Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Türkiye’de Bölücü Hareketler: Sebebi ve Çözümü

0 11.567

Prof. Dr. Cihan DURA

Türkiye Cumhuriyeti bir ulus-devlet olarak kurulmuştur. Temelinde Millî Egemenlik, Tam Bağımsızlık ilkeleri vardır, Milliyetçilik İlkesi vardır. Bu son ilke ulusal bilinci ve ulusal birliği sağlar. Milyonları tek bir bütün, granitten bir kaya haline getirir; öyle ki, iç veya dış hiçbir güç devleti çökertemez, milleti bölemez.

Peki, bu kaynaştırıcı bilinç ve birlik nasıl sağlanmıştı? Atatürk’ün son derecede birleştirici bir millet tanımıyla… bu tanım şöyledir: Zengin bir hatıralar mirasına sahip bulunan, birlikte yaşamak hususunda ortak arzu ve uzlaşmada içtenlikli olan, sahip olunan mirasın korunmasına birlikte devam hususunda iradeleri ortak olan insanların bir araya gelip birleşmesinden meydana gelen topluma millet denir.

Burada sayılan unsurlar, ortak hatıralar mirası, birlikte yaşama arzusu, bu birlikteliği sürdürme iradesi; 1920’ler Türkiye’sinde vardı. Atatürk bu müşterekleri kullanarak bunları, üzerinde işlenebilecek somut araçlara bağladı: Ortak tarih, ortak dil ve ortak kültür… Buna göre Türk toplumunu millet yapan temel ögeler; ortak tarih, o tarihin ürünü olan ortak dil ve sonuç olarakortak kültür oluyor.

‘***’

Peki, bu esaslar çerçevesinde 1920’lerden itibaren milletleşme sürecine sokulan bir toplum, girdiği süreci rahatça, hiçbir iç veya dış engelleyici müdahale ve tehdit olmadan sürdürebilir miydi?

Yanıt hem evet, hem hayır,,,

-Evet, eğer Atatürk’ün bu sürecin gerçekleşmesi için koyduğu ve uygulamaya başladığı esaslar, sonraki kuşaklar tarafından da ödünsüz sürdürülüp uygulanabilseydi…

-Hayır, çünkü dünyada Emperyalizm denen bir bela var; Atatürk’ün “dahilî bedhahlar” olarak adlandırdığı iç düşmanlar (işbirlikçiler, dinciler) var.

Emperyalizm, yani Batı’nın İngiltere, Fransa gibi ülkeleri, bunların zengin sınıfları, şirketleri; 500 yıldır dünyayı, Asya’yı, Amerika’yı, Afrika’yı, buraların yoksul bırakılan halklarını sömürmektedir. Bir güçlü insan düşünün, zayıfları ezerek, onların haklarını çiğneyerek, onları soyarak çıkar sağlıyor, zenginleşiyor. Bu istismar uluslar arasında da oluyor. Durumun devamı için, güçlü olan, zayıfın hep zayıf kalmasını istemez mi? İşte uluslararası ölçekte, emperyalist ülkelerle bunların avı olan ülkeler arasında olup biten de bundan ibarettir.

Peki, söz konusu sömürü nasıl önlenecek? Tek bir yolu var: Ulus-devlet!… Ulus-devletlerin, bir araya gelerek, küresel şirketlerin saldırılarına karşı bir set oluşturması… Peki, dış düşman bunu ister mi, karşısında büyük bir gücün oluşmasını bekler mi? Tabii hayır… Dolayısıyla, nerede bir ulus-devlet ortaya çıktıysa, onu çökertmek için derhal planlar yapmaya, saldırılarda bulunmaya başlamıştır.  En çok başvurdukları yöntem de, bu ülkelerin yurttaşları arasına nifak sokmak olmuştur. Bu amaçla,  birleştirici unsurları gözden düşürüp ayırıcı unsurları ön plana çıkarmaya çalışıyorlar. Ayırıcı unsurları ateşliyorlar.  Ancak açıktan değil, demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi yüce değerlerin arkasına gizlenerek uyguluyorlar planlarını. Nihai hedefleri ülke insanlarını karşı karşıya getirmek, böylece hedef aldıkları devleti daha küçük devletçiklere bölerek yok etmektir. Gizli gayeleri, kendi küresel şirketlerine daha fazla kazandırmak, şirket çıkarlarını, hammadde kaynaklarını ve pazarlarını teminat altına almaktır.

Oysa bu ülkeler, İngiltere, Fransa, Almanya, ABD gibi devletler tarihte ulus-devlet olarak güçlendiler, ulus-devlet zırhının içinde ulusal birliklerini sağladılar, kalkındılar. Ancak günümüzde diğer ülkelerin gelişmesini, gibi ulus-devlet olarak kalmalarını önleyerek,  engelliyorlar. Çünkü –yukarda belirttim- aksi halde, o ülkelerin pazarlarına rahat giremeyecek, doğal kaynaklarını ele geçiremeyeceklerdir. O zaman hedef devletleri güçsüzleştirmek veya tamamen çökertmek için içten bölmenin yolunu arıyorlar. Bunun da en etkili aracı olarak etnik hareketleri tahrik ediyorlar.

