A. Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçişteki Etkenler
- İç Etkenler
Bin dokuz yüz kırk beş yılından itibaren Türkiye’de iç politika gelişmeleri gözle görülür bir şekilde hızlanmıştır. Halkın yıllardır süren tek parti idaresinden hoşnutsuzluğu II. Dünya Savaşı’nın ekonomik sıkıntılarıyla birleşince had safhaya ulaşmıştı. Türkiye savaşa girmemişti ama savaşın tüm sıkıntılarını yaşamıştı. Ekmeğin karneye bağlanması, şeker yerine üzüm ve incir gibi tatlandırıcılar kullanılması ve karaborsanın alıp yürümesi karşısında halk bütün bunların sorumlusu olarak Cumhuriyet Halk Partisi idaresini görmekteydi.[1] Halk tek parti döneminde CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün çağdaşları Mussolini ve Hitler gibi “Diktatör bir yönetim” izlediğini düşünüyordu. Bu fikrin destekleyicilerinden Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, “köylerde jandarma dipçiğine, şehirlerde polisin copuna dayanan bir terör kurulmuştur.” demektedir.[2]
1945’lerde değişen dünya koşullarının, Türkiye’yi ön plana çıkaran değişimi sonucu Türk toplumunda belirli bir hareketlilik yaratmıştı. En önemlisi olarak Türkiye’de giderek daha da gelişen ticaret ve tarım burjuvazisinin artık tek partinin yönetiminden kurtulmak isteği görülüyordu. Bu kesim savaş içerisinde elde ettiği ekonomik gücü siyasal iktidarla da birleştirmek istiyordu. Şeriat taraftarları “Allahsız Partiyi” ilk fırsatta devirmeye hazırdılar. Gayrimüslim azınlıklar ise 1942’de uygulanan Varlık Vergisi’ni acısını unutmadılar. Bütün bunlar birleşince artık değişiklik zaruri bir hal almıştı.[3]
İsmet İnönü’nü Türkiye’nin çok partili hayata girişte etkisi olduğu konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Halk Partisi’nin önde gelen isimlerden Faik Ahmet Barutçu Siyasi Anılarında İnönü’nün her ne pahasına olursa olsun bir muhalefet partisi kurma ve onu koruma taraftarı olduğunu belirtmektedir.[4]
CHP Genel Sekteri ve Genel Başkan Yardımcılığı görevlerinde bulunmuş olan Hilmi Uran’da Hatıralarım adlı eserinde bizde demokrasi rejimini kimin tesis ettiği konusunu ele alarak İsmet İnönü’den şöyle söz etmektedir: “Ben hiçbir vakit demokrasiyi kendisinin (İ.İnönü’nün) tesis etmiş olduğu hakkında İnönü’nün ağzından bir söz işitmedim. Fakat demokrasiyi bizde onun kurduğu bir hakikattir. Gerçi kendi partisi demokrasiyi tesise taraftar olduğu için İnönü’de demokrasiyi tesis edebilmiştir. Fakat, partide bu taraftarlığı yaratan partiye telkin yapan hakikatte İnönü’dür”[5]
Bu yazarlar görüşlerini ispatlamak için İsmet İnönü’nün 19 Mayıs 1945 tarihinde Gençlik Bayramı nedeniyle yaptığı konuşmayı ve 1 Kasım 1945’te TBMM’nin VII. Dönem açış konuşmasını örnek göstermektedirler. İsmet İnönü, 19 Mayıs 1945’teki konuşmasında “İleri bir insan cemiyeti kurmanın maddi şartlarını, hele manevi vasıtalarını mümkün olduğu kadar açık olarak yapmak ödevindeyiz. Memleketimizin siyasi idaresi, cumhuriyetle kurulan siyasi iradesinin ilerleme şartlarıyla gelişmeye devam edecektir. Harp zamanlarının ihtiyatlı tedbirlere lüzum gösteren darlıkları kalktıkça memleketin siyaset ve fikir hayatında demokrasi prensipleri daha geniş ölçüde hüküm sürecektir. Millet iradesi, demokrasi yolundaki gelişmesinde de devam edecektir.”[6] ve 1 Kasım 1945’te Bizim tek eksiğimiz, hükümet partisinin karşısında bir parti bulunmamasıdır. Bu yolda, memlekette geçmiş tecrübeler vardır. Hatta iktidarda bulunanlar tarafından teşvik olunarak teşebbüse geçilmiştir. İki defa memlekette çıkan tepkiler karşısında teşebbüsün muvaffak olunamaması bir talihsizliktir. Fakat memleketin ihtiyaçları şevkiyle, hürriyet ve demokrasi havasının tabii işlemesi sayesinde, başka siyasi partinin de kurulması mümkün olacaktır. Bununla beraber, Mecliste çoğunluğu teşkil eden parti üyelerinin hükümeti tenkiti, devlet ve millet işlerini denetlemede, hiçbir kayda hatta hiçbir ölçüye bağlı bulunmadıkları herkesin gözü önünde bir gerçektir. Memleketimizin hürriyet ve güvenlik içinde halk iradesini bütün şartlarıyla geliştirebilecek bir yolda ilerlediğini inanla söyleyebiliriz. Bu gelişme için her vatandaşın vazife ve sorumluluk duygusuyla ilgili olması birinci şarttır. Türk milleti kendi bünyesine ve karakterine göre demokrasinin kendi için özelliklerini bulmaya mecburdur.”[7] demektedir.
İnönü’nün bir muhalefet partisi kurma isteğinde olduğunu Demokrat Partililer şiddetle reddetmektedirler. Demokrat Parti’nin kurmaylarından Samet Ağaoğlu “..İnönü hiçbir zaman demokrasi kavramına samimiyetle bağlı olmamıştır. İnönü’nün devlet adamı olarak şahsi yeterliliği büyüktür, ama yine devlet adamı olarak tarihin en büyük Makyavelist yöneticilerinden birisidir. Toplumu içine geldiği gibi tek parti rejimi ile, fakat gemler hem elinde olmak şartıyla yönetmeyi düşünmüş ve istemiştir.”[8] demektedir.
