Türkiye Selçuklu yerleşimi, Büyük Selçuklu Devleti’nin yerleşim politikası içinde şekillenen ve gelişen bir süreçtir. Türklerin Büyük Selçuk hakimiyeti ile Ön Asya’ya hakim olması, Ön Asya topraklarının o devirde İslam topluluklarının yaşadığı sahalar olması sebebiyle Türkmenlerin, Oğuz boylarının İran’a ve Ön Asya ya yerleşmelerinde sorunlar ortaya çıkmıştır. Büyük Türk topluluklarının İran ve Ön Asya’da yerleşik hayata geçirilmesini reddeden Oğuz boy beyleri ve isyancı Selçuk başbuğları kendilerine bağlı topluluklarla Darül-harp ilan edilen Anadolu topraklarına doğru alanlara giriştiler. Uç bölgesi niteliğindeki Anadolu coğrafyası, Malazgirt Savaşı’ndan itibaren uç bölgesinin Batı Anadolu’ya aktarılmasıyla Türklerin yerleşmelerine sahne oldu.
Türkler bazen kendi kurdukları şehir kasaba ve köylere, bazen de ıssızlaşan eski Hıristiyan yerleşim merkezlerine yerleşerek Anadolu’ya sürekli devam eden Türk göçünün de tesiriyle belirli bir süreç içinde Anadolu’daki şehir ve köy topluluğunun hakim unsuru haline geldiler. XIII. yy.’da Anadolu şehirlerine Türk kimliği tamamen hakim hale geldiği gibi şehirlerdeki sosyo-ekonomik üstünlük de Türklerin eline geçti.
Türkiye Selçuklu Devleti yerleşim süreci, Türklerin Anadolu’yu yurt edinerek burada Türk kültürünü yerleştirdikleri bir süreç olmuştur.
Türkiye Selçuklu Devleti coğrafyasında yerleşim faaliyetlerinin hem Türklerle hem de bu bölgede daha önceden beri yaşayan yerli toplumlarla ilgisi bulunmaktadır. Türkler XI. yüzyıldan itibaren yerleşik toplum haline geldikleri Fergana, Harezm ve Aral gölü bölgelerinden İran ve Ön Asya coğrafyalarına yaptıkları kitlesel göç hadisesi, Anadolu coğrafyasında Türk yurdu şeklinde sonuç vermiş, bununla Anadolu coğrafyasına nüfus aktarımı oluşmuştur. Türklerin Anadolu’ya gelirken Türkistan’daki yerleşim yapısını, yerleşik olma özelliklerini, göçebe, yarı göçebe, köylü veya şehirli olma hususiyetlerini de beraberlerinde getirdikleri, Anadolu’da ise göçebeliklerin şehirli ve köylü bir topluma doğru Anadolu öncesi yerleşim sürecinden daha ileri toplumsal evreye tekamül ettikleri bilinen bir gerçektir.[1]
I. Anadolu’da Selçuklulardan Önceki Yerleşim Durumu
XI. yüzyılda Türkler Anadolu’ya Bizans Devleti’nin ortaya koyduğu demografik yapı çerçevesinde gelip yerleşmeye başladılar; Bizans Devleti’nin uyguladığı politikalarla IX. yüzyıldan itibaren Anadolu’daki nüfus kale ve kastralara sahip kasabalara kaymıştı.[2]
Türkler Anadolu’ya geldiklerinde Anadolu’nun Rum, Ermeni, Süryani ve Kelt gibi yerli halkları bu coğrafyada yaşamlarını sürdürüyorlardı. Romanos Diogenes’in Anadolu seferleri yerli nüfus yoğunluğunun fazla olmadığı görüntüsünü vermektedir.[3] Bu görüntünün orduya katılmak istemeyen yerli halkın Bizans krallarının Anadolu seferleri sırasında şehirleri terk etmesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Nitekim XI. yüzyılda Türklerin nüfusu azalmış bir coğrafyaya geldikleri şeklindeki bir bilgi gerçeği tam yansıtmamaktadır. X. ve XI. yüzyıllarda Anadolu’nun nüfusunda artışlar gerçekleşmiştir. Türk yerleşimi öncesi Bizans kasaba ve köylerinde yerleşim durumu canlılığını korumaktaydı ve Selçuklulardan önce Anadolu’ya diğer coğrafyalardan getirilip nüfus yerleştirilmesi, Bizans Devleti’nin önemli bir politikasıydı.[4] Bu bağlamda Bizans Devleti’nin Kuzey Suriye ve Ermeni prensliklerini hakimiyet altına almasını müteakip XI. Yüzyıl başından itibaren Süryani (Suriyeli) Hıristiyanları Anadolu’da Tarsus, Edessa (Urfa) ve Anazarba bölgelerine, Ermenileri ise Kilikya, Kapadokya ve Sivas havalisine yerleştirildiler.[5]
Bizans Devri’nde bunlara ilave olarak XI. yüzyılda ücretli askerler olarak Karaman ve Kayseri bölgelerine yerleştirilen Peçenek ve Uz Türkleri de bulunmaktadır.[6] Fakat bu askeri nitelikli iskanlar, Anadolu nüfusu üzerinde büyük bir tesir oluşturacak boyutta değildir.[7]
Anadolu’ya Bizans’ın yaptığı nüfus transferlerinde demografik ve askeri dengeler göz önünde bulundurulmuştur. Bu yerleşimler, Bizans ülkesi genelinde siyasi dengeleri bozucu etkisine karşılık yerleşimlerin yapıldığı bölgelerde yeni kitlelerin ekonomik faaliyetlere katılması ile olumlu sonuçlar doğurdu.[8] Kapadokya şehirlerinde olduğu gibi Ermeni nüfusun bölgeye yaptığı olumlu, ekonomik katkıya karşılık Ermeniler ve Rumlar, birbirleriyle kaynaşamadılar, ayrı unsurlar olarak yaşadılar. Bizans Devleti’nin Rumları Ermenilere karşı kollayıcı bir tutum izlemesi, Ermenileri Bizans otoritesinden daha da kopardı.[9] Kapadokya’daki nüfus yapısı, Anadolu’ya Türk yerleşimini kolaylaştıran bir etken olmuştur. Türk dönemi öncesi bu yerleşimlerin Türklerin Anadolu’ya girmelerine dolaylı yoldan katkısı ortaya çıkmaktadır; Bizans Devleti’nin doğudaki Ardzuni ve Vaspurakan Ermenilerini Orta Anadolu’ya nakletmesi, Türklerin doğudaki sınırdan Anadolu’ya girmelerine ve boşaltılan bölgelere yerleşmelerine olumlu katkı yapmıştır. Büyük Selçuklulara bağlı olup İran’dan hareket eden Türkmenler, Bizans Devleti’nin boşalttığı Doğu Anadolu topraklarını hızla doldurdular. Bu kalabalık kitlelerin Anadolu’ya hareketi, Anadolu siyasi denetimini Bizans Devleti’nin elinde kısa sürede çıkmasına sebep olmuştur.[10]
II. Malazgirt Savaşı’yla Sonuçlanan Fetih Sürecinde Anadolu’da Türk Yerleşimi
Büyük Selçuklu Devleti’nin İran’da ve Ön Asya’da hakimiyetini güçlendirmesi ile Anadolu coğrafyası bir uc bölgesi haline gelmiş ve yerleşik halkın şikayetlerine karşılık göçebe Türkmenlerin ekonomik faaliyetleri için gönderildiği sınır boyları, Anadolu’nun coğrafi ve ekonomik açıdan keşfedilmesini sağlamıştı. Yine devlete isyan eden Selçuk başbuğları da Anadolu coğrafyasına sığınıyorlardı.
