Türkiye’yi Parçalama Planının Elebaşıları: İngiltere Ve Amerika
Türkiye bölünme uçurumunun kıyısında artık…
Süreç, 1990’larda Süleyman Demirel’in “Kürt realitesini tanıyoruz” sözü ile gündeme sıçradı. Ardından, Turgut Özal’ın “federasyonu tartışalım” lafı geldi. Ve AKP’nin üç ahbap çavuşları… T. C. Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın mozaik ve Türkiyelilik propagandası… Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “güzel şeyler olacak çocuklar” deyip müjdesini “Norşin”le somutlaştırması… Bülent Arınç’ın TBMM’nde Kürtçe laflar etmesi… AKP iktidarı boyunca Avrupa Birliği’ne verilen tehlikeli, sonu gelmez ödünler… Böyle böyle kalenin kapısı önce aralandı, sonra, azar azar açılarak Cumhuriyet bugünkü güçsüz, kimsesiz, savunmasız duruma getirildi: İki ayrı dil, iki ayrı bayrak, özerklik talepleri. Ayrı savunma birlikleri. İlk kez devlete isyan provaları. Türkler ve Kürt asıllı yurttaşlarımız ilk kez birbirini düşman görme yolunda. Gündem bölünme. İlk kez iç savaş korkusu.
Neden, neden?… Kimdir bu ulusal felaketin müsebbibleri? Yanıtı çoktan, seksen yıl önce verilmiş, Nutuk’ta verilmiş: İç bedhahlar, dış bedhahlar…
Dış bedhahlar Batı Emperyalizmi’dir, onun Derin-Merkezi’dir. Önde zamanın süper gücü İngiltere,… etnik unsurları kullanarak, Osmanlı Devleti’ni onlar parçalamıştır. Aynı, uğursuz planlarını şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’ne uyguluyorlar. Bu kez başlarında günümüzün tiran devleti Amerika bulunuyor. O böyle istiyor, o da etnik unsurları kışkırtıyor, özerk ve federal bir eyalet sistemi istiyor bölgede. Sözde Millî İrade’yi temsil edenler, buyruğa uymuş, kendisine verilen talimatı, federal sistemi kotarma telaşı içinde. Bölücüler içten ve dıştan aldıkları cesaret ve destekle kıyasıya bir mücadele veriyor. Cumhuriyet’e bağlı kalanlar ise susturulmuş, boyun eğmiş, ürkek, olup biteni seyretmekle yetiniyor.
Bu acı, utanç verici gerçeği hep söyledim, yazdım. Ancak sorun o kadar ciddî ki bir kez değil, beş kez değil, defalarca yazmak lazım. Okuduğunuz makalede de Çirkin Batı’nın bu sonu gelmez şeytanlığının, alçaklığının, kendilerine ait olan, dolayısıyla asla inkâr edilemeyecek bazı tarihî kanıtlarını sunuyorum.
Kaynağım İngiliz arşivlerinde yer alan, Ağustos 1919 – Kasım 1920 gibi kısa bir döneme ait gizli belgelerdir[1]. Belgelerin çoğu İngiliz diplomatları ile hükümetleri arasındaki kripto yazışmalardır. Bazıları ise konferans, not, rapor ve toplantı dokümanlarıdır. Belgelere taraf olanların adları şöyledir: Sir E. Crowe, Lord Curzon, Mr. Hohler, İngiliz Yüksek Komisyonu, Mr. C. Kerr, Mr. Kidston, Londra Konferansı, Albay Meinertzhagen, Amiral Sir F. de Robeck, Mr. Ryan, Sir F. Tilley, Amiral Webb.
I) İşte, Kürt bölücülüğünün bir Batı kışkırtması olduğunu açıkça gösteren belgeler:
– Mr. C. Kerr’in notları: Fransız Büyükelçisi ile Rus Hariciyesi arasında Nisan 1916’da Sykes-Picot antlaşması yapıldı. Buna göre Van, Bitlis, Siirt, Aladağ, Akdağ, Yıldızdağ, Zara ve Harput bölgesinde bir Kürt devleti kuruluyor.
– Mr. Hohler’den Sir F. Tilley’e: Benim problemim Kürtler… Noel Bağdat’tan buraya geldi. Kudretli biri, Kürtlerin peygamberi olmak istiyor. Kürtleri asil ve iyi, Ermenileri değersiz ve hilekâr buluyor. Noel bir Kürt Lawrence’i olabilir. Mezopotamya artık bizim olacağına göre, Noel’e bir Kürt devleti kurdurup kuzey dağlarını bu sayede koruyabiliriz. Abdülkadir ve benzerleri ile konuştum. Kürdistan’a gidip nüfuzlarını kullanmalarını istedim. Onları etkilemek için, biz de Türkleri oyalıyoruz diyerek birçok kez dil dökmek zorunda kaldım. Bununla birlikte Kürtlere fazla güvenilmez. Majeste’nin hükümetinin amacı Türkleri olabildiğince zayıflatmak olduğuna göre Kürtleri bu şekilde harekete geçirmek iyi bir plan…
– Amiral Webb’den Lord Curzon’a: Amerika Trabzon ve Erzurum’u içine alan bir Ermenistan’ı himayesine alacak. Geri kalan dört vilayeti de bir Kürt devleti olarak İngilizlerin himayesine bırakıyor.