Bir diğer Demorat Partili Prof. Rıfkı Salim Burçak’ta Türkiye’de Demokrasiye Geçiş adlı eserinde İnönü’nün çok partili hayata geçişteki rolünün ne olduğunu incelemiş ve bu rolün Halk Partililerin abarttığı kadar büyük olmadığını İnönü’nün konuşmalarını kullanarak açıklamaktadır.[9]
- Dış Etkenler
Kasım 1939’da Almanya’nın Polonya’ya saldırması ile başlayan II. Dünya Savaşı 1945 yılı içerisinde Müttefiklerin yani demokrasi cephesinin zaferi ile sonuçlandı. Uluslararası politikada beliren bu yeni güç dengesi, Türkiye’nin yalnız dış politikasını değil, iç politika gelişmelerini de yakından etkilemiştir.
Türkiye savaşın başından itibaren Müttefikler tarafında savaşa girmesi için yapılan baskılara Devlet Başkanı İsmet İnönü’nün izlediği usta siyasetle karşı koyabilmişti. Ancak savaşın Müttefiklerin zaferiyle sonuçlanacağının kesinleşmesi üzerine Türkiye savaş sonrası dünyada kendine yer edinebilmek için Batı blokuna kaydı. Birleşmiş Milletlere üye olabilmek için 23 Şubat 1945’te Almanya’ya savaş ilan ederek 28 Şubat’ta Birleşmiş Milletler Beyannamesi’ni imzaladı.[10] Böylece Türkiye bu anayasanın demokratik prensiplere uygun, daha hür bir rejime geçmeyi de taahhüt etmiş oluyordu.[11]
Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Anayasası’nı onaylaması Türk-Sovyet ilişkilerini gergin bir havaya sokmuştu. Postdam görüşmeleri sırasında Türkiye üzerinde bir Sovyet tehtidi açık olarak ortaya çıkmıştı. Bu tehdit, bu devletin, Boğazlarda üs istemesi ve Kars-Ardahan bölgelerinin Rusya’ya terkini ileri sürmesi ile ağır bir nitelik kazanmıştı.[12] 17 Aralık 1925 tarihli Türk-Sovyet Antlaşması’nın süresi dolmak üzereydi. Rus Hükümeti antlaşmayı yeni şartlara uymadığı için yenilemek siyasetinde değildi. Sovyetlerin bu tehtidi, Türkiye’nin Batı blokuna girme ve bunun ön şartı olarak da çok partili siyasete geçme kararını hızlandırdı.
B. Demokrat Parti’nin Kuruluşu
Demokrat Parti’yi doğuran muhalefet hareketi, 1945 yılı bütçe görüşmelerinde ve Toprak Kanunu tasarısının Meclisteki tartışmalarında su yüzüne çıktı. İşlerin bozukluğundan bizzat iktidar mensupları şikayet ediyorlardı. Meclis görüşmelerinde Saraçoğlu Hükümeti o tarihe kadar görülmemiş bir şekilde hırpalandı. Hikmet Bayur başarılı olmayan bir hükümetin çekilmesini istiyordu. Toprak Kanunu tasarısının tartışılmasında Adnan Menderes yaptığı eleştirilerle dikkatleri üzerinde topladı.[13] Bu yeni kanundan en çok korkanlar toprak sahipleri idi. Meclisteki şiddetli tartışmalara rağmen Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu Dörtlü Takrir’in verilmesinden bir iki ay sonra 11 Haziran 1945’te kabul edildi.[14]
- Dörtlü Takrir ve Kurucular
Demokrat Parti’nin kuruluşuna vesile olan ilk belge olarak kabul edilen Dörtlü Takrir 7 Haziran 1945’te CHP’nin Meclis Grup Başkanlığı’na sunulmuştur. Takrir’in imza sahipleri İzmir Milletvekili Celal Bayar, Kars Milletvekili Fuat Köprülü, İçel Milletvekili Refik Koraltan ve Aydın Milletvekili Aydın Menderes’ti.[15]
Takrir’de, Milli hakimiyetin tek tecelli yeri olan TBMM’nde, hakiki bir murakabenin sağlanmasını, demokratik müesseselerin serbestçe doğup yaşamasına engel olan ve anayasanın halkçı ruhunu takyit eden bazı kanunlardan değişiklik yapılması ve parti tüzüğünde de yine bu maksatların icap ettiğini tadillerin hemen icrası” teklif ediliyordu. İstekleri özellikle 3 nokta üzerinde toplanıyordu:[16]
- Kanunlardaki ve parti tüzüğündeki anti-demokratik hükümlerin tasfiyesi
- Meclisin hükümeti gerçekten denetlemesi
- Seçimlerin serbestçe yapılması
Takrir, CHP içinde huzursuzluğa ve tepkiye yol açtı. CHP Genel Sekreteri Naif Atıf Kansu önerge ile ilgili Faik Ahmet Barutçu’ya şunları söylüyordu: “Celal Bayar, Fuat Köprülü, Adnan Menderes ve Refik Koraltan Grup Başkanlığına, ilk anayasaya dönülmesi ve Parti tüzüğünde ilk anayasanın demokratik ruhuna uygun değişiklik yapılmasını öneriyorlar. İşte Barutçum, oluşum belirmeye başladı, hazır ol savaşa ve kavgaya.”[17] Barutçu’da Genel Sekreter ile aynı görüşü paylaşıyor ve takrir sahiplerinin esas amacının yeni bir parti kurmak olduğunu anılarında belirtmektedir. CHP’de başkanlık yapmış olan Hilmi Uran’da bu fikri desteklemektedir.[18]
