Konu, Önemi ve Yöntem
Türkiye’de çağdaş anlamda öğretmenlik mesleği Tanzimat döneminde ortaya çıkıp şekillenmeye başlamıştır.
Bu dönemde, bu alanda bazan son derece dikkate değer, bazan da tutarsız girişimler görülür. Bu olayların ve dönüşümlerin ortaya konması ve bilinmesi günümüzde öğretmenlik mesleğini ve sorunlarını gerektiği gibi anlayıp değerlendirmemiz bakımından zorunludur. Çünkü mesleğin doğuş yıllarında atılan bazı adımlar günümüzde bile etkisini sürdürmektedir.
İncelememizde önce, Tanzimat dönemine gelinceye kadar Osmanlı toplumunda öğretmenlik mesleğinin temel özellikleri kısaca ele alınacaktır.
Daha sonra, Tanzimat döneminde bu alandaki ilk girişimler, 19. yüzyılın sonlarına kadar, özetle incelenecektir.
Ancak, günümüzde öğretmenlik mesleğine ilişkin bazı gelişmelerle, mesleğin ilk elli yılı içindeki sorunları arasında yer yer ilişkiler de kurulacaktır.
Son olarak da eğitim tarihimizde öğretmenlik mesleğine ilişkin ortaya çıkan bir kısım bulgular ve yaptığımız değerlendirmeler maddeler halinde belirtilecektir.
1. Tanzimat’tan Önce Öğretmenlik Mesleğinin Temel Özellikleri Nelerdir?
Tanzimattan önce Osmanlı toplumunda örgün eğitimde başlıca beş çeşit öğretmen vardı: 1. Sıbyan mektebi öğretmenleri, 2. Medrese öğretmenleri, 3. Enderun Mektebi öğretmenleri, 4. Askerî ve teknik okul öğretmenleri, 5. Azınlık ve yabancı okulları öğretmenleri.[1]
Bu öğretmenlerden özellikle müderrislerin, mülâzemet yöntemi denen uygun bir yetişme ve atanma biçimi vardır. Ancak zamanla bu sistem bozuldu.
Fatih Sultan Mehmet, Eyüp ve Ayasofya medreselerinde sıbyan mektebi öğretmeni olmak isteyen medrese öğrencilerine zor bir ders olan Fıkıh (İslâm Hukuku) dersini okutmamış, onlar için programa Tartışma Kuralları ve Öğretim Yöntemi adında bir ders koydurmuştu. Bu çok ileri bir pedagojik görüştü. Ancak, Fatih’ten sonra bu uygulama nedense kaldırıldı ve geleneksel yöntemler sürdü gitti.
II. Tanzimat Döneminde Çağdaş Anlamda Öğretmenlik Mesleği Nasıl Ortaya Çıkmıştır?
A. Erkekler İçin Yeni Orta Öğretim Kurumlarının Açılması ve Yeni Bir Öğretmen Tipinin Yetiştirilmesi
Yeni Açılan Erkek Okulları
1839’larda başlayan Tanzimat döneminde, medrese dışında yeni bir orta öğretim sisteminin yapılandırılması gerekli görülmüş, eğitimde yenileşmelere önce bu alanda başlanmıştır.
Bu yeni okulların ilki, 1839’da açılmaya başlanan, ilköğretimin üzerinde, yani orta öğretimin ilk sınıfları durumunda olan Rüşdiyelerdir.
İşte, çağdaş anlamda öğretmenlik mesleği, Rüşdiyelere yeni bir öğretmen tipi yetiştirme gereğinden doğmuştur.
Erkek Öğretmen Yetiştirilmesi
1839’da, medrese dışında kurulup çoğalmaya başlayan “yeni” öğretim kurumları olan Rüşdiyelerin iyi bir öğretim yapabilmeleri, eğitim öğretim yöntemlerini bilen “yeni” öğretmenlerin yetiştirilmesine bağlı idi.
Bu “yeni” tip öğretmenler nasıl yetiştirilecekti? Bu öğretmenler, elde başka kaynak olmadığı için, kaçınılmaz olarak, eldeki eski malzemeden, eski ve geleneksel insan unsurundan yetiştirilecekti. Böylece, açılacak öğretmen okulunun öğrencileri medreselerden aktarılacak, öğretmenleri de medrese hocalarından seçilecekti. Bu şekilde alınan öğrencilere cüzi bir burs ve yatılılık imkânı tanınarak, onların yeni girecekleri bu okulu benimseyecekleri düşünülmüştü.[2]
Resmî makamların, Darülmuallimîn adını verdikleri bu öğretmen okulunun açılışı için Temmuz 1847’de ileri sürdükleri gerekçeleri[3] maddeler halinde şöyle ifade edebiliriz:
- Sıbyan mekteplerindeki hocalar, bu kurumların derslerini okutabilirlerse de, onlar içinde Rüşdiye mekteplerinin derslerini, özellikle matematik ve öteki yeni (dünyevî) dersleri okutabilecek kimse bulunmaması.
- Rüşdiye mekteplerinde eğitim ve öğretim yöntemlerini düzene sokmak için yeni öğretmenler yetiştirilmesi gereği.
- Yeni yetiştirilecek öğretmenlerin hem programlarda yer alan yeni (dünyevî) dersleri, hem de eğitim öğretim yöntemlerini öğrenerek öğretim yapmalarının gereği.
Orta Erkek Öğretmen Okulu Olan Darülmuallimînin Açılışı, Kuruluş Düzeni
Mekâtib-i Umumiye Nezaretinin başına getirilen, sonra Paşa olarak bir kaç kez Eğitim Bakanlığı yapan Ahmet Kemal Efendinin öncülüğü ile ilk kez bir erkek öğretmen okulu Dürülmuallimîn adıyla 16 Mart 1848 Perşembe günü Fatih’te açıldı (Hicrî 10 R. âhir 1264). Bu açılış Türk öğretmeninin meslek tarihinde son derece önemli bir olaydır. Bu okula sonraları Darülmuallimîn-i Rüşdî de denmiştir.
Yukarıdaki resmî gerekçelerden açıkça şu anlaşılmaktadır: Yetkililer, bir öğretmen okulu kurulmasını, hem yeni açılmakta olan Rüşdiyelerin programlarına giren yeni ve dünyevî dersleri iyi öğrenmiş, hem de eğitim öğretim yöntemlerini iyi bilen öğretmenler yetiştirilmesi için çok gerekli görmektedir. Yetkililer, böylece, öğretmenliğin artık geleneksel biçimde devam edemeyeceğini, çağın gidişine ve eğitim biliminin gereklerine uyulmasını, öğretmenliğin özel bir ihtisas mesleği olduğunu vurgulamaktadır.
İşte, Tanzimat döneminde, çağdaş anlamda öğretmenlik mesleğinin doğuşu bu düşünce ve amaçlarla gerçekleşmiştir.
