Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra başta İtalya ve Almanya olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde totaliter ve otoriter nitelikli rejimler birbiri ardına iktidara gelirken, Türkiye’de CHP tek başına iktidarı elinde tutmaktadır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğindeki CHP otoriter yapısına karşın; hiçbir zaman doktriner bir yapıya özenmemiş, tekelci, resmi yapılanmadan kaçınmış, her şeyden önemlisi; onu sınıfsız bir topluma dönüştürmek ya da parlamentoyu işlevsiz kılmak ve liberal demokrasinin önünü kapatma amacıyla yasal bir nitelik vermeye çalışmamıştır. Aksine sahip olduğu tekelden ötürü rahatsızlıktan öte, utanç duymuştur.
Bu nedenle Mustafa Kemal Atatürk’ün idaresindeki C.H.F (Cumhuriyet Halk Fırkası) bu noktada, adeta kendini bir suçlu gibi hissetmiş ve kendilerini örnek modeller olarak tüm dünyaya gösteren diğer faşist ve komünist partilerden ayrı tutmak için özen göstermiştir.[1]
CHP’nin Banisi ve Ebedi şefi kabul edilen Mustafa Kemal Atatürk’ün gözünde tek parti sistemi özel koşulların bir sonucu olmuş ve çok partili düzen hep ideal olarak kalmıştır. Mustafa Kemal Atatürk çeşitli fırsatlarda kendi kurmuş olduğu CHP’nin tekeline son vermeye çalışmıştır.[2]
Demokrasilerin henüz parlamadığı, Faşizm’in İtalya’da iktidara geldiği bir dönemde, 1924 yılında T.C.F.’nin (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası) kurulması, Mustafa Kemal Atatürk’ün hiçbir engeli ile karşılaşmadan gerçekleşmiş, ama bilinen olaylar, bu partinin yaşamasına izin vermemiştir.
Yine dünyanın yükselen değerleri olarak, Faşizmin ve Nasyonal Sosyalizm’in örnek alınıp, totaliter ve otoriter nitelikli rejimler birçok ülkede rağbet görüp, birer birer iktidara gelirken, hatta 1929 dünya ekonomik bunalımının da etkisiyle, İngiltere ve ABD gibi demokrasinin beşiği kabul edilen ülkeler de bile, devletçi ve kısıtlayıcı önlemlere dönülmüşken, Mustafa Kemal Atatürk 1930 yılında Fethi (Okyar) Bey’e C.H.F.’nin tek parti egemenliğine son vermek amacıyla, SCF. (Serbest Cumhuriyet Fırkası) adıyla bir parti kurdurtmuş, kendi kız kardeşi Makbule Hanım başta olmak üzere en güvendiği arkadaşlarının bu partide yer almasını sağlamıştı. Ancak C.H.F.’nin iktidarı ve onun nimetlerini bırakmak istemeyen geniş ve güçlü teşkilatı, onu destekleyen basının bir takım oyunları sonucunda tutunamayarak, üç buçuk aylık kısa bir dönem sonucunda yine Fethi (Okyar) Bey’in isteği üzerine kapanmıştı.
