Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Türkiye Selçukluları İle Dânişmendliler Arasındaki İlişkiler

0 14.560

Dr. Muharrem KESİK

Dânişmend Gazi’nin ölümünden sonra yerine geçen oğlu Gümüştekin Gazi Bizans ve özellikle Haçlılar ile yapılan savaşlarda Türkiye Selçuklu Sultanı I. Kılıçarslan’ın müttefiki olarak önemli bir rol oynadı. Her iki hükümdar diğer Türk beyleri ile beraber, 1101 yılında Anadolu’ya giren Haçlı ordularına karşı başarı ile savaştılar.[1] Bu olaylardan bir yıl sonra Gümüştekin Gazi’nin, Sultan I. Kılıçarslan’ın da ele geçirmek istediği Malatya’yı fethetmesi (18 Eylül 1102/3 Zilhicce 495) ve yaklaşık üç yıldır elinde esir olarak tuttuğu Antakya Prinkepsi Bohemund’u fidye karşılığı serbest bırakması (1103), bölgede yeni güçlü bir Haçlı ittifakının oluşmasından endişe duyan I. Kılıçarslan tarafından hoş karşılanmadı.[2] Bu nedenle Sultan, Gümüştekin Gazi’nin üzerine yürüdü ve Maraş yakınlarında onu hezimete uğrattı.[3] Bu bozgundan bir süre sonra (1104) Gümüştekin’in Sivas’ta ölümü ile Dânişmendliler büyük bir sarsıntı geçirdiler ve onun çocukları arasında taht kavgaları yaşandı. Bu arada da Kılıçarslan Malatya’yı Dânişmendlilerin elinden aldı (2 Eylül 1105 veya 1106).[4] Dânişmendlilerin başına ise, Urfalı Mateos’un kaydına göre[5] bütün kardeşlerini öldürten Emîr Gazi (1105-1134) geçti. Fakat I. Kılıçarslan’ın ölümü Anadolu’daki güç dengesini yeniden bozdu. Emîr Gazi başlangıçta Türkiye Selçuklularını metbû tanıdıysa da I. Kılıçarslan’ın 1107 yılında ölümü üzerine meydana gelen iktidar boşluğundan ve onun oğulları arasında başlayan taht kavgalarından faydalanarak hâkimiyet sahasını genişletmeye ve Dânişmendlileri eski gücüne kavuşturmaya çalıştı. I. Kılıçarslan’ın oğulları arasındaki taht mücadeleleri sırasında, aynı zamanda dâmadı olan Mesud’u destekledi. Nitekim Mesud onun sayesinde Türkiye Selçuklu tahtına çıktı. Böylece Dânişmendliler, Anadolu’da çok önemli bir güç haline geldiler. Bunda en büyük etken Sultan I. Kılıçarslan’ın genç yaşta ve beklenmedik bir anda ölümüdür.

Sultan Mesud-Emîr Gazi İttifakı ve Malatya’nın Dânişmendlilerin Eline Geçmesi

Sultan I. Kılıçarslan’ın ölümünden sonra karısı Ayşe Hâtun ile küçük oğlu Tuğrul Arslan’ın hâkimiyeti altında bulunan Malatya, kısa bir süre de Kılıçarslan’ın diğer oğlu Melikşah (Şahinşah)’ın idaresi altına girmişti. Bundan sonra şehre Ayşe Hâtun ile evlenen Artuklu Belek Gazi hâkim oldu. Onun hâkimiyeti devrinde de Malatya üzerindeki emellerini sürdüren Dânişmendliler, Belek Gazi’den çekindikleri için onun vefâtına kadar şehir üzerinde herhangi bir girişimde bulunmadılar. Haçlılar ile yaptığı savaşlardaki başarısıyla ün kazanan bu Türk beyi 6 Mayıs 1124 (19 Rebi’ulevvel 518)’te şehit edilince onun hâkimiyeti altındaki yerler bazı emîrler tarafından paylaşıldı. Bunlardan Artuklu Hüsameddin Timurtaş[6] Haleb’i; onun kardeşi Süleyman[7] Hısn-ı Ziyad’ı[8] (Harput); Malatya Sultanı Tuğrul Arslan Masara (Minşar)[9] ve Gerger’i[10] (Gargar) aldı. Tuğrul Arslan’ın bu yerleri alması üzerine Hısn-ı Ziyad ve Malatya emîrleri arasında bir mücadele oldu. Dânişmendli Emîr Gazi de bu mücadeleden istifade ile Malatya’yı zapt etti. Ancak Malatya’nın zaptı o kadar da kolay olmamıştır:

Belek Gazi’nin ölümü ile beklediği fırsatı yakalayan Emîr Gazi, dâmadı Türkiye Selçuklu Sultanı I. Mesud ile bir ittifak yaptı. Malatya ve Hısn-ı Ziyad emîrleri arasında süren mücadelelerden de faydalanarak büyük bir ordu ile 13 Haziran 1124 (27 Rebi’ulahır 518) Cuma günü Malatya üzerine hücum etti. Malatya civarını yağmalayıp buraya bağlı yerleri zaptettikten[11] sonra şehri bir ay süreyle kuşattı.[12] Bu kısa süreli kuşatmadan bir netice alamayan Emîr Gazi, oğlu Muhammed’i büyük bir ordu ile şehrin yakınında bulunan Saman köyünde[13] bıraktı ve ona her gün şehrin kapılarına kadar hücum ederek hiçkimsenin Malatya’ya girip çıkmasına imkân vermemesini emretti. Sonra kendisi geri döndü. Bu kuşatma sırasında Malatya’da bulunmayan Melik Arab, Dânişmendli topraklarına saldırmakta idi. Bu nedenle Emîr Gazi, oğlu Muhammed’i kuşatmaya devam etmekle görevlendirerek ülkesine geri döndü.

Kuşatma altında bulunan şehir halkı acılar içinde kıvranırken, Malatya Sultanı Tuğrul Arslan, muhtemelen daha önce anlaştığı Haçlılardan yardımcı kuvvetler almak üzere bir gece şehrin dışına çıktı. Ancak Haçlılar bu sırada Haleb’in muhasarası ile meşgul olduklarından söz verdikleri halde Tuğrul Arslan’a yardıma gelmediler. Şayet bunun aksi olsaydı, yani 30.000 kişilik ücretli Haçlı kuvveti Malatya’nın yardımına gelseydi, şehirdeki Türkler ve civardaki hükümdarlar açısından durum hiç de iyi olmayacaktı. Bu durumda plânladığı yardımı alamayan Tuğrul Arslan şehre eli boş dönünce annesi Ayşe Hâtun, bütün asilzâdeleri ve servet sahibi olanları toplayıp hapsettirdi. Bunlar, altınları ellerinden alınmak için merhametsizce işkencelere tâbi tutuldular. Ayşe Hâtun’un gayesi bu serveti toplayıp şehirden kaçmaktı. Zaten o, bu yaptıklarıyla bütün şehir halkını gözden çıkardığını belli ediyordu.

Sonunda tüm ümitlerini kaybeden Ayşe Hâtun ile oğlu Tuğrul Arslan 10 Aralık 1124 (1 Zilka’de 518) Çarşamba günü[14] sabahı şehirden çıkarak Malatya’yı Dânişmendlilere teslim ettiler ve civarda bulunan Minşar kalesine çekildiler.[15] Böylece altı aylık[16] bir muhasaradan sonra şehre giren Emîr Gazi, bitkin bir vaziyette bulunan halka moral verdi. Onları teselli edip, şehirde kalan ve oraya gelmek isteyen insanların serbest olduklarını ilân etti. Çiftçilere tohumluk buğday dağıttı. Şehre koyun ve öküz sürüleri getirtti. Malatya yeniden refaha kavuşmaya başladı.[17]

Melik Arab’ın Sultan Mesud ve Emîr Gazi’ye Karşı Mücadelesi

  1. Sultan Mesud-Melik Arab Mücadelesi

Sultan Mesud’un, Türkiye Selçukluları ile Dânişmendliler arasında çekişme mevzuu olan Malatya şehrinin Emîr Gazi tarafından alınması sırasında ona yardım edip bir ittifak oluşturması ve babası I. Kılıçarslan’ın siyasetine ters düşmesini bir ihanet olarak değerlendiren kardeşi Ankara ve Kumana[18] meliki Arab, 30.000 kişilik[19] bir ordu toplayarak, bu sırada Emîr Gazi’nin de Artuklular ile mücadele etmesinden faydalanıp kardeşi Türkiye Selçuklu Sultanı Mesud’un üzerine yürüdü. O, muhtemelen Mesud’un Dânişmendlilerle ittifak kurmasını ve Malatya’yı onlara teslim etmesini bahane ederek Türkiye Selçuklu tahtını ele geçirme gayreti içine girmişti.[20] Kaynaklardaki bilgilerin yetersiz oluşu nedeniyle nerede yapıldığını bilemediğimiz iki kardeş arasındaki bu ilk savaşı kazanan Melik Arab oldu. Mesud ise, yardım almak ümidiyle İstanbul’a Bizans İmparatoru II. loannes Komnenos’un yanına gitti.[21] Mesud, İstanbul’da imparator tarafından son derece iyi karşılandı. Ioannes ona bir askerî birlik ile yüklü miktarda altın verdi. İmparator Ioannes’den istediği yardımı alan Sultan önce kayınpederi Emîr Gazi’nin yanına gitti. Sonra iki hükümdar kuvvetlerini birleştirerek bu arada Mesud’un yokluğundan faydalanarak Konya’yı kuşatmış olan[22] Melik Arab’ın üzerine yürüdüler. İki taraf arasında yapılan savaşı, bu defa Melik Arab kaybetti ve Kilikya Ermeni hâkimi I. Toros (Thoros)’un (1100-1129) yanına kaçtı (1126).[23]

  1. Emîr Gazi ile Melik Arab Arasındaki Savaş

Kilikya’ya kaçan Melik Arab, Toros’dan aldığı yardımcı kuvvetlerle Anadolu’ya dönerek 1127 yılı yazında Dânişmendli Emîr Gazi’nin oğlu Muhammed’i tuzağa düşürerek esir etti. Melik Muhammed’in oğlu Masara hâkimi Yunus,[24] bu olay üzerine babasını kurtarmak gayesiyle Melik Arab’a karşı yürüdüyse de o da yenilgiye uğrayarak esir düştü. Bundan sonra vakit kaybetmeden Emîr Gazi’nin üzerine yürüyen Arab, onu da mağlubiyete uğrattı. Fakat Emîr Gazi savaşı kaybetmiş olmasına rağmen bir hileye başvurup yüksek bir mevkiiye çıkıp çadırını kurdurdu ve güya Melik Arab mağlup olmuş gibi davullar çaldırdı. Davul seslerini işiten ve Emîr Gazi’nin çadırını gören Dânişmendli kuvvetler yeniden toplandılar ve bu defa Melik Arab’ın ordusunu mağlup ettiler. Ayrıca bu sırada bastıran yoğun sis de Melik Arab’ın askerlerinin dağılmasında etkili oldu. Emîr Gazi onları takip ederek çadırlarını ve atlarını ele geçirdi.[25] Sonra da onun hâkimiyeti altında bulunan Ankara ve Kumana üzerine yürüyerek burada yaptığı şiddetli muharebelerden sonra bu iki şehri zaptetti. Melik Arab tarafından hapiste tutulan oğlu Muhammed’i de kurtardı. Melik Arab bu yenilgiye rağmen Dânişmendlilere karşı mücadeleden vazgeçmedi ve onlara ait bulunan birçok yeri işgal ettiği gibi Emîr Gazi’nin oğlu Yağan’ın idaresinde bulunan bir kaleyi de ele geçirdi.[26] Bu durum Gazi’yi son derece öfkelendirdi. Hemen ordusuyla Arab’ın üzerine yürüdü ve onu mağlup etti. Melik Arab savaş meydanından kaçmayı başardı. Emîr Gazi de ona ait köy ve şehirleri tahrip etti. Melik Arab yeniden Emîr Gazi’nin karşısına çıkmış, bu defa da yenilmiş ve Bizans’a İmparator Ioannes’in yanına sığınmak zorunda kalmıştı. Melik Arab, 1127 yılında tarih sahnesinden çekilmiş olmalıdır.[27]

Sultan Mesud, kayınpederi Emîr Gazi’nin yardımıyla elde ettiği tahtını yine onun yardımıyla koruyabilmiş ve birlikte hareket etmeleri sonucu rakipleri ve aynı zamanda kardeşleri Melikşah (Şahinşah), Arab ve Tuğrul Arslan’dan kurtulmuş oluyordu. Ancak bu yardımlara karşılık Malatya’nın zaptına sesini çıkarmamış, hatta yardımda bulunmuş ve Dânişmendli Emîr Gazi’nin üstünlüğünü kabul etmişti. Aslında o, Malatya’nın zaptına -şimdilik- sesini çıkarmıyordu. Çünkü buranın Emîr Gazi tarafından alınması ile kendisine ileride rakip olabilecek Tuğrul Arslan’ın da gücü kırılmış oluyordu. Fakat o, öyle görünse de babası I. Kılıçarslan’ın Malatya üzerindeki siyasetini sürdürmeye devam edecektir.

I. Kılıçarslan’ın ölümünden sonra Anadolu’daki Selçuklu topraklarını bir bir kendi sınırları içine alan Emîr Gazi, artık Anadolu’da en önemli güç haline geldi. Dâmadı Sultan Mesud’a bıraktığı Konya ve çevresi hariç Malatya’dan Sakarya’ya kadar uzanan topraklar üzerinde hâkimiyet sağladı. 1129 yılında Ankara, Çankırı, Kastamonu ve