Bu endişe takririn görüşüldüğü 12 Haziran 1945’te Meclis Grup Toplantısı’nda da devam etti. Dörtler şiddetli eleştirilere maruz kaldılar. Yapılan oylamada takrir reddedildi. Gerekçede “Önergede istenilen tüzük değişikliği Kurultayda, kanun değişikliği teklifi ise Meclise verilecek tekliflerle gerçekleştirilip grupta görüşülmesine gerek yoktur.” denmektedir.[19]
- CHP’den İhraçlar ve Demokrat Parti’nin Kurulması
Önergelerinin reddedilmesi üzerine Adnan Menderes ve Fuat Köprülü görüşlerini ve eleştirilerini Vatan gazetesinde yayınlamaya başladılar. Bu yazılarda Dörtlü Takrir’de dile getirilen ana fikirler işleniyordu. Bu yazılar karşısında CHP uzun müddet sessiz kalamadı. Parti grubunda iki milletvekilinin partiden ihraç edilmeleri konuşulmaya başlandı.[20] 21 Eylül 1945’te Saraçoğlu başkanlığında toplanan CHP Yüksek Divanı Adnan Menderes ve Fuat Köprülü’yü partiden ihraç kararını aldı.[21]
Asım Us hatıralarında F. Köprülü ve A. Menderes’in partiden çıkarılmalarının iki milletvekilinin suçunun hükümeti tenkit etmek değil Ahmet Emin Yalman’ın gazetesine girerek mevcut rejimi çürütmeye çalışmaları olarak yorumlamaktadır.[22]
Refik Koraltan, Vatan gazetesine verdiği bir demeçte bu kararların parti tüzüğüne aykırı olduğunu ileri sürüp eleştirince O da 27 Kasım 1945’te CHP’den uzaklaştırıldı.[23]
Celal Bayar’a gelince, O, dörtlü Takrir’in reddedilmesinden sonra basın kanununun 17. ve 50. maddelerinde değişiklik yapılmasına dair Meclise bir teklif vermiş, ama bu teklif kabul edilmemiştir. Bunun üzerine Bayar, partiden çıkarılan iki arkadaşıyla birlikte olduğunu söyleyerek 26 Eylül 1945’te milletvekilliğinden ayrılmış ve 3 Aralık 1945’te de CHP’den çekilmiştir.[24]
Bayar’ın CHP’den ayrılması yeni parti etrafındaki söylentileri hızlandırdı. Aralık ayı başından itibaren basında “Celal Bayar’ın Kuracağı Yeni Parti” başlıklı yazılar çıkmaya başladı.[25] Bayar’da bu konuda kendisi ile görüşen gazetecilere “Siyasi partiyi kuracağız, bu muhakkaktır. Partinin kuruluşuna hükümetçe müsaade edilip edilmeyeceği, partinin ne isim alacağı hakkındaki suallerinize kısaca söyliyeyim ki, iş henüz bu raddeye gelmiş değildir. Bu suallerinize cevap verebilmekliğim için birkaç gün daha sabırlı olmanızı rica edeceğim”diyordu.[26]
Bayar’ın bu beyanından kısa bir süre sonra Demokrat Parti 7 Ocak 1946’da resmen kurulmuştur.[27] Partinin isim babası o günlerde kurucularla çok sıkı ilişkilerlerde bulunan ve tek parti iktidarına karşı Türk basınında ilk mücadeleyi açmış olan ünlü gazeteci Ahmet Emin Yalman idi.[28]
Celal Bayar, Ankara’daki Sümer sokaktaki parti merkezinde düzenlediği basın toplantısı ile partinin kuruluşunu resmen ilan etti.
- Tüzük ve Program
Celal Bayar’ın liderliğinde kurulan Demokrat Parti’nin tüzük ve programı 7 Ocak 1946’da Refik Koraltan tarafından hükümete sunulmuş ve aynı gün onaylanmıştır.[29]
Partinin tüzüğü 47, programı 85 maddeden ibarettir.[30] Hazırlanan tüzüğün 43. maddesine göre Büyük Kongre’ye kadar, kurucular, Genel İdare Kurulu’nu teşkil edeceklerdi. Tüzüğün öngördüğü merkez örgütü şu üç organdan meydana geliyordu. Parti Başkanı, Genel İdare Kurulu ve Merkez Haysiyet Divanı (Madde-5). Bu üç organ doğrudan doğruya Büyük Kongre tarafından seçilecekti. İki yılda bir toplanan Büyük Kongre’den sonra en yetkili organ Genel İdare Kurulu idi (Madde-12). Ayrıca partini milletvekili adaylarını tespit etme yetkisine de sahipti (Madde-13). Taşra örgütü ise il, ilçe, bucak ve ocak kademelerinden meydana geliyordu. Hepsinin yılda bir kez toplanan bir kongresi ve 3 ile 7 arasında değişen bir yönetim kurulu olacaktır. Her yönetim kurulunda bir başkan, bir yazman ve bir de muhasip bulunacaktır (Madde-21-31).
85 maddelik program iki ana bölümden oluşmaktadır: Genel Hükümler ve Hükümet İşleri. Birinci bölümde partinin genel ilkeleri belirtilmiştir. Liberalizm, hem hürriyetler açısından hem de iktisadi düzen olarak kabul edilmiştir. Programın hükümet işleri bölümünde ise, ikinci bir kaza kademesi kurulması istenmekte (Madde-27), üniversitelerin bilimsel ve idari özerkliğe sahip olmaları gereğine değinilmekte (Madde-36) ve belli başlı konularda vaadlerde bulunulmaktadır. Bu kısımda ayrıca partinin siyasi görüşü açıklanmaktadır. Bu konuda, “Özel teşebbüs ve sermayenin faaliyetinin esas olduğu” belirtilmekte (Madde-42) ve devlet kuruluşlarının özel girişime devredilmeleri istenmektedir (Madde-47). Kesin bir zorunluluk olmadıkça piyasalarda dokunulmayacaktır (Madde-51). Milli kalkınmada tarım sektörüne dayanılacaktır (Madde-29).