Görüldüğü gibi Mustafa Kemal Atatürk geçmeyi düşlemiş olduğu çok partili düzeni hiçbir zaman dış etkenlerin zorlamasıyla değil, aksine kendi arzu ve inançları doğrultusunda Türkiye’ de uygulamak istemiştir.[3]
Bu konuda o günlerde Mustafa Kemal Atatürk’ ün İzmir’de yayımlanan Serbes Cumhuriyet Gazetesi’[4] ne verdiği demeç aynen şöyleydi:
“…Cumhuriyet devrinde yetişen Türkler serbest bir siyasi hayat yaşayacaklardır. Serbest bir siyasi hayatın delili memlekette birden ziyade fırkanın mevcudiyetinden ibarettir. Bir siyasi fırkanın kuvvetlenmesi ve memlekete nafi olması, halka faydalı hizmetler sunulması için yegane şart, karşısında rakip bir fırkanın mevcudiyetidir; bu şart haricinde tek bir teşekkülün uzun zaman siyasi fırka vasfını muhafaza etmesi müşküldür. İngiltere, Amerika, Fransa’nın bu günkü yüksek refah ve medeniyetleri siyasi fırkalarının çetin mücadelelerinin bir sonucudur.”[5]
Kısacası “SCF. Mustafa Kemal Atatürk’ün eseriydi. Partinin kurulmasını isteyen, planlayan, ilkelerini ve amaçlarını belirleyen, parasal destek sağlayan, en yakınlarını ve en çok güvendiği kimseleri partinin yönetiminde görevlendiren bizzat kendisi idi. Ne var ki parti ancak üç buçuk ay yaşayabildi. Yöneticileri partilerini kapatmak zorunda kaldılar. SCF.’nin arkasındaki gerçek neydi? Neden kuruldu? Neden kapatıldı? Genellikle öne sürüldüğü gibi ‘irticaa’ alet mi oldu, yoksa halkımızın özgürlük ve demokrasi aşkının bayraktarlığını mı yaptı? Daha da ilginci TBMM’de bir de niçin komünistlikle suçlandı? Atatürk devrimleri ve Türk çağdaşlaşması içindeki yeri neydi? Her şeyden önemlisi Atatürk, bir muhalefet partisinin varlığını neden cumhuriyet esaslarından saymıştı? Ama nasıl olmuştu da Atatürk’ün SCF’ye verdiği desteği sürdürmesi durumunda onun “vatana ihanet” ile suçlanacağı yazılabilmişti”[6]
Şimdi demokrasi tarihimiz açısından büyük önem taşıyan bu soruların yanıtlarını, o dönemin koşulları içinde, dönemin basınına bakarak vermeye çalışalım.
SCF’nin kurulduğu günlerde yayınlanan gazetelerden Falih Rıfkı (Atay)’ın Hakimiyet-i Milliye’ si başta olmak üzere, Yunus Nadi’nin Cumhuriyet’i ile, İzmir’de CHF Denizli Milletvekili Haydar Rüştü Bey tarafından yayınlanan Anadolu gazetesi ve yeni fırkanın kuruluşu ile yayınlanmaya başlanan, Ali Naci (Karacan)’ın İnkılab’ı gibi gazeteler, C.H.F.’yi desteklerken, yapmış olduğu sert eleştiri ve S.C.F yanlısı siyasası sayesinde tirajı 50 bine ulaşmış Oruç Arif’in sola dönük, Yarın gazetesi, Faik Muhittin yönetiminde İzmir’de çıkan Serbest Cumhuriyet gazetesi yanında, yine İzmir’de çıkan Halkın Sesi ve Yeni Asır; Selim Ragıp Emeç, Ekrem Uşaklıgil, Halil Lütfi Dördüncü ve Zekeriya Sertel’in yönetiminde 1930 yılında İstanbul’da yayın hayatına giren Son Posta SCF’nin yanında yer almakta, Vakit gibi diğer gazeteler de daha liberal bir siyasa izlemeye özen göstermekteydiler.
T.C.F.’nın kapatılmasının ardından II. TBMM 1927 Temmuzu’nda sona ermiş, T.C.F.’nın etkin üyelerinden hiç kimse yeni meclise girememişti.[7]
Daha sonraki yıllarda belirli aralıklarla, irili ufaklı Kürt hareketlerine ve başkaldırılarına karşın[8] yeni rejim kendini toplumun her kesimine yavaş da olsa kabul ettirmeye yönelmekteydi. Reisi Cumhur Mustafa Kemal Atatürk, Başvekil ise İsmet (İnönü)’ydü. Türkiye’ nin tek partisi C.H.F.’nin genel başkanı o yüce makamda bulunduğu için, partinin liderliğini de İsmet (İnönü) üstlenmiş durumdaydı.
Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye de 1929 dünya büyük ekonomik bunalımının etkilerinin ağırlığı altında ezilmekte, toplumsal ve ekonomik sorunlarla çalkalanmaktaydı.[9]
Ama bu olumsuz koşullar altında Başvekil İsmet (İnönü)nün görüp de değerlendiremediği bir gerçek vardı; devlet bürokrasisi de C.H.F örgütüde her türlü “ülkü”den uzak, küçük çıkarların peşinde koşan, halktan kopmuş, bir çıkar şirketi haline gelmiş durumdaydı.[10]
Diğer yandan ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturan köylü kitlesi, sırtına giyecek, ağzına koyacak bir lokma bulamadığı gibi, satmış olduğu ürünü ile ancak tohumluğunu karşılayabilmekteydi. Öte yandan vergilerini, banka faizini, piyasa borçlarını ödemesi için yoğun bir baskı altındaydı.[11]
Halkın hoşnutsuzluğu her geçen gün artıyordu. Ekonomik buhran kent merkezlerinde de tam bir çaresizlik havası yaratmıştı.[12]
Halkın sıkıntı ve şikayetlerinin yöneticiler tarafından çözümlenememesi karşısında “büyük ıstırap içinde bunalan”, “mütemadiyen dert ve şikayet” dinleyen Mustafa Kemal (Atatürk) üzüntü ve çaresizlik içindeydi.[13]
“Sindirilmiş muhalefet”in[14] şu ya da bu biçimde patlamasından korkulmaktaydı. Bu patlamanın denetim altında tutulması, bir başka kanala aktarılması, en azından cumhuriyetin ve onun simgesi haline gelmiş olan devrimlerin bir yerde savunulması gerekiyordu. İşte “güdümlü muhalefet”[15] ya da “muvazaa” (danışıklı-dövüş)[16] diye de adlandırılan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşu bu koşullarda olmuştu.[17] Bu parti T.C.F gibi TBMM’de ya da toplumsal bir kesimin yapısı gereği, özlem ve istemlerinin ortaya çıkarmış olduğu, siyasal gruplaşmalardan değil, Mustafa Kemal (Atatürk)’ün düşünce ve girişimleri sonucu doğmuştu.[18]
II
SCF’nin kuruluş süreci Mustafa Kemal Atatürk, Paris Büyükelçiliği’ne atanmış olan Fethi (Okyar) Bey’e bir muhalif fırka kurmasını teklif etmesiyle başlamıştı. Reisi Cumhur “laik Cumhuriyet” tehlikeye düşmediği sürece her iki fırka arasında tarafsız kalacaktı. Bu sözü yalnız yeni fırkanın kurucusuna vermekle kalmamış basın yoluyla da kamuoyuna duyurmuştur. Yeni kurulan Fırka ile ilgili olarak, SCF’nin kuruluşundan bir gün önce Anadolu Gazetesi muhabirinin “Fethi Bey mecliste serbest münakaşanın temini için Cumhuriyet perver, Laik bir muhalefet fırkası teşkil etmek azminde olduğunu bildirmekte bu niyet ve arzunun nasıl telakki olunacağı…” yolunda sorduğu bir soruyu Reisi Cumhur şöyle yanıtlamıştır:
“.SCF reisleriyle çok mücadele edeceğimizi tahmin ediyorum. Fakat ben Cumhuriyet esaslarının kuvvetlenmesini temin edecek olan bu mücadeleleri memnuniyetle müsaade edeceğim ve şimdiden söyleyebilirim ki, en kavgalı olduğum geceler sizi soframda birleştireceğim ve o zaman tekrar ayrı ayrı her birinize soracağım. Sen ne dedin ve ne için dedin? Senin cevabın ne idi, neye isnat ediyordun? Bu günden itiraf ederim ki, bu benim için yüksek bir zevk olacaktır.”[19]
Başvekil İsmet Paşa’nın yeni fırkanın kurulduğu gün olan 12 Ağustos 1930 günü aynı gazeteye vermiş olduğu demecinde:
“.Fethi Bey’in müstakil bir fırka teşkil etmesi siyasi hayatımızda büyük bir tekamül safhasıdır.Anlaşılıyor ki, eski arkadaşımızla büyük meseleler üzerinde ciddi münakaşalar yapacağız.”[20]