Darülmuallimîne önce Başhoca unvanı ile Yahya Efendi adında bilgili bir müderris yönetici atanmıştır. İlk açılışta okulun üç öğretmeni vardı ve bunlar 500-1000 kuruş arasında maaş alıyorlardı. Okulun bir bekçisi ve temizlik için bir hademesi vardı. Ayrıca gerekli eşyalarından başka 3 mangal, 1 leğen-ibrik takımı, 1 bakır güğüm, 1 maşrapa ve 3000 kıyye (4 tona yakın) kömürü vardı.[4]
Değerli eğitim tarihi araştırmacısı Osman Ergin, 1848’de açılan bu öğretmen okulunun “ilk programını göremediğini” belirterek, “fakat bunun ne olacağını tahmin etmek güç bir şey değildir” der ve ekler: “Türkçe, Arapça, Farsça, Hesap, Yazı, Coğrafya gibi şeylerin pek muhtasarca (çok kısa) okutulmak istendiğine şüphe yoktur (…) Darülmuallimîn medreseden çok farklı bir müessese değildi. Arapçanın öğretilmesi esastı…”[5]
Osman Ergin’in Darülmuallimînin programını “görmeden” yaptığı bu tahminlerin isabetli olmadığı, onun bu tahminlerinde düzeltmeler yapmak gerektiği, aşağıda ele alacağımız 1851 tarihli Darülmuallimîn Nizamnamesi incelenince görülecektir. Ayrıca bu kurum üzerinde medresenin bazı etkilerine rağmen, Osman Ergin’in, Darülmuallimînin medrese öğretiminden çok farklı olan asıl amacını yeterince farkedemediği de ortaya çıkacaktır. Böylece en azından 1851-1860 yılları arasında Darülmuallimînin “tahmin” edilenden farklı bir kurum olduğu anlaşılacaktır. Hatta bazı yabancı yazarlar bile Darülmuallimînin asıl pedagojik amacını farkederek, amacın, “ulemâ zümresi dışından öğretmen sağlamak” olduğunu kaydetmişlerdir.[6]
Darülmuallimînde Mart 1848-Ağustos 1850 tarihleri arasında Başhoca olarak yöneticilik ve öğretmenlik yapan müderris Yahya Efendiden sonra, bu kurumun başına, bu kez Müdür unvanıyla Ahmet Cevdet Efendi adında 27 yaşında genç, bilgili, aydın, medrese çıkışlı bir zat getirilmiştir. Ahmet Cevdet Efendi, daha sonra Paşa olarak üç kez Eğitim Bakanlığı (1873-1874, 1875-1876) ve başka Bakanlık görevlerinde de bulunmuştur.
Ahmet Cevdet Efendi, Darülmuallimîn için, 1 Mayıs 1851 tarihli olarak bir Nizamname kaleme almış ve bu belge Padişah Abdülmecit’in (1839-1861) İradesiyle uygulamaya konmuştur. Bu belgeyi 21 yıl süren bir araştırmadan sonra Başbakanlık Osmanlı Arşivinde bulup 1990’da Millî Eğitim Bakanlığı’nın Millî Eğitim dergisinde geniş açıklama ve yorumlarla yayınlama mutluluğuna eriştik.[7] (Belge 1 ve 2).
Okulun Müdürü Ahmet Cevdet Efendinin hazırladığı 1 Mayıs 1851 tarihli Darülmuallimîn Nizamnamesi ve onun gerekçesi niteliğindeki açıklayıcı yazıda belirlenen başlıca düzenlemeler, hükümler ve görüşler özetle şöyledir:
- Nitelikli öğretmen yetiştirilebilmesi için okula az sayıda öğrenci alınması yoluna gidilmiş, hatta, alınacak öğrenci sayısı 30’dan 20’ye indirilmiştir. Bunlara muvazzaf (asıl) öğrenciler denir. Bunun dışında mülâzım sıfatıyla da öğrenci kaydı yapılmıştır; bunlar bazı şartlarla muvazzaf olabileceklerdir.
- Öğrenciler sınavla alınacaktır. Okula girebilmek için adayların Arapçayı anlayıp Türkçeye çevirebilecek bilgiye sahip olmaları, kötü hal ve hareketlerinin bulunmaması şarttır.
- Okulun süresi 3 yıl olarak belirlenmiştir.
- Programı şöyledir (bugünkü terimlerle): Ders Verme ve Öğretim Yöntemi, Farsça, Aritmetik, Geometri, Alan Ölçümü, Astronomi, Coğrafya. Programda bir öğretim yöntemi dersinin ilk ders olarak yer alması çok önemli bir olaydır. Ayrıca Arapçanın bulunmayışı da dikkati çekiyor. Nizamname’de, okula girişte Arapçayı anlayacak kadar bilme şartı getirildiği için, ayrıca bu derse yer verilmediği anlaşılıyor.
- Kendilerini yalnızca derslerine verebilmeleri için, öğrencilere dolgun maaş (burs) ödenecektir.
- Öğretmenliğin “vakar ve temkini”ni (saygınlığını) korumaları için, öğrencilerin cerre çıkıp para ve yiyecek “dilenmeleri” geleneği kaldırılmıştır (az ileride üzerinde tekrar durulacaktır).
- Öğretim ve sınavlar ciddî yapılacak, kimseye “iltimas” ile davranılmayacak, başarısızlar okuldan çıkarılacaktır.
- Çalışkan öğrencilere okulu 3 yıldan daha önce (yine sınavla) bitirme yolu açılmıştır.
- Mezunların göreve atanmalarında mezuniyet başarı dereceleri ve sıraları gözönünde tutulacaktır.
- Mezunlar, göreve atanıncaya kadar, bilgilerini pekiştirmeleri için, maaşları da verilerek, Darülmuallimînde tutulacaklardır.
- Boşalan bir Rüşdiye öğretmenliğini kabul etmeyen mezunun elinden diploması alınacak ve kendisine bir daha öğretmenlik veya eğitimde bir görev verilmeyecektir.
Bu Nizamname’nin en az 10 yıl kadar bir süre bozulmadan uygulandığı görülmektedir. Okulun ilk mezunlarından olan Selim Sabit Efendi’nin (Hicrî 1271 1854) tarihli diplomasında ise, yalnızca Arapça ve Farsçada Ders Verme Yöntemi ve Matematik okuduğu belirtilmiştir.[8]
Aşağıda da görüleceği gibi, Müdür Ahmet Cevdet Efendi, Darülmuallimînin medrese etkisinde kalmaması için önemli çabalar harcamıştır. Ancak, 1860’lardan itibaren bu kurum üzerinde medresenin etkileri artmaya başlamıştır.
Yine de, zaman zaman okulda müsbet bilim derslerini okutmak için subay öğretmenlerin görevlendirildiği gözlenmektedir. Bu öğretmenler, okulda eğitim ve öğretimin gelişmesine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Örneğin, 1859’da, 1.000 kuruş maaşla Riyaziye (Matematik) öğretmenliğine Miralay Saffet Bey atanmış ve o, okulda okutulmak üzere bir Geometri ders kitabı yazmıştır. Subay öğretmenlerin okuldaki sayısı sonraki yıllarda daha da artmış, 1864-1865’te Binbaşı Ömer Efendi Riyaziye (Matematik), 1872-1873’te Kolağası Arif Efendi Coğrafya, 1874-1875’te Mirliva Hafız Paşa Riyaziye öğretmenliklerine getirilmiştir.[9]
Yine, araştırmacı Adnan Adıvar’ın, Darülmuallimînin 100. yılı olan 1948’de yazdığı bir yazıda, “sağdan soldan getirilen softalar” dediği bu okulun medrese kökenli öğrencilerinden bazıları, sadece sosyal bilimlerde değil, modern fen bilimlerinde de başarılı olmuş, hatta öğrencilik yıllarında kitaplar yazmışlardır![10]
Eğitim Bakanlığı’nın Darülmuallimînde fen bilimleri öğretimi için Avrupa’dan ders araç gereçleri getirtmesi ve okulda haftada 1 gün laboratuar çalışması yapılması o dönem için dikkate değer bir eğitim uygulamasıdır.[11]
Öğretmen Okullarında Meslek Dersleri
1848’de açılan Darülmuallimînin programında bir öğretim yöntemi dersinin bulunmadığı sanılıyordu. Yukarıda, Osman Ergin’in bu konudaki “tahmin”lerini görmüştük. Oysa, yayınladığımız 1851 tarihli Nizamname ile, böyle bir dersin programın ilk dersi olduğu ortaya çıkmıştır.
Ancak, daha sonraki yıllarda, zaman zaman meslek derslerine önem verilmediği de bir gerçektir.