Programa göre CHP ile DP arasında temel farklar yoktur. DP de CHP gibi 6 ilkeyi benimsemektedir. Fakat ilkeleri programında sınırlandırmaya çalışmış ve beklendiği gibi CHP’ne kıyasla daha liberal bir niteliğe bürünmek istediğini göstermiştir.[31]
- İçte ve Dışta Tepkiler
DP’nin kuruluşunun ilanı gerek yurt içinde gerekse de yurt dışında çok olumlu karşılanmıştır. Basın yeni partiyi adeta bağrına basmıştı.[32] İktidar partisi kendi karşısında yen bir muhalefet partisi kurulmasını sempati biraz da temkinli karşıladı. Gerçi daha önce bir muhalefet partisi olarak Milli Kalkınma Partisi kurulmuştu ama bu parti geniş halk yığınlarını etkilemekten uzaktı. Bu nedenle Halk Partisi onu kendisine rakip olarak görmemişti ama DP için durum hiçte böyle görünmüyordu. Parti kısa bir zamanda büyük halk kitlelerini arkasında toplamayı başarmıştı.[33]
Yurt içindeki bu havayı yurt dışından gelen haberler da tamamlıyordu. O günlerde İngiltere’de bulunan Vatan gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman D.P’nin kuruluşunun Londra’da alaka uyandırdığını, yeni parti kuruluşunun Türkiye’nin dahil istikrarını kuvvetlendireceğini ve memleketin böylece Orta ve Yakın Doğu’da daha mühim bir istikrar unsuru ve daha iyi bir örnek olacağının umulduğunu bildiriyor ve bu konuda Times’te çıkan bir haberi gazetesine gönderiyordu: “Eski Başvekil Celal Bayar, reisi bulunduğu DP’nin kuruluşunu gazetelerle bildirmiştir. Parti programı ana hatları ile Halk Partisi’ne benziyor, yalnız sola doğru hafif bir meyil göze çarpıyor. Demokrat Parti’nin başlıca hedefi, Türk anayasasının derhal ve kayıtsız bir surette tatbikine ve halkın umumi işlerde daha fazla pay almasıdır. Altı ay içinde parti mensupları umumi bir kongreye çağrılarak programa son ve kat’i bir şekil verilecektir.”[34]
Manchester Guardian gazetesinde 15 Ocak 1946’da yayınlanan bir makalede Türkiye’nin siyasi hayatı kısaca tahlil ediliyor ve makale şöyle noktalanıyordu: “…Rusya tarafından ve diğer taraftan son zamanlarda ileri sürülen şiddetli tenkitleri gözönünde tutan muhafazakar Türk gazeteleri, okuyucularına rahatlık vermek için şu teminatı ileri sürüyorlar; Türk birliğinin tehlikede olduğuna dair endişeler yersizdir. Celal Bayar’ın şahsında ve partisinin siyasetinde böyle bir endişeye sebep gösterilecek bir nokta yoktur.”[35]
Paris ve Roma gazeteleri ise şu şekilde yorumda bulunuyorlardı: “Türkiye’de ilk defa yeni bir muhalefet partisi kurulmuştur. Demokrat Parti adını taşıyan bu partinin lideri, Türkiye’nin kurucusu Atatürk’ün yakın arkadaşı Bayar’dır. Partinin ileri gelenleri arasında, iktidar partisinden disiplin sebepleriyle çıkarılmış üç milletvekili daha vardır.”[36]
C. 1946-1950 Arasında İktidar-Muhalefet İlişkisi
- 21 Temmuz 1946 Seçimleri
Ekim 1947’de yapılması gereken milletvekili seçimleri, iktidar partisinin Demokrat Parti’nin hızlı gelişmesinden endişelenmesi nedeniyle öne alınmak isteniyordu. Daha Mayıs ayı bitmeden seçimlerin tek dereceli yapılacağı ve Meclisin vaktinden evvel dağılacağı haberleri dolaşmaya ve bunu haklı gösterecek nedenler aranıp etrafa yayılmaya başladı.[37] CHP Genel Başkanı İsmet İnönü 10 Mayıs’ta partisini olağanüstü bir toplantıya çağırdı. Toplantıda 3 nokta üzerinde karara varıldı; Tek dereceli seçime gidilecektir. Cemiyetler Kanunu’nda değişiklikler yapılarak sınıf ayrıcalığı üzerine parti kurulmasına imkan sağlanacak ve parti tüzüğündeki değişmez genel başkanlık sıfatının kaldırılması.[38] Belediye seçimlerini takip eden günlerde Milli Şef İsmet İnönü beyaz treniyle bir yurt gezisini çıkmıştı. Sanıyordu ki vatandaşlar bizzat onu görürlerse CHP’ne karşı tutumlarında bir değişiklik olacaktır. Fakat her gittiği yerde milletvekillerinin bezginliğini görüyor ve buna bir çare bulmak durumunda olduğunu anlıyordu. Belediye seçimlerine iştirak oranı da çok düşüktü. İşte bu gezinin dönüşünde Milli Şef İnönü seçimlerin öne alınması kararını vermişti.[39] Eğer seçimler 1947 yılında yapılırsa Demokrat Parti memleket içindeki teşkilatlanmasını tamamlayacak ve belkide iktidar ellerinden kayıverecekti.
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü seçimlerin öne alınması ile ilgili olarak şunları söylemektedir: “Seçimi tabii olarak 1947 yılı içinde düşünüyorduk. Dış ve iç politika gerekleri memleket idaresini bir an evvel kararlı kılmak mecburiyetini gösterdi. Çünkü dünyanın hali, geçen sene tahmin ettiğimizden çok daha bulanık ve karanlık olarak uzun bir sürümceme yolunu tutmuştur. Ne gibi ihtimaller karşısında kalacağımızı bilmiyoruz. Gelecek sene bu ihtimalleri, temsil müddeti bitmiş bir meclisle karşılamak istemiyoruz. Bir seneden beri memleket içinde de büyük meclisin otoritesi üzerinde saygılı olmayan tartışmalar olmuştur. İçeride ve dışarda olan hiçbir politika, otoritesinden şüphe edilen bir meclisle yürütülemez..”[40]
CHP yeni Seçim Kanunu’nu 31 Mayıs’ta Büyük Millet Meclisi’ne getirdi. Kanunun müzakeresi sırasında CHP milletvekilleri tam takım hazır bulunmak ve muhalefet sözcülerini -ki sayıları bir elin parmaklarını geçmiyordu- konuşturmamak emrini almışlardı. Sert geçen tartışmalardan sonra 5 Haziran 1946’da seçim kanunu değiştirildi, tek dereceli seçime geçildi.[41] 10 Haziran 1946’da da T.B.M.M’nde 385 kabul oyu ile seçimlerin öne alınmasını kabul edildi ve bu şekilde belirtildi:
“Memleket idaresi ve politikasını içerde ve dışarda kararlı bir hale getirmek için yeni seçimlerin 21 Temmuz 1946’da yapılmasına karar verdik.”[42] Karar 3 Temmuz 1946’da ilan edildi.
