Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Türkiye’de Kırsal Kalkınma Politikaları (1923-1950)

0 12.333

Yrd. Doç. Dr. Türkan BAŞYİĞİT

Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’ndan enkaz haline gelmiş bir tarım ülkesi devraldı. Uzun savaş yılları sonucunda üretim düşmüş, genç nüfus savaşlarda ölmüş, iş hayvanları başta olmak üzere geri durumdaki tarım araçlarının önemli bir bölümü yitirilmişti. Köylü nüfusa dayanan ülkede tarımsal ürünlerin bile önemli bir kısmı ithal ediliyordu. Ulaşım ağının gelişmemiş olması nedeniyle içe dönük üretim yaygındı. Ülkenin bir bölgesinde kıtlık yaşanırken bir başka bölgede üretici ürününü yollarla pazara ulaştıramadığı için yakmak zorunda kalıyordu. Babadan kalma yöntemlerle yapılan tarımda verimin düşüklüğünde önemli bir faktördü.[1]

Kurtuluş Savaşı’nın ardından kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin amacı laik, çağdaş, özgür düşünceye sahip, modern bir toplum yaratmaktı. Bunu gerçekleştirmenin en önemli unsuru ise, nüfusun büyük bir çoğunluğunu oluşturan köylüye devrim hareketlerini ulaştırmakla mümkündü. Türk devrimi köye ulaştığı ölçüde başarıya ulaşacaktı. Bu nedenle Atatürk, daha Kurtuluş Savaşı sürerken TBMM’nin üçüncü toplantı yılını açış konuşmasında Türkiye’nin sahib-i hakikisi ve efendisi, hakiki müstahsil olan köylüdür. Binaenaleyh, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin siyaset-i iktisadiyesi bu gaye-i asliyeyi istihsale matuftur.”[2] sözleriyle gündeme getirdiği köylü sorununu, cumhuriyetle birlikte ele alarak çok boyutlu olarak köye yönelik çalışmaları başlatmıştır.

1. 1923-1930 Yılları Arasında Kırsal Kalkınma

Kurtuluş Savaşı sonrasında yeni kurulacak devletin içinde bulunduğu şartlarda göz önünde tutularak 1923’ten sonra izlenecek ekonomi politikasının kapsamı belirleniyordu. Cumhuriyet yönetiminin devraldığı toplum yapısı geleneklere bağlı, feodal, içine kapalı ekonomik sisteme dayalı bir yapıya sahipti ve Osmanlı mirası üzerine oturuyordu. Osmanlı Devleti, 19. yüzyıl sonlarından itibaren kapitalizmin boyunduruğu altına girmişti. Pazara yönelik üretim, yalnızca Batı Anadolu ve Çukurova’da gelişmişti.

A. İzmir İktisat Kongresi’nde Köylüyü İlgilendiren Kararlar

Kurtuluş Savaşı’nın ardından devletin uygulayacağı politikaları belirlemek amacıyla İzmir’de bir kongre toplanmasına karar verildi. İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar Cumhuriyet’in ilk yıllarının ekonomik politikalarının belirlenmesinde etkili oldu.

Kongrede temsil edilecek delegeler kazalardan seçilerek geldi. Talimatnameye göre kongreye her kazadan biri tüccar, biri sanatkar, biri amele, biri şirket, biri banka, üçü çiftçi temsilcisi olmak üzere 8 kişinin gönderilmesi kararlaştırıldı.

Kongre toplanmadan önce basın, kongrede hangi konuların ele alınacağını yayınlıyordu. Kongrede, ziraatın geri kalmasının sebepleri ve o döneme kadar uygulanan yöntemlerin eksiklikleri tartışılacaktı. Çekirge kanununda yapılabilecek değişiklikler, eksik olan el emeği yerine hangi makinaların, hangi koşullarla getirileceği konusu gündeme geliyordu. Hukuk sisteminde arazi edinilmesi ile ilgili eksiklikler, aşar usulünde yapılacak değişiklikler, Ziraat Bankası’nın kredi verirken ne zorluklar çıkardığı ve kredi sorunlarının tartışılacağını basın yazıyordu.[3]

İktisat Vekaleti, kongre toplanmadan önce hazırladığı raporla ülkenin başlıca sorunlarını inceleyip kongrenin gündemini belirlemeye çalıştı. Rapora göre Türkiye’de kredi meselesi, istihsalin ve ticaretin tanzimi, gümrük meselesi, vergiler, vesait-i nakliye konuları tartışılacaktı. Katılan gruplar kendi sorunlarını dile getirerek kongrenin gündemini genişletti.[4]

İzmir İktisat Kongresi’nde oluşan genel çizgi birkaç istisna dışında 1920’li yılların sonuna kadar devletin ekonomi politikasını etkiledi. Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Nisanı’nda Halk Fırkası’nın ilkeleri ile ilgili yaptığı konuşmanın ekonomi ile ilgili bölümleri kongre karalarına dayanıyordu. Alınan önlemlerden en önemlileri Sanayi ve Maadin Bankası’nın kurulması (1925) ve Teşviki Sanayi (1927) yasasının çıkarılmasıdır. Ayrıca dışsatıma yönelik sanayi ürünlerinin dışalım giderlerinin vergiden bağışlanması, esnaf ve sanatkarların örgütlenmesi ile ilgili yeni düzenlemeler sayılabilir.

B. Köy Kanunu’nun Çıkarılması

Cumhuriyet döneminde, devlet teşkilatı ve bu arada mahalli idarelerin yönetiminde, dönemin ihtiyaçlarını karşılayacak yeni düzenlemeler getirilmesi kaçınılmazdı. Halk egemenliğine dayanan Türk Devleti, halkın ihtiyaçlarını karşılayacak olanakları sağlamak amacıyla daha Cumhuriyet’in ilanının ardından beş ay gibi kısa bir süre sonra, halkın yüzde 80’ini oluşturan köylerin yüzyıllarca devlet tarafından unutulmuşluğuna son vererek, Köy Kanunu’nu çıkardı.[5] Köy Kanunu ile köyler ilk kez tüzel kişilik olarak tanınıyor ve köylere geniş yetkiler veriliyordu. Devletin Belediye Kanunu’nu 3.4.1930 ve 1580 sayılı kanunla çıkardığını göz önünde bulundurursak köye verilen öncelik dikkati çekmektedir.

Köy Kanunu, 97 maddeden ve on bölümden oluşan bir kanundur. Kanunun maddeleri incelendiğinde, yıllarca devlet tarafından unutulan köylüleri cumhuriyet rejiminin, çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkarma isteği dikkati çekmektedir.[6] Kanun uygulandığında cumhuriyetin örnek köy modeli de ortaya çıkmaktadır. Devlet, Köy Kanunu’nda tasvir ettiği ideal köy tipini, yeniden imar edilen bu köylerde uygulayabilirdi. Bu amaçla Batı Anadolu’da özellikle Eskişehir-Ankara hattı üzerinde “Numune Köyler” kurulmasına karar verilmiştir.[7] Yahşiyan’dan Eskişehir’e kadar olan bu bölgedeki boş arazilere kurulan örnek köylere muhacirler yerleştirildi.[8] Devlet 1.480.684 lira bütçe ayırarak Antalya, Samsun İzmir, Bilecik, Cebelibereket, Mersin, Manisa ve Ankara’da 69 tane numune köy yaptı.[9]

Atatürk’ün köylüye örnek olmasını amaçladığı bir başka kurumda Atatürk Orman Çiftliği’dir. Çok kıraç bir alanda kurulan çiftlik çok çalışma ve bilimsel tarım yöntemlerinin kullanılmasıyla kısa sürede verimli bir alan haline geldi. Böylece Atatürk, Türk köylüsüne bilimsel yöntemle yapılan tarımın verimi arttırmada ne kadar önemli olduğunu gösterdi.

C. Tarım Kesiminin Vergilendirilmesi Sorunu

Yeni devletin izleyeceği vergi politikası İzmir İktisat Kongresi’nde belirlenir. İzmir İktisat Kongresi’nin etkileri 1925 yılında görülmeğe başlar ve aşar vergisi kaldırılarak tarım kesiminin vergi yükü şehirli nüfusa kaydırılır. Aşarın kaldırılmasından sonra vergi açığını kapatmak amacıyla Kazanç Vergisi, Umumi İstihlak Vergisi ve Sayım Vergisi uygulanır.[10] Bu dönemde tarım kesiminden aşar vergisi dışında arazi vergisi, ağnam vergisi yol vergisi, maarif vergisi de alındı.