Öğretmen Okulları Üzerinde Medresenin Etkileri
Tanzimat dönemi ve sonrasında açılan öğretmen okulları, kuruluş yeri, program, öğretmenler, öğrenciler… bakımından az ya da çok medreselerin etkisinde kalmıştır. Yukarıda belirttiğimiz gibi 1848’de açılan Darülmuallimîn’in öğretmenleri de, öğrencileri de medreselerden aktarılmıştır. Bu, onların alınabileceği başka bir kaynak olmadığı için zorunlu bir yol olmuştur.
Ancak, Darülmuallimîn’in bir medreseye bağlı olmadığını, medrese programları izlemediğini, medreseden farklı bir amacı ve çalışması olduğunu asla unutmamak gerekir. Ayrıca Müdür Ahmet Cevdet Efendi’nin 1851’de yaptığı Nizamname ile öğrencilerin medreseli tutum ve davranışlarını değiştirmek için çok önemli girişimlerde bulunduğunu da hatırlamak gerekir.[12] Onun, programa Arapça dersini almayışının bir nedeni de bu tür düşünceleri olabilir. Ayrıca o, öğrencilerin, medreselerden aktarılma yoluyla bu kuruma geldikleri için, orada alıştıkları ve hatta Darülmuallimîn’de de 1848’den 1851’e kadar uyguladıkları ‘cerre çıkma’ geleneğini kaldırmıştır. Bu konu, Türk öğretmenin meslek tarihinde çok önemli bir yenilik olduğu için üzerinde durmamız uygun olur:
Ahmet Cevdet Efendi, medrese düzeninin önemli unsurlarından olan, öğrencilerin ‘cerre çıkmasını’, yani ‘üç aylar’ denen Recep, Şaban, Ramazan’da taşraya (İstanbul dışına) gidip halka vaaz etme, ibadet ettirme, karşılığında da yiyecek, giyecek, para toplama uygulamasını ‘dilencilik’ olarak niteleyip kaldırmıştır. O, kendisi de medreseden yetiştiği halde, ‘cer’ yönteminin sakıncalarını görüp Darülmuallimîn öğrencilerini bundan uzaklaştırmakla çok ileri görüşlü bir eğitimci olduğunu da ortaya koymuştur. Demek ki, Ahmet Cevdet Efendi, medrese dışında açılan Darülmuallimîn’in, medrese düzenine özgü tutum ve davranışlardan da sıyrılmasını, yeni ve öğretmenlik mesleğinin gerektirdiği bir kurum olmasını gerekli görmüştür. Bu, Türk öğretmeninin meslek tarihinde son derece önemli bir düşünce ve uygulamadır.
Ahmet Cevdet Efendi, Darülmuallimîn öğrencilerinin ‘cerre çıkmalarını’ iki neden ileri sürerek engellemiştir:
- ‘Cer’ nedeniyle taşrada birkaç ay geçiren öğrencilerin öğrenimi aksamakta, onlar öğrendiklerini bile unutmaktadırlar. Oysa bilim, sürekli ve çok çalışma ile kazanılır; bilim öğrenmeye en büyük zarar, onu bırakmaktan gelir.
- ‘Cerre çıkıp’ erzak toplamak ‘dilenciliktir’ ve bu öğrencilere, öğretmenlik için gerekli olan ‘vakar ve temkini’, yani saygınlığı kaybettirir.
Ahmet Cevdet Efendi’nin, öğretmenlik için gerekli olan ‘vakar ve temkinlerini’ korumaları amacıyla öğrencilerin ‘cerre çıkmalarını’ önlemesi, o dönemde son derece cesurca ve isabetle ileri sürülmüş yepyeni bir düşüncedir. Bu düşünce ve uygulama, Türk eğitim tarihinden çıkan tecrübe ve dersler arasında çok değer taşımaktadır. Bu, medrese dışı sivil öğretime ve öğretmen yetiştirmeye geçilirken, öğretmenlerin tutum ve davranışlarının, mesleğin gerektirdiği özelliklerin belirlenmesi yolunda ileri sürülmüş, muhtemelen ilk görüş ve uygulamadır.
Ancak, Darülmuallimîn, daha sonraki yıllarda yine medresenin etkisinde kalmış, bu durum II. Meşrutiyet yıllarına kadar sürmüştür.
İlk Erkek Öğretmen Okulunun Açılışı
Tanzimat devlet adamları, eğitimde yenileşmeye geleneksel sıbyan mekteplerinden ve onlara öğretmen yetiştirme işinden başlamamışlardır. Bunun muhtemelen en önemli nedenlerinden ikisi şunlar olabilir: a) Bu çok kapsamlı konuda çabuk başarı sağlamadaki güçlük, b) Sıbyan mekteplerinin dinsel gelenek ve alışkanlıkların daha çok etkisinde kalması nedeniyle bu alandaki yenileşmelerin toplumda yanlış anlaşılabileceği düşüncesi.
Ancak 1847’de sıbyan mektebi hocaları için bir Tâlimat çıkarılmış ve burada bazı düzenlemelere gidilmiştir.[13] Konumuz olan öğretmenlik mesleği açısından bu belgeyle getirilen en önemli yenilikler de özetle şunlardır:
- Sıbyan mektebi öğretmenlerine yardımcı ve yol gösterici olarak müfettişler görevlendirilecek, bunlar öğretmenlere yeni ve kolay öğretim yöntemlerini öğretecek, rehberlik yapacaklardır. Böylece Tâlimat, sıbyan mektebi öğretmenlerinin bir çeşit hizmetiçi eğitim göreceklerini söylüyor ve onların yeni yöntemleri öğrenmesini istiyor.
- Sıbyan mektebi öğretmenleri yine velilerden ücret alacaklar fakat Devlet de onların uygun bir hayat sürebilmesi için maaş yönünden gereken katkıda bulunacaktır, vs.
Yukarıdaki maddeler, sıbyan mektepleri öğretmenlerini dolayısıyla mesleği güçlendirecek nitelikte çok önemli gelişmelerdir.
İlköğretim için erkek öğretmenler yetiştirmek üzere bir öğretmen okulu da 15 Kasım 1868’de Beyazıt’ta açılmıştır.
Öğretmenlerin Sayısal Durumu,
Hizmet İçi Eğitimleri 1871’de Darülmuallimînin üç şubesinde 100 maaşlı ve 100 maaşsız toplam 200 öğrenci vardır. Darülmuallimîn’lerin, 1874’de sayıları tüm ülkede 300’ü aşan Rüşdiye mektebi öğretmenlerini bile sağlamakta yetersiz kaldıkları söylenebilir.
1878’lerde başlayan Mutlakiyet (ya da Abdülhamit) dönemi denen dönemde, öğretmen yetiştirmeye ilişkin bazı gelişmeler şunlardır:[14]
1882’de İstanbul’un içinde ve Üsküdar, Galata, Eyüp semtlerindeki ilkokullarda yeni öğretim yöntemlerini göstermek ve yetenekli hocalar yetiştirilmek ve geleneksel sıbyan mekteplerindeki hocalardan bu yeni yöntemleri öğrenmek isteyenler dahi kabul olunmak üzere “Darülameliyât” adında bir uygulama okulu açılmıştır.
Taşrada ilkokul öğretmeni yetiştirilmesine ise 1875’lerden itibaren önce Bosna, Girit ve Konya’da girişilmiş, 1882-1890 arasında Sivas, Bursa, Amasya, Kastamonu, Kudüs, Trabzon, Edirne’de, daha sonra da Selânik, Kosova, Manastır, Aydın, Halep, Mamuretülaziz (Elazığ), Erzurum, Musul, Van ve Bolu’da okullar açılmıştır.