Ankara’da verdiği bu demeçten sonra aynı gazete muhabiri İsmet (İnönü)’yü Yalova’da ziyaret etmiş ve paşa gazetecileri yine aynı tür bir demeçle savuşturmak istemiş; “.Yeni Fırkayı pek tabii olarak telakki ettim. İnşaallah memleket için hayırlı olacaktır. Fethi Bey’in teşebbüsünü sevinçle karşıladım.” demesinin ardından,muhabir bu noktayı açıklığa kavuşturmak için Paşa’ya “.Fethi Bey Cebeli bereket mebusluğuna namzetliğini koyacakmış bu konuda ne düşünüyorsunuz?” sorusunu yöneltince de Paşa bu kez gerçek duygularını ortaya sermişti; “.Biz siyasi hayata dahil olup da vaziyette ayrılık göstererek memlekette daha ziyade menfaat teminini depriş etmek isteyen Fethi Bey’in intihabına hiçbir zaman muarız değiliz.”[21]
Meclis Reisi Kazım (Karabekir) ise yeni kurulacak fırka hakkındaki görüşünü şöyle açıklamıştır:
“.Ben C.H.F.’ye dahilim. Meclis Reisi olmaklığım hasebiyle doğal olarak tarafsızım. C.H.F. ile Fethi Bey’in teşkil ettiği SCF arasında fark olmamakla beraber, her iki fırkanın Cumhuriyet umdeleri arasında tam bir uyuşma vardır. Yeni fırkanın doğuşunu memnuniyetle karşıladım.”[22]
SCF’nin programı çok kısaydı. Bu kısalığın nedeninin hem programın çok çabuk hazırlanmış olmasından hem de gerçekte C.H.F.’nin uygulamalarına karşı çıkışla yetinilmiş olmasından kaynaklanmaktaydı.[23] Fethi (Okyar) Bey’in Kendisi de gazetecilere vermiş olduğu demeçte de bu gerçeği şu şekilde açıklamıştı;
“ Program bu gün şiddetle hissolunan ihtiyaçları tatmin edecek ve mevcut sıkıntılara çare bulacak tedbirleri havi (içeren) bir tatbikat ve icraat programıdır. Binaenaleyh, öyle zannedildiği gibi uzun nazariyelerle dolu değil kısadır.”[24]
Yunus Nadi de köşe yazısında programı eleştirmiş şöyle demişti:
“Yeni fırkanın program tanziminde biraz istical etmiş (acele etmiş) olduğuna hükmet lazım gelir. Yahut buna program dememeli de, ileride.tetkik ve münakaşa olunarak hakiki şekiller alacak umumi hatlar demeli.Program diye ileri sürülen maddeler İsmet Paşa Hükümeti’nin umumi icraatından bazılarını tenkit etmek isteyen fikirlerden ibarettir”[25]
Fethi (Okyar) Bey neler yapacağını Anadolu gazetesine verdiği uzun demecinde etraflıca anlatmıştır. Fethi Bey özetle;
” Teşkil edeceğim SCF’nın cephesi laik ve tam samimi cumhuriyetçiliktir.
Neşredeceğim program şimdiye kadar emsali çok görülen fakat temeninyet sahasında kalan ve malasef tatbikat sahasına girmeyen uzun vaatler ve nazariyelerle dolu değildir. Bugün milletin çok ızdırap çektiği sıkıntılara çare bulmak fikrimce neye mütakkıf ise onları ihtiva edecektir.
.Herkesin emeli zengin ve güzel memleketimizin yükselmesi ve daha müreffeh olmasıdır. Cumhuriyetin bahşettiği hürriyetten istifade ederek mütalaa beyan etmek ve umumi işlerde görülmüş yolsuzlukları sürmek tabii bir hak ve vazifedir.çalışmak isteyenleri matbuatın yardım edeceğine şüphe etmiyorum.”[26] demiştir.
III
SCF beklenin çok ötesinde inanılmaz derecede halktan ilgi ve destek görmüştü.[27] Halk yığınlar halinde SCF’ye koşuyor, muhalif gazeteleri adeta kapışıyordu. Şimdi C.H.F.’nin karşısında T.C.F değil, SCF’nin ve Fethi (Okyar) öncülüğünde bir halk hareketi vardı.
Yeni fırka başta İstanbul olmak üzere Ankara ve İzmir’de teşkilatlamasına hız verir.[28]
Şimdi bu halkı yönlendirecek bir basın organı gerekmektedir. Fethi (Okyar). Oruç Arif’ in “Yarın” gazetesini SCF’nin yayın organı olmasını ister, ama Ahmet (Ağaoğlu) buna karşı çıkmıştır.[29] Oruç Arif C.H.F. karşısında SCF’yi desteklemeyi sürdürür.