İşte Türkiye de yapılmak istenen ve yıllardır yapılan da budur. Başta Amerika olmak üzere, Emperyalist ülkeler Ortadoğu’da güçlü, üniter, büyük bir Türkiye’nin varlığını kendi şirket çıkarları açısından tehlikeli buluyorlar. Türkiye’nin ulus-devlet yapısını, bu yapının sağladığı millî bilinç ve millî birlik, kısacası tek millet olma duygusunu, emellerine engel olarak görüyorlar. “O halde” diyorlar, “bu duyguyu yok edelim.” Nasıl?  Millî bilinç ve millî birlik olgusunu değersizleştiriyor, yıpratıyor, ortadan kaldırıyorlar. Ortak dili, ortak tarihi, ortak kültürü zayıflatıyor, tahrif ediyor, kötülüyor, bozuyor, değerden düşürüyorlar. Sonuç ülkeyi (Türkiye’yi), her tarafta mikro milliyetçilik hareketlerinin sarması, devletin yıpranması, zayıflaması, iç ve dış saldırılara dayanamayarak zamanla dağılmasıdır. Kazanan yalnızca küresel şirketler ve onların iç ortakları oluyor.

İşte bu felaketlerin olmaması, ulus-devletin yenilmez gücünü kazanmaları içindir ki, Türkiye gibi ülkelerde “ortak tarih, ortak dil, ortak kültür” anlayışı ve bilinci vazgeçilmez bir koşul oluyor.

 ‘***’

Atatürkçü millet anlayışı, asla etnik unsurların, kendi özgünlüklerini inkâr etme anlamına gelmez. Atatürk’ün yaptığı millet tanımlarında ırk (soy) ve din unsurları yer almaz, şu ünlü tanımı da öyledir: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” Bir söz vardır, “Herkesin yorulduğu yere han yapılmaz” der. Konumuz açısından çok anlamlıdır, yol göstericidir.

Atatürk Milliyetçiliğinde, Türk sözcüğü iki anlamda kullanılır:

– Soy anlamı: Tarihte Asya içlerinden Batı’ya göç ederken, dünyanın çeşitli bölgelerine dağılan, bir bölümü Anadolu’ya yerleşen, orayı, devletler kurarak kendine vatan yapmış Türkmen, Yörük, Özbek, Kalmuk,… gibi boylara verilen ortak ad,  bu topluluğun üyesi.

– Üst kimlik anlamı: Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkının adı, Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes.

Günümüzde, Türkiye’yi neredeyse bölünme noktasına getiren “etnik sorun” açısından ifade edersek, çözüm “x asıllı Türk” ifadesinde kendini gösterecektir. Bu ifade ile, ilgili kişi:

-“x asıllı” terimini kullanarak, etnik kökenini;

-“Türk” terimini kullanarak da “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı” olduğunu belirtmiş olacaktır.

Daha açık bir ifadeyle, ikinci anlamda Türk derken kast edilen, bir ırk veya soy değildir; kastedilen, bir devletin yurttaşlığı, Türkiye Cumhuriyeti devletinin uyruğu olma hususudur. Bir Kürt, Çerkes veya başka asıllı bir yurttaşımız, kimliğine veya pasaportuna Türk yazıldığı zaman veya “ben Türküm” derken, kendi etnik kökenini yadsımış olmuyor. Sadece hangi devletin uyruğu olduğunu belirtmiş oluyor. “Ben Türküm” yerine elbette “ben x asıllı Türküm” de diyebilir. Ancak böyle yapmayıp “ben şuyum, buyum” demeye kalkıştığı zaman, özellikle “ben Türk değilim” dediği zaman iş değişiyor, birilerinin siyasi istismarı başlamış oluyor. Ardından, siyasal talepler geliyor, böylece devlet ve millet bütünlüğü, kısaca ulus-devletin idamesi tehlikeye girmiş oluyor.

 ‘***’

Genel olarak Atatürk’ün getirdiği çözüm, işte budur. Ancak bu anlayışın değeri bilinmedi; birtakım insanlar, gruplar dış güçlerin, kendi kişisel veya grup çıkarlarının oyuncağı olarak mikro milliyetçilikler gütmeye başladılar. Bu hareketler AKP iktidarında, hükümetin de teşvik ve desteğiyle ayyuka çıktı. Büyük küçük birtakım etnik gruplar siyasal haklar talep etmeye, bu amaçla örgütlenmeye başladılar.

Türkiye’nin içine düşmüş olduğu bu tuzaktan asla Atatürk ve öğretisi sorumlu değildir, gerçek Atatürkçüler de sorumlu değildir. Kasım 1938’den sonra gelen, dış emperyalist güçlerin güdümüne giren, Atatürkçülüğe, onun Milliyetçilik ilkesine ihanette birbiriyle yarışan hükümetler, onlara destek olan sahte Atatürkçüler sorumludur.

Peki, çözüm nedir?

Özerklik, federasyon, ana dilde eğitim gibi talepler, çok geçmeden ülkenin parçalanması sonucunu doğuracaktır.

Gerçek çözüm ulus-devlet yapısını onarmak, yeniden ihya etmektir.

Bu da bilinçli bir şekilde Atatürkçü ideolojiye dönmeyi ve bunun gereklerini süratle ve isabetle uygulamaya koymayı, ortak değerler konusunda halkı aydınlatmayı, bilinçlendirmeyi gerektirir. Millet olmanın somut koşullarını sürdürmeli, pekiştirmeli, bunun yollarını bulup uygulamaya koymalıdır.

Ne var ki, özellikle son 13 yılda çok değer, çok güç, çok mevzi kaybedilmiştir. Hepimizin dağları delen Ferhat kuvvetine ihtiyacı vardır.

Hükümetten hayır yoktur, Meclis’e giren siyasi partilerden hayır yoktur. Bunların yöneticileri kendi kişisel çıkarlarını, ikballerini, 75 milyon yurttaşımızın çıkarlarının üzerinde görüyor, Millî İrade’ye ihanet ediyorlar.

Tek çare; ülkenin yurtsever ve namuslu aydınlarının bir araya gelmesi, ülkenin her köşesinde bir halkı aydınlatma, bilinçlendirme ve demokratik yollardan vatanın kaderine el koyma hareketi başlatmasıdır.

Prof. Dr. Cihan DURA

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.