B. Darülmuallimîn’de Meslek Bilinci, Öğretmen Atamaları ve Mesleği Koruma Çabaları
1. Öğretmenlerin Hukukî Statüsü ve Meslek Dışından İlk Atamalara Tepki
1848’de öğretmen yetiştirmek için bir okulun açılması yeni bir anlayış ve Türk eğitim tarihinde çok önemli bir olaydır. Artık Rüşdiye (orta okul) öğretmenleri yalnızca bu okulun mezunlarından mı atanacaktı? Okulun yayınladığımız Nizamnamesinde (1851) “dışarıdan” da öğretmen atanabileceğine ilişkin bir hüküm yok. Ayrıca yine yayınladığımız başka arşiv belgeleri (1860-1861) de, 1848’de açılan Darülmuallimîn’in başlangıçta, Rüşdiye öğretmenlerinin tek kaynağı olarak görüldüğünü kesinlikle ortaya koyuyor. Türkiye’de öğretmenlik mesleği tarihinde çok büyük değeri bulunan bu 1860-1861 tarihli belgeler özetle şöyledir:[15]
İlk Eğitim Bakanı Abdurrahman Sami Paşa, 1860’da “öğretmene ihtiyaç bulunduğunu” ve “Darülmuallimîn mezunlarının sayıca ve bilgice yetersiz yetiştiklerini” ileri sürerek İstanbul dışında 8 (sekiz) Rüşdiyeye, bu okulun dışından “sınavla” öğretmen atamıştır.
Bunun üzerine Darülmuallimîn öğrencileri ve öğretmenleri Sadrazama (Başbakan) bir dilekçe verip bu atamaların usûlsüz olduğunu, Nizamnameye ters düştüğünü, kendilerine “haksızlık” yapıldığını ileri sürmüşlerdir (Belge 3).
Darülmuallimîn öğrencileri bu dilekçelerinde 1 Mayıs 1851 tarihli Darülmuallimîn Nizamnamesindeki hükmün uygulanması istemektedirler. Bu hükme göre, Rüşdiye mektepleri öğretmenliklerine bu okulun mezunları atanacaklardır. Nizamnamede, başka kanallardan, sınavla da olsa herhangi bir şekilde Rüşdiyelere öğretmen atanacağına dair bir hüküm bulunmamaktadır.
İşte, Aralık 1860’da Darülmuallimîn öğrencileri bu Nizamnameye dayanarak, yasa dışı bir işlem yapıldığını ileri sürmüşler, sınavla da olsa, kendileri dışından Rüşdiye öğretmenliklerine başkalarının atanamayacağını, bu mekteplerin öğretmenliklerinin kendi hakları olduğunu iddia etmişlerdir.
Dilekçede belirtildiğine göre, Darülmuallimîn öğrencileri dışından sınavla öğretmen atanan Rüşdiye mektepleri şu kentlerdedir: Hanya, Şam, Halep, Bursa, Hisar. Bu sonuncu Afyonkarahisar’dır ve Rüşdiye mektebi orada 1275’te (1858-1859) açılmıştır. O sırada (Aralık 1860), şu kentlerin Rüşdiye mekteplerine dışarıdan öğretmen atanması için sınavlar yapılmaktadır: Biga, İzmit, Erzurum.
Gerçekten, 1851 tarihli Darülmuallimîn Nizamnamesinde, bu okulun mezunları dışından da öğretmen atanabileceği şeklinde bir hüküm yoktur. Bu bize, o tarihte, öğretmenliğe girişin çok isabetle belirlendiğini, başka deyişle, mesleğin temellerinin sağlam atıldığını göstermektedir. Nizamnameye göre, programın ilk dersinin bir öğretim yöntemi dersi olması da öğretmenliğin bir meslek olarak görüldüğünün kesin kanıtıdır.
Özetle, öğretmen olmak için meslekî bir öğrenim görmekte olan öğrenciler, Sadrazama verdikleri bu şikâyet dilekçesi ile, mesleği dışarıdan atanmalara karşı korumaya çalışmakta ve böylece çok önemli bir tepki göstermektedirler. Bu, Türkiye’de öğretmenlik mesleğinin en önemli ve anlamlı olaylarından biridir.
Sonuçta, Mart 1861’de “ihtiyaç kalmayıncaya kadar” ve “geçici olarak” Darülmuallimîn dışından da öğretmen atanabileceği şeklinde bir hüküm bu okulun Nizamnamesine konarak resmî makamlar bu haksız atama yolunu “yasallaştırmışlardır”.
Böylece, o tarihten günümüze kadar, Eğitim Bakanlığı’nın öğretmenlik mesleğine meslek okulu mezunları dışından atama yapmasının yolu açılmış ve 140 senedir süren bir gerekçe de bulunmuştur: “İhtiyaç var!”
Mart 1861’de Darülmuallimîn Nizamnamesine ilk kez “ihtiyaç” nedeniyle ve “geçici” kaydıyla dışarıdan öğretmen atanabileceğine ilişkin bir madde eklendikten sonra, bu hüküm 1869 tarihli Maarif¬i Umumiye Nizamnamesine de alınarak pekiştirilmiştir. Bunun 63. maddesi şöyledir:
“Darülmuallimîn’de tahsil etmiş olan muallimlerin mekâtib-i umumiyeye muallim olmak için sairlerine (Darülmuallim’înde okumayıp öğretmen olmak için başvuranlara) hakk-ı rüçhanı (öncelik hakkı) olacaktır.” Bu ifade, başka kaynaklardan da öğretmenliğe geçiş yolunu açık bırakmaktadır. Kız öğretmen okulu olan Darülmuallimat mezunları için de aynı hükümler geçerlidir (md. 76). Kuşkusuz böyle bir yol, öğretmen okulları ihtiyacı karşılamaktan çok uzak oldukları için kaçınılmaz görülmüştür. Ancak, başka kaynaklardan mesleğe girişlere imkân veren bu hakk-ı rüçhanı, bir anlamda öğretmenliğin meslekleşmesine sürekli engellerden biri olarak değerlendirmek gerekir.
2. Mutlakıyet Döneminde Öğretmenlik Mesleğine Giriş
Mutlakıyet (Abdülhamit) döneminde öğretmenlik mesleğine öğretmen okulu çıkışlı olmayan bir çok kişi alınmıştır. Bu atamalar genellikle, orta öğretim (Lise) düzeyinde sayılan İdadî mektepleri için gerçekleştirilmiştir. Bu atamalarda bazan sınav yapılsa da[16] doğrudan mesleğe alınmalar yaygındır.
Bu dönemde öğretmenlik mesleğine dışardan atamaların gerçekleştirildiği şu iki kaynak önemlidir:
Mülkiye Mektebi Mezunları
Mutlakıyet döneminde, özellikle 1880’lerden itibaren Mülkiye Mektebi mezunları, doğrudan, geniş ölçüde İdadî müdür ve öğretmenlikleri ile illerin eğitim müdürlüklerine atanmışlardır. Bu durum, Mülkiye Mektebi Nizamnamesine bir madde eklenmesi ile yasallaştırılmıştır. Tespitlerimize göre, 1889-1890’da Mülkiye Mektebinden mezun olan toplam 55 kişiden 14’ü İzmir, Adana, Konya, Edirne vs. gibi önemli kentlerdeki İdadî mekteplerine müdür ya da öğretmen atanmış, 1’i Halep vilâyeti maarif müdürlüğüne, 4’ü de eğitimle ilgili çeşitli memuriyetlere getirilmiştir. Ayrıca idarî görevi bulunan Mülkiye mezunlarının hemen hepsi, ek görevle öğretmenlik de yapmakta idiler. Mülkiyeli öğretmen ve yöneticiler eğitimin yenileşmesine büyük katkılarda bulunmuşlardır.[17]
Askerî Okul Mezunları
Öğretmen okulları dışında çeşitli kaynaklardan mesleğe yapılan atamalar arasında askerî okul mezunlarının da özel bir yeri vardır. Programlarda yer almaya başlayan müsbet bilimleri daha çok onlar okutmuşlar ve her düzeydeki okullarda öğretmen kadrolarını yarıdan çok onlar doldurmuş ve bu durum Cumhuriyet dönemine kadar, asker öğretmenlerin oranı azalarak sürüp gitmiştir. Askerî okullar medrese etkisinden uzak kaldıkları için, mezunları sivil okullardaki yenileşmelere olumlu katkılarda bulunabilmişlerdir.