Ama bu arada, bir gelişme olmuş, yeni fırkanın kuruluşundan yaklaşık iki ay sonra, SCF’nin en güçlü olduğu kentlerden biri olan İzmir’de ” Serbes Cumhuriyet” adında yeni bir gazete yayınlanmıştır.[30] Gazetenin 26 Teşrinevvel (Ekim) 1930 tarihli 1. sayısının ilk sayfasında; “Serbest Cumhuriyet ismini gazetemize tesadüfi olarak seçmedik. Maksadımız büyük liderin açtığı ümit dolu yoldan gitmektir. Muhterem İzmir ve Anadolu halkı da aynı yolun yolcusu olduğu içindir ki, gazetemiz her vakit halkın ve hakkın gazetesi olmakla iftihar edecektir” deniliyordu. Şimdi de SCF liderlerinin bilgisi dışında da bir yayın organı çıkıyor, kendisini yeni fırkanın yayın organı sayıyordu.[31] Gazetenin ikinci sayfasında yayımlanan yazının başlığı da “Serbest Cumhuriyet tam Cumhuriyet, tam hürriyet halk ve hak yolundan gidecektir”
Fethi (Okyar) 5 Eylül 1930 tarihinde İzmir teşkilatını oluşturma görevini pek nüfuzu olmayan Avukat Reşat Bey’e vermiş, Reşat Bey 6 Eylül 1930 günü Vilayet Umumi Kongresini gerçekleştirmiş,[32] İzmir’de yayımlanan Hizmet gazetesine göre; SCF Vilayet Ocağı İdare Heyeti, ile birlikte de İzmir’de bulunan TBMM Reisi ile İzmir valisi ve Belediye Başkanı’ nın yanında, C.H.F.’yi ziyaret etmişlerdir.[33] Ardından bir beyanname yayınlayarak, üye kayıtlarına başladıklarını İzmir halkına bildirmişlerdir.[34]
Hizmet gazetesine göre SCF yalnız kent merkezinde değil, tüm İzmir kazalarında hızla teşkilatlanmasını tamamlamaktadır.[35]
Ahmet (Ağaoğlu) anılarında İzmir’i şu şekilde tanımlıyor:
“.İzmir yeni fırkanın çıkışını her yerden ziyade hararetle karşılayan bir muhitti. Umumiyetle bu muhit nispeten daha münevver, heyecanlı ve hassas bir kesimdir. Bunun sebepleri meydandadır. Bu muhit zengindir ve devlet hazinesine en az göz dikmiş bir yerdir. Kendi zahmetleri ve kendi çalışmaları ile geçinen insanlarda tabiatıyla hürriyet ve serbestlik duygusu gelişmiştir. Sonra bu muhit nispeten daha aydındır. Memleket aydınlarının çoğu oradadır. Daha sonra burası kendini bilen Türkçülüğün en koyu noktalarından birisidir. Türk tipi, Türk seciyesi kendini orada muhafaza etmiştir.”[36]
İşte bu İzmir Fethi (Okyar) Bey’e telgraf çekiyor, heyetler gönderiyor ve İzmir’e davet ediyor. Fethi (Okyar) Bey bu konuda Gazi’den öneri almaya gidiyor ve Gazi ona yalnız İzmir’e değil, her tarafa gidilmesini, her tarafta seçimlere iştirak olunmasını ve teşkilatlandırılmasını ısrarla tavsiye ediyor.[37]
IV
Fethi (Okyar) Bey ve fırka arkadaşları daha izmir’e gelmeden önce yerel yönetimin tutumu nedeniyle kentte bazı olaylar çıkmıştı. Yeni Asır gazetesine göre; 3 Eylül 1930 günü Vali Kazım Paşa’nın başkanlığında, polis müdürlüğünde yüksek rütbeli polislerin katıldığı bir toplantı yapılarak bazı önlemler alındı. Yine yerel yönetimce bazı kuruluşlara yeni fırka mensuplarını karşılamaya gitmemeleri konusunda tebligat yapılmıştı. Fethi (Okyar) Bey’in İzmir’e geleceği 4 Eylül günü Birinci Kordon’da sıkı polis tertibatı vardı. Adeta adam başına bir polis düşüyordu. Polisler 3 Eylül akşamı aldıkları emirler gereği gelirse belki hakarete uğrar. Gelmemesi muvafıktır düşüncesiyle kentin her kesiminde faaliyete geçti. Halkı korkutmaya, asılan bayrakları indirmeye ve karşı duranları karakola sevk etmeye başladı. Kordon’da ki polislerden bazıları, yeni fırka mensuplarını getirecek vapuru bekleyen halkın geçişini engelleyerek, dağılmaları konusunda uyarıyorlar, karşılamaya gelenlerin elindeki bayrakları topluyorlardı. Fethi (Okyar) Bey’i getiren vapurun İzmir’den telsizle direktif verilerek, gelişini geciktirilmek istendiğini,bu işin Seyrü Sefain İdaresi’nce kasten yapıldığı yolunda söylentiler dolaşıyordu.[38]