Cumhuriyet dönemi uygulanan vergi politikalarında köylü üzerindeki vergi yükünün azaldığını görmekteyiz. Çağdışı kalmış aşarın kaldırılması gerçekten son derece önemli bir dönüm noktasıydı. Aşarın kaldırılmasından sonra getirilen vergi değişiklerinde arazi, hayvan vergilerinin oranı arttırılsa da tarım üzerinden alınan vergilerin oranı düşmüştü. Bunda yeni devletin politikalarının da izlerini görmekteyiz. Kurtuluş Savaşı sırasında büyük köylü yığınlarının desteği olmasaydı savaşın askeri gücü çok sınırlı kalacaktı. Kurtuluş Savaşı’nda kurulan bu ittifakın bir sonucu olarak yüzyıllarca devlet tarafından ezilmiş, unutulmuş yalnızca asker ve vergi toplanırken hatırlanan geniş halk yığınlarına yeni devlet uygulayacağı vergi politikalarıyla üzerindeki bu yükü hafifletirken bir yandan da yeni devletin uygulayacağı devrimleri destekleyen bir kitle olmasını da sağlamaya çalışıyordu ve bu son derece önemli bir siyasal başarıydı. Yeni devletin tarım üzerinden alınan vergileri azaltması sonucu, yeni yönetici kadronun ekonomik alanda kalkınmak ve sanayileşmek için gerçekleştirmeyi planladığı bir çok girişimin de sınırlı kalması sonucunu doğurdu.[11] Kırsal alandan kentsel alana kayan vergi yükü iki kanalı zorladı ve bunun sonucu olarak dolaylı vergiler, emek geliri üzerine eklendi. Aşarın kaldırılmasından sonra 1926’da Umumi İstihlak Vergisi uygulanmaya başladı. Bir yıl uygulanan bu vergi 1927’de Muamele Vergisi ile ikame edildi.

D. Ulaştırma Ağının Geliştirilmesi

Tarımdaki gelişmeyi etkileyen en önemli faktörlerden birisi de köylüyü pazara bağlayan yollardır. Cumhuriyet ilan edildiği dönemde Türkiye hudutları içinde yaklaşık 4000 km. uzunluğunda demiryolu bulunuyordu. Bu yollarda kısmen yıpranmış 300 lokomotif, 570 yolcu ve 5570 yük vagonu bulunuyordu.[12]

Cumhuriyet döneminde demiryolları ücretlerinin ucuzlatılması için birtakım önlemler alındı. “Anadolu Şimendiferler Müdüriyeti Umumiyesi” bazı mahsullerin naklinde indirim yaptı. Bu tarifelere göre Adapazarı’ndan patates nakliyatı %25, çeşitli Anadolu istasyonlarından Haydarpaşa’ya hububat naklinde %20-45 oranında indirim yapıldı.[13] Yine tarımsal üretimin artması ve köylünün geleneksel ilkel yöntemlerle tarım yapmaktan kurtarılarak, tarımda makinalaşmanın teşviki amacıyla devlet ziraat alet ve makinalarının ucuz nakledilmelerini sağladı.[14]

Cumhuriyet hükümetleri, ülkenin her bölgesine demiryolu ağını ulaştırmayı amaçladı ve bu alanda bütün sınırlı olanaklara rağmen çok başarılı oldu. Cumhuriyet döneminde, devlet demiryolu yapımı yanında karayolu yapımına da önem verdi. 1923 yılında Türkiye’de 4450 km. toprak yol ve 13.885 km.’si kırma taştan yapılmış ve çoğunluğu çok harap durumda olan şoşe olmak üzere 18.335 km. uzunluğunda yol bulunuyordu. Yine eski dönemlerden kalanlarda dahil olmak üzere 161 köprü bulunuyordu. Bunların uzunluğu 14.250 m.’yi buluyordu.[15] Bu yolların büyük çoğunluğu da şehirleri birbirine bağlıyordu. Köylerin durumu oldukça kötüydü.

E. Köyde Eğitim

Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal, yeni kurulacak devletin yeni bir eğitim politikası izleyerek ayakta kalacağının ve çağdaşlaşacağının bilincindeydi. Bu nedenle Sakarya Savaşı’nın en buhranlı günlerinde 16 Temmuz 1921’de Osmanlı İmparatorluğu döneminde hiç benzeri görülmeyen bir olayı gerçekleştirip Ankara’da bir Maarif Kongresi topladı. Yine daha savaş devam ederken, Meclis’in üçüncü toplanma yılının açış konuşmasında Mustafa Kemal eğitim politikasında izlenecek yolun genel hatlarını çizdikten sonra halkın %80’inden fazlasını oluşturan köylerin nasıl eğitilmesi gerektiğini şöyle dile getiriyordu:

“Asırlardan    beri milletimizi idare eden hükümetler tamim-i maarif arzusunu izhar edegelmişlerdir. Ancak bu arzularına vüsul için şarkı ve garpı taklitten kurtulamadıklarından netice milletin cehilden kurtulamamasına müncer olmuşdur. Bu hazin hakikat karşısında, bizim takibe mecbur olduğumuz maarif siyasetimizin hudutu esasiyesi şöyle olmalıdır: Demiştim ki, bu memleketin sahibi aslisi ve heyeti içtimaiyemizin unsur-u esasisi köylüdür. İşte bu köylüdür ki bu güne kadar nur-u maariften mahrum bırakılmıştır.

Binaenaleyh bizim takip edeceğimiz maarif siyasetinin temeli evvela mevcut cehli izale etmektir. Teferruata girmekten içtinaben, bu fikrimi bir kaç kelime ile tavzih etmek içim diyebilirim kialelitlak umum köylüye okumak, yazmak ve vatanını, milletini, dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafi, tarihi, dini ve ahlaki malumat vermek ve amal-i erkaayı öğretmek maarif programımızın ilk hedefidir.”[16]

Devletin eğitim politikalarında ilk köklü reformu 3 Mart 1924’de Tevhid-i Tedrisat Kanunu’dur. Cumhuriyet döneminde eğitim işlerine de her alanda olduğu gibi, uzun savaş yıllarının sonucunda çok sınırlı olanaklarla başlanıyordu.

Cumhuriyet kurulduğu yıllarda Türkiye’de 40 bin iskan mıntıkası ve köy bulunuyordu. Ancak çalışan 13 bin mektep mualliminden 7 bini şehir ve kasabalardan idi. Bu orana göre 40 bin köye 6 bin muallim düşüyordu. Böylece geriye kalan 34 bin köy, Cumhuriyet dönemi eğitim olanaklarından yoksundu. Köylerin ancak 1/7’si yeni devletin eğitim sisteminden yararlanıyordu. Nüfusun 11 milyona yakını köylü olduğu bir ülkede, okuma çağındaki şehir çocuklarının 1/14’ü okula giderken köylerde ancak otuz dokuz çocuktan biri bu olanaktan yararlanıyordu.[17]

Cumhuriyet döneminde köye yönelik öğretmen yetiştirmek amacıyla okullar açılmasına karar verildi. 30.4.1926 yılında ve 789 sayı ile çıkarılan Maarif Teşkilatı Kanunu’nda “Köy Muallim Mektepleri” açılması kabul edildi. 1927-28 öğretim yılında Kayseri-Zencidere’de Köy Muallim Mektebi kurulurken, Denizli Erkek Öğretmen Okulu’da, Köy Muallim Mektebi’ne çevrildi.