– Mr. Hohler’den Mr. C. Kerr’e: Kürtlerin ve Ermenilerin durumu beni hiç ilgilendirmez. Kürt sorununa verdiğimiz önem, işgal ettiğimiz Mezopotamya yüzündendir.
– İngiliz Yüksek Komisyonu’nun raporu: Kürt sorunu Mezopotamya’da tatminkâr bir sınır çizmemiz sebebiyledir. Şerif Paşa’nin konferansa gelip Kürtleri temsil etmek arzusu ciddiye alınamaz.
– Albay Meinertzhagen’den Lord Curzon’a: Noel gayet tehlikeli bir şekilde Türklerin aleyhine çalışıp Kürt propagandası yapıyor.
– Sir E. Crowe’dan Mr. Kidston’a: Mustafa adlı biri var ki Kürtleri ayaklandırabilir, onları bir güç haline getirebilir.
– Mr. Kidston’dan Sir E. Crowe’a: Kürtlere her ne kadar inanmasak da onları kullanmamız menfaatimiz icabıdır. Türklerle savaşmadan, Doğu bölgesini Ermenistan ve Kürdistan olarak bölemeyiz.
– Mr Ryan’ın Raporu: Reşit Paşa ile Kürt sorununu görüştüm, şunları söyledim: Albay Noel’in Malatya ziyareti yanlış yorumlanıyor. Gerçi Majeste’nin hükümetinin Kürt sorununda büyük menfaati olduğu doğrudur, fakat bu sadece Mezopotamya ile ilgilidir ve sırf o bölgeyi korumak içindir. Diyarbakır’daki Kürt memurların Bedirhan’ı ve Noel’i tutuklamaları yanlıştır. Albay Noel Kürt sorununda bir uzmandır, propaganda yapmamaktadır. Bedirhan Albay Noel’e kılavuzluk etmektedir. Amaçları o bölgeye barış ve sükûn götürmektir.
– Amiral Sir F. de Robeck’ten Lord Curzon’a: Mr. Hohler Kürt sorunu hakkında Kürt başkanı olan Şeyh Sait Abdülkadir Paşa ile görüştü. Kürtler bütün umutlarını İngiliz Hükümeti’ne bağlamış durumdadır. Bu arada Mustafa Kemal gittikçe tehlikeli olmaya başladı.
– Türk sorununda 3. toplantı: Kürt kabileleri İngiliz ve Fransızların hâkimiyeti altına alınacak. Kürdistan’da hiçbir şekilde Türk bırakılmayacak. Tek bir Kürt devleti mi, yoksa birkaç küçük Kürt devleti mi kurulacak, bu husus düşünülecek.
– Londra Konferansı: İngilizler Kürt devleti kurmak istedikleri bölgede çok zengin maden yatakları bulunduğuna inanıyor.
– San Remo Konferansı’nda Lord Curzon’un söyledikleri: Kürdistan sorunu önemli bir sorun. İstanbul’dan Bağdat’a kadar yaptığım incelemede Kürtleri temsil edebilecek tek bir kimseye rastlayamadım. Kürtler Türklerle birlikte yaşamaya alışmış. Kürtlerle Türkleri birbirinden ayırmak çok zor. Ancak İngilizler ve Fransızlar manda yoluyla bu işi başarabilir. Musul’da yaşayan Kürtler İngiliz mandasına girdi.
– Aynı konferasta çok gizli olarak alınan bir karar: İlerde özgür bir Kürdistan kurulması sağlanacak.
– Türkiye’nin genel durumu hakkında bildiri: Kürtler iki kısımdır: Türkleri tutanlar, İngiliz ve Fransız etkisinde olanlar…
– Amiral Sir F. de Robeck’ten Lord Curzon’a: Kürtlerin çoğu bir başkan tarafından yönetilmek isterse de Şerif Paşa’nın Kürtler üzerinde hiçbir etkisi yoktur, Şerif Paşa ile zaman kaybetmeyiniz.
– Mr. Ryan’ın notu: Kürtlerin Türklerden ayrılmaları çok güç. Böyle olmakla birlikte Majeste’nin hükümeti, onları Kemalistlere ve Bolşeviklere karşı kullanabilir. Anadolu’yu milliyetçilere karşı cesaretlendirmeliyiz.