Türkmen grupları tarafından 1047 yılından itibaren Anadolu’ya akınlar yapılmaya başlanılmıştır. Bu akınlarla 1064 tarihi itibariyle Sivas ve Malatya gibi Orta Anadolu şehirleri ve daha doğudaki yerler, Türk yerleşimine karşı koyamaz bir konuma gelmiş olsa da Malazgirt Savaşı’na kadar Yabgulu Türkmenleri dışında, Türk topluluklarının Anadolu’da sürekli kalmadıkları görülmektedir.[11] Yine, Malazgirt Savaşı’na kadarki süreçte Türkmenlerin Orta Anadolu’da mutlak hakimiyeti sağlamış olmalarına ve şehirleri ele geçirmelerine rağmen İran’a geri dönmeleri, bu devirdeki seferlerde nüfus kitleleri ile Anadolu’ya gelinmediğini ortaya koyar.[12]
Anadolu’nun doğusunda Erzen, Azerbaycan, Kars bölgeleri, sınır boyu Sultan Alparslan devrinde Türkmen yığılmasına sahne olmuş,[13] bu yığılma Malazgirt Savaşı sonrası Anadolu’ya Türkmen nüfusunun boşalması şeklinde kendini göstermiştir.
Malazgirt Savaşı öncesinde Büyük Selçuklu Devleti’nden bağımsız şekilde Anadolu’ya gelen göçebe Türkmen topluluğu, Yabgulu Türkmenleriydi. Yabgulu Türkmenleri, Kutalmış Bey’in isyanı ve öldürülmesini müteakip sınır boyu olarak Birecik ve Urfa arasındaki bölgelere gönderildiler. Böylece diğer Türkmenlerle 1043 tarihinden sonra gittikleri Doğu Anadolu sınır boylarından ayrılan Yabgulu Türkmenleri, bu Suriye bölgesine intikal etmişlerdi.[14] Yabgulu Türkmenlerin 1071 tarihine kadar Suriye ve Irak’ta faaliyetlerini sürdürdükleri, Rimle, Şam ve Akka gibi şehirlere akınlarda bulundukları[15] görülüyor. Yine bunlardan bir kolun El-basan (Er-basgan),[16] komutasında Malazgirt Savaşı öncesinde Anadolu’ya gelerek Sivas, Erzurum, Ordu ve Çorum bölgelerine yerleştikleri, buralarda Yavı, Yavu adı ile köyleri kurdukları anlaşılmaktadır.[17] Bunlar, Malazgirt Savaşı öncesinde yerleşme amacı ile ya da yerleşme ile sonuçlanacak şekilde Anadolu’ya gelen Türkmen topluluğu durumundadırlar.[18] Malazgirt Savaşı’ndan sonraki Anadolu’nun fethi sürecinde Türkiye Selçuklu Devleti’nin ana unsurunu teşkil eden Yabgulular,[19] Türkiye Selçuklularının I. Haçlı Seferi’yle Konya’ya çekilmesinden sonra devletle birlikte hareket etmeyip İznik ve daha güneydeki bölgelerde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bir Bizans kaydında 1110 tarihinde Karme’li Türk Müslümanları olarak Alaşehir- Kütahya bölgelerinde Bizans’a karşı mücadele eden Selçuklu ve Danişmendli siyasi gücü dışında hareket eden göçebe Türklerin[20] bu Yabgulu Türkleri oldukları anlaşılıyor ki bunlar batıdaki uç bölgesinden ayrılmayarak Konya ve diğer İç Anadolu bölgelerindeki Selçuklu Devleti’ni teşkil eden yerleşik Türk unsurları arasında yer almamışlardır.[21]
1071 yılındaki Malazgirt Savaşı’yla Anadolu toprakları Alparslan tarafından Türkmen Boylarına ikta olarak verilip genel Türk yerleşimine açılmıştır. Bu sebeple Türkmen Boyları ikta olarak aldıkları toprakları fethederek yerleşmek için harekete geçmişler, Doğu ve Orta Anadolu’daki bu uç topraklarını asıl Türk yerleşim bölgeleri haline getirmişlerdir.[22] Bu boylardan biri olan Danışmendlilere Niksar, Tokat, Sivas ve Elbistan bölgeleri ikta olarak verilmiş ve bu bölgeler Malazgirt Savaşı’nı müteakip Türk emirliği kontrolü altında Türk yerleşimine açılmıştır.[23] Türklerin Anadolu coğrafyasına bu süreçte girdiği Çoruh ve Aras vadilerinden Kızılırmak Havzası’na açılan yolları kapsayan Kuzey Doğu Anadolu bölgeleri, yerleşik halkın çok az olduğu yerlerdir.[24] Burasının seyrek nüfuslu oluşu, Türkmenlerin batıya doğru hareketlerini daha da hızlandırmıştır.