Yine tarımsal eğitimi gerçekleştirmek amacıyla 17 Haziran 1927’de “Ziraat Tedrisatının Islahı Kanunu” çıkarıldı. Ankara’da en yeni tekniklerden ve laboratuvarlardan oluşmuş Yüksek Ziraat ve Yüksek Baytar Mektepleri ve Enstitüleri kuruldu. Bu kurum Tabii İlimler, Ziraat, Baytar ve Ziraat zanaatleri olmak üzere 4 fakülteden oluşuyordu. Avrupa’daki ziraat tekniklerini öğrenerek yurtta uygulanması için birçok ziraat mektebi talebesi Avrupa’ya gönderildiği gibi 74 muallim ziraatçı de eğitim görmesi için gönderildi. Bursa’da “İpekböcekçiliği Enstitüsü” Antalya, Diyarbakır, Erzincan ve Edirne’de “İpekböcekçiliği Mektepleri” kuruldu. Yine tavukçuluğun geliştirilmesi için Ankara’da “Tavukçuluk Enstitüsü” kuruldu. Ayrıca 100 bölgede Meteoroloji İstasyonları kurularak iklim şartları incelenerek bölgenin iklim şartları açısından hangi ürünlerin yetiştirileceği araştırıldı.[18]

F. Tarımda Makinalaşma

Tarım alanında gelişme sağlanması için makineleşmenin gerektiğini savunan devlet bu makineleri kullanacak ve tamir edecek kişiler yetiştirmek amacıyla Ankara, Adana, Bursa ve Halkalı’da Ziraat Makinist Mektepleri kurdu. 1.7.1928 yılında Halkalı Ziraat Mektebi ile birlikte tüm orta Ziraat mektepleri geçici olarak kapatıldı ve bu okulların öğretmenleri eğitilmek amacıyla çoğu Almanya olmak üzere Avrupa’ya gönderildi. Kapatılan yalnız okullar olmadı. 1924’te İktisat vekaletinden ayrılarak kurulan Ziraat Vekaletide 1928’de yeniden İktisat Vekaleti’yle birleştirildi.

Yine bu dönemde köylünün tefecinin elinden kurtulmasını sağlamak amacıyla kooperatifçilik desteklendi. Gösterebileceği hiçbir teminatı olmayan köylüye şahsi itibar üzerine kredi verilmesini sağlamak amacıyla 1 Mart 1924 yılında 498 sayılı kanunla İtibar-ı Ziraiye Birlikleri kuruldu. Bunu 1929 yılında 1470 sayılı Zirai Kredi Kooperatifleri Kanunu izledi. Devletin desteğiyle Ziraat Odaları kuruldu.

2. 1930-1939 Yılları Arasında Kırsal Kalkınma

Dünya ekonomik bunalımının Türkiye tarımına olumsuz etkileri ve bunun sonucu köylünün daha da yoksullaşması devleti tarımda yeni arayışlara yöneltti. 1931 yılında Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti tarafından ülkenin tarımsal sorunlarını ortaya koymak ve bu sorunlara çözüm yolları önermek amacıyla I. Ziraat Kongresi toplandı.[19]

A. Ziraat Kongreleri

Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti tarafından düzenlenen kongrenin gündeminde şu konular yer alıyordu: “1) İstihsal şartları. 2) Zirai kredi. 3) Zirai vergiler. 4) Fiat teşekkülü 5) Satış teamülleri. 6) Standart ve ambalaj meseleleri. 7) Zirai teşekküller. 8) Zirai asayiş. 9) Zirai tahsil ve zirai neşriyat. 10) Nakliye tarifeleri. 11) İktisadi yollar. 12) Muafiyetler ve teşvikler. 13) Zirai kanunlar. 14) Hayvancılık. 15) Umumi meseleler.”[20]

Kongreye Türk tarımının sorunları ve bu sorunlara çözüm yolları öneren çok farklı konularda 120 adet rapor sunuldu.

Ziraat Kongresi, Cumhuriyet döneminde ülkenin her bölgesinden gelen üreticilerin katılımıyla gerçekleşen ve ülke tarımının hemen hemen tüm sorunlarını incelemesi bakımından ilk kongre olma özelliğini taşır. Bu kongrede alınan kararlar 1. ve 2. Sanayi Planlarına girdi. 1. Sanayi planında pamuklu mensucat sanayinin geliştirilmesi, kendir (çuval, kanaviçe, kalın bez, ip, sicim, urgan, halat) sanayiinin geliştirilerek ambalaj probleminin çözümlenmesi için harekete geçildi. İstandardizasyon bürosu kurularak ambalajda standardın tutturulması amaçlanıyordu. “Gül ve gülyağının üretim ve ihracatının kooperatifleşmesi ve modern bir taktirhane tesisi” planlanıyordu. 2. Sanayi planında da ekmek ve un sanayi, zeytinyağı rafinerisi kurulması, yaş ve kuru meyve sanayi ve ticareti, et sanayi, gülyağı sanayi konusunda önemli adımlar atıldı.

Köye yönelik yapılan kongrelerden ikincisi olan ve Cumhuriyet’in ilanının on beşinci yıl dönümü kutlamalarının olduğu yıla denk gelen diğer bir kongrede “Birinci Köy ve Ziraat Kongresi”dir. Kongre 27 Aralık 1938 tarihinde Başbakan Celal Bayar’ın açış konuşmasıyla başladı:

“Bugün buraya, büyük bir milli dava hareketini hızlandırmaya planlaştırmaya devam için toplanmış bulunuyoruz.

Bu dava üzerinde yaşadığımız, bütün kudret, yaşama, dayanma imkanlarını kendisinden aldığımız topraklarımızın canlandırılması, kıymetlendirilmesi davası, Türk köylü ve çiftçisinin seri, radikal kalkınması, geniş, dinamik bir refaha ulaştırılması davasıdır.”[21]

Kongrede Türk tarım politikalarının çeşitli yönleri incelenmiştir. Kongre üyeleri teşkilat, bağ- bahçe, tarla ziraati, hayvan işleri, hayvan yemleri, zirai sanatlar, marketing, tedrisat, orman, mevzuat, layihalar, temenniler encümenlerine ayrılarak Tarım Bakanlığı’nca konularının uzmanlarına hazırlatılan raporları inceleyip tartıştıktan sonra çalışmalarını tamamladı.[22] Kongrede üzerinde en çok durulan iki konu ziraat siyasetinin iki önemli şartı; pazar ve üretim araçlarının geliştirilmeleri konusudur.[23] Ancak İkinci Dünya Savaşı’nın öncesine gelen kongrede alınan kararların uygulanması konusunda Birinci Ziraat Kongresi’ndeki kadar başarılı olunamadı.

B. İdari Yapılanma

Köye yönelik olarak yeni birtakım kurumlar kuruldu. 18 Haziran 1936 yılında oluşturulan 14.1.1938 tarih 3314 no’lu yasa ile geliştirilen köy büroları bağlı oldukları ilçelerde ve köye gönderdiği memurları aracılığıyla köylünün sorunlarının çözümlenmesi için çalışmalar yaptı. Köy bürolarının görevleri iki bölümden oluşuyordu. Köy sınır işleri, seçim işleri, köy idarelerinden şikayetler, köy idarelerinin devlet daireleriyle olan ilişkilerinden doğan sorunlar, köy posta servisleri, evlenme kayıt ve işlemleri, köylüyü zirai, ekonomik, sağlık ve sosyal, kültürel ve bayındırlık alanlarında kalkındırmak gibi kalkındırmaya yönelik işler birinci bölümü oluşturuyordu. Köy bürolarının ikinci görevi ise köy bütçelerine dahil gelir ve gider tahsisatlarının usul ve kanuna uygun olup olmadığını incelemek, bütçenin ve buna dayanarak yapılan iş programlarının uygulanmasını takip etmek, aylık hesap istemek, iş cetvelleri getirtmek, sene sonunda hesabı kat’i cetvellerini istemek, köylüyü salma vergisinden kurtarmak için köy idarelerine gelir kaynakları bulmak ve buldurmak gibi köy bütçe ve hesaplarını ilgilendiren hesap işleriyle ilgili görevlerdir. Yine İçişleri Bakanlığı, Haziran 1939 tarih ve 438/9233 sayılı kararname ile köyler arasında ortaklaşa yapılması gereken işlerin düzenlenmesini sağlamak amacıyla Köy Birlikleri adında yeni bir kurum oluşturdu.[24]

C. Sulama Politikası

1927 ve 1928 yılında yağışların çok az olması ve ülke genelinde yaşanan sıkıntılar sonucu devlet sulama sorununa çare aramayı gündemine aldı. 1929 yılının Mayıs ayında çıkarılan 1482 numaralı kanunla hükümete sulama işlerini düzenlemek için birkaç yıl içinde 100 milyon TL. harcama yetkisi verildi. Ancak 1929 yılı programı uygulamada başarılı olamadı. On yıllık süreçte sulama projeleri için hükümetin yaptığı yıllık harcamalar 1 ile 1.6 milyon TL. arasındadır.[25]