Seçimlerin öne alınmasından sonra iktidar liberalleşme yolunda bazı adımlar attı. 12 Haziran’da üniversitelere idari ve ilmi özerklik veren kanun kabul edildi. Üniversitelere özerklik verilmesi hususu Demokrat Parti’nin programında vardı. CHP üniversiteye özerklik vermekle etkili bir silahı muhalefetin elinden almış oluyordu.13 Haziran günü basın kanununun, gazete kapatma yetkisini hükümete veren 50. maddesi kaldırılarak bu yetki mahkemelere bırakıldı. Basın suçları affedildi.[43]
Meclis görüşmelerindeki bütün itirazlara rağmen seçimlerin öne alınması muhalefetteki D.P’de büyük bir şaşkınlık ve endişe yarattı. Seçimlerin öne alınması daha resmileşmeden önce Celal Bayar İsmet İnönü’nün yukarıdaki konuşmasına parti lideri olarak şu yanıtı veriyordu: “Ne memleketimizin iç durumunda, ne de dünya siyasi vaziyetinde seçimleri öne almak için bir sebep mevcut değilken, belediye seçimlerinin öne alınması ve CHP Genel Başkanı’nın Akşehir’deki nutku ile milletvekili seçimlerinin de öne alınacağının ifadesi Demokrat Parti genel kurulunda derin teessürle karşılanmıştır. Umumi efkarın daha ilk günden sezmiş olduğu gibi artık anlaşılıyor ki, Halk Partisi, Demokrat Parti’nin inkişafını durdurmak ve muhalif partiler şeklen mevcut olsalar dahi, bir devir daha siyasi hayatta fiilen tek kalmak hedefini gütmektedir.”[44]
Parti kurucularından Fuat Köprülü ise bu konu hakkında şu açıklamayı yapıyordu: “Demokrat Parti’nin gelişmesi karşısında hükümet kanuni ve demokratik olmayan usullere başvurmaktadır. Polis ve jandarma dahil olmak üzere hükümet makamları birçok Anadolu şehirlerinde Demokrat Parti’nin kuruluş faaliyetine engel olmaktadırlar.
Halk Partisi kurultayında orduya mesaj gönderilmiştir. Halbuki partilerin ordu ile ne alakaları vardır? Siyasi partiler top ve üniformadan uzak kalmalıdırlar. Biz parti kuvvetini halktan değil, ordudan temin etmeye kalkışırsa bunun neticesi demokrasinin aleyhine olur.”[45]
DP idarecileri il günlerde seçimleri boykot edip etmemek konusunda bir tereddüt geçirdiler. Nihayet örgüte danışmaya karar verildi. Bütün DP il idare kurulu başkanlarına acele çekilen telgraflarla 16 Haziran’da Ankara’da bulunmaları tebliğ edildi.[46]
İzmir, Aydın ve Manisa ili Demokrat Parti il başkanları (Ekrem Hayri Üstündağ-Ethem Menderes-Hüsnü Yaman ve Refik Şevket İnce) Ankara’ya gitmeden önce aralarında bir toplantı yaparak milletvekili seçimine iştirak meselesini görüştüler. Sonuçta üç il başkanı Ankara toplantısında Demokrat Parti’nin seçimlere iştirak etmesi tezini savunma kararını aldılar.[47]
16 Haziran’da Ankara’da toplanan DP il başkanları gizli oyla yapılan anket sonucunda oybirliğiyle seçime girme kararını aldılar.[48]
Kıyasıya bir seçim mücadelesinden sonra 21 Temmuz 1946 günü yapılan seçimler Türk Demokrasi Tarihinde “Hileli Seçimler” olarak yerini almıştır. “Açık Oy, Gizli Tasnif” esasına göre gerçekleştirilen bu seçimlerde DP yurt çapında teşkilatlanması tamamlayamadığı için 450 sandalyeli Meclis’e sadece 273 aday gönderebilmiştir.[49] Buna rağmen CHP’nin parti müfettişlerinin Demokratlara karşı sert bir uygulama göstermeleri ve oyların tasnifine fesat karıştırdıkları seçim sonuçlarının resmen ilanından sonra sıklıkla gündeme getirilmiştir. Resmi seçim sonuçlarına göre DP 62 milletvekilini kazanmıştı. Oysa seçimlerde görev yapan Parti temsilcilerine göre DP’nin milletvekili siyasi bu rakamın iki katı olması gerektiği yönündeydi. Dolayısıyla 1946 seçimleri bundan sonraki günlerde iktidar ile muhalefet arasındaki ilişkinin belirlenmesinde birinci derece rol oynayan bir etken olacaktır. Demokratların Yüksek Seçim Kurulu’na ve Cumhurbaşkanlığı’na yaptığı itirazlar bir sonuç vermeyince iktidarı halka şikayet etmek için yurdun her tarafında mitingler düzenlenmiş ve buralarda Halk Partilileri oy hırsızlığı yaptığı iddia edilmiştir.[50]
CHP ile DP arasında seçimlerle başlayan bu gerginlik Recep Peker’in başbakanlığında daha da artacaktır. Bu gerginlik 12 Temmuz Beyannamesi ile aşılacaktır.
- 12 Temmuz Beyannamesi
1946 seçimlerinden sonra iktidar ile muhalefet arasında başlayan 1947’de hat safhaya tırmandı. 1947’nin Temmuz ayındaki Meclis toplantılarında taraflar birbirlerine ağır ithamlarda bulunmaya başlayınca siyaset arenası alabildiğince gerginleşmiş ve Başbakan R. Peker’in Meclis kürsüsünden Menderes’e “Psikopat” diye bağırması bardağı taşıran son damla olmuştur. Bu hakaret karşısında muhalefet milletvekilleri toplu halde Meclisi terk ederek sine-i millete dönme kararı almışlardır.