Mutlakıyet döneminde, öğretmenliğin meslekleşmesi için çok önemli bir Tâlimat çıkarılmıştır. Bu belge, Mutlakıyet döneminde en olumlu eğitim çalışmalarından biridir. Muallimlikte Meslek-i İhtisas Tesisine Dair Tâlimat başlığını taşıyan bu belgenin temel hükümleri şunlardır:[18]
“Öğretmenlik mesleğine giriş için şu şartlar konmuştur: 1. İyi ahlâk ve davranışlı olmak 2. Öğretim görevinden başka bir görev ya da memuriyetle uğraşmamak 3. Kendine verilecek derse bağlılık ve ihtisasa uymak.”
Görüldüğü gibi, bu hükümlerle, öğretmenliğin meslekleşmesi için öğretmenliğe atanma bakımından çok önemli şartlar getirilmiştir. Bu şartlar bugün bile değerlerini korumaktadırlar.
Tâlimat, ayrıca, aralarında ilişki bulunan ders gruplarını belirlemiş, öğretmenlerin ancak bu gruplar içindeki derslere girebilecekleri ilkesini getirmiştir.
Hicrî 1316 (1898-1899) tarihli Maarif Salnamesi’nde yer alan bir hüküm de çok önemlidir. Bu, Cumhuriyet döneminin başında “meslekte aslolan muallimliktir” biçiminde ifade edilen ilkenin, eğitim tarihimizde daha önceden benimsenip ifade edildiğini ortaya koymaktadır. 1316 tarihli Salname’de yer alan hüküm şöyledir:
“Darülmuallimîni bitirenler önce öğretmenlik sınıfı (mesleği) içinde ilerleyip sonra İdadî mektepleri ve maarif müdürlükleri gibi uygun bir göreve atanacaklardır. Fakat bu yükselme için öğretmenlikte beş yıl iyi hizmet vermiş olmak şarttır.” Görüldüğü gibi bu hüküm, eğitim yöneticiliği görevinin, bazı şartlarla, öğretmenlere verileceğini ifade ediyor ki, daha sonra, günümüze kadar da hep böyle olagelmiştir.
C. Kadınlar İçin Yeni Orta Öğretim Kurumlarının Açılması ve Yeni Bir Öğretmen Tipinin Yetiştirilmesi
1. Yeni Açılan Kız Okulları
Kızlar için ilk Rüşdiye, Ocak 1859’da İstanbul’da açıldı. Buna Cevri Usta (Kalfa) İnas Rüşdiyesi, Sultanahmet (At Meydanı) Kız Rüşdiyesi de denmiştir.
O yıllarda, sıbyan mekteplerindeki kız ve erkek çocuklar birbirlerinden ayrılıp ayrı okullarda öğrenim görmeye başlamışlardı. Bu uygulama ilk kez Nisan 1847 Tâlimatı ile başlatılmıştı.
Yapımı 1819-1820’ye giden Cevri Usta Sıbyan Mektebinin binasının da kızlara ayrılıp Rüşdiye düzeyine getirilmesi plânlandı. Eğitim Bakanlığı Sadarete (Başbakanlığa) bir tezkere göndererek bu girişim için izin istedi.[19]
Eğitim Bakanlığı bu yazısında, “her devlet ve milletin mutluluğu, halkının bilgisizlikten kurtulmasına bağlıdır” diyor ve bunun da öncelikle çocukların iyi bir eğitim öğrenim görmeleri ile sağlanabileceğini ekliyordu. Bakanlığın kızların eğitimine ilişkin görüşleri de özetle şöyleydi: Mahalle (sıbyan) mekteplerinde şimdiye kadar kız-erkek karışık öğretim yapılmıştır. Bunda bazı sakıncalar vardır. Bundan başka eğitim de istenildiği gibi yapılamıyor. Bu nedenle kızlar için de (erkek çocuklar için olduğu gibi) ayrı bir okul açılarak “emin ve ehliyetli hocalar tayin edilerek” öğretim yapılması uygun olacaktır. Fakat şimdilik masraflı ve kapsamlı bir girişime gitmeyip Sultanahmet’teki Cevri Usta Mektebinin kız Rüşdiyesi haline getirilmesi ve burada kızlara özgü “sanayi” öğretilmesine (uygulamalı bilgiler öğretilip beceriler kazandırılmasına) izin verilmesi.
2. Kız Öğretmen Okulu Darülmuallimat
Kızların eğitimi için ilköğretimden daha üst düzeyde bulunan Rüşdiyelerin 1859’da açılmaya başlaması Türk eğitim tarihinde çok önemli bir gelişme olmakla beraber, başka örnekleri de olduğu gibi, mantıkî bir öncelik sonralık gözönünde tutulmamıştı. Aynı yol, 1839’larda erkek çocuklar için Rüşdiye mektepleri açılırken de izlenmişti. Şöyle ki, bu açılan “yeni” okullara nereden öğretmen sağlanacaktı? Buralara “yeni” bir zihniyetle ve “yeni “ bilgilerle yetişmiş öğretmenler atanması beklenirdi. İşte bu okullara öğretmen yetiştirilmesi 10 yıl kadar sonra ele alınabilmiş, böylece erkek Rüşdiyelerine öğretmen sağlamak için 1848’de Darülmuallimîn, kız Rüşdiyelerine ve kız sıbyan mekteplerine kadın öğretmen sağlamak için de 1870’de Darülmuallimat adında bir kız öğretmen okulu açılmıştır.
İlk yıllarda kız Rüşdiyeleri için yeterli sayı ve nitelikte kadın öğretmen bulunamadığından “yaşlı ve iyi ahlâklı erkek öğretmenler” görevlendirilmişti. Sadece dikiş, nakış gibi bazı elişi dersleri için Müslim ve gayrimüslim kadın öğretmenler (ustalar) çalıştırılmıştı.
Fakat, kız Rüşdiyelerinde artık genç kız olma yaşlarında bulunan kızların o dönemlerde öğretmenlerinin mutlaka kadın olması gerektiği düşünülüyordu. Çünkü onlar artık tesettür (örtünme) yaşına gelmiş oluyorlardı.
Eylül 1869’da yayınlanan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi de kızlar için bir öğretmen okulu (Darülmuallimat) açılacağı hükmünü ve ayrıntılı düzenlemeler getirmişti.
Kız öğretmen okulunun açılması için hemen hazırlıklara girişildi. İstanbul’da Sultanahmet’te Yerebatan caddesinde ahşap bir konak kiralanarak okul binası olarak düzenlendi. Gazetelere de öğrenci ve öğretmen sağlamak için ilânlar verildi.
Bu ilânlardan Ekim 1869 tarihli birinde başvuracakların “Türkçede oldukça okur yazar olmaları” gerektiği belirtiliyordu.
Darülmuallimat’ın Açılışı
Darülmuallimat, 26 Nisan 1870 Salı günü, Eğitim Bakanı Saffet Paşa’nın bir nutku ile açıldı. Açılışta, üst düzey eğitim yöneticileri ve memurları, okulun öğretmenleri ve öğrencileri hazır bulunmuşlardı.
Eğitim Bakanı Saffet Paşa’nın nutku bir çok açıdan ilginç ve kadın öğretmen tarihimizin önemli bir belgesi olduğu için onu bugünkü dile aynen aktarmamız yararlı olacaktır:
“Kadınlar, yaratılışları gereği her türlü saygıya lâyık oldukları gibi, eğitim öğrenim görmelerine de özen göstermek gerekir. Çünkü bir çocuk beşikten okula başlayıncaya dek yalnızca annesinin eğitiminin altındadır ve bu süre içinde çocukların zihnini meşgul edecek bir şey olmadığından duydukları zihinlerine yerleşir. Bu nedenle annelerin çocuk eğitiminde büyük bir payı olduğu açıktır.