1936 yılında hükümet yeni bir sulama programı uygulamaya başladı. 1937 yılının Şubatı’nda hükümetin bu programı uygulaması için 31 milyon TL.’lık harcama yetkisi veren 3132 nolu kanun çıkarıldı. Bu değer birkaç kez arttırılarak 1948 yılında 165 milyona yükseldi.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında dünyanın yaşadığı tarımsal üretim sıkıntısı ve bunun Türkiye’ye yansıması sonucunda tarımsal üretimi arttırmaya yönelik olarak uygulanan bir dizi önlemin içinde sulama politikasının bir düzene konulması da önemli bir yere sahipti. 1936 yılında çıkarılan programın uygulanması ve savaş içinde tarımsal üretimi arttırmayı amaçlayan sulama politikasını hükümet “milli müdafaa hazırlığı”[26] olarak görüyordu. İkinci Dünya Savaşı’nın ikinci yılında 8 Ağustos 1941 yılında 51 milyon TL.’lık bir pay sulama işlerine ayrıldı.[27] 1938-1950 arasında sulama politikasının gerçekleştirilmesi için 150 milyon TL harcandı. 1930’lu yılların sonunda sulanan arazi 400.000 hektara çıkarıldı. Ancak bu oran tüm ekilen arazinin %8’ini oluşturuyordu.[28]

D. Halkevleri

Türk devriminin kökleşmesini sağlayan en önemli kurumlardan biri de Halkevleridir. Halkevleri ilk kez 14 yerde 19 Şubat 1932’de açıldı. Daha sonra hızla ülke genelinde yaygınlaştı.

Halkevleri 9 şubeden oluşuyordu. Bunlardan bir tanesi de köycülük koludur. Halkevleri talimatnamesi Köycülük şubelerinin amaçlarını şöyle özetliyordu. “Daha doğrusu en kısa tabirle efendimiz olan köylüyü herhalde efendimiz yapmak cumhuriyet evlatlarının en mühim vazifesidir. İşte köycüler şubesi bu emeli tahakkuk ettirmek için yeni köylünün sıhhi, medeni, bedii inkişaf ve tekamülüne, köylü ile şehirli arasında karşılıklı sevgi ve tesanüt duygularının kuvvetlendirmesine çalışacaktır.”[29]

Halkevlerinin köycülük şubeleri köylere yönelik olarak yoğun çalışmalar yapıyorlardı. CHP 50 vilayet kongresinin tespit ettiği dilekler arasında halkevleriyle ilgili olanlar önemli bir yere sahiptir. Bu kongrelerde köylüler halkevlerinden kendi köylerinde de sinema gösterisi ve konuşma saati ayrılmasını istiyorlardı.[30] Buda halkevlerinin köycülük şubesi çalışmalarının köylünün aydınlatılması için önemli bir işlevi yerine getirdiğini göstermesi açısından önemlidir. 1933 yılında halkevlerinin köycüler şubesinin 2908 üyesi bulunuyordu. 1940 yılında 379 halkevinin 317’sinde köycülük şubesi vardır.

Köycülük şubelerinin halkevleri içinde önemli bir yeri vardır. Halkevlerinin kuruluşuna esas olan ana fikirlerden biriside “köy”dür. Bu nedenle hemen her halkevinin en az üç şubeden oluşarak kurulmuş olsa da köycülük şubeleri bulunmaktadır. “Halkevleri Şubelerinin bütün çalışmalarında Parti programlarının göz önünde tutulması, bunların her vesileyle yayılması ve kökleştirilmesi esastır.”

Talimatnamede önemle üzerinde durulan konulardan birisi de halkevlerinin yakın köylere yapacakları gezilerde köylüye yük olmamaları ve hiç masraf yaptırmamalarını istemektedir. Bir ziyaretin yük sayılmadığını anlama yolunu talimatname yine şöyle tarif etmektedir: “Köylü münevverin ziyaretini ne vakit istekle, zevkle bekler bir vaziyete gelmişse münevver o zaman köylü ile temas da ve ona faydalı olmak da muvaffak olmuş sayılır. Köylüde bu ruhi haletin doğması; Münevverin onun duygularını, ihtiyaç ve dileklerini anlamasına ve ona yararlı olabilmek için onun alemine nüfuz; edebilmesine mütevaffık olduğu asla unutulmamalıdır.”[31]

Halkevlerinin toplumu teşvik etmek için çok ilginç sloganları vardı: ”Bilgi seferberliğinin ileri karakolları: Köy okuma odaları”, “Bir köye harman yeri kadar gerek olan şey: Okuma odası!” gibi örnekler çoğaltılabilir.

Halkevleri Atatürk devrimlerinin Türk toplumuna yaygınlaştırılmasında, köylü-şehirli, bölgeler arasındaki farkların azaltılmasında, yaygın eğitimin gerçekleştirilmesinde önemli bir işlevi yerine getirdi.

Köylerde daha sonra kurulacak olan halkevlerinin birer çekirdeği olacak olan Halkodalarıda Cumhuriyet döneminin kültür ocaklarından birisidir. Halkevleri ve Halkodaları “inkılap fikrinin büyük halk yığınlarına yayılmasını başlıca ödev bilmiştir; şehirlerde, kasabalarda ve köylerde fikir hayatının birer merkezi olmak amacını gütmektedir.”[32]

Halkodaları Cumhuriyet’in ilanından 16 yıl, halkevlerinin açılmasından ise 7 yıl sonra kuruldu. Bunun birtakım nedenleri vardır. İlköğretimin köylere doğru yaygınlaşmasından sonra halkevlerine olan talep köylerde daha yaygınlaştı ve kendi bölgelerinde de halkevlerinin açılmasını istediler. Ara bir kurum olan halk odaları Köy Eğitmenliği örgütünün kurulmasının ve köylere yaygınlaşmasının ardından köye götürülen eğitimin kültür ocakları olma görevini başarmışlardır. Köylerde kurulan halkodalarının kadrosunun önemli bir bölümünü köy eğitmenleri ve daha sonra onların yetiştirdiği öğrenciler oluşturacaktı. Köy eğitmenleri ve 1940’lı yıllarda Köy Enstitüsü’nü bitiren öğretmenler köylerde halkodalarının kadrosunu oluşturdu. Köylü çocuğun okuyarak bilgi sahibi olmasını sağlayan eğitmen okul dışında Halkodaları sayesinde okul çağını geçmiş köylüyü de eğitme şansını halkodalarında yakaladı. Köy Enstitülerinin kapatılmasında etkin olan zihniyet, halkodalarını da bu kurumun yaygın eğitimde bir devamı olduğunu bildiği için Kemalizmin halka doğru hareketinin temel taşı olan halkevlerini ve onun köye kadar ulaşan kolu olan halkodalarını kapattı.

E. Köy Eğitmenliği Örgütü

Köye yönelik eğitim konusunda Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren birtakım çalışmalar yapıldı. Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan tarafından İlköğretim Genel Müdürlüğü görevine getirilen İsmail Hakkı Tonguç döneminde ilk Köy Eğitmenleri Kursu açıldı. 11.6.1937’de “Köy Eğitmenleri Kanunu” çıkarıldı.[33] Orduda çavuş veya onbaşı olmuş okur-yazar köylülerden yararlanılması yoluna gidildi. Altı aylık bir eğitimden geçen bu köylülere eğitmen, bu eğitmenlerin çalıştıkları okullara da eğitmenli okul adı verildi.

1937-1947 yılları arasında eğitmenli okul sayısı 6533’ü, bu okullarda öğrenim gören öğrenci sayısı ise 214.000’i bulmuştur. Eğitmen yetiştirme işi köye yönelik eğitim hareketinde yeterli çözüm değildi. Bu nedenle köye öğretmen yetiştirme konusunda yeni çareler arandı. Köy Eğitmenliği Projesi’nin başarılı olması sonucu 1940’lı yıllarda Köy Enstitüleri kuruldu.