Cumhurbaşkanı İnönü bu durumda araya girerek bir bildiri yayınladı ve iki parti arasındaki gergin havayı yumuşatarak olaylara yeni bir yön verdi. İnönü 12 Temmuz Beyannamesi olarak bilinen bildirisinde, son günlerde hükümet ile muhalefet başkanları ile diyalog kurulması için harcadığı çabaları sıralamakta, kanaat ve görüşleri açıklamaktadır. İnönü amacını şöyle ifade etmektedir: “… başlıca iki parti arasındaki temel farkın, yani emniyetin yerleşmesidir. Bu emniyet, bir bakımdan memleketin emniyeti manasını taşıdığı için gözümde çok önemlidir. Muhalefet, teminat içinde yaşayacak ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde olmadığından müsterih olacaktır. İktidar, muhalefetin kanun haklarından başka bir şey düşünmediğinden müsterih olacaktır. Büyük vatandaş kütlesi, iktidar şu partinin veya öteki partinin elinde bulunması ihtimalini vicdan rahatlığı ile düşünebilecektir.”[51]
DP beyannameyi oldukça iyi karşıladı. Çünkü nihayet mücadelelerinde haklı olduklarını kabul ettirmiş, Hükümetin baskılarına karşı tesirli bir teminat elde edilmiş, teşkilatın morali yükseltilmiş ve demokratik rejimin kuruluşu sırasında karşılaştığı büyük bir sorunu selametle geçmeye muvaffak olmuştur.
DP liderleri beyannameden duydukları memnuniyeti saklamadılar. F. Köprülü yazdığı yazılarda İnönü’ye övgüler yağdırıyor, Bayar; “Bildirinin partisinin manevi şahsiyetine mal edildiğini” söylüyordu.[52] A. Menderes ise “Türk milleti iktidara kaşları çattı, ben seni beğenmiyorum dedi ve iktidarın iradesini eritti. 12 Temmuz Bildirisi işte bu vesikadır.” diyordu.[53]
- DP İçinde Huzursuzluk
12 Temmuz Beyannamesi’nin yarattığı ferahlık uzun ömürlü olmadı. Çünkü muhalefet iktidarın, bildirinin fiili tedbirleri almasını, yani somut kanuni tedbirleri getirmesini bekliyordu. Gerçek barış ancak anti-demokratik kanunların kalkmasından sonra kurulabilirdi. Bu nedenle bütün gözler 17 Kasım 1947’de toplanacak olan CHP Kurultayı’na çevrildi. Kurultay beklenildiği gibi sonuçlanmadı. İnönü’nün devlet başkanlığı ve parti başkanlığı görevlerine devam kararı alındı. Bu gelişme DP içinde farklı görüşlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Sadık Aldoğan, Kenan Öner, Ahmet Tahtakılıç ve Yusuf Kemal Tengirşek’in başını çektiği grup Parti yöneticilerinin 12 Temmuz Beyannamesi’ni kabul etmek ile Cumhuriyet Halk Partisi ile gizli bir anlaşmaya vardığı, yani muvazaa iddiasını gündeme getiriyorlar[54] aynı zamanda da DP yöneticilerinin 12 Temmuz Beyannamesi’ne rağmen İnönü’nün parti başkanlığından ayrılmasını sağlayamadıkları için Hürriyet Misakı’nın uygulanmasını yani Meclis’ten çekilme kararının alınmasını istiyorlardı.[55]
Bu iddialar Celal Bayar, Adnan Menderes ve Fuat Köprülü tarafından sert bir dille yanıtlanmıştır. Bu gergin durum 1948 Ocağı’nda toplanan İstanbul İl Kongresi’nde daha da açığa çıktı. Öner grubu, Bayar grubunun partiye hükmetmek isteyerek parti içi muhalefeti ortadan kaldırmaya çalıştığını, İnönü aleyhtarı grubu yok etmeye istekli olduklarını, İnönü ile Bayar arasında gizli bir anlaşma olduğunu ve bunun için CHP’nin DP’ye toleranslı davrandığını ve hatta İnönü’nün Bayar’a mali yardımda bulunduğunu ileri sürdü. İstanbul İl Başkanı Kenan Öner önce il başkanlığından ve hemen arkasından da 16 Ocak 1948’de Demokrat Parti’den istifa etti.[56]
Kenan Öner’in istifası üzerine basında yeni bir partinin kurulacağı haberlerinin çıkmasına neden oldu. Bu haberlerde yeni partide Kenan Öner, Fevzi Çakmak, Rauf Orbay, Mustafa Kentli, Rasim Aktoğu ve Harun İlmen’in yer alacağı, isminin de Milli Demokrat Partisi olacağı yazıyordu.[57]
Milletvekili maaşı konusundaki tartışmalar DP içindeki çatışmayı daha da arttırdı.[58] Hükümet, Millet Meclisine milletvekili maaşlarını arttırma teklifini vermişti. Demokratlar tek bir istisna ile aleyhte oy kullandılar. DP Merkez Komitesi maaşların artması ile meydana gelen maaş farklarının parti merkezine devredilmesi kararını aldı. Bu hareket parti içindeki çatışmayı daha da arttırdı. Nihayet Merkez Komitesi 5 milletvekilini (Osman Nuri Koni, Necati Erdem, Mithat Sakaroğlu, Sadık Aldoğan, Kemal Silivrili) Haysiyet Divanı’na vererek parti içi dayanışmayı zayıflattıkları iddiasıyla partiden çıkarttı. Merkez Komitesi’nin 6 üyesi bu kararı protesto maksadı ile komiteden çekildiler ama neticede onlarda partiden çıkarıldılar (Yusuf Kemal Tengirşek, Emin Sazak, Enis Akaygen, Ahmet Oğuz, Hasan Dinçer, Ahmet Tahtakılıç).[59]
DP’den yapılan bu tasfiyeler üçüncü siyasi partinin yakın bir zamanda kurulacağının ilk sinyalleri oldu.[60] Partiden ayrılanlar kendilerini bir boşlukta hissetmeye başladılar. İşte bu boşluğu doldurmak için muhalefet saflarında 1948 Mayıs ayından itibaren yeni bir örgütlenme çabası belirdi.[61] 10 Mayıs’ta Meclis içerisinde Müstakil Demokratlar Grubu kuruldu. Grubun sözcüleri Ahmet Tahtakılıç, Hasan Dinçer ve Hazım Bozca idi. Grup üyeri ayrı bir parti kurmaktansa bu yolu seçtiklerini belirttiler. Gerçekte bu yeni bir partinin kuruluşuna doğru atılan bir adımdı.[62]
Müstakil Demokratlar Grubu, Afyon’da kurulmuş olan Öz Demokratlar Partisi ile birleşerek yeni siyasi partinin kuruluşunu 20 Temmuz 1948’te resmen ilan etti.[63] Parti kurucuları şu zevattan oluşuyordu: Fevzi Çakmak, Enis Akaygen, Hikmet Bayur, Kenan Öner, Mustafa Kentli, Osman Bölükbaşı ve Sadık Aldoğan.[64]