III. Türkiye Selçuklularında (1071-1300) Türk Yerleşim Süreci
Türkler, kuzey güzergahından girdikleri Anadolu’da, yoğun olarak Kızılırmak Havzası’na indiler ve Malazgirt Savaşı’ndan itibaren bu bölgede ve daha doğudaki yerlerde on yıl içinde hakim hale geldiler. Bizans Devleti 1085 tarihinde Türklerden bazı yerleri geri aldıysa da buralarda tutunamadı[25] ve bu bölge, Anadolu’ya daimi Türk nüfus gücü sağlayan bir güzergah olarak işlevini sürdürdü.
Bizans Kralı VII. Mihail Dukas (1071-1078), Orta Anadolu’daki yoğun Türk yerleşimine karşı bir tedbir olarak bu bölgedeki Hıristiyan Rumları nakletmek için arabalar göndermiş ve Rumların pek çoğu arabalarla Balkanlar’a nakledilmişti. Bizans Kralı’nın bu siyaseti, Anadolu’daki Türk yerleşiminin önünü daha da açmış oldu.[26]
Oğuzların yirmi dört boyundan yirmi üçünün Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’daki Türk yerleşimi içinde yerini aldığı ortaya konulmuştur. Bu Oğuz boylarının varlığı, Selçuklu Devri’nde yerleşerek kurdukları ve bu güne kadar gelen köy isimleriyle görülmektedir.[27] Bu boyların en önemlileri Kayı, Avşar, Kınık, Bayat, Eymir ve Salur boylarıdır. Bu Türk topluluklarının yoğunlukla İç Anadolu, Kapadokya, Fırat Havzası ve Eskişehir Bölgesi arasında yerleşik hayata geçtikleri görülür.[28] Oğuz Boyları, Malazgirt Savaşı’ndan sonra aşiret yapılarını koruyarak Anadolu’ya geldiler ve Türkiye Selçuklu Devleti ile Oğuz Boylarına bağlı parçalı bir siyasi yapıyı oluşturdular.
Bu genel yapı içinde Bizans otoritesi yıkıldı ve yerel güçler de Türkler gibi siyasi oluşumlara gittiler.[29] Yine, bu parçalı siyasi yapı içinde Türkler, Pontlular ve Ermeniler gibi mahalli güçlere üstünlük sağlayarak doğudan gelen yeni Türk göçlerini batıya doğru hareket ettiriyorlardı. Türk akıncıları, I. Haçlı Seferi öncesinde Manyas ve Erdek bölgelerine kadar uzanmış bulunuyordu.[30] Fakat I. Haçlı Seferi ile Batı Anadolu’da sürekli yerleşim süreci başlayamadan sona ermiştir. Bizans Kralı Alexius Komnenos, Türklerin uğradığı I. Haçlı tahribatından sonra 1098’de Frigya seferinde Philomelium’a kadar gitmiş, bu bölgenin sakinlerini daha batıya doğru göç ettirmiştir.[31] Burada vurgulamamız gereken husus, Anadolu Platosu’nun 1098’de Batı Anadolu eşiğine kadar Türk iskanı ile dolduğu hususudur. Kısa bir süre içinde gelinen bu durum, Türklerin Anadolu’ya yerleşmedeki gücünü göstermektedir.
I. Haçlı Seferi’nde Latinler Türkler arasında bir karışıklığa yol açmışlarsa da haçlıların ülkeden çıkmasından sonra göçebe Türkler, hareket halinde savaşmaya alışık yapılarıyla eski yerleştikleri yerlere kolaylıkla geri dönmüşlerdir. I. Haçlı Seferi’nden itibaren haçlı seferlerinin Selçuklu devri Türk yerleşimine olumsuz etkisi, bu süreçte Anadolu’nun kıyı kesimlerinin Bizans Devleti eline geçmesi sebebiyle Türklerin Anadolu’da kıyı irtibatına kapalı kıtasal bir yerleşme zorunluluğuna sokulması olmuştur.[32]
I. Haçlı Seferi sürecinde Türkler yerleştikleri Kilikya bölgesinden de çekildiler. Bu bölge, Ermeniler tarafından doldurulup Toros Dağları’nın güneyinde Ermeni nüfusunu hızla çoğalttı. Türklerin Toros dağlarının dağlık kesimlerine ilgisi ise kesilmeden devam etti.[33]
Türklerin Anadolu’ya yerleşiminde 1107 tarihinde I. Kılıçarslan’ın Habur yenilgisi bir dönüm noktası oldu. Bu tarihten itibaren Türklerin İran’a geri dönme ihtimalleri kalmadı. Kuzeydeki Danişmendli hakimiyeti ise Selçuklulara yaşama alanı olarak sadece İç Anadolu bölgesine izin veriyordu. İç Anadolu’ya sıkışan Türkler gayrimüslimlerle XII. yüzyılda olumlu ilişki içine girerek yerleşik hayata geçmeye ve tarımsal süreçte köy toplulukları oluşturmaya başladılar.[34]
1110 tarihine gelindiğinde; Danişmendli coğrafyasında yerleşmiş Türklerin kalabalık kitleler haline gelmesi sebebiyle Bizans Devleti, Orta Anadolu coğrafyasına sefer düzenlemeye çekinir hale gelmişti.[35]
1116 tarihinde Bizans Devleti’nin başarısız Eskişehir seferi sonucunda yerleşik Türk iskanı, Danişmendli coğrafyasından Eskişehir bölgesine doğru genişledi. Bu tarihte Eskişehir bölgesinin Türk yerleşim bölgesi haline geldiği hususu, Bizans Devleti tarafından da kabul edilmiş oluyordu. 1116 seferinden sonra Alexius Komnenos’un emri ile Eskişehir yöresindeki sınır kasabalarında yerleşik Rumlar daha batıdaki şehirlere nakledildi. Bu şekilde daha önce Afyon bölgesine ek olarak artık Afyon-Eskişehir hattının doğusundaki şehirler ve köyler, Türk yerleşimine açılmış oldu.[36]