3. 1939-1950 Yıllarında Kırsal Kalkınma

Türkiye devletçilik politikaları izleyerek sanayileşme sürecini hızlandırmasına rağmen İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı yıllarda hala tarım ülkesi olma özelliğini koruyordu. 1939 yılında ülke nüfusunun %75.6’sı tarımla uğraşıyordu. 1940 yılında yapılan nüfus sayımına göre 17.820.850 olan toplam nüfusun 13.474.701’i kırsal kesimde yaşıyordu.[34] Anadolu tarımı İkinci Dünya Savaşı’nda çok önemli darbeler aldı, üretim düzeylerinde gerilemeler oldu. Örneğin buğday üretimi düzeyi 1938’den 1945’e kadar %49; 1938 sabit fiyatlarıyla toplam hububat üretimi ise 1938’den 1945’e kadar %52 oranında düşüş gösterdi.[35] Yetişkin nüfusun 1 milyonunun askere alınması, öküzlerin orduya müsaderesi, savaş koşularında ordunun ve şehirlerin iaşesinin karşılanması gibi sorunlar devleti tarımda yeni politika arayışlarına yöneltti.[36]

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’de tarımsal üretim oldukça azaldı. Gerek dünyada yaşanan tarımsal üretim sıkıntısı, gerekse Türkiye’de yaşanan bu sıkıntılar sonucunda devlet, tarımsal üretimi arttırmak için geniş tedbirler aldı. 1941 yılında okul bahçelerinde bile buğday ve patates yetiştirilmesi, ekim seferberlikleri oluşturulması, kara ve deniz ulaşım araçlarıyla tarım makinalarının taşınması gibi bir dizi tedbir alınmasına rağmen 1942 yılında Birinci Dünya Savaşı yıllarını anımsatan bir buhran yaşandı.[37]

İkinci Dünya Savaşı yıllarında 25.1.1939-3.4.1939 arası ile 3.4.1939-8.7.1942 arasında Refik Saydam iki dönem hükümet kurdu. Saydam Hükümeti Milli Korunma Kanunu’nu daha devletçi bir nitelikte uyguladı. Ordunun ve şehirlilerin ihtiyaçlarını karşılamak, piyasada fiyatların artışı ve karaborsayı engellemek, enflasyonu dizginlemek amacıyla Toprak Mahsulleri Ofisi, Halk Dağıtım Birlikleri, İaşe Teşkilatı, Fiyat Murakabe Komisyonları kuruldu. Milli Korunma Kanunu’na dayanarak köylüyü korumak için kurulan Toprak Mahsulleri Ofisi savaşın ilk yıllarında uygulamada tersine işledi. Halkın elinden buğday piyasa değerinin altına satın alındı. Bunun sonucu olarak köylü buğdayını devlete vermek yerine karaborsa tüccara satmayı tercih etti. Refik Saydam’ın Temmuz 1942’de ölümünden sonra kurulan Şükrü Saraçoğlu Hükümeti (9.7.1942-8.3.1943 ve 15.3.1943-12.8.1946) ise devletçiliği daha liberal bir tarzda uyguladı. Saracoğlu Hükümeti Saydam Hükümeti’nin uyguladığı sıkı piyasa denetiminin, mahsulün ucuza ve zorla alınmasının ekonomiyi rahatlatamadığını belirterek kendilerinin ekonomi ve fiyatlarda devlet denetimini azaltacaklarını ifade ediyordu.[38] Yeni hükümetin fiyatlar üzerindeki denetimi kaldırması üzerine köylünün eline iyi para geçti.

1943 yılı devlet bütçesinde tarıma ayrılan payın oranı önceki yıllara oranla daha yüksekti. Bunun nedenlerinden birisi de tarımsal alanda yapılması planlanan yeniliklerin uygulanmasını amaçlıyordu. Şevket Raşit Hatipoğlu’nun tarım bakanlığı döneminde köylünün teknik bilgi ile donatılmasını sağlamak amacıyla, Teknik Ziraat ve Bahçıvanlık Okulları açıldı. Teknik bilgiye ulaşmış köylünün tarımsal üretimini bilimsel yöntemlerle yaparken yararlanacağı alet ve makinaların sağlanması için Türkiye Zirai Donatım Kurumu kuruldu. Türk çiftçisinin teknik bilgisini arttırmada ve teknik vasıtalarla donatımının dışında, bunları tamamlayan bir başka kurumda Devlet Çiftlikleridir.

A. Toprak Mahsulleri Vergisi

Toprak mahsulleri vergisi, 1943 yılında 4429 no’lu kanun ile tarımsal kazanç üzerinden alınacak bir vergi olarak çıkarıldı. Verginin amacı savaşın getirdiği sıkıntıları bertaraf etmek, 1943 mali yılının bütçe dışında kalan 400 milyon TL.’lık fevkalade milli müdafaa ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla bulduğu yeni vergi kaynağıdır.[39]

Toprak Mahsulleri Vergisi’nin oranı %25 kapsamına giren hububat ve baklagillerde %8, diğer ürünlerde ise %12 olarak saptandı. Daha sonra Nisan 1944’te çıkarılan yeni Toprak Mahsulleri Vergisi kanunu ile vergi oranı tüm ürünlerde %10 olarak belirlendi. Toprak Mahsulleri Vergisi ile birlikte bu mahsullerin vergisi Vilayet İdare Heyetlerince tayin edilecek teslim yerlerine yine mükellefin nakil vasıtalarıyla götürülmesi zorunluluğu getirilmiştir. Böylece köylü verginin dışında yeni bir yükümlülükle de karşı karşıya kalıyordu. Toprak Mahsulleri Vergisi hububat ve baklagillerdeki %25’lik devlet payına ek olarak toplanmadı. Hububat ve baklagillerde üreticilerin devlete teslim ettikleri paylar değişmeden kaldı ama devlet bu payların tümüne kendi saptadığı fiyatlar üzerinden ödeme yaparken, Toprak Mahsulleri Vergisi çıktıktan sonra el konulan ürünlerin bir kısmına hiç ödeme yapmamaya başladı.[40]

Vergi, savaş döneminin olağanüstü masraflarının bir bölümünü karşılarken, ayniyat şeklinde alındığı için ordunun, sabit ve dar gelirlilerle, şehirlilerin iaşe ihtiyacının karşılanmasında da olumlu etkileri oldu. Verginin bu olumlu yönünün yanında ayni olarak alınması Osmanlı İmparatorluğu döneminde yıllarca köylüyü yıkan aşar vergisinin tekrar döneceği korkusu köylü üzerinde olumsuz etkiler yarattı. Aşar vergisini andıran bu vergiden köylünün olumsuz etkilenmesini en aza indirmek için hükümet aşar vergisinde olduğu gibi iltizam usulünü getirmedi. Bunun yanında vergi köylünün elde ettiği mahsulden tohum, masraf için bir bölümünü ayırmadan mahsulün tamamı üzerinden alındığından konunun TBMM’de kabulü sırasında Başbakan Şükrü Saracoğlu’nun da Meclis kürsüsünde ifade ettiği gibi çiftçi üzerinde ağırlığı inkar edilemiyecek bir külfet oluşturuyordu.

Toprak Mahsulleri Vergisi’nin çıkarılmasının diğer bir amacı ise tarım dışı kesimlerden toplanan ve çok eleştiri alan Varlık Vergisi’nin bir benzerini tarım kesimine uygulayarak eleştirilerin hafifletilmesiydi.[41]

Sonuç olarak Varlık Vergisi’ne paralel olarak çıkarılan bu vergi Varlık Vergisi’nin aksine büyük küçük çiftçi arasında fark gözetmeyen bir kanundur. Bu nedenle asıl sıkıntıyı dış pazarlara açılamamış, savaş nedeniyle üretimi iyice düşmüş, kendi geçimini bile zor sağlayan küçük üretici çiftçiyi, büyük toprak sahiplerine oranla çok daha fazla etkiledi. Faik Ökte’nin belirttiği üzere “köylü bu vergiyi nafakasından ve tohumundan ödemiştir.”[42]

B. Köylünün Eğitiminde Özgün Bir Çözüm: Köy Enstitüleri

Köylünün eğitimi konusunda bir devrim niteliği taşıyan Köy Enstitüleri İkinci Dünya Savaşı’nın ağır koşullarına rağmen en verimli dönemini yaşadı. Köy Enstitüleri Kanunu 278 milletvekilinin oybirliği ile kabul edildi. Tek parti yönetiminin olduğu Türkiye parlamentosunda ilk kez örgütlü, ciddi bir karşı koyma hareketi gerçekleşmiş oturuma 148 milletvekili katılmamıştı. Çok partili hayata geçişin ilk sancıları da, bu muhalefet hareketiyle temelleri atılıyordu. İnönü’nün amacı Atatürk’ün hedeflediği köy eğitimi sorununa çözüm bulmaktı. Çünkü Türk devrimi köye girdiği ölçüde başarılı ve köklü olacaktı. Büyük toprak sahipleri İkinci Dünya Savaşı koşulları içinde toprakların ekilmesinden, ordunun iaşe ihtiyacının karşılanmasından rahatsız değildiler. Kanun, Meclis’ten çıkarılırken vurgulanan da buydu.