– Ve 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması’nın 62.-64. maddeleri: İngiliz, Fransız ve İtalyan hükümetlerinden her birinin atadığı üç üyeden oluşan bir komisyon; Suriye ve Irak ile Türkiye sınırının kuzeyinde, Kürtlerin sayıca üstün bulunduğu bölgelerin yerel özerkliğini, hazırlayacaktır. Osmanlı Hükümeti, kararları kabul etmeyi ve yürürlüğe koymayı şimdiden taahhüt eder. Bu antlaşmanın yürürlüğe konmasından bir yıl sonra, 62. Madde’de belirtilen bölgelerdeki Kürtler; bu bölgelerdeki nüfusun çoğunluğunun Türkiye’den bağımsız olmak istediklerini kanıtlayarak Milletler Cemiyeti Konseyi’ne başvururlarsa ve Konsey de bu nüfusun bağımsızlığa yetenekli olduğu görüşüne varırsa, Türkiye de bağımsızlığı onlara tanımayı ve söz konusu bölgeler üzerindeki bütün haklarından ve sıfatlarından vazgeçmeyi şimdiden kabul eder. Bu gerçekleşirse, Kürdistan’ın şimdiye dek Musul İlinde oturan Kürtlerin, bağımsız Kürt Devletine kendi istekleriyle katılmalarına karşı çıkılmayacaktır.
II) İngiliz belgelerinden yapılmış olan yukardaki alıntılar açıkça ortaya koyuyor ki Majestelerinin Hükümeti üç sebepten dolayı, Kürtlere sahip çıkar görünerek bir Kürt devleti kurdurmak istiyor. Bunların üçü de elbette İngiliz sömürge imparatorluğunun “âli menfaatleri” ile ilgili: Sömürgelerine sınır güvenliği sağlamak, Türk bağımsızlık mücadelesini önlemek, bölgenin doğal kaynaklarını ele geçirmek.
– Birincisi, İngiltere’nin Kürt sorununu alevlendirmekte büyük menfaati vardır. İngilizlerin bu soruna verdiği önem, işgal ettikleri Mezopotamya yüzündendir. Mezoptamya’nın kuzeyindeki dağları, ancak Kürt devleti kurdurarak koruyabileceklerine inanıyorlar. Yoksa, Kürt asıllı yurttaşlarımızın kara gözlerine âşık olduklarından değil.
– İkincisi, İngilizlerin Kürtleri kullanmaları menfaatleri icabıdır. İngiltere Müttefikleri ile birlikte, Kürtleri -gittikçe tehlikeli olmaya başladığını düşündükleri- Mustafa Kemal’e karşı, Kemalistlere karşı kullanmak istiyorlar. Bir diğer amaç da Kürtleri Bolşeviklere karşı kullanmaktır.
– Nihayet, İngilizler Kürt devleti kurulması için çalıştıkları bölgede çok zengin maden yatakları bulunduğuna inanıyorlar; bu madenlerde gözleri vardır.
Peki, araç olarak neleri kullanıyorlar? Nüfuz sahibi, etkili insanlar bulup onları, bölgede yaşayanları örgütlemeye teşvik ediyorlar. Manda rejimi kurarak da başarı sağlayabileceklerine inanıyorlar. Elbette bütün zamanların en etkili aracını da ihmal etmiyorlar: Para!
Günümüze gelince, tarihî misyonu ABD devralmıştır. Amerikan Derin Merkezi BOP kapsamında yer alan Kürdistan projesini Kuzey Irak’ta fiilen başlatmıştır. Güneydoğumuzda ise altyapısını hazırlamaktadır. Yakın gelecekte Suriye, İran ve Azerbaycan’a uzatılacak olan Proje üç temel gereksinimden kaynaklanıyor: İsrail’in güvenliğinin sağlanması; Türkiye, İran, Suriye ve Irak’ın yeniden yapılandırılması; Anadolu’nun, Orta Doğu ve Orta Asya’nın yeraltı kaynaklarına uzanma yolunda bir üs kurulması. Irak’ta yolun yarısı aşıldı. Türkiye’de ise altyapı hazırlanmaktadır elbirliğiyle[2].
***
Sonuç şudur değerli okur:
Ne PKK ve BDP’nin, ne bunların TV ekranlarındaki adamlarının malum taleplerinin demokrasi ile, insan hakları ile ilgisi yoktur. Bu değerler işin örtüsüdür, maskesidir, ambalajıdır; kitleleri uyutmaya yöneliktir. ABD’nin Derin Merkez’i “ben böyle olsun istiyorum” demektedir, o kadar… Oyun eskidir, günümüzde yeniden, BOP adıyla sahneye konmuştur. Oyuncular bir kısım “Kürtler”dir; bir kısım “Türkler”le emanet aldığı Millî Egemenliği Millî İrade’yi saptırarak kullanan iktidardır. Her iki taraf da “Küresel Çete”nin kendilerine biçtiği rolü oynamaktadır.
Artık son sahnelerdeyiz, Türkiye bölünme uçurumunun en kenarında…
Bir adım daha uçurumun dibidir.
[1] Erol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, Aykaç Kitabevi, İst., 1967, ss. 192-280.
[2] İran ve Suriye ayakları şimdilik sonraya bırakılmıştır.