Anadolu coğrafyasında doğudan batıya doğru yapılan Türkmen göçünde Büyük Selçuklu Devleti’nin yıkılışı ile XII. yüzyılın ikinci yarısında bir artış meydana geldi; 1173 yılında Merv-Serahs bölgesi Harezmşahların eline geçince bu bölgedeki Göçer Evli Selçuk Oğuzları, başlarında Rüstem Bey olduğu halde Anadolu’ya geldiler. Uzunyayla ve daha güneydeki bölgelerde Göçer Evli yaşamlarını devam ettirdiler. Bu tarihten itibaren Sivas Uzun yayla ile Maraş ve Halep bölgeleri arasında yazlak-kışlak göçüne bağlı Türkmen yaşamı yoğunluk kazanmaya başladı.[37]
Yine 1175 tarihinde Danişmendlilerin Selçuk hakimiyetine girmesi ve Danişmendli boyunun mühim bir kısmının Batı Anadolu ve bölgesine gönderilmesi, batıdaki göçebe Türkmenlerin çeki düzene sokulmasını sağladı. Bu devirden itibaren uc bölgesindeki Türk nüfusu, Selçuklu iktidarında zaman zaman belirleyici siyasi aktör olmaya başladı.[38]
XIII. yüzyılda Moğol istilası sonucunda da Anadolu’ya Türkistan ve İran’dan kalabalık Türkmen toplulukları geldi. Bu yeni gelen Türkmenlerin yerleşik özellikleri bulunmaktaydı.[39]
XIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Selçuklu Sultanlarının Moğol-İlhanlı tabiiyeti altına girmeleri üzerine Moğollar tarafından Türkmenlerin Selçuklu hakimiyet bölgesinden tenkil edilmesi meselesi gündeme gelmiştir; Hülagu’nun emriyle Moğol komutanları 1261 yılından itibaren Türkmenler üzerine baskınlar düzenleyip Orta Anadolu’daki Türkmenlerin birçoğunu öldürdüler. Bu mücadele sonrası binlerce hanelik Türkmen nüfusu Memluk Sultanı Baybars’ın himayesine girdikleri gibi bir kısmı da Batı Anadolu uçlarına doğru göç olayını başlattılar. Bu göçe şehirlerdeki Türkmen nüfusu da katılmaya başladı ve Selçuklu Türk nüfus ağırlığı Batı Anadolu coğrafyasına kaymaya başladı.[40]
Yine Moğol istilası ile doğu Türklerinden ve Moğollardan bazı unsurlar işgal kuvvetleri olarak Anadolu’ya getirildiler. Orta Anadolu’ya yerleştirilen Moğollara Kara Tatarlar adı verilmiştir ve bunların büyük kısmı Timur tarafından geri götürülmüşlerdir.[41] Bu topluluklar bu süreçte İslamlığı kabul etmiş bulunuyorlardı.[42]
Moğolların Türk dünyasını işgal etmeleriyle XIII. yüzyılda Anadolu’ya Oğuzlardan başka Türk toplulukları da yerleşmeye başladı. Bunlar arasında Celaleddin Harzemşahla birlikte Anadolu’ya gelip Selçuklu Devleti’nin izni ile Doğu ve Orta Anadolu bölgelerine yerleşen Harezm ve Kıpçak Türk boyları,[43] yine deniz yoluyla Kafkasya’dan XIII. asrın ikinci yarısında gelip Orta Anadolu’ya yerleşen diğer Kıpçak toplulukları,[44] Argun Han zamanında Sivas Malatya yöresine gelip yerleşen Karakoyunlu Türkmenleri[45] ve Memluk ve İlhan Devletleri arasında sıkışıp Anadolu’ya gelip Maraş ve Sivas arasındaki bölgelere yerleşen ve daha sonra da Batı Anadolu’ya geçen Yeni İl Türkmenleri[46] burada belirtilebilir.
XIII. yüzyılın ikinci yarısında Selçuklu yerleşim sahasında yaşayan unsurlar XIII. yüzyılda Anadolu nüfusunun karmaşık yapısını ortaya koyuyordu. Bu nüfus yapısı, Türk ve Moğol göçebelerinden, köylerde yaşayan Türkler ve gayrimüslimlerden, şehirde yaşayıp ticaret ziraat ve sanayi faaliyetlerle uğraşan Türkler ve gayrimüslimlerden oluşuyordu. Bu unsurlardan Türkler, yerleşik ve göçebe unsurlar arasında hakim unsuru teşkil ediyordu.[47]
XIII. yüzyılda Moğol istilasının oluşturduğu ortamda ikinci büyük göç dalgası ile Anadolu’ya gelen Türkmenler, Selçuklu Devleti tarafından Eskişehir ve daha batısındaki bölgesine aktarıldı. Bu Türk unsurları Türkiye Selçuklu Devleti’nin yerleşime açamadığı İç Batı Anadolu eşiğinden batıya doğru Batı Anadolu ve Marmara bölgelerini XIII. Yüzyıl ikinci yarısından itibaren Türk yerleşimlerine açtılar.[48] Batı Anadolu’ya yerleşen Türkler, sadece Moğol istilası ile Anadolu’ya gelen Türkmenler, devlete isyan eden Babailer[49] ve Moğollarla çatışmaya giren Orta Anadolu Türkmenleri olmatı. XIII. yüzyıl sonunda Orta Anadolu’daki yerleşik Türk halkı da Batı Anadolu coğrafyasına doğru kaydı.[50]
XIV. yüzyıl başına gelindiğinde Batı Anadolu’da yerleşik bu Türk toplumsal yapısı oluşmuş durumda bulunuyordu.[51]
IV. Anadolu’da Selçuklu Devri Yerleşiminin Niteliği
1. Göçebe ve Göçer Evli Türkmenler
Malazgirt Savaşı’nın kazanılması ile Anadolu sınırlarında yığılmış bulunan göçebe yapısındaki Türkmenler, Anadolu coğrafyasına gelerek belirli bir süreç içinde yerleştiler. Türkmenler arasında göçebe yapı, Danişmendli bölgesinde iki üç nesil, Türziye Selçuklu yerleşim bölgesinde yüz yıla yakın, dağlık alanlarda ve ziraat arazileri dışındaki yerlerde ise daha uzun bir süre daha devam etti. Türkmenler, göçebe yapılarıyla Türkiye Selçuklu Devleti’ne destek veriyorlardı.