“Köylünün okutulması ve daha iyi bir müstahsil haline getirilmesi” idi. Ancak savaşın bitiminin ardından çıkarılan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, köylünün eğitilerek ağalık sisteminin ortadan kalkmasına yönelik çalışmalar tepkileri çekmiş, CHP’ye muhalefet başlarken, Köy Enstitüleride en ağır suçlamalara muhatap olmuştur.

İsmet İnönü 1940 yılı Kasım ayında TBMM’yi açış nutku da Köy Enstitülerinin “Memleketin muhtelif mıntıkalarında açılan 14 enstitüde, şimdiden altı bin talebemiz yetişmektedir. Bütün alakadarlarının en geniş bir emek ve çalışma ölçüsü ile kurulup yürümesine savaştıkları bu müesseseler, 15 yıl içinde Türkiye’de ilköğretim meselesini tam olarak halletmeye verecekdir.”[43]

Köy Enstitülerinin yetiştirdiği öğretmen tipinin daha önceki öğretmenlerden farklı olmasını şu cümleler özetlemektedir. “. dünkü öğretmen köye, koltuğunda kitabı ile giderdi. Onun sermayesi oydu. Lakin bugün pulluk, kazma, rende, destere, örs, çekiç, kitabın yanında yer aldı. İlaç dolabı da birlikte gidiyor, arkasından ebesi, doktoru da gelecek….”[44]

Köy Enstitülerinin iki boyutu bulunmaktadır. Birinci boyutu pedagojik diğer boyutu ise ekonomiktir. Köylü çocuklarının okulda görerek öğrenmeleri pedagoji bilimi açısından enstitülerde uygulanan yöntemlerin ne kadar doğru olduğunu göstermektedir.[45] Ekonomik boyutunu değerlendirdiğimizde ise okulların, köylü çocuklarının eğitimi için devlet bütçesine çok fazla yük olmadan açıldığını görüyoruz. Yine okulların geniş arazileri üzerinde bilimsel yöntemlerle tarım yapılarak ülke üretimine önemli bir artı değer sağlamışlardır.

Enstitülerin hemen hepsi az ya da çok şehir ve kasabaların dışında tren yolu veya karayollarına yakın, köylerin ve kasabaların kesiştiği bir noktada bir köye bitişik olarak yapılmıştır. Türkiye’nin her bölgesinde açılmasına özen gösterilmiştir.

İsmail Hakkı Tonguç, “Köy meselesi, bazılarının zannettikleri gibi, mihaniki bir surette köy kalkınması değil, manalı ve şuurlu bir şekilde, köyün içten canlandırılmasıdır. Köy insanı, öylesine canlandırılmalı ve şuurlandırılmalı ki, onu hiçbir kuvvet, yalnız kendi hesabına ve insafsızca istismar etmesin. Köyün sakinlerine köle ve uşak muamelesi yapamasın. Köylüler, şuursuz ve bedava çalışan birer iş hayvanı haline gelmesinler. Köy meselesi, köyde eğitim problemleri de içinde olmak üzere bu demektir.”[46]

Köy enstitüleri için tasarlanan plana göre 20 yıl içinde okulsuz köy kalmayacak ve Cumhuriyet rejiminin Türkiye’ye getirdiği yenilikler en uzaktaki yerleşim birimlerine kadar ulaştırılacaktı. Ama Köy Enstitüleri, Dünya savaşının tüm olumsuzluklarına rağmen gerçek anlamıyla altı yıl, anlamını yitirip de sadece fiili olarak 13 yıl yaşama şansı buldu.

C. Toprak Reformu Deneyimi:

Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu

Atatürk daha Kurtuluş Savaşı’nın devam ettiği günlerde yayınladığı Halkçılık Bildirisi’nde köylünün sorunlarına ve bunlar içinde önemli bir yer tutan toprak sorununa değiniyordu.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, topraksız köylülerin durumu dışında yurt dışından gelen göçmenlerinde topraklandırılması sorunu da eklendi. Cumhuriyet’in ilanından sonra çeşitli tarihlerde özellikle mübadilleri ve dışarıdan gelen göçmenleri iskan etmek ve bunlara toprak dağıtmak amacıyla çeşitli kanunlar çıkarılmıştır. 1923-1934 yılları arasında mübadil ve göçmenlere bir de kısmen topraksız ya da az topraklı çiftçilere 6.787.234 dönüm tarla, 157.422 dönüm bağ ve 169. 659 dönüm bahçe dağıtılmıştır. 24/6/1934 tarih ve 2510 sayılı İskan Kanunu hükümlerine göre bu tarihten Mayıs 1938 sonuna kadar da yine göçmen ve mültecilerle, topraksız ve az topraklı 88. 695 aileye 2.999.825 dönüm tarla toprağı dağıtılmıştır.[47]

1934 yılına kadar gerçekleştirilen toprak dağıtımında toprağı olmayan veya kendisini geçindirmeye yetmeyen çiftçilere dağıtılan 731.234 dönüm toprak devletin tamamıyla kendi merasından ayırıp dağıttığı topraklarıdır. Böylece devletin kendi merasından ayırıp dağıttığı toprakların toplamı 3.731.059 dönümü bulmaktadır. Oysa 1928-1938 yılları arasında Türkiye’de mera toprakları 39.280.000 dönüm azalmıştır. Bu durum göstermektedir ki adı geçen dönemde meradan toprak kazanılması orta ve büyük toprak sahipleri tarafından gerçekleştirilmiştir. Kurtuluş Savaşı sonrası özellikle Batı Anadolu’daki Rumların kaçmasıyla devlet bu bölgede otoritesini kuramadan bu kişilere ait topraklar çok düşük ücretle veya zorla büyük toprak sahipleri yerel güçler tarafından alındı.[48]

Devletin toprak siyasetindeki 1925 Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra belirdi ve büyük toprak mülkiyetini devlete karşı kullanma eğiliminde olan Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki toprak ağalarının toprakları, topraksız, az topraklı olan köylülere dağıtıldı.[49] Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk 1 Kasım 1928 yılında Meclis’i açış konuşmasında gerek doğu illerinde gerek ülkenin diğer bölgelerinde toprağı olmayan çiftçilere toprak verilmesi için direktif veriyordu.[50] 1929 yılında Meclis’i açış nutkunda bu görüşünü yeniliyor ve “Kezalik çiftçiye arazi vermek de hükümetin mütamadiyen takip etmesi lazım gelen bir keyfiyettir. Çalışan Türk köylüsüne işleyebileceği kadar toprak temin etmek, memleketin istihsalatını zenginleştirecek başlıca çarelerdendir” diyordu.[51]

Toprak reformu için direktifler Atatürk tarafından 1928 yılından itibaren verildi. Köycülük çalışmalarının hızlandığı, köye doğru hareketin arttığı 1930’lu yıllarda toprak reformu ile ilgili gerek mecliste, gerekse basında tartışmalar oldu. Ancak bu olay 1945 yılında olgunlaşarak “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu”nu çıkardı.