İzmir’e yaklaşan vapurda bulunan yeni fırka mensupları tedirgindiler. Fethi (Okyar) Bey, Ahmet Ağaoğlu’nun kolundan tutarak bir kenara çeker ona şöyle der;
“.Gazi’ye veda etmeye gitmiştim, çıkarken beni tuttu ve gizli olarak dedi ki, Mahmut Esat Bey’den İzmir’den bir telgraf aldım. Telgrafta deniliyor ki, Fethi Bey’in İzmir’e geleceği söyleniyor, halbuki halk Fethi Bey aleyhine çok heyecanlıdır. Gelirse hakarete uğrar. Gelmemesi muvaffıktır. Anlıyorum ki, senin oraya gitmene engel olmaya çalışıyorlar,fakat sen gideceksin lakin ihtiyatlı davranmanı tavsiye ederim.Vapur şehre yaklaşırken husumet alameti gördüğün taktirde vapurdan inme ve bana telsizle malumat ver.”[39]
Yeni Asır gazetesi ise Fethi (Okyar) Bey’in İzmir’de karşılanışını şöyle dile getirmekteydi:
“.Sahil baştan başa on binlerce insan tarafından kaplanmış liman Fethi Bey’i bir an önce karşılamaya, bir an önce görmeye gelen vatandaşlarla dolmuştu. Her taraftan alkışlar yükseliyor,müthiş tezahürat içinde vapur yavaş yavaş rıhtıma yanaşıyordu. Limandaki ecnebi vapurlarında bulunan yüzlerce Türk deniz işçisi işlerini bırakmışlar,lideri sonu gelmez alkışlarla, yaşa sözleriyle karşılıyorlardı. Limanda bulunan vapurlar düdüklerini çalarak selamlıyorlardı. Öyle bir manzara ki tarifi imkansız. Bu kalabalık Fethi Bey’i görmek ve onu kucaklamak için adeta birbirini çiğnemişti, yaralananlar vardı. Denize ittirilen, karga tulumba edilip atılan polisler vardı. Fethi Bey’in bindiği araba bile bir ara havalara kaldırılmıştı.[40]
Ogün otelde fırka örgütü sorunları tartışılmış, kimi gazetecilerle görüşülmüş. Ancak bu arada İzmir Valisi Kazım (Dirik) Bey, Fethi (Okyar) Bey’e bir yazı göndererek, güvenliği sağlamakta zorluk çektiğini bu nedenle, ertesi günü vermesi gereken söylevinden vazgeçmesi gerektiğini bildirir. Bunun üzerine Fethi (Okyar) Bey Reisi Cumhur Mustafa Kemal’e(Atatürk) bir telgraf çekerek bu durumu kendisine bildirmek istediğinde ise, postahane telgrafı çekmeyi reddetmiş. Fethi (Okyar) Bey valiye başvurarak, telgrafın çekilmesinde diretince, birtakım yazışmalar sonucunda ancak telgrafını güçlükle çekebilmişti. Reisi Cumhur Mustafa Kemal Atatürk’ün bu telgrafa yine bir telgrafla hemen yanıt vermiş, şöyle demişti:
“İzmir’de Serbest Fırka Reisi Fethi Beyefendi Hazretlerine (Sureti Başvekil’e Dahiliye Vekiline, İzmir Valisine) Anlıyorum ki sana nutkunu söyletmek istemiyorlar.Fakat sen mutlaka nutku söyleyeceksin ve tesadüf edeceğin herhangi bir engeli mutlaka bildireceksin Asayişin temini için Başvekil, Dahiliye vekili ve İzmir Valisi lazım olan tedbirleri almakla mükelleftirler”[41]