Süleymanşah’ın Türkmenlerle İznik Şehri’nin muhasarası ile ilgili Urfalı Mateos’un verdiği bilgiye göre Türk ordusu, İznik Şehri dışında konaklıyor, İznik içindeki yaşama müdahale etmiyorlardı.[52]
1097 tarihine ait bir kayıttan ise Selçuklu Devleti’ne bağlı Türkmenlerin haçlılar önünde Eskişehir’den Konya yöresine doğru hafif yükleri ile kolaylıkla çekildikleri görülüyor.[53]
Türkiye Selçuklularında göçebelik yapısı, gerek devlet yapısında ve gerekse yerleşik hayata geçirilen ve köylere yerleştirilen Oğuzların yaşamında görülmeye devam etmiştir. Köylere yerleşen Oğuzların “urug” anlayışları, belirli bir dönem devam etmiştir. Devlet teşkilatındaki göçebelik yapısı, sultanların hayatına da yansıyordu. Süleymanşah’ın İznik’in merkez olduğu ilk dönemde şehir yerine göçebe oymakların içinde çadırda yaşamaya devam ettiği ortaya çıkmaktadır. Süleymanşah’tan yüzyıl sonra II. Kılıçarslan’ın III. Haçlı seferi sırasında 1190 tarihinde Konya dışında çadırda kaldığı hususu da aynı tesiri göstermektedir.[54]
1150 tarihinden itibaren Büyük Selçuklu coğrafyasındaki Oğuz kitlelerinin yer değiştirmeye başlaması ve Büyük Selçuklu Devleti’nin yıkılışı, Anadolu’ya XII. yüzyılın ikinci yarısında da yoğun göçebe Türkmen akınına sebep olmuştur. Bu göçebe Türkmenler uc bölgelerinde Selçuklu iktisadi ve siyasi gücünü arttıran bir etken olmuştur.[55]
Bu dönemde Batı Anadolu sınırında, Frigya bölgesinden Denizli ve Uluborlu yörelerine, sınır boyu göçebe Türkmenlerin merkezi haline gelmişti. Türkmenler, bu bölgede boy hiyerarşisine bağlılıklarını sürdürmeye devam ettiler. Bu yapı içinde 1150 tarihinden sonra batıdaki göçebe Türkmenlerin sayısında artışlar meydana geldi.[56] 1176 Miryakefalon Savaşı öncesinde batı sınırındaki Doryleum (Afyon) bölgesine bu Türkmen göçü ile büyük bir miktarda Türkmen nüfusu eklendi.
Uc bölgesindeki Türkmenler, Konya merkezli Türkiye Selçuklu Devleti’nin kurumlaşması ve yerleşik özellikler kazanması karşısında[57] Selçuklu sultanından ve Selçuklu ordusundan bağımsız hareket etmeye başladılar.[58] Danişmendli Beyliği’nin Selçuklu Devleti’ne katılması sonrası Danişmendli ileri gelenlerinin batıdaki bu göçebe yaşam bölgesine nakledilmesi,[59] batıdaki Türkmenlerin Selçuklu siyasi yapısı üzerindeki tesirini de arttırmıştır.[60]
XIII. yüzyılda Anadolu’daki yerleşik Türk yapısı gelişmesine rağmen göçebelik de belirli ölçülerde devam etmişltir. Yine 1256 tarihinden sonra Anadolu’da Bozok Bölgesi’ne göçebe Moğollar yerleştirilmişlerdi. Bunlar sağ kol Barambay (Baraungar) ve sol kol Cavangar (Coungar) Moğollarıydı.[61] Göçebe Moğolların göçebe Türkmenlerle ya da yerleşik Türklerle yerleşimle ilgili mücadelelerine ilişkin bir kayda rastlanamıyor. Yalnız İlhanlı-Selçuklu ittifakının askeri gücü içinde bulunan Moğollar siyasi bir anlayış gereği olarak 1261 tarihinden itibaren göçebe Türkmenlerin sindirilmesi için kullanılmışlardır. Bu olay ise İç Anadolu’da kırsal kesimde ve şehirlerdeki Türkmenlerin batıya doğru göçlerini hızlandıran bir etken oldu.[62]
XIII. yüzyılın sonunda Anadolu, güneyden itibaren yeni bir göçebe Türkmen akımına ve yerleşimine sahne oldu. XIII. yüzyıl sonunda Anadolu’nun doğusunda ve güneyinde göçebe Türk aşiretleri, Suriye’den beslenen iktisadi bir düzen kurmuşlardı. Bu yapı içinde göçebe Türkmenler iktisadi hayatı denetim altına almışlar, şehirler göçebe bir hayatın ihtiyaçlarına göre üretime başlamışlardı.[63] Bu göçebelerin bir faaliyeti olarak 1293 tarihinde Şam Türkleri, yazlakları olan Uzun Yayla’dan ansızın Sivas üzerine yürüyüp Sivas’ı ele geçirmişler, şehirde yağmada bulunmuşlar, şehir halkı Moğollarla işbirliği edip işgal girişimine katılan göçebe Türkmenlerin çoğunu kılıçtan geçirmişlerdir.[64] Göçebe Türkmen aşiretlerinin Doğu Anadolu’daki denetim gücü Türkiye Selçuklu Devleti yıkıldıktan sonra daha da artmıştır.
2. Göçebe Türkmenlerin Yerleşik Hayata Geçişi
Türk topluluklarının yerleşik sürece geçmeleri aynı süreçte gerçekleşmemiştir. Göçebe ve yerleşik Türklerin yan yana yaşamaları, Selçuklu öncesi devirden gelen ve Osmanlı Dönemi’ne de belirli bir çerçevede aktarılan bir yapıdır.[65] Anadolu’ya gelen Türkler arasında göçebe Türkmenler, hayvancılığa uygun dağlık bölgelere gönderilirken,[66] yerleşik hayata alışmış olan Türkmenler köylere yerleştiriliyorlardı.[67]
Göçebe Türkmenlerin Selçuklu sürecinde yerleşik hayata geçmesini sağlayan bazı etkenler bulunmaktadır. Bunlara bakılacak olursa.