Ocak ayında Meclis’e getirilen Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu tasarısının görüşülmesine ancak Mayıs ayının 14. günü başlanabildi. ÇTK, 8 bölüm ve 66 maddeden oluşmaktadır. Kanunun özellikle 17. maddesi parti içindeki muhaliflerin tepkisine neden oluyordu. Bu maddeye göre hükümetin getirdiği reform tasarısı 5 bin dönümlük oldukça geniş bir üst mülkiyet sınırı tanımakla birlikte toprağın yetmediği yerlerde topraksız veya az topraklı köylüye dağıtılmak amacıyla 50 dönüme kadar arazinin kamulaştırılmasını öngörüyordu. Yine kanunun 21. maddesi kamulaştırılan arazilerin bedellerinin gerçek bedelleri üzerinden değil, arazi vergisine matrah olan değere orantılı olarak yapılmasını kararlaştırmıştı. Toprak reformunu Meclis’ten geçirmeye kararlı olduğu konusunda tavrını net olarak ortaya koyan CHP’ye karşı parti içindeki muhalifler -çoğunluğu büyük toprak sahibi kökenli milletvekilleridir- hiç olmazsa 17 ve 21. maddeyi kaldırtarak kanununun yumuşatılması için harekete geçtiler. 17. maddeye saldıranların başında Adnan Menderes, 21. maddeye karşı çıkanların başında Refik Koraltan bulunuyordu.

CHP içindeki muhalif kanat toprak reformuna doğrudan saldırma cesaretini gösteremediği için dolaylı yollarla kanunu Meclis’ten geçirmeme yöntemlerine başvuruyordu. “. Güvenlikten, hukuk devletinden, büyük işletmelerin iktisaden daha verimli oluşundan, üretimi düşürmemek için değişikliklerin yumuşak yöntemlerle ve yavaş yavaş yapılması gerektiğinden bahsediyorlardı. Ayrıca toprak reformuna aleyhtar olanların daima kullandıkları bir taktiğe başvurarak, meselenin bir mülkiyet meselesi değil, bir sermaye ve teknik donanım meselesi olduğunu ileri sürüyorlardı.”[52] Ama kanunun Meclis’te tartışmaları sırasında Kütahya Milletvekili Besim Atalay’ın sözleri toprak sahiplerinin neden rahatsız olduklarını açıkça dile getiriyordu: “Arkadaşlar; biz Cumhuriyet kurulalıdan beri çok inkılaplar geçirdik. Toprak inkılabına gelince işin rengi değişti. Arkadaşlar şunu bilmelidir ki, bu kanun keseye dokunur, keseye. Zannederim ki, fazla bağırtı da keseye dokunduğu içindir.”

ÇTK, TBMM’nin 455 milletvekilinden 345 milletvekilinin katıldığı oturumda oybirliği ile kabul edildi. Oylamaya katılmayan milletvekili sayısı 104 kişidir.

ÇTK’nın üç boyutu bulunmaktadır. Kanunun siyasi boyutu büyük toprak sahiplerinin siyasal iktidardaki gücünü yıpratmaktır.[53] İkinci boyutu ise ekonomiktir. Kanun, mülkiyet dağılımındaki adaletsizliği düzenlerken bir yandan da pazarlanabilecek ürün fazlasını arttırmayı amaçlıyordu. İkinci Dünya Savaşı bittiği dönemde dünya hâlâ bir üretim sıkıntısı içinde bulunuyordu. Türkiye tarımdaki üretimini arttırarak ekonomik kalkınmasını sağlayabilir ve tarımdan gelen bu artı değer sanayileşme sürecinde kullanabilirdi. Kanunu üçüncü boyutu ise sosyaldir. Tarımda mülkiyet dağılımı yeniden düzenlenirken, devlet halkçılık politikasının bir boyutunu topraksız köylüyü topraklandırarak gerçekleştirmeyi amaçlıyordu.

Şevket Süreyya Aydemir ise ÇTK 17. maddesinin hiçbir zaman uygulanamadığı ve diğer birçok maddesinin de sadece kağıt üzerinde kaldığını ifade etmektedir.[54] Kanunun kabulünden birkaç ay sonra Şevket Raşit Hatipoğlu’nun ziraat vekilliğinden çekilerek yerine kanunun muhaliflerinden Cavit Oral’ın getirilmesi, 17. maddeyi de kaldırması taviz niteliğindedir.[55]

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından dünyada demokrasi rüzgarları esmeye başladı. Türkiye’de savaş sonrasında birçok alanda farklı politika izlemeye başladı. Çok partili demokrasiye geçiş, ivme kazandı. Demokrat Parti kuruldu. Dış politikada Amerika ile yakınlaşma ile Marshall Planı doğrultusunda Türkiye’ye tarım ülkesi olması öneriliyordu. Bunun içinde planda tarımsal girdileri arttırmak için makinalaşma, teknolojinin yenilenmesi v. b. konularda destek sağlanıyordu. 1948-1949 Marshall Planı’ndan tarıma ayrılan pay 22.148.000 dolardı. Marshall Planı dâhilinde Türkiye’ye gelen tarım araçlarını kullanmayı öğretmek amacıyla çeşitli kurslar açılarak traktör şoförleri yetiştirildi.

Marshall planı ile Türkiye’de makinalaşma ile birlikte tarımsal bölgelerde önemli değişmeler oluştu. Köylere traktör girdi, yeni yapılan yollarla köylerin şehirlerle bağlantısı sağlandı. 1948-1950 yılları arasında 40.000 traktör Türkiye’ye girdi. Bunun sonucu olarak her yıl 200.000 nüfus çiftçiliği terk ederek şehre akın etti. Her aile için ortalama birim beş kişi kabul edilirse bu makinalaşma sonucu 1 milyon insan şehirlere göç etti. Bunun sonucu olarak 1950’li yılların sonundan itibaren Türkiye yeni bir sorunla karşılaşıyordu. Tarım toplumundan sanayileşme sürecine geçişi tamamlayamayan Türkiye’de yoğun göç sonucu gecekondulaşma, işsizlik, köyden kente gelip kentleşememiş köylü yığınlarıyla karşı karşıya kalıyordu. İkinci ağırlık verilen konu ise taşımacılığın demiryolundan karayoluna kaydırılmasıdır. Bunun sonucu olarak 1950’li yıllardan itibaren maliyeti ucuz olan demiryolu taşımacılığı bir yana bırakılarak karayoluna hız verildi.

1950 seçimlerinde geniş köylü kesimi, oyunu toprak reformunu uygulayacağını söyleyen Cumhuriyet Halk Partisi’ne değil, onları devletin despotluğundan kurtaracağını söyleyen ve toprak reformunu rededen Demokrat Parti’ye verdi. Böylece Türk siyasal yaşamında yeni bir dönem başlarken, tarım politikalarında da önemli değişimler yaşandı.