Prof. Tarık Zafer Tuna’ya partinin doğuşunu şöyle anlatmaktadır: “Demokrat Parti’nin temsil ettiği geniş kitle içerisinde muhtelif sebeplerle vaki olan kopma ve ayrılmalar Millet Partisi’nde toplanmış ve parti hem bizzat muhalefet partisi olan Demokrat Parti’ye hem de iktidar partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’ne karşı vücut bulmuş bir cephenin mümessili olduğunu ileri sürerek siyasi hayatta doğmuştur. Millet Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi’ne karşı Demokrat Parti’nin kafi bir derecede şiddetli muhalefet vazifesini yapmadığı iddiasıyla ortaya atılmıştır.”[65]
Partinin ilk genel başkanı Y.Hikmet Bayur ise Millet Partisi’nin kuruluş sebeplerini şu sözlerle açıkladı: “Halk bugünkü iktidardan bıkmıştır. Halk bugünkü muhalefetten de şüphe etmektedir. Bu durumdan memleket düşmanları, komünist propagandacıları yararlanmaktadır. Temiz ve samimi muhalefet komünist propagandasına karşı kesin bir panzehirdir. Yeni hiçbir esaslı fikir ileri sürmeden ve belirli hedefler göstermeden yalnız iktidarı devirip yerine geçmek için yapılan muhalefet artık aydınlarca ve halkça kafi görülmemektedir.”[66]
Partinin fahri başkanı Mareşal Fevzi Çakmak ise Partinin doğrudan doğruya Türk halkının ihtiyaçlarına cevap verdiğini, halkın DP’den hoşnut olmadığını, Halk Partisi’nden korkmayan ve artan sefaletle servet arasında bir denge kurabilecek bir istediğini söylüyordu. Mareşal’e göre Millet Partisi’nin amaçları şöyle özetlenebilirdi; ’‘Dürüst seçimlerle iktidarı yeni bir hükümete devretmek; vatandaşı devletin emrine değil, devleti vatandaşın hizmetine koymak; devlet kapitalizmine son vermek; bazı vergileri kaldırmak veya indirmek; vatandaşa çalışma ve ticari teşebbüs imkanları sağlamak; hayat seviyesini yükseltmek ve nihayet, aile bağlarını kuvvetlendirip gençliğe milli ve dini eğitim vermek suretiyle ahlak seviyesini yükseltmek.”[67]
136 maddeden oluşan Millet Partisi Programı’nda; Cumhuriyet, adalet, liberallik ülkülerine ve milliyetçilik esaslarına bağlı olduğunu belirtmiş ve Türkiye’de çeşitli din ve mezheplere mensup olan cemaatlerin dini örgüt kurmalarını savunmuştur. Ekonomik alanda ılımlı bir görüş savunan parti, devlete ve fertlere ait her çeşit tekele karşıydı. Devletçiliğe cephe aldığı gibi, sermayenin ayrı kâr tutkusuna, haksız sömürüye de karşı olduğunu belirtmektedir.[68]
- 14 Mayıs 1950 Seçimleri
14 Mayıs 1950’de yapılan milletvekili seçiminin iki önemli özelliği vardır; Güvenilir bir Seçim Kanunu kabul edilerek yapılan ilk tek dereceli seçim olması ve politikacıların kapalı salon toplantılarının yanı sıra köylere giderek buralarda halkla yakın temaslarda bulunmalarıdır.
Demokrat Parti ile iktidar partisi arasında en esaslı mücadele Seçim Kanunu’nun düzeltilmesi konusunda olmuştur.
7 Şubat 1950’de yeni Seçim Kanunu tasarısı Mecliste görüşülmeye başlanıldı. Tasarı temel ilkeler bakımından demokratikti. Gizli oy, açık tasnif ve yargı denetimi ilkelerini kabul etmişti. Seçim Kurulu Başkanlığı’na yargıçlar getirilmiş ve ayrıca Yargıtay ve Danıştay üyelerinden kurulu bir Yüksek Seçim Kurulu öngörülmüştü. Böylece Demokratların yıllardır istedikleri esas güvence sağlanmıştı. Bu bakımdan ana muhalefet partisi, Millet Partisi’nin aksine, tasarıyı ilke olarak destekledi. Ancak ayrıntılar üzerinde çetin tartışmalar yapıldı. Demokratların bazı teklifleri kabul edilirken bazıları reddedildi. Örneğin 36. maddenin tek yerden adaylık kaldırılıp, muhalefetin isteğine uygun olarak çift yerden adaylık imkanı tanındı. Buna karşılık, bütün itirazlara rağmen 43. madde hükümetin isteğine göre değişti. Bu madde, kapalı salon toplantılarına yalnız o seçim çevresi seçmenlerinin katılabileceğini öngörüyordu. Muhalefet bunu toplantı hürriyetine aşırı bir kayıt olarak gördü. Gerçekten de, örneğin komşu ilden gelecek seçimlerin parti propaganda toplantılarına katılmalarını önlemenin anlamı yoktu. Ancak muhalefet sözünü dinletemedi. Uzun tartışmalardan sonra madde aynen kabul edildi. Bu gibi meseleler yüzünden görüşmeler bazen gergin bir hava içinde cereyan etti. Fakat neticede, esas itibariyle demokratik bir kanun kabul edilmişti.[69]
Kanun 16 Şubat 1950’de T.B.M.M’nde kabul edildi. 351 kişiden 341’i beyaz oy, 10 kişisi de kırmızı oy vermişti. Kanununa muhalif olanlar Millet Partisi milletvekilleriydi. Millet Partisi kırmızı oy vermesinin nedenini şu sözlerle açıklamıştır: ‘‘1946 seçimlerinde suç işlemiş olanlar ellerini kollarını sallayarak geziyorlar, haklarında kanuni takibat yapılmamıştır. Kanunların iyi olması yeterli değildir, onların iyi uygulanmaları da lazımdır ’’.[70]
Seçim Kanunu teklifinin iki büyük partinin ortak oyları ile kabul edilmesi yurtta büyük bir ferahlık yarattı ve Türkiye’yi 1950 seçimlerine götüren yolun üzerindeki engelleri ortadan kaldırdı. Memleket yeni seçimlere şimdi huzur içinde girebilirdi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, seçimlerin yenilenmesine 24 Mart 1950 günü karar verdi ve seçim gününü 14 Mayıs 1950 olarak tespit etti. Demokrat Parti bu tarihi, Doğu Anadolu için mevsim itibariyle, erken bulduğu cihetle, seçim gününün hiç olmazsa 20 gün kadar bir süre geriye atılmasını istedi ise de bu isteğini iktidara bir türlü kabul ettiremedi.