İlk olarak kolonizatör Türk dervişlerinin rolünü görmeliyiz. Anadolu’ya kendilerine bağlı Türkmenlerle göçebe yapıda gelen kolonizatör Türk dervişlerinin Anadolu yolları üzerinde kurdukları zaviyelerde misafirler ücretsiz olarak ağırlanıyordu.[68]
Bu şeyhlerin yerleşim tarzının Anadolu’nun Türkleşmesinde ve Türk yerleşim yapısının oluşumunda önemli bir yeri bulunmaktadır.[69] Kolonizatör dervişlerin göçebe Türkmenlerin yerleşik hayata girmesi ile sonuçlanacak bir süreçte sultanlar tarafından kendilerine toprak temliki imtiyazı verilmiştir. Bu çerçevede kendilerine ya bir arazi parçası bağışlanıyor, ya da vergilerden muaf tutuluyorlardı. Bu topraklar, zamanla dervişlerin kurduğu vakıf toprakları haline gelmiştir.[70] Bu zaviyeler etrafında yerleşik hayat başlamış, tarıma ve dini telkinlere bağlı sürekli yerleşimler oluşmuş oluyordu.[71] Bu yerleşimler daha çok köy yerleşimleri olarak gerçekleşirken[72] bazen de kolonizatör dervişlerin şehirlerde kurduğu zaviyelerin etrafında bir mahalle yerleşimi şeklinde gerçekleşiyor, bu zaviyenin masrafları da yine temlik arazilerden karşılanıyordu.[73]
Göçebe Türkmenlerin yerleşik hayata geçmelerinde ikinci etken ise Türk ulularının mezarlarıdır. İslam öncesi dönemden taşınan bir inanç olarak ölen Türk ulularının ruhlarının yücelenmesi, mezarlarının korunması ve gözetilmesi gibi değerlerin[74] göçebe Türkmenlerin Anadolu’da Türk ulularının mezarları yanında yerleşik hayata geçmelerini sağladığı ortaya çıkmaktadır. Anadolu’da daha önceden şehit olmuş Abdulvahhab Gazi ve Seyyid Battal Gazi’nin Anadolu’nun fetih sürecinde Türk şehirlerinin kurulmasındaki rolü büyük olmuştur.[75] Yine kolonizatör dervişlerin türbeleri etrafında kurulmuş çok sayıda köy yerleşimi bulunmaktadır. Bunlara örnek vermek gerekirse; Divriği’ye bağlı Ahi Köyü Ahi Baba Türbesi yanında, Su Şehri’ne bağlı Çobanlı Köyü Çoban Baba Türbesi yanında kurulmuştur.[76] Bu şeyhlerin Babai müridi olup göçebe Türkmenlere telkinler veren kişiler olması,[77] buralara göçebe Türkmenlerin gelip ilk yerleşik hayata geçtiklerini gösteriyor.
Yine, yerleşik hayata geçişteki üçüncü etken de devletin bu konuda uyguladığı yerleştirme politikasıdır. Türkmenlerin devlet tarafından kabile yapılarının parçalanarak köylere yerleştirilmeleri usulünün genelde gerçekleşmiş olmasına mukabil,[78] Selçuklu sürecinde göçebe Türkmenlerin hala kalabalık kitleler halinde varlığı,[79] devletin eliyle köylere yerleştirme uygulamasının tam başarıya ulaşamadığını gösteriyor.[80]
Göçebeliği tercih eden Türkmenler tarım, ticaret ve toplu yaşam fikirlerini benimseyememişlerdir. 1240 tarihindeki Babai isyanında Türkmenlerin hedefleri arasında Gıyaseddin ülkesindeki şehirler, kasabalar ve şehirlerdeki ticari emtianın bulunması, Babai fikirlerinin yayılması için ise Türkmen aşiretlerinin ve Türkmen köylerinin seçilmiş olması,[81] toplu yaşama ve ticarete olan Türkmen tepkisini dile getirmektedir. Buna karşılık göçebe Türkmenlerin bu devirde çeşitli yerleşim sebepleri ile köylerde de yaşamaya başladıkları, Babai fikirlerinin Türkmen köylerinde de yayılmasından anlaşılmaktadır.[82]
Türkiye Selçukluları, göçebe Türkmenlerle yerleşik Türkler arasında ahengi ve dengeyi sağlamaya çalışmışlardır. Bu sebeple vilayetlerdeki “ilbaşı” adlı köy kethüdalarının başı olan Selçuklu memurunun görevi, buradaki Türkmen cemaatlerinin temsilciliği şeklinde genişletilmiştir. İlbaşı’nın emrinde “ellebaşı” adı ile anılan tımarlı askerler, göçebe ve yerleşik Türkler arasındaki güvenliği ve ahengi sağlıyorlardı.[83]
Türkiye Selçuklularında göçebelikten yerleşik hayata geçiş, dağınık yerleşimden toplu yerleşime doğru bir geçiş şeklinde kademeli olarak gerçekleşmiştir. Göçebelikle yerleşik köy arasında yer alan ara yerleşimler, kışlak, yazlak ve güzlek olarak mevsimsel yerleşimlerden,[84] hayvanların barınmalarına bağlı oluşan ağıl, zom, kom yerleşimlerinden, köy yerleşimlerinin ilk çekirdeği olarak birkaç ailenin bir arada oluşturduğu oba yerleşimlerinden ve köy yerleşimlerine ilk geçişi ifade eden divan yerleşimlerinden oluşuyordu. Bunlar içinde kışlak yerleşimleri, göçebe bir hayat tarzı içinde de kışları yerleşik hayatın yaşanma imkanını veriyordu.[85] Bu ara yerleşimler, yerleşik ihtiyaçların artması ile zamanla köy ve kasabalar haline gelmiştir.
3. Türk Köy Yerleşimleri
Göçebe veya Göçer Evli olarak Anadolu’ya gelen Türkmenlerin Türkiye Selçuklu Devleti tarafından boy ve urug esası parçalanarak yerleşik, ziraatçi ve ikta vergisi veren mükellefler halinde köylere yerleştirilmeleri sonucu[86] Türkiye Selçuklularında XII. yüzyıldan itibaren Türk köylerinin[87] oluşmaya başladığını belirtmeliyiz.
