki camilere gitmek zorunda kalıyorlar.

Türkiye’de arada sırada “Hristiyanların” öldürülüşünün Dinle bir alakası yok. Hiç bir Türk’ün aklına Kiliselerde ibadet edenleri öldürmek gelmez. Öyle olsaydı Türkiye’deki Hristiyan İbadethanelere saldırırlardı. Avrupa’da İslam köktenciliği ve siyasal çıkar olarak ele alınan Türkiye’de Hristiyanların öldürülmesi olayları, yalınızca bir ekmek kavgası saptırılmasıdır. Kimi zaman Marsilya’da Fransız işçilerle İtalyan işçiler arasındaki kanlı kavgalar ya da Amerikalı işçilerin, Asyalılarla giriştikleri korkunç rekabet yüzünden işgücünün ucuzladığını görünce işledikleri o anlamsız cinayetlere benziyor.

Türkiye’de gerçek Hristiyan olarak bilinen Ermeniler (işte açık açık ermeni anlatımı), ticaretle uğraşıyorlar, tefecilik yapıyorlar, paranın tutsağı olmaktan bir türlü kurtulamadan çalışan Türklerin yaşamını tefecilik tuzaklarıyla yiyip tüketerek, sinsi sinsi her şeyi ellerine geçirip zengin olmuşlar. (buraya dikkat, tıpkı bugünlerde ki gibi) Türk İnsanı toprak sahibiyken, toprağı işleyen yoksul icarcı durumuna düşüyor. Sanayi alanında bir girişimde bulunacak olsa, Ermeni onu koruyor havalarına girerek yoksulluğa sürüklüyor (bugün “hepimiz ermeniyiz”ciler de aynı hiyanet içindeler) açlığın pençesine yakalandı mı hamallık yapmak zorunda kalıyor, Avrupalıların elindeki Türk Limanlarında ağır yük taşıyor, kendisinden daha kurnaz düşmanı az para ile onu çalıştırıyor..

Kusurlarına kadar bile yiğit olan Türk insanının, başkalarını korumak çok hoşuna gidiyor, armağan vermek konusunda da gönlü çok yüce; ancak egemenlik söz konusu oldu mu çok aç gözlü kesiliyor ve karşısındakinin direnmesi onu çok acımasız yapıyor, kini yoğunlaşıyor; asil ırkının gururu, kurnazlıkla efendi durumuna geçen eski kölelerinin karşısında başkaldırıyor ve işte o zaman kılıcına el atıyor.

Zavallı Türkiye! İnsan onu yakından görünce çok seviyor, özelliklerini daha iyi değerlendiriyor ve onun karşısına çıkan tehlikeleri açık açık görüyor.

Avrupa, hala geniş olan fakat geçmişte sahip olduklarıyla karşılaştırılınca çok küçük görülen Türk topraklarını elinden alarak Türkleri Boğazın öteki yanına atmayı düşlüyor. Kimileri bunu, kendilerini çok korkutmuş istilacıları Asya topraklarına atan yaşlı Avrupa’nın bir öç alması, tarihsel zafer gibi görüyor.

Yanlış, Türkler uygarlar, tıpkı bizler gibi aynı ad altında gruplandırıldığımız halde Latin olmadığımız gibi, dünyadaki hiç bir ülke bağlı olduğu kökene bütünüyle uyumlu değildir. Bugünde Moğolistan topraklarında yaşayan Asya Türkleri, kasıp kavuran büyük dalgalar gibi Batıya göç eden Türklerle kardeştirler.

İstanbul sokaklarında dolaşmak Madrit sokaklarında dolaşmaktan farksızdır. Her çehre tanıdığımız bir adı anımsatıyor. Kimi zaman bakışlarınız bir yayanın gözleriyle karşılaşınca kuşkuya kapılıyorsunuz ve selam vermek için elinizi şapkanıza götürüyorsunuz. Kendinizi bir karnavalda sanıyorsunuz ve bağırmak geliyor içinizden…”Lopez dostum! Ya da Fernandez dostum! Şakayı bırak, fesini çıkar tanıdım seni…”..

İşte bir İspanyol Yazarın Kaleminden çok samimi dizelerle biz TÜRKLER! Çokta anlamlı bir incelikle çok hoş  anlatmış bizleri, hem de 1907 yılında !..

İçimizde ki Türk düşmanları hayasızlar, Ermeniciler, Avrupacılar, Arapçılar, Amerikancılar okusunlar utansınlar!! Ancak hiç sanmıyorum çünkü onların soysuzluğundan gelen iğrenç kinleriyle ar damarları çatlamıştır!.. Top yekün bu arsızlar, kendi iğrenç zehirli kinlerinde boğulacaklardır!..

Saygılarımla

Kaynak :Gündoğan Yayınları(1994).. Gürsel Aytaç’ın hazırladığı “Gezi Notları Seçkisi” Kitabı..


“TÜRK ULUSUNUN DÜZENİNİ BOZMAYA YÖNELEN ÇABALAR BOĞULMAYA MAHKÛMDUR. BÜYÜK TÜRK ULUSU, KENDİSİNİN VE VATANININ YÜKSEK ÇIKARLARI ALEYHİNE ÇALIŞMAK İSTEYEN BOZGUNCU ALÇAK YURTSUZ VE ULUSSUZ BEYİNSİZLERİN GİZLİ VE AÇIK KİRLİ EMELLERİNİ ANLAMIYACAK VE ONLARA HOŞGÖRÜ GÖSTERECEK BİR ULUS DEĞİLDİR” 

MAREŞAL GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.