Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Türkiye’de Masonluk Tarihi – 5

0 16.383

Bojidar ÇİPOF

Ezoterik, içlek bir dernek olan masonluk hakkındaki yazılar, daima ilgi çeker. Mason olmayanların toplama bilgi ile masonları anlatması ne kadar zor ise mason olanların da “içlek” ya da “kapalı” olan bu sisteme olan “söz”leri ya da “suskunluk yemin”leri gereği bu eksikliği doldurmaları mümkün görünmüyor.

Ağustos 2010’da çıkan “Patrikhane ile Mücadelem” adlı kitabımızda; Türkiye’deki ve Bulgaristan’daki masonların nasıl Rum Patrikhanesi menfaatleri doğrultusunda kullanıldığı ile ilgili bir bölüm de yazdık. Kitabın bahsi geçen bölümünde; bu makalemizde açıklanan masonik yapılanma da kısa olarak yer almaktadır. Bu makale içeriğinde belirttiğimiz gibi inançlarımızla bağdaşmadığı nedeniyle 2004’de masonluktan istifa etmiştik. İstifamızın nedenleri arasında, masonların Rum Patrikhanesi menfaatleri doğrultusunda, masonluk sanlarını kullanarak çalışmaları da vardı.

Sıkça sorulan sorulardan biri olan masonluktan ayrılmak hususu için şunları söyleyebiliriz: Günümüzde masonluk, bizde ve Dünya’da gizli bir oluşum değil, kapalı bir oluşumdur ve resmen kurulmuş bir dernek tarafından yönetilir. Girildiği gibi ayrılmak da yasal olarak mümkündür.

Yine sıkça sorulan bir husus da kökünün nerede olduğudur. Masonluk, “Lions” ve “Rotary” kulüpleri gibi yönetimsel olarak kökü dışarıda olan ve Lions örneğindeki gibi merkezi Amerika’da olan bir dernek değildir. Masonluk; her ülkede ulusaldır ve kendi içinde özerktir. Dünya’daki diğer ülkelerin masonlukları ile arasındaki ilgi ise karşılıklı “tanınma”dır. Genel felsefede, masonik davranış biçimlerinde tabi ki ortak paydalar çoktur ama idari açıdan farklı ülkelerin mason oluşumları birbirlerine bağlı değildirler.

Masonluk; Türkiye tarihinde iki kez ülke menfaatlerinin aksine önemli ölçüde zarar vermiştir. Bunlardan ilki 1814 yılında masonik yapılanma ile kurulan “Etniki Eterya” gizli Yunan teşkilâtıdır. Bu gizli teşkilât, 3 Yunanlı mason tarafından Rus Çarı’nın Odessa’daki (Şu anda Ukrayna’nın bir kentidir) yazlık sarayında kurulmuştur. 1821’e gelindiğinde; Yunan mili ülküsü olan “Megali İdea”nın da başlangıcı sayılan bir süreç başladı. İstanbul’u ele geçirmek ve Konstantinopolis yapmak için Patrikhaneyi merkez yapıp teşkilâtlandılar. Padişah’ın durumu anlaması üzerine Rum Patrikhane’si basıldı ve sahte Yeniçeri giysileri ile çok sayıda silahı ele geçirildi ve ardından Rum Patriği, bu gün hâlâ “Kin Kapısı” olarak nitelenen Patrikhane’nin ana kapısında asıldı.

Masonluğun Türkiye’ye verdiği bir başka önemli zarar da bugün hâlâ bir fenomen olan “İttihat ve Terakki” dönemindedir. İttihat ve Terakki mensuplarının önemli kısmının aynı anda mason da olduğunu önceki bölümlerde vurguladık.

Selanik’teki mason localarının bir kısmında Yunanlı masonlar da yuvalanmışlardı ve İstanbul ile Anadolu’nun bir parçasını Yunanistan’a katmak için çalışmaktaydılar. Bu gizli faaliyetlerini de mason locaları ile kamufle ediyorlardı. Osmanlı masonlarının ülkeyi satmak gibi bir “hıyanet” içinde olmadıklarını ama “kardeş” diye andıkları Yunanlı masonlara karşı “gaflet” içinde olduklarını söyleyebiliriz. İzmir’in Yunanlılarca işgalindeki başarıda ise Yunanlı masonlar ve onların dış ilişkileri de erkendir…

Masonların bir deyişi var! “Masonluk Hiçbir Yerde, Masonlar Her Yerde.”