Hakimiyeti Milliye gazetesinin öne sürdüğüne göre; olayları kışkırtan ve tırmandıran, İzmir’de yayınlanan SCF yanlısı gazetelerdi.[42] 5 Eylül günü İzmir’de kanlı olaylar oldu.Olayları yine Yeni Asır gazetesinin sutunlarından izleyelim: Başlarında Teyyare Cemiyeti Başkanı Mehmet Şevki Bey’in bulunduğu C.H.F. taraftarları “Bizim fırkamız Gazi’nin fırkasıdır” sloganı atarak, bir karşı toplantı düzenlemek istediler. Bunun üzerine C.H.F. İzmir İl Teşkilatı, Bahri Baba Parkı’nda aynı gün bir miting yapılması kararını aldı. Halka da muhtarlar aracılığı ile mitinge katılması için duyurular yapıldı. İstenilen kalabalık sağlanamayınca da bu kez, C.H.F.’lılar “Fethi Bey konferans verecek” diye bir söylenti çıkardılar. Bunu duyan bir gurup halk da Bahri Baba Parkı’nı akın akın doldurdu. Konferans kürsüsünde Fethi (Okyar) Bey yerine Mahmut Esat’ın (Bozkurt) çıkması üzerine, halk öfkeyle meydanı terk eder.[43]
Bahri Baba Parkı’ından dönen aldatılmış kızgın halk topluluğu yollarının üzerinde buluna C.H.F.’nin merkez binasınnın önünden geçerken, aleyhte bazı tezahüratlarda bulununca bina içinde bulunan Sabri Bey halka “namussuzlar” diye bağırır, bunun üzerine binanın camlarını taşlıyan halk, daha da alevlenmiş bir biçimde, Denizli Mebusu Haydar Rüştü Bey’in sahibi olduğu Anadolu gazetesi matbaasına gelerek matbaanın camlarını kırıp, içieriye girmişler, matbaada yalnız bulunan Anadolu gazetesi muhabirlerinden Nuri Bey’e göstericiler hücum etmişlerse de, Nuri Bey göstericilere bundan böyle, SCF ve lideri Fethi (Okyar) Bey karşıtı hiçbir yazı yazmayacağına dair yemin vererek ellerinden kurtulmuştur. Bunun üzerine polis ve jandarma olay yerine gelmiş, ikinci bir olaya karşı önlem almıştı. Daha ilk olayın üzerinden on dakika geçmeden bir başka grup da “ kahrolsun Anadolu muharirleri, yaşasın Fethi Bey” sloganlarıyla binaya taş atmaya başlamıştı. Polis ve jandarma kalabalığı dağıtmak için havaya ateş edince, atılan bu kurşunlardan, 15 yaşında Necati adında bir genç isabet alarak ölmüş, 7 kişi de yaralanmıştı.[44]
Fethi Okyar bu olayı anılarında şöyle anlatmaktadır:
“.Babası, oğlunun kanlı naaşını bana getirerek; bu hürriyet yolunda şehittir kurtar bizi dedi. Bu şahsi bir dilekçe değildi. Çok çok ağır iktisadi şartlar ve bu şartlar altında yaşama mücadelesi veren halkın hür, rahat, refahlı hayat hasretinin trajik ifadesi idi.”[45]
V
İzmir’de çıkan bu olaylar üzerine geniş bir soruşturma başlatılmış, bazı SCF’liler tutuklu ya da tutuksuz olarak mahkeme önüne çıkarılmışlardır.
Hakimiyeti Milliye gazetesi haberine göre 7 Eylül gününe dek otuz altı kişi tutuklanmıştır.[46] Ayrıca işçiyi yasa dışı greve kışkırtmak suçundan 14 kişi tutuklanmış[47] işçi liderleri de tutuklanarak, Cumhuriyet Savcılığı’na verilmiştir.[48]
Tüm bunlardan daha önemlisi, SCF’yi destekleyen İzmir gazetelerinin yazar ve sorumlu yazıişleri müdürlerinin tutuklanmış olmasıydı.14 Eylül’de Yeni Asır’ın yazarı Behzat Arif yazıişleri müdürü avukat Kadızade Bedri Beyler “hükümetin manevi şahsiyetini tahkir” ettikleri savı ile tutuklanmışlar, buna karşılık C.H.F.’yi tutan Anadolu gazetesinin yazıişleri müdürü İbrahim Bey’e, Fethi (Okyar) Bey için yalan haber yayınlamaktan dava açılmış, tutuksuz yargılanması kararlaştırılarak serbest bırakılmıştır.[49] İstanbul’da yayımlanan SCF yanlısı Son Posta başyazarı Ragıp Bey de tutuklanmış, hakkında açılmış dava İzmir gazetecilerinin davası ile birleştirilmiştir.[50]