Yrd. Doç. Dr. Türkan BAŞYİĞİT

Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 17 Sayfa: 687-696


Dipnotlar:
[1] “Diyarbakır dâhilinde ziraat karasapanla yapılırken hasatta eski usullere göre yapılmaktadır. Fenni aletlere göçmenlerde rastlanmaktadır.”, İçişleri Bakanlığı Arşivi, Diyarbakır ili 1938 yılı umumi Vaziyet Raporu.
[2] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 4.B,C.1, TTK yay., Ankara, 1989, s. 240.
[3] Yenigün Gazetesi, 9. 2. 1339 (1923).
[4] Ökçün, ”İzmir İktisat Kongresi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C. 4, s. 1062.
[5] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Türkan Çetin “Cumhuriyetin ilk Yıllarında Türkiye’de Köy, Köylü Sorunu ve Köy Kanunu” (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) D. E. Ü. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü 1992, s. 77-96.
[6] Türkan Çetin, a.g.t, DEÜ, İzmir, 1992, s. 90.
[7] Örnek köyler konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Türkan Çetin “Modern Türkiye Yaratma Projesinin Orijinal Bir Boyutu: Örnek Köyler”, 75 Yılda Köylerden Şehirlere, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı yay., İst, 1999, ss. 231-240.
[8] TC Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, 9. 5. 1928, 0 28 29 12.
[9] Abdullah Ziya, “Cumhuriyette Köy Yapımı”, Ülkü, ll/5, (ll. Teşrin, 1933), s. 333.
[10] Bülent Saylan, “Türk Vergi Sistemi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C. X, s. 2796.
[11] Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923-1950), 2. B, Yurt yay., Ankara, 1986, s. 375.
[12] CHP Hükümetlerinin Bayındırlık ve Ulaştırma Alanındaki Başarıları Hakkında Not, Ankara, 1950, s. 17.
[13] Türkiye İktisat Mecmuası, C. 2, No: 263, Eylül, 1923, s. 221.
[14] Tanin, 8. 1. 1924, s. 3, “Alat-ı Ziraiye’nin ucuza Nakli”. Buna dayanarak ziraatin gelişmesi için çeşitli bölgelere yollanacak zirat aletleri Şark Demiryolları Şirketince %60 ve diğer şirketlerce %50 indirimli taşınacaktı.
[15] CHP Hükümetlerinin Bayındırlık ve Ulaştırma Alanındaki Başarıları Hakkında Not, Ankara, 1950, s. 3.
[16] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. 1, s. 244-245.
[17] Osman Halid, ’’Cumhuriyette Halk Terbiyesi”, Ülkü, C. 2, S. 10, Kasım, 1933, s. 290; Suat Hüsnü-Tahsin Tolu-İsmail Hakkı, ’’Köycülüğümüzün Temelleri”, II. Köycüler Kurultayına Gelen Tezlerden,           Sebat Mat., İstanbul, 1935, s. 19.
[18] Tarih lV (Türkiye Cumhuriyeti Tarihi), Devlet Matb., İstanbul, 1934, s. 285-286.
[19] Ziraat Kongresi ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Türkan Çetin, “1929 Dünya Ekonomik Bunalımı Sonrası Türkiye’nin Tarım Politikasında Arayışlar: Birinci Türkiye Ziraat Kongresi”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, S. 6-7, C. 2, 1996-1997, İzmir, 1997, s. 213-226.
[20] İhtisas Raporları 1931 Birinci Ziraat Kongresi, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti, Ank. 1931, C. 1, s. VIII.
[21] “Birinci Köy ve Ziraat Kalkınma Kongresi”, Ülkü, S. 72, C. 12, s. 545, Şubat 1939.
[22] A.g.m, s. 546.
[23] Ulus, 26.12.1938.
[24] Köy Birlikleri ve Bu Teşekküllerin İfa Ettiği Mana, Yeni Van Matbası, 1944.
[25] Yahya S. Tezel, a.g.e., s. 360.
[26] Hüseyin Sami Coşar, ’’Sularımız ve Sulama Politikamız”, Ulus, 27.5.1942.
[27] Coşar, a.g.m, Bu dönemde Mısır’da sulanan arazi 2. 400. 000 hektardır. Sulama Politikamız, Ulus, 24. 5. 1942.
[28] Sezel, a.g.e., s. 360.
[29] “Halkevleri Yıldönümünde Necip Ali Bey’in Nutku”, Ülkü, Mart, 1933, C. 1, S. 1; s. 13.
[30] Ülkü, Ocak 1939, S. 69, C. 12, s. 457.
[31] Kemal Turan, ’’Halkevleri Çalışmalarında Bazı Yeni Esaslar”, Ülkü, Kasım 1940, C. 16, S. 93, s. 204.
[32] Hamdi Akverdi, ”Yirmi Yılın Fikir Hayatı”, Ülkü, 1 Kasım 1943, S. 51, s. 10.
[33] Yasanın çıkarılma nedeni birinci maddede şöyle açıklanıyordu: “Nüfusları öğretmen gönderilmesine elverişli olmayan köylerin öğretim ve eğitim işlerini görmek, ziraat işlerinin fenni bir şekilde yapılması için köylülere rehberlik etmeküzere köy eğitmenleri istihdam edilir.”
[34] 21 Ekim 1945 Genel Nüfus Sayımı, Türkiye Nüfusu, Yayın No: 286, Ankara, Aralık, 1950, s. 43.
[35] Çağlar Keyder-Şevket Pamuk, ”1945 Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu Üzerine Tezler”, Yapıt, S. 8, Aralık-Ocak 1984/1985, s. 58.
[36] Savaş içinde halkın 1940 CHP kongre dilekleri İkinci Dünya Savaşı’na denk gelmesi ve devletin toplu bir kitap olarak yayınlaması nedeniyle önem taşımaktadır. Kongre dileklerini incelediğimizde halk tarafından en çok üzerinde durulan ve en çok yapılmasını istedikleri dilek “ziraat alet ve makineleri”dir. Bundan sonra istenen “sıtma mücadele teşkilatı”nın yapılması isteğidir. Üçüncü dilek ise yörelerine ortaokul açılmasının istenmesidir. Kendisinden en çok talepte bulunulan Bakanlık ise Ziraat Bakanlığı’dır. CHP 1940 Dilekleri.
[37] İkinci Dünya Savaşı sırasında uygulanan tarım politikaları için bkz. Türkan Çetin, “İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye’nin Tarım Politikaları”, Altıncı Askeri Tarih Semineri Bildirileri ll, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1999 s. 281-292.
[38] Metin Tire, İkinci Dünya Savaşında Milli Korunma Kanunu (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir, 1990., ss., 112-116.
[39] Esat Tekeli, ”Toprak Mahsulleri Vergisi”, Türk Ekonomisi, Yıl. 1, S. 1, 1. 7. 1943, s. 25.
[40] Şevket Pamuk, ”İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Devlet, Tarımsal Yapılar ve Bölüşüm”, Türkiye’de Tarımsal Yapılar 1923-2000, s. 107.
[41] İ. Önder, a.g.e., s. 120; Korkut Boratav, Türkiye’de Devletçilik, Savaş yay., 2. B., Ankara, 1982, s. 265.
[42] Faik Ökte, Varlık Vergisi Faciası, Nebioğlu yay., İstanbul, 1951, s. 202.
[43] “Milli Şefin İkinci Teşrin1940 Nutukları”, Ülkü, S. 93, C. 16, s. 200.
[44] Kemal Çallı, ”Köy Kalkınması ve Köy Enstitüleri”, Bakırçay, C. 1, S. 4, 15. 7. 1944, s. 10.
[45] Okullardaki pedagojik çalışmalar için bkz. Fay Kirby, Türkiye’de Köy Enstitüleri, Ankara, 1962.
[46] Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni (Dün-Bugün-Yarın), Bilgi yay., 2. B., Ankara, 1969, s. 238.
[47] Aksoy, a.g.e., s. 59-60.
[48] “Azınlıkların ülkeyi terketmesinin daha doğrudan bir etkisi de, geride bıraktıkları mülklerin yerli halkın eline geçmesidir.” Çağlar Keyder, Dünya Ekonomisi İçinde Türkiye (1923-1929), Yurt yay., Ankara, 1982, ss. 35-40; Kemal Arı, 1923 Türk-Rum Mübadele Antlaşması Sonrasında İzmir’de Mübadil Göçmenler, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir, 1988, s. 95-100.
[49] “Küçük Çiftçilere toprak dağıtma girişimi ilk yıllarda sınırlı kalır. Bu işin pilot projesi doğudur. 1920’li yıllarda sahip bulundukları büyük toprak mülkiyetinin gücünü cumhuriyet rejimine karşı kullanma havasında olanların toprakları muhtaç zürraya dağıtılacaktır.” Kuruç, s. 158.
[50] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. 1, s. 373.
[51] A.g.e., C. 1, s. 380.
[52] Cem Eroğul, Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, 2. B., İmge kitabevi, Ankara, 1990. s. 10; Adnan Menderes’e göre Türkiye’de büyük toprak mülkiyeti yoktur. Toprak yetersizliği tarıma elverişli toprakların işletmeye açılamamasından kaynaklanmaktadır. Yirmi yıldır devlet kağnı ile karasabana açtığı savaşta başarı kazanamamıştır hatta savaş bile açmamıştır görüşünü savunmakta ve ÇTK ile ziraatın köylüye bırakılarak şehirli ile köylü arasında ki uçurumun dahada büyümesine neden olunacağını savunmaktadır. TBMMZC, D. 7, C. 18, s. 111-114, 116.
[53] Kanunun siyasi boyutu için bkz. Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası, s. 195.
[54] Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, C. 2, s. 350.
[55] Taner Timur bu konuda “küçük burjuva kökenli iktidar, ne kendi ne de hücum ettiği sınıfın gücünü gerçekçi bir biçimde saptayamamıştır. ÇTK’ya koyduğu birçok madde ile sınıf mücadelesini engelleyeceğini sanmıştır. Pratik bu yanılgıyı ortaya koyduğu zaman, geri dönmüş ve kanuna karşı çıkmış bir toprak ağasını Tarım Bakanı yaparak uygulamayı baltalamış, 17. maddeyi de kaldırmıştır. Fakat çok geç kalmıştır. ” Tesbitini yapmaktadır. Timur, a.g.e., s. 206.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.