Bu deyiş sanırız ki ana felsefeyi de yansıtmaktadır… Masonluk gerçekten üyelerine kötülük öğütlemez ve yaptırmaz ama ülkelerin önemli yerlerinde görevde olanlar masonlardır…

Başta İngiltere ve Fransa’nın Dünya üzerindeki müstemlekelerinin bulunduğu tarih diliminde o ülkelere ilk gidenler masonlardı. Masonluk adına değildi bu gidişler belki ama sözün dediği gibi “…Masonlar Her Yerde.”ydi.

Mesela, İtalya’da geçen yıllarda bir “P2 Locası(Propaganda Due) skandalı patlak vermişti. Masonların oluşturduğu bir grup, aralarına üst düzey bürokratları, askerleri ve tepe yöneticilerini alarak ve mason derneği ile ilgisi olmayan bir suç örgütü kurmuşlardı. İtalya’daki “Temiz Eller” operasyonu P2 Skandalı’nın ardından başlamıştır.

Türkiye’deki masonlar geçmiş masonik tarihin paylaşımında anlaşamazlar. 1909’da kurulan Büyük Loca’nın günümüzdeki devamı “Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası”dır. Liberal görüş olan “Özgür Masonlar Büyük Locası” ise 1966’da kurulmuştur. Bu tarihsel süreci önceki bölümlerde yazdık.

Tarihsel süreç içinde ilk büyük locanın devamı; bugün muhafazakâr olarak tanımlanan “Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası”dır. Bu tabi ki aynı karından 1965’te çıkmış olan “Özgür Masonlar Büyük Locası’nın da bu tarihi sahiplenmesini önleyemez. Geçmiş bölümlerde yazdık ki bu gün “Suprem Konsey” adı ile çalışan liberal kanatın 33.ler Konseyi; yani 4-33. Dereceleri yöneten dernek; 1935’te yasal olarak kapatılmamıştır ve 1861’den süregelen bir tarihin devamıdır. Tabi ki bu da yukarıda yazdığımız iki büyük locanın da geçmiş tarihi sahiplenmesini önlemeyeceği gibi, 1967’de kurulmuş olan muhafazakâr derneğin üyelerinin kurduğu 33.ler Konseyi’nin de bu tarihi sahiplenmesini önleyemez.

Dünya’ca ünlü bir mason/yazar olan “Roger Boncard”ın 1979’da yazdığı “Manuel Maçonnique du Rite Ecossais et Accepte” adlı kitaptaki şu ifadeler, Türkiye’deki bu tarihin paylaşılması/sahiplenilmesi ikilemini gözler önüne sermeye yeter:

Türkiye’de “Suprem Konsey” oluşturan üyelerin büyük çoğunluğu; Türkiye Büyük Locası bünyesinden ayrıldılar. Fakat Suprem Konsey tek ve tanınmış olarak devam etti ve tüm patent ve arşivlerini korudu. 1861’de yasal olarak kurulmuş olan Suprem Konsey; günümüzde de (1979) etkinliklerini aynen sürdürüyor. Ancak 1967’den itibaren Amerika Suprem Konseyi’nin baskılarıyla bazı suprem konseyler ve Amerika Suprem Konseyi tarafından 8 Aralık 1967’de kurdurulan “Türkiye İçin Suprem Konsey”i tanıdılar. Eski Türkiye Suprem Konseyi üyelerini 1909’da kurulmuş olan “Türkiye Büyük Locası”ndan aldı Ancak 1965’te isim değişikliği yapıldı.”

Dinsel açıdan ya da Allah’a inanma yönünden her iki tarafa bakıldığında tarafımızca şu tespitler yapılmaktadır:

Liberal tanımlamasında olan ve inançlı ya da inançsız herkese kapılarını açan “Özgür Masonlar Büyük Locası” ve o grubun “Suprem Konsey”i çok fazla 1965’ten sonraki ilk büyük üstadları olan “Orhan Hançerlioğlu” ve arkadaşlarının etkisinde kalmıştır. Bu topluluktaki bakış açısı irdelendiğinde “ateizm”e doğru bir mehil olduğu görünmektedir ve “Evrenin Ulu Mimarı” kavramı da söylemdeki ve eylemdeki farklılıktan ötürü havada kalmaktadır.