Seçimlerin emniyet şartları içerisinde yapılmasını sağlamak düşüncesi ile, Demokrat Parti’nin, seçim dönemine sınırlı olmak üzere, bir koalisyon kabinesi kurulması yolundaki teklifine de CHP iltifat etmedi.[71]
1950 seçim kampanyası çok hareketli geçti. Siyasi partiler kapalı salon toplantıları ve açık hava mitingleri ile memleketi karış karış dolaşıyorlardı. Hükümet 1946 seçimlerinde muhalefeti radyonun yanına yaklaştırmadığı halde bu sefer bütün siyasi partilere radyodan eşit bir surette yararlanma hakkını tanıdı.
CHP 14 Mayıs seçimlerinde kampanyayı İsmet İnönü’nün etrafında çevirdi. Partinin büyük kozu, lideri idi. Parti teşkilatı, kampanyayı liderin etrafında çevirdiği gibi, bizzat kendisi de halkı tesir altında tutmak için, sık sık kendisinden bahsediyordu.
İnönü, oy toplama bakımından kendisinin büyük bir güce ve tesire sahip bulunduğu umudunu muhafaza ediyor ve 1946 seçimlerinde olduğu gibi, şimdi büyük koz olarak gene kendisini görüyordu. O, Kampanyada sık sık Anayasa değişikliğinden de bahsetmekle birlikte üç konuya da özel bir önem vermiştir.[72]
- Demokrasinin Türkiye’ye getirilmesi ve geliştirilmesi.
- Muhalefeti şiddet politikası ile gütmekle itham ediyor.
- Dış politika
DP 1950 seçimlerinde memleketi karşı karşı dolaşarak umutlu ve heyecanlı bir kampanya yürüttü. D.P bunu yapmasa da seçim şansı yüksekti. Zira o, rejim sancıları içinde bulunan bir memlekette hürriyet ve demokrasi bayrağını taşıyor ve mücadelesini hep bu tema etrafında çeviriyordu. D.P 1946’dan beri Türkiye’de milli iradenin bayraktarlığını yapmış ve Türk vatandaşına bu memleketin gerçek sahibinin kendisi olduğunu anlatmaya çalışmıştı.
Türk vatandaşı, yurdun gerçek sahibinin kendisi olup olmadığını şimdi bir denemek istiyor, kendisine yıllardan beri telkin edilenin doğru olup olmadığını, bir küçük oy pusulası ile koskoca İnönü iktidarının nasıl olup ta devrilebileceğini pek merak ediyordu. D.P’nin esas gücü de işte burada idi.[73]
14 Mayıs 1950 Pazar günü tüm yurtta yapılan genel seçimin resmi sonuçları şöyledir:[74]
Toplam Seçmen Sayısı : 3.070.242
Oyunu Kullanan Seçmenlerin Toplamı : 2.717.822
Katılım Oranı : %88.52
D.P’nin oyu : 1.450.306 %53.39 408 mv
C.H.P’nin oyu : 1.043.119- %33.38 69 mv
M.P’nin oyu : 152.869 %5.24 1 mv
Bağımsız : 22.183 %0.81
Beyaz İhtilal[75] olarak da adlandırılan 14 Mayıs 1950 seçimlerinde DP ezici bir üstünlükle CHP’nin 27 yıllık iktidarına son vermiş ve 21 Temmuz yenilgisinin rövanşını demokratik bir ortamda kazanmıştır
Demokrat Parti, Türkiye’nin 1950’den sonraki siyasi hayatında önemli bir yere sahip olacaktır. Bu önem sadece iktidarda kaldığı on yıllık zaman dilimiyle sınırlı kalmamış kendisinden sonraki Türk siyasal hayatına da damgasını vuran bir parti olmuştur.
Bu özelliğiyle Demokrat Parti, kimilerine göre, Atatürk devrimlerini yok etmeyi amaç edinen gerici bir siyasal akımın ilk büyük halkasıdır. Kimilerine göre ise, baskıcı yönetimler karşısında yüzyıllardır boyun eğmiş kitlelerin isyanıdır ve en büyük özelliği demokrasinin kurucusu olmasıdır.
Demokrat Parti için bu birbirinin zıttı olan fikirlere rağmen kabul edilmesi gereken önemli bir nokta vardır ki o da bugünkü düzenin oluşmasında Demokrat Parti’nin payını azımsamak olanaksızdır. Demokrat Parti ismi 21. yy. içindeki Türkiye’nin siyasal söyleminde hala geçerliliğini sürdüren ve onun devamı olduğu iddiasında olan siyasi partilerin varlığıyla daha uzun yıllar gündemde kalacak bir partidir.
Ege Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 16 Sayfa: 774-782
Yazarı tebrik ederiz. Ancak 1996 tarihinde yayınlanan ve alanında ilk çalışma olan PARTİ İÇİ DEMOKRASİ VE TÜRKİYE adlı eserin gözden kaçması çalışmasına daha da büyük anlam katardı. Başarı dileklerimle…Dr. Suavi Tuncay