“Erkeklerin bilgi ve beceri kazanmaları gerekli olduğu gibi, kadınların da çeşitli bilgilerle ve onların ziynetleriyle de kendi güzelliklerini süslemeleri gerekir. Önceleri, İslâm hatunlarından edebiyatın inceliklerini bilen ve şair kadınlar ortaya çıkmıştır; bunların adları edebî eserlerde yazılıdır; kendileri zekâları, üstün kavrayışları ve bilgileri ile ünlüdürler. Avrupa’da da bir çok şair ve yazar kadınlar yetişmiştir ve onların saygın eserleri halen okunmaktadır.
“Doğu ülkelerinin erkek ve kadınları, kişisel akıl ve yetenek bakımından her türlü sosyal ve müsbet bilimi öğrenmeye ve her çeşit meslek ve sanatı ileri düzeye götürmeye yetkin oldukları halde, şimdiye kadar bu alanlarda geri kalmaları, özellikle kadınların eğitimden hiç nasiplerini alamamaları, yalnızca, öğrenim olanakları yokluğundan kaynaklanmıştır. Çünkü, Osmanlı Devleti’nde şimdiye kadar kadınlar için orta düzeyde okullar bulunmadığından, kız çocukları sekizer onar yaşlarına kadar sıbyan mekteplerine devam ederek harekeli (işaretlenmiş) yazıyı okuyacak kadar kalırlar, kimileri de evlerinde bazı dinî metinleri okumayı öğrenirlerdi. Bundan daha ileri düzeyde onlar için okul bulunmadığından, zavallı kızlar bu halde kalırlardı.
“Oysa, kadınların bilim öğrenerek yaratılışlarını süslemelerine hiç bir engel olmadığı gibi, ‘bilim öğrenmek erkek ve kadın her Müslümana farzdır’ hadisi, kadınların da erkekler gibi öğrenim görmelerini gerektirir. İyi bir eğitim görmüş ve dünyanın durumunu tanımış olan kadınların her zaman namus ve saygınlıklarını korumayı kendilerinin en önde gelen görevi bileceklerine şüphe edilemez. Bir çok sanat ve bilgi vardır ki bunları yaparak hayatını kazanmaya kadınların örtünmüş olması asla engel değildir. Avrupa’da yüzbinlerce kız ve evli kadın evlerinde çeşitli el işleri yaparak geçimlerini sağladıkları halde, İslâm kadınlarının böyle şeyler yapmamaları ve bir maddî kazançtan yoksun olmaları üzüntü vericidir.
“İstanbul’da kız çocukları için okullar olmadığından onlar erkek çocuklarla beraber okuyorlardı. Bunda bazı sakıncalar görülerek geçen yıl erkek ve kız çocuklar ayrılmış ve eğitimsever Padişahımızın sayesinde İstanbul’un çeşitli yerlerinde 7 adet kız Rüşdiyesi açılmıştır. Fakat bunların öğretmenleri erkek olduğu için, yaşları 9 ve 10’u geçen kızlar, örtünme gerekçesiyle bu okullarda iki yıldan fazla kalamayacaklardır. Oysa, iki yılda yeterli düzeyde bilgi öğrenemeyecekleri açıktır. Bu nedenle, kızların kız Rüşdiyelerinde 4 yıl kalabilmeleri öğretmenlerinin kadın olmasına bağlıdır.
“İşte, bundan böyle, gerek kız sıbyan, gerek kız Rüşdiye mekteplerine kadın öğretmenler yetiştirmek amacıyla bir Darülmuallimat kurulması gerekli olmuş ve bu husus Maarif-i Umumiye Nizamnamesinde yer almıştır. Bugün, uğurlu olması dileği ile açılışını yaptığımız bu okuldur. Daha sonra, gayrimüslim kız mektepleri için de kadın öğretmenler yetiştirilmek üzere başka sınıflar da açılacak, ve gerekli öğretmenler sağlanacaktır. Bu Darülmuallimat, Padişahımızın en yüce kuruluşlarından biridir ve kadınların eğitimine sonsuz yararlar sağlayacaktır. Bu yüce başarıdan dolayı Padişahımızın ömür ve şanının artması için her an dua etmek üzerimize borçtur.”
O tarihte Osmanlı Padişahı Abdülaziz (1861-1876) idi. Darülmuallimatın Dersleri Darülmuallimatın ilk programında şu dersler bulunuyordu:
Mebâdi-i Ulûm-ı Diniye ve Ahlâk, Kavâid-i Lisan ve İnşa, Hesap, Nakış ve Ameliyât-t Hiyatiye, Resim, Hatt-ı Sülüs ve Nesih, Tarih-i Osmanî, Coğrafya. 1873-1874’te Rik’a yazısı ile bir yıl sonra da Müzik dersi kondu. Bu sonuncu ders başlangıçta, “öğrencilerin daha önemli ve yararlı derslerle ilgilenmelerini engeller” düşüncesi ile programa alınmamıştı.[20]
1874-1875’te, Darülmuallimat’ın 3. Sınıfına Tâlim-i Elifba adıyla bir ders konmuştur. Bu, ‘Alfabe ve okuma yazma öğretimi’ anlamında bir özel öğretim yöntemi dersidir. Böylece, o yıllarda Usûl-i Tedris adıyla daha genel bir öğretim yöntemi dersi olmasa da bir özel öğretim dersi programlarda yer almıştır.
Usûl-i Tedris, yani Öğretim Yöntemi dersinin konması ve geliştirilmesinde ve kızların eğitiminde Ayşe Sıdıka Hanımın önemli bir yeri vardır. Ulemâdan bir zatın kızı olan Ayşe Sıdıka Hanım Beyoğlu’ndaki Zapyon Rum Kız Lisesi’nde okumuş ve Darülmuallimat’a Padişah Abdülhamit’in iradesiyle Coğrafya, Ahlâk, Elişleri öğretmeni olarak atanmıştı. Padişah, iradesinde, onun için “öğrendiğini ölünceye kadar vatandaşlarına öğretsin” diyordu. Ayşe Sıdıka Hanım, o sırada bu meslek okulunda Pedagoji dersinin olmamasını eksiklik olarak görmüş ve böyle bir dersin konması için Eğitim Bakanlığı’na öneride bulunmuştur. Bakanlık, bu öneriyi dikkate almış, Usûl-i Tedris dersini programa koyarak öğretmenliğini de Ayşe Sıdıka Hanım’a vermiştir. O bu dersi beş yıl okuttuktan sonra 1897’de Usûl-i Tâlim ve Terbiye Dersleri başlığıyla bir de ders kitabı yazmıştır. Kitap, onun derslerinde okuttuğu bilgilerden ve Batı’daki kitaplardan yaptığı alıntılardan oluşmuştur. Bu bizde ilk eğitim bilimi kitaplarındandır. Özetle, Ayşe Sıdıka Hanım ilk kadın eğitim bilimci yazarımızdır. Sözü geçen kitabının ilk cümlesinde, “bir ülkenin uygarlığının ölçüsünün en doğru kıstası kadınların eğitimlerinin düzeyidir” der. Ayşe Sıdıka Hanım 1903’te 32 yaşında ölmüştür.
Darülmuallimat’ın 1895 tarihli programında Usûl-i Tedris dersi içinde Usûl-i Tedris ve İdare-i Mekâtip konuları işlenecekti. Bunlar çocukları tanımak, öğretim yöntemleri, okul yönetimi ile ilgili vs. konulardır. Burada, okulda özellikle İdare-i Mekâtip (Okul Yönetimi) adıyla bir dersin yer alması önemli bir gelişmedir.