Liberal Masonlukta kullanılan ve derneğe girişte kişinin “vicdan”ı ile özdeşleştirildiği vurgulanan, “Ant Kürsüsü” üzerindeki ve içinde hiçbir yazı olmayan “Beyaz Kitap” için zaman geçtikçe ve üyenin dereceleri arttıkça başka bir anlam yüklendiği gözlenir. Zira girişte üyeyi düşüncede tamamen “özgür” bırakan ve kendi vicdanı ile baş başa kalacağını zanneden üyenin kafası süreç içinde başka düşüncelerle doldurulur ve yönlendirilir. Orhan Hançerlioğlu olmak üzere 1966 yapılanmasında ya da daha sonraki süreçte rol alan, öne çıkan birkaç “inançsız” masonun yerleştirdiği fikirler bu camiada egemendir. 4. Dereceden ilerleyerek üste çıktıkça ise “Bilimsellik Doğmasi” ile karşılaşılır ve bu düşünce “Tanrıtanımazlık” ile bütünleşir.

Muhafazakâr tanımlamasında olan ve “ehli kitap” olmayanları, “ruhun ölümsüzlüğüne” inanmayanları üyeliğe kabul etmediğini beyan eden “Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası”nda ise “Ant Kürsüsü” üzerinde Kuranı Kerim, İncil ve Tevrat yani üç kitap bulunur. Ant içen inandığı kitaba elini koyarak yemin eder. Burada da 4. Dereceden ilerleyerek üste çıktıkça, Allah’la özdeşleştirilmeye çalışılan “Evrenin Ulu Mimarı” kavramı öne çıkmaktadır.

Aslında her iki dernekte de “Evrenin Ulu Mimarı”nın tam olarak neyi tanımladığı hususu havadadır ve “söylem ile eylem” farklılığı vardır. Kimilerine göre “Allah” kimilerine göre ise “Kosmos”dan başlayarak bir yerlere vardırılan bir inançsızlık ve doğal olarak ortaya çıkan “ikilem” her iki toplulukta süregelmektedir…

Bu bağlamda; her iki dernekteki üyelerin ortak bir tepkisi, dereceleri almanın “huşusu” ile doğru orantılıdır. Ve her iki dernekte; “inanç” ve “Allah” kavramı üzerinde farklı şekillerde “suskunluk” hatta “takiyye” de denebilecek davranışlar görünmektedir. Dünya’nın her yerinde görülen bir başka dışavurum ise “Ben masonum.” demenin yani “rozet masonluğu”nun çok kişiye iyi geldiği ve bunu bir prestij olarak kullandıklarıdır.

Geçmiş bölümlerde, masonluğun felsefesinin 30. Derecede bittiğini ve 31,32 ve 33 derecelerin idari derecekler olduğunu yazdık. Her iki mason derneğinin 30. Derece uygulamasını biraz irdeleyerek, var olan Allah inancı ile masonluktaki inanç sistemini karşılaştırmak istiyoruz.

30. dereceye yükselme töreninde, üzerinde bir haç bulunan bir bayrak törenin devamında yere atılarak yükselecek adaydan bunu çiğneyerek yürümesi ve yedi basamaklı bir merdivene çıkması beklenir. Liberal düşüncede olan mason derneğinde bunu bilimsellikle çıkılan 7 basamaktan sonra “Bilimsellik” dışında hiç bir gerçek bulunmayışını benimsemek için yaparlar.