Fethi (Okyar) Bey’in İzmir gezisi C.H.F.’ye Ege’de halkın desteğini ve güvenini tümüyle yitirmiş olduğunu, bir genel seçim sonucunda iktidarı yitirebileceğini göstemişti. Oysa C.H.F. geçen yedi yıl boyunca kendisine bağlı bir yönetici kadrosu oluşturmuş bulunuyordu. Bürokrasi, C.H.F.’den yanaydı. C.H.F.’nin bir seçimle iktidarı yitirmesi demek, bu bürokratların da sonu demekti.[51]
C.H.F. ve ona bağlı bürokratları,bu gerçeği Genel Belediye Seçimlerinde daha iyi gördüler. Tüm devlet imkanlarına[52] ve engellemelere[53] ve yolsuzluklara karşın[54] 502 seçim bölgesinden 31’inde SCF adayları kazanmış bulunuyordu.[55],[56]
C.H.F.’nın elitleri İzmir’ de patlayan tüm yurda dalga dalga yayılan yeni muhalafet hareketine halk galeyanına derhal bir etiket bulmakta gecikmemişlerdi: İrtica.[57] C.H.F., SCF’nin oluşmasına Mustafa Kemal (Atatürk) tarafından da kurulmuş olsa, ilk günden beri karşı olmuş, içine sindirememiş, İktidarın elinden gideceği korkusuna kapılmış, bu partinin ortadan kalkması için baskı yapmış, olayları körüklemiş, hatta düzenlemişti.[58] Reisi Cumhur Mustafa Kemal Atatürk’ ü etkileyebilmek için var güçlerini seferber etmişlerdi. Falih Rıfkı (Atay), Hakimiyeti Milliye’deki politika sütununda SCF taraftarlarını devlet ve otorite düşmanı ilan ederken[59] Başvekil İsmet (İnönü) de muhalif fırkayı Reisi Cumhur ile karşı karşıya getirebilmek için, Ali Naci (Karacan)’a “İnkılap” adlı bir günlük gazete bile çıkarttırmıştı.[60]
Tüm bunlara ek olarak Yunus Nadi, Cumhuriyet gazetesinde “Reisi Cumhur Gazi Mustafa Kemal Hazretlerine” diye başlıyan[61] Süreyya (İlmen) Paşa’ nın değerlendirmesiyle; “Ya Halk Partisi’nin reisisin veyahut değilsin. Reisi isen bizimle beraber olacaksın; değilsen biz kendimize bir reis intihap edeceğiz! Dediler ve bu suretle Gazi’yi tehdit etmeye başladılar”[62]
Bunun üzerine Reisi Cumhur Mustafa Kemal Atatürk Yunus Nadi’ye hitaben yazmış olduğu mektubunun içeriği ele alınacak olursa Reisi Cumhur’un tarafsızlıktan ayrıldığı, C.H.F’nin yanında yer aldığı anlamı çıkar, Gazi açıkça; “.Bu teşekküle tarihen bağlıyım. Bu bağı çözmem için hiçbir sebep ve lüzum olamaz. Resmi vazifemin hitamında Cumhuriyet Halk Fırkası başında fiilen çalışacağım. Bu noktada tereddüde mahal yoktur.”[63]
C.H.F. elitlerinin tüm bu uğraş ve çabaları başarıya ulaşmış, Cumhurreisi Mustafa Kemal Atatürk ile karşı karşıya kalan SCF Lideri Fethi (Okyar) bunun üzerine bir “Fesih Beyannamesi” hazırlamış, Reisi Cumhur Mustafa Kemal (Atatürk)’ün de onayını aldıktan sonra bunu 17 Kasım 1930 tarihinde kamuoyuna ilan etmişti.[64]
Çok partili yeni düzen deneyiminin başarısızlıkla sonuçlanmasını ve SCF’nin kendini kapatmak zorunda kalmasının açıkça ortaya çıkardığı; C.H.F.’nin çok partili yaşamı içine sindirememiş olması, otoriter parti yönetimini ne pahasına olursa olsun sürdürmek istemesi[65] yanında, iktidarı tehlikeye girdiğinde, C.H.F. siyasal ve bürokrat elitlerinin, devrimlere ve büyük kurtarıcı Mustafa Kemal Atatürk’e bile karşı çıkmaktan çekinmeyecekleri gerçeğiydi.
Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 16 Sayfa: 562-568
necdet efendi, kamal paşayı aklamanıza gerek yok. Adamı hem büyük kurtarıcı diye anıyorsunuz hem de chp elitlerine karşı dik duramayan pasif bir adam gibi gösteriyorsunuz. Bu sizin saçmalamanız malesef. Paşa daha ilk seçimlerde iktidarın elinden gideceğini gördüğü için scf nin kapanmasını uygun görmüş hatta istemiştir kimseyi kandırmayınız.