Anadolu’ya gelen Oğuzların bir kısmı Anadolu öncesinde XI. yüzyılda Hazar Denizi yakınında Karaçuk Bölgesi’ndeki köylerde yerleşik hayat içinde yaşamaya başlamışlardı.[88] Malazgirt Savaşı’ndan sonra XI. yüzyılda ve XII. yüzyıl başında Anadolu’ya gelen Türklerin çoğunluğu ise geldiklerinde göçebe idiler ve köy yerleşimlerine Anadolu’da geçtiler.[89]
Türkmenler iki şekilde köy yerleşimlerine geçiyorlardı; Hıristiyanların boşalttığı köylere yerleşip belirli bir süreçte Türk köy yapısını oluşturabildikleri gibi göçer evli mevsimsel yerleşimden köy yerleşim sürecini tamamlayarak Türk köy yerleşimlerini tesis de edebiliyorlardı. Köylere yerleşen bu Türkmenler, Türk adını almışlar, dirlikli sipahi asker vermeye başlamışlardır.[90] XIII. yüzyıl başında Türk köy yerleşimlerinin Türklerin çoğunluğunun meskun olduğu yerler haline geldiği ve bu devirden itibaren Anadolu’da Türk köylü tabakasının oluştuğu görülmektedir.[91] XIII. yüzyılın sonunda ise, köy ve şehir yerleşimi Türkler için asıl yerleşim şekli haline gelmiştir.[92]
Türk köy yerleşimlerinin artmasında Harezm’de ve Türkistan’da daha önce yerleşik hayata geçip XIII. yüzyılda Moğol istilası ile Anadolu’ya gelen yerleşik ziraatçi Oğuzların ve diğer Türk topluluklarının büyük payı vardır.[93]
Selçuklular devrinde az sayıda olmakla birlikte Bizans devri’nde kurulmuş olup Selçuklu Devri’nde de varlığı’nı sürdüren Hıristiyan Türk köyleri de bulunmaktadır. Bu köylerde Selçuklu ve Osmanlı Devirlerinde de varlığı Türkçe isimlerle anlaşılan Hıristi’yan Türkler, Bizans Devleti’nin Anadolu’ya Selçuklu devri öncesinde yerleştirdiği Peçenek ve Uz Türklerinin bakayasıdır.[94]
4. Türkiye Selçuklu Yerleşim Yerleri
Uzun süren Türk Bizans mücadelelerinde Anadolu şehirlerinin kısmen tahrip olması, surlarının yıkılmış olması ve sakinlerinin korumasız hale gelmesi, Anadolu şehirlerinin Türklerin eline kolaylıkla geçmesini sağladı.[95] Türkler, şehirlerin denetimini 1080 tarihinden itibaren sağlamaya başladılar ve boy beyleri ile komutanlar, şehirlerin alınışıyla Türk nüfusunu ve orduyu şehirsurları dışında surların yanından itibaren yerleştirmeye başladılar[96] ve bunun yanında şehirlerin denetimini de ele geçirmeye başladılar.[97] Danişmend Ahmet Gazi gibi Türk emirleri, şehirleri Türk yönetiminin merkezi yaptılar. Kendilerine bağlı bulunan boyları köylere yerleştirdikleri halde ilk yerleşim olarak Türk askeri gücünü şehirlere yerleştirdiler. Şehirden ancak savaş durumlarında ayrıldılar. Şehirlerdeki Türk askeri ve idari denetimi, Türk şehir yerleşiminin itici gücünü teşkil etmiştir.[98]
Şehirlerde gelişen Türk yerleşiminin kısa sürede Hıristiyan ahalinin denetimini ele geçirecek düzeye çıktığı görülüyor. Türkler, şehirlere yerleşmeye başladıktan itibaren önceden beri burada yaşayan Hıristiyan ahalinin sosyo-iktisadi gücü azalmaya başladı.[99] Türkler ise şehir yerleşimini kendi sosyal yapılarına uygun olarak Bizans surları dışında geliştirip sur dışında kurulan ulu cami çevresinde yeni bir Türk şehir iskanını oluşturdular ve burada göçer evlilikten yerleşik şehir hayatına geçerek yeni bir şehirli Türk toplumsal yapısı teşkil ettiler.[100]
Türklerin şehirlere yerleşimi, XII. yüzyıl boyunca devam etti. XIII. yüzyılda ise Türk yerleşimi içinde şehirlerin önemi daha da arttı. XIII. yüzyılda Anadolu şehir nüfusu içinde Türkler çoğunluğu teşkil edecek duruma gelmekle birlikte Türkiye Selçuklu şehirlerinin kazandığı yeri iktisadi kimlikle şehir yerleşimleri daha kozmopolit bir nüfus yapısına büründüler. Şehirlerin bu kozmopolit yapıyı oluşturmasına 1220 tarihinde başlayan Moğol işgali, Anadolu’ya göç olayı ile büyük katkıda bulundu. Bu yeni şehir yapısında şehirlere, yerleşik Türklerle Hıristiyan olan Rum ve Ermeni nüfusa ek olarak yeni Türk unsurları olarak Kıpçaklar,[101] Bulgarlar,[102] Harezmliler[103] gibi Oğuz boyları dışındaki diğer Türk unsurlarıyla, Ruslar,[104] Franklar,[105] ve Yahudiler[106] de yerleşik olarak yaşıyorlardı. XIII. yüzyılın ikinci yarısında bu unsurlara ek olarak şehirlere İranlı unsurlar da yerleşmeye başladılar. Bu yapı sebebiyle XIII. yüzyılda Türkiye Selçuklu şehirleri için içinde değişik milletlerden ve unsurlardan insanların bir arada yaşadığı çok kültürlü uluslararası yerleşim tanımlamasında bulunabiliriz.
XIII. yüzyılda Türklerin şehirlerde artan bir nüfus yoğunluğuna ulaşmalarına mukabil şehir kenarlarındaki köylerde Hıristiyan yerleşimlerinin hala belirli bir yoğunluk taşıması,[107] şehirlerde Türklerin çoğunluğa ulaşmaları sebebiyle Hıristiyan nüfusun şehirlerden köylere kaydığını göstermektedir.
Şehirlerde XIII. yüzyılın ikinci yarısında yapılanan Mevlevilik, Sünni ve İranlı olan unsuru ön plana çıkarmıştır. Bu İranlılaşma şehirlerin yerleşim durumunda yeni değişikliklere yol açmıştır. XIII. yüzyılın ilk yarısında şehirlerde Göçer Evli Türkmenlere ait görülen Türkmen pazarlarına[108] XIII. yüzyılın ikinci yarısında rastlanamamakta, şehirlerde İranlı unsurlar gitgide hakim hale gelmektedirler.
5. Türkiye Selçuklu Yerleşimi İçinde Gayrimüslimler
Anadolu’da XI. yüzyılın son çeyreğinde şehirlere yakın köylerden şehirlere doğru bir nüfus hareketi görülür. Hıristiyan nüfus, Türk akınlarına karşı kendini güvende hissetmek için mevcut kalan surların[109] ardındaki şehirlerde kalabalık kitleler halinde yaşamayı uygun görmüşlerdi. Örneğin Edessa (Urfa)’nın 1070 yılındaki nüfusu otuz beş bin iken otuz beş yıl sonra bu sayı kırk yedi bine çıkmıştır. Yeni gelen nüfus unsurlarının da bu artışta etkisi vardır.[110] Türklerin yerleşim yapılanmasını kolay hakimiyet sağlanan yerlerden başlatmaları, Hıristiyanların boşalttıkları yerlere daha kolay yerleşmelerinden kaynaklanıyor. Anadolu’nun Türkler tarafından düzenli bir ilerlemeye ve iskana tabi tutulması, Hıristiyan nüfusun dağınık olarak yerlerinden göç etmelerine ve batıdaki yerlere doğru gitmelerine sebep oluyordu.[111]
Türk yerleşiminin Orta Anadolu’ya ulaşması yeni bir süreci başlattı. Daha önce Bizans Devleti’nin bu bölgeye iskan ettirdiği Ermeni nüfusunun önemli bir kısmı, yerleşik köylerini terk ederek belirli bir nüfus potansiyeli ile Kilikya Bölgesi’ne, Antakya ve Tarsus’tan Maraş’a kadar yerlere göç ettiler ve burada Ermeni nüfus yoğunluğunu Türkiye Selçuklu devri boyunca koruyarak kurdukları feodal Ermeni Devleti çatısı altında yaşamaya devam ettiler.[112]
Ermenilerin Orta Anadolu’da terk ettiği yerleşik hayatın Danişmendliler tarafından devralındığı görülüyor. Bölgede kalan Ermeni ve Rum nüfusu ile Bizans köyleri, Danişmendli Beyliği’nin denetimi altına girmiş bulunuyordu.[113] Türk hakimiyetinin sağlanmasından sonra Hıristiyan halkın korkuya kapılmalarına gerek olmadığı ortaya çıktı. Hıristiyanlar, Türk hakimiyeti altında yeni form içinde kendi kurumlarını oluşturdular ve yerleşik ziraat kültürünün gelişmesine ve memleketin imarına Türklerle birlikte katkı verdiler.[114]
XII. yüzyılda Selçuklu ve Danişmendli ülkesine tersine Hıristiyan köylü nüfusu göçü yaşandı. Anadolu’daki Türk, Bizans, Ermeni ve Haçlı krallıkları arasındaki daimi mücadeleler, zirai yapıyı da bozmuştu Buna ek olarak Türk nüfusunun devamlı artması ile Anadolu’da açlık durumu ortaya çıktı. Artık Anadolu’da yeterli gıda bulunamıyordu.[115] Bu durum, Türk hakimiyet bölgesine ziraatçi Hıristiyan nüfusunun geri getirilmesini zorunlu kılmıştır. 1163 yılında Orta Anadolu’ya yerleştirilmek üzere Doğu Anadolu’dan yüz bin Hıristiyan, Danişmendli emir Yağıbasan tarafından getirilmiş, bu durum Türkiye Selçuklularının da Hıristiyanları kendi coğrafyasına yerleştirmek istemeleri sebebiyle Selçuklu-Danişmendli mücadelesine sebep olmuştur.[116]
XII. yüzyılda Türk bölgesinde yerleşik Türk kültürü içinde yaşamaya başlayan Hıristiyanlara Türk emirler tarafından istihdamı ve zirai üretimi arttırmaları için bir baskıda bulunulmamış, serf konumuna düşürülmemişler, özgürce zirai ekonomilerini uygulamışlardır.[117] Türk ülkesindeki bu serbest zirai ekonomi, Rum çiftçilerinin Bizans ülkesinden de kendi istekleri ile Selçuklu ülkesine gelerek yerleşip zirai ekonomiye katılmalarını sağlıyordu. I. Gıyaseddin Keyhüsrev devrinde (1205-1211) ziraatte uygulanan vergi indiriminin tesiri ile Selçuklu ülkesinde Philomelium ve Akşehir bölgelerine çok sayıda Karia ve Tontolos Rumları, sultanın izni ile yerleştiler.[118]
XIII. yüzyılda gayr-i müslimlerin Türkiye Selçuklu ülkesinde belirli bir oranda köylerde, mezraalarda ve şehirlerde yaşamaya devam ettiği görülüyor. Bunlara örnek verirsek; 1215 tarihi itibariyle Garanferos, Agfenikar, Varrasil, Garisun, Subtoros, Makri, Zevkır, Berir, Afdik Üskuric Haldi gibi köy isimleri gayr-i müslimlerin yaşadığı yerleri ifade etmektedir.[119] Yine Harami Kilise Köyü[120] ve Yaşlı Kilise Köyü[121] gibi XIII. Yüzyılda kilise ismi ile bilinen Hıristiyan köyleri bulunuyordu. Selçuklu şehirlerinde yaşayan gayrimüslimlere baktığımızda bunların genelde ayrı mahallelerde yaşadıkları görülüyor. Bunlara örnek vermek gerekirse Koförtigos mahallesi ve Hürhuruf mahallesi gibi.[122]
Şehirlerde Hıristiyanların Türk dönemi boyunca gayr-i menkullerini de ellerinde tuttukları da görülmektedir. Buna örnek olarak da Sivas’ta 1218 tarihi itibarıyla Papaz Arakil mülkünü[123] ve 1280 tarihi itibarıyla Yahud veresesini[124] gösterebiliriz.
Türkiye Selçuklu şehirlerinde bu şekilde Türk ve gayr-i müslim nüfus, yan yana birbirleriyle kaynaşmışlar ve sehir sosyo-kültürel yapısının oluşmasına katkıda bulunmuşlardır.
Son söz olarak ifade etmek istediğimiz husus, Türklerin Malazgirt Savaşından sonra geldikleri Anadolu coğrafyasını iki yüz yıllık bir süreçte kaplayacak kadar bir nüfus yoğunluğuna ulaştıkları ve Türkiye Selçuklu süreci sonunda Türklerin Anadolu’ya yerleşimlerinin büyük ölçüde tamamlandığıdır.
Sakarya Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 6 Sayfa: 324-334