Muhafazakâr düşüncede olan diğer mason derneğinde ise 30. derece açıklamalarını kaleme alan “Sahir Erman” bu derecede çıkılan ve inilen yedişer basamak için yazdığı kitapçıkta kısaca şunları vurgulamış:

Evvelâ yedi fazilet ile çıkılarak varılan üst noktada “Allah” sevgisi ile bütünleşmek ve Allah sevgisi ile dolu olarak yedi ilmi alarak aşağıya inmek…”

Bu mason derneğindeki görüşü irdelediğimizde şu görüşü ortaya koyarlar: Çiğnenen bayraktaki haç; “Hıristiyan Haçı” değildir. Bu haç; Töton Şövalyeleri‘nin simgesidir ve hiç bir surette bir inancı ve bir inancın çiğnenmesini simgelemez. Bu konunun “Neden sadece Hıristiyan simgesi çiğneniyor?” şeklinde çok tartışılan bir husus olduğunu vurgulamak gereklidir.

Masonluğun 1721’de İngiltere’deki yapılanmasından sonra anayasasının ve tüzüklerinin oluşturulduğunu ve o tarihlerde sadece Hıristiyan masonların var olduğunu göz önüne alırsak çok alışkanlıkların ve tören şekillerinin Hıristiyani olduğu görülür. Geçen yüzyıla kadar masonluğa zaten Yahudi ve beyaz olmayan da alınmazdı. Bu durumda 30. Derecede çiğnenen bayrağın Hıristiyan haçı simgesinde çiğnenen inançtır…

Türkiye’deki masonlukta “Süleyman Demirel“ hadisesi de çok merak edilir. Süleyman Demirel, Ankara Bilgi Locası’nda mason olmuştur. Siyasi bir partiye genel başkan olma sürecindeyken de siyasi rakiplerinin kendisine “Masondur” dememeleri için, mason derneğinden, mason olmadığına dair bir belge istemiş ve o zaman Büyük Üstad yardımcısı olan “Necdet Egeran” tarafından bu belge kendisine sağlanmıştır. 1965 yılındaki masonların bölünmesini Süleyman Demirel’e bağlayanlar çoktur. Ancak yazımızın içinde esas sorunun İngiltere tarafından da tanınma arzusunda olan ve Türk Masonluğu’nu “düzensiz” sayanlar yaratmıştır ve bu kişilerin Demirel hadisesini çok iyi kullanıldığı da bir gerçektir.

Çok sorulan, merak edilen bir başka husus da “Atatürk”ün mason olup olmadığıdır. Atatürk mason değildir…

Masonlar bunu doğrulamak adına senaryolar dahi oluşturmuşlar, Ulu Önder’i mason olarak tanıtmak için çaba sarf etmişlerdir. Toplumdaki aşırı Atatürk karşıtları ise Atatürk’e mason diyerek onu karalamak istemişlerdir.

Atatürk’ün mason olmadığını verilerle açıklamak için sadece bu konuda ve uzunca bir makale, hatta kitap yazmak gerekir. Atatürk’ün etrafında çok mason olmuştur, bu doğrudur ama o dönem zaten siyasilerin ve bürokratların bir bölümü masondur. Atatürk’ün mason olmadığı ile ilgili en büyük delil ya da karine arşivimizde, bulunan Atatürk’ün özel kalem ve arşiv müdürü olarak yanında uzun zaman görev yapmış, 33 dereceli bir mason “Necmettin Sahir Silan”ın, iki masonla birlikte yaptığı ve kasete alınmış bir sohbetteki ifadelerdir.

Merak edilen bir konu olan “Masonluk” hakkında bu makale dizisini yazdık. Sonuç bölümündeki anlaşılmayan hususları anlamak için yazı dizimizi baştan itibaren okumak gerekir.

Bu yazı dizimizin, masonları tatmin etmeyeceğini zira yazımızda masonları övmediğimizi belirttik… Bu yazı dizimizin mason karşıtlarını da tatmin etmeyeceğini zira masonlara küfür etmediğimizi de belirttik… Hoşnut olmayan bir taraf olursa ve bu taraf hangisi ise şunu söylemek isteriz: Tarih gerçekleri çarpıtmadan ortaya koyan bilim dalıdır. Şahsi yorumlarımızı sadece son bölüm olan “Sonuç” kısmında ortaya koyduk.

Daha çok soru sorulabilir… Belki bir kitapta, çok daha fazla ve açıklayıcı sayfalarda bunları sizlere sunma olanağını buluruz…

SON


BOJİDAR ÇİPOF
Kaynak: http://bojidarcipof.blogspot.com/

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.