Öğretmenleri Darülmuallimat’ın ilk Müdürü Emin Efendidir. Din ve ahlâk derslerini Musa Efendi, hesap ve coğrafyayı İsmail Efendi okutuyordu. Yazı öğretmenleri Sülüs için Hacı Raşit, Rik’a için Arif Efendiler idi. Nakış öğretmenleri Hatçe Hanım ve Madam Armik, resim öğretmeni Madam Balker idi.[21]
1880’li yıllardan itibaren Darülmuallimatta gerek idarî kadroda gerekse öğretim kadrosunda kadın eğitimcilerin sayısı artmaya başlamıştır.[22] 1882-1883 öğretim yılında, Sıbyan şûbesindeki 4 öğretmenden 4’ü, Rüşdiye şûbesindeki 7 öğretmenden 3’ü kadındır. Dahası bu öğretmenler, artık sadece meslekî derslere değil teorik derslere de girmeye başlamışlardır. Aynı tarihte, Nakiye Hanım’ın Tarih-i Osmânî dersine girmesi bunu göstermektedir. Özellikle 1900’lerin başına doğru, Darülmuallimat mezunlarının kendi okullarında öğretmen olarak görevlendirilmesi ile kadın öğretmenler okulda mutlak bir çoğunluğa sahip olmuştur. Nitekim 1897-1898’de, okuldaki Müdür dahil 6 erkek öğretmene karşılık daimi ve ek görevli olarak 18 kadın öğretmen bulunuyordu.
Yönetimi 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi, 71. maddesinde şu hükmü getirmişti: “Darülmuallimat’ın bir kadın müdürü ile çeşitli dersleri için kadın öğretmeni, nakış ustası ve iki hizmetçisi bulunacaktır. Kadınlardan istenilen şekilde öğretmen yetiştirilinceye kadar yaşlı ve edepli olmak şartıyla erkeklerden öğretmen tayin edilebilir.”
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Tanzimattan sonra açılan kız Rüşdiyeleri ile İstanbul Darülmuallimatı’na ve taşrada açılan Darülmuallimat’lara kadın öğretmen tayini esas kabul edilmiş, kadın bulunmazsa, “yaşlı ve edepli” olmak şartıyla erkek öğretmenler tayin edilmişlerdir. Erkek öğretmenlerin “çirkin” olması da aranan bir nitelik olmuştur. O dönemlerde “yaşlı” ve “olgunluk yaşı” terimleriyle anlaşılan en az 40 yaştır. Kız okullarına öğretmen atanmasına ilişkin yasal kaynağını 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesinin 71. maddesinde bulan bu uygulama II. Meşrutiyet dönemi (1908-1918) ortalarına kadar sürüp gitmiştir.
Darülmuallimatın ilk kadın Müdürü kimdir ve ne zaman atanmıştır? Hicri 1299 tarihli Devlet Salnamesi’ ne göre Fatımatüzzehra Hanım Kasım 1881’de Müdür görünüyor. Bu onun az daha önce, muhtemelen 1880-1881 öğretim yılının içinde göreve atandığı anlamına geliyor. 1933’te İstanbul Kız Muallim Mektebi-Darülmuallimat başlığı ile yayınlanan eseri hazırlayanlar ise, Fatımatüzzehra Hanım’ın 1879-1880 ders yılında Müdürlük “yapmaya başladığını” yazarlar. Bu eseri 1933’te hazırlayanların o tarihte ilk ve sağlam bilgi ve belgelere ulaşmış oldukları düşünülebilir. Osman Ergin de bu kaynaktan yararlanmış ve 1879-1880 tarihini vermiştir.
Az yukarıda da belirttiğimiz gibi, Darülmuallimat’ın 1870’te açılmasından 7 ay önce yayınlanan 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi bu okulun bir “kadın Müdürü” olacağını hükme bağlamıştır. Böyle bir kadın Müdürün ilk kez Kasım 1881’den önce göreve getirildiğini de bir üst paragrafta görmüş bulunuyoruz.
Ancak, Temmuz 1895’de, Abdülhamit döneminde yayınlanan Darülmuallimat Tâlimatnamesinde, okulun bir “erkek Müdürü” ve “onun maiyetinde bir kadın Müdürü” olacağı belirtilmiştir. Bu Tâlimatnameye göre kadın Müdür okulun dış işleri ve yazışmalarına “asla karışmayacak”, okulun iç işlerinde de, erkek Müdürün “onayını almadan küçük ya da büyük herhangi bir uygulamaya kesinlikle girişemeyecektir”.
Böylece, 1895 Tâlimatnamesi, kadın Müdürün konumunu erkek Müdürden daha alt düzeyde belirlemiş, onun yönetimle ilgili yetkilerini ve görevlerini geniş ölçüde kısıtlamış, gerçek yönetimin ve yetkilerin erkek Müdürde olduğunu açıkça belirtmiştir. Bu hükümler kanımızca, o tarihten 26 yıl önce yayınlanan Maarif-i Umumiye Nizamnamesine göre daha geriye giden bir zihniyetin işaretidir.
Öğrencileri, Mezunları Darülmuallimatın öğrencileri tümüyle “gündüzlü” idi.
Darülmuallimat ilk mezunlarını 1873’te verdi. Sınavlar 27 Haziran’da başladı. Son sınıfta (3. sınıf) 21 öğrenci vardı. Biri sınava girmedi, diğer üçü de ikmale (bütünlemeye) kaldı. Böylelikle Darülmuallimat’tan ilk kez 17 bayan mezun oldu. Sınav şu derslerden yapıldı.[23]
Arapça, Farsça, Hesap, Coğrafya, Tarih, İnşa, Rik’a, Sülüs, Nakış, Resim.
Üsküdarlı Hafız Fethiye Hanım her dersten tam not alarak birinci oldu ve fevkalâde mükâfata lâyık görüldü. Diğer iki öğrenci de mükâfat ve ayrıca üç öğrenci de zikr-i cemil (çeşitli öğrenci ödülleri) kazandılar.
Darülmuallimat’ın ilk mezunlarının en küçüğü 14, en büyüğü 30 yaşında idi. Bu ilk mezunlar İstanbul içindeki kız mekteplerine öğretmen olarak atanmışlardır. II. Abdülhamit döneminde, eğitimdeki genel nicelik gelişmelerine paralel olarak kızların eğitimi konusunda da önemli çabalar harcanmıştır. Nitekim, bu dönemde taşraya yayılan kız Rüşdiyelerinin sayısı 74’e ulaşmış, böylece orta öğretimin ilk düzeyinde okuma imkânı bulan kızların sayısı artmıştır. Darülmuallimatın ders programlarında ve öğrenci sayılarında da gelişmeler görülmüştür.
Bu artışa paralel olarak okulun mezun sayısı da her geçen yıl biraz daha artarak 1901-1902 öğretim yılına kadar toplam 381’e ulaşmıştır. Bu, Darülmuallimat’tan o tarihe kadar her yıl ortalama 12 kadar kadının öğretmen olarak mezun olması demektir. Bu sayısal veriler, şüphesiz, ülkenin kadın öğretmen ihtiyacı karşısında çok yetersizdir. Bununla beraber, o yıllarda Darülmuallimat’tan mezun olan kadın öğretmenler kız Rüşdiyelerinin yaygınlaşmasında ve kız çocuklarının gerek kız sıbyan gerek kız Rüşdiyeleri düzeyinde okullaşma oranlarının artmasında başta gelen etmen olmuşlardır.
Öğretmenlik Mesleğine Giriş
1870’te kızlar için Darülmuallimat adıyla bir öğretmen okulunun açılması Türk eğitim tarihinde çok önemli bir olaydır. 22 yıl önce, 1848’de erkekler için Darülmuallimîn adıyla bir öğretmen okulu açılması da böyledir.
Artık öğretmenler yalnızca bu okulların mezunlarından mı atanacaktı? Öğretmenliğin meslekleşmesi ile çok yakından ilgili olan bu sorunun cevabı, az yukarıda Darülmuallimîn mezunlarının öğretmen atanmalarından ve hakk-ı rüçhan’dan söz ederken açıklanmıştır.
Sonuç ve Genel Değerlendirme
Türkiye’de çağdaş anlamda öğretmenlik mesleğinin doğuşuna ilişkin yukarıda yaptığımız açıklamalardan çok önemli bir takım sonuçlar çıkmaktadır. Bunların bir kısmını maddeler halinde aşağıda özetliyoruz:
- İlk kez 16 mart 1848’de Darülmuallimîn adında bir öğretmen okulu açılırken, bu girişimi başlatan yetkililerin kafasında, eğitimin bir bilim olduğu, öğretmenliğin eğitim ve öğretim yöntemi bilgisine dayanan bir meslek olduğu inancı vardı. İşte bu düşünce, Türkiye’de çağdaş anlamda öğretmenlik mesleğinin doğuşuna götürdü. Daha sonra, günümüze kadar 150 yıllık bir sürede, öğretmen yetiştirme ve atamalarını bu ölçütün uygulanıp uygulanmadığına bakarak değerlendirmek gerekir.
- Darülmuallimîn’in başlangıçta medresenin etkisinde kalması, onun takdire değer bazı amaç ve uygulamalarını unutturamaz. Bunlar, kurumun 1 Mayıs 1851 tarihli Nizamnamesini hazırlayan müdürü Ahmet Cevdet Efendi’nin bu okula ilk ders olarak Eğitim ve Öğretim Yöntemi dersini koyması, öğretmen yetiştirmede niteliğe öncelik vermesi ve öğretmenin saygınlığı ilkesini getirip savunmasıdır. O, bu Nizamname ile öğretmenlik mesleğinin temellerini sağlam atmış, öğretmen okulunun medrese dışında, yeni bir anlayışın ve bir mesleğin okulu olduğunu vurgulamıştır.
- Öğretmen olarak yetişmeyenlerin mesleğe ilk kez atanması 1860’da gerçekleşmiştir. Bu yolu açan da, ilk Eğitim Bakanı Abdurrahman Sami Paşa’dır. Öğretmen olarak yetişmeyenlerin mesleğe atanması yolunu açan resmî makamların ileri sürdükleri iki temel gerekçe şunlardır:
- Öğretmen okulu öğrencilerinin sayıca yetersizliği.
- Öğretmen okulu öğrencilerinin bazılarının bilgi bakımından ehil olmamaları.
- Zamanla, başka nedenlerle, mesleğe dışarıdan atamalar yapılmışsa da, bu iki neden genellikle geçerli kalmıştır.
- Öğretmen olarak yetişmeyenlerin mesleğe atanması başlangıçta “geçici” kaydıyla yapılmış, fakat, ekseriya görüldüğü gibi, bu geçici durum son derece “sürekli” olmuştur.
- 1860’da ilk kez dışarıdan öğretmen atamalarına girişilirken, o tarihte Rüşdiye mektepleri için duyulan ve Darülmuallimî’nin karşılayamadığı ileri sürülen öğretmen açığı, iki elin parmakları ile sayılabilecek kadar azdır. Şu halde, bu, çözümlenmesi çok kolay bir sorundu. Darülmuallimî’nin öğrenci sayısı artırılıp nitelik yükseltilebilir ve dışarıdan öğretmen atanma yolu kesinlikle açılmayabilirdi.
- Ancak, 1860’da Bakanlığın dışarıdan öğretmen alma yolunu açmasında 1851 tarihli Nizamnameyi yapan Ahmet Cevdet Efendi’nin akla gelmedik çok iyi niyetli bir uygulaması etkili olmuştur. Çünkü o öğretmen okulunda niteliği yükseltmek için öğrenci sayısını azaltmıştır. Bu doğruydu, ama iyi bir plânlama değildi.
Yakın bir gelecek bile öngörülememiş, Rüşdiye mekteplerinin kısa sürede sayıca artacakları düşünülememişti. Böylece, yeterli sayıda ve nitelikli öğretmen yetiştirme alanında “ilk plânlama” başarılı biçimde yapılamamıştır.
- Dışarıdan ilk kez öğretmen atamalarına karşı Darülmuallimîn öğrencilerinin gösterdikleri tepki takdire şayandır; bu, onlarda meslek bilincinin güçlü olduğuna işarettir.
- 1870’de Darülmuallimat adında bir kız öğretmen okulu açılmasıyla da kadınlar için çağdaş anlamda öğretmenlik mesleği başlar: Böylece devlet artık, bir meslekî örgün eğitim kurumunda, düzen, disiplin içinde, sistemli şekilde, meslekî formasyon sahibi kadın öğretmen yetiştirme işine girişmiş olmaktadır ve böyle yetişen kadınlara “memur” statüsü içinde iş vermektedir.
- Ancak, yasal metinler, kadın öğretmenlerin maaş bakımından ve okul yöneticisi olabilmeleri açısından çeşitli kısıtlamalar getirmeseydi, kuşkusuz öğretmenlik mesleği kadınlar açısından daha imrenilir düzeye gelecek, bu da genel olarak kızların daha çabuk ve geniş çapta okullaşmasını kolaylaştıracaktı. Çünkü, onların önünde bir çok başarılı, etkin kadın okul yöneticisi örnekleri ve modelleri olacaktı.
- Öğretmen okullarının uzun yıllar başarılarını sınırlayan etmenlerden biri de onların genellikle eski, kiralık binalarda öğretim yapmaları, bir binadan ötekine taşınıp durmalarıdır. Bu kurumlara devletin bina bakımından genellikle uygun bir eğitim ortamı sağlamamış olması onların etkilerini, başarılarını sınırlamıştır.
- Türk eğitim tarihinden çıkan değerli dersleri iyi öğrenip her geçen gün daha nitelikli bir öğretmen yetiştirme ve atama politikası uygulamak gerekirken, 1970’li yıllarda onbinlerce gencin “hızlandırılmış”, “mektupla öğretmen yetiştirme” gibi yollarla yüzeysel bir eğitimden geçirilip öğretmen yapılması şaşırtıcıdır. Bu, yetkililerin iyi bir öğretmen yetiştirme ve atama plânlaması yapmamalarının sonucudur. Böylece, 1996’da 50 bin işsiz üniversite mezununun sınav bile yapılmadan ilkokul öğretmeni olarak atanması ise akıl almaz bir uygulamadır. Sonuçta, 2001’de, ilköğretimde görev yapan öğretmenlerin geldikleri kaynakların çeşidi 433’e yükselmiştir! Oysa, 1973 tarihli Millî Eğitim Temel Kanunu, öğretmenliği “özel bir ihtisas mesleği” olarak tanımlar (md. 43). Herkesin yapabilir hale getirildiği, çok önemli öğretmenlik mesleğine, bizzat ilgili makamlarca, “özel bir ihtisas mesleği” olma niteliği kaybettirilmemiş midir?
Ucuz, çabuk ve bazen de politik amaçlarla öğretmen sağlamak düşüncesi ile hareket edilmesi, öğretmenlik mesleğine zarar verdiği gibi, genel eğitimin ve öğretimin niteliğini de düşürmüştür. İhtiyaç ne kadar âcil ve büyük olursa olsun, bu, niteliksiz öğretmen yetiştirilmesini ve atanmasını asla haklı gösteremez. İhtiyacın âcil ve büyük olması, ancak, zamanında çok iyi ve istikrarlı plânlama yapılmasını ve uygulanmasını gerektirir. Başka bir deyişle, 1860’da devletin dışarıdan atamalar için ileri sürdüğü “ihtiyaç var” gerekçesi, 2002’de, yani 142 yıl sonra, hâlâ ileri sürülemez!
- Ayrıca, mesleğin güçlenmesi sadece uygun öğretmen yetiştirme ve atama politikaları ile de sağlanamaz. Bir an önce mesleğin ekonomik ve sosyal statüsünün de güçlendirilmesi gerekir.
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 19 Sayfa: 15-25
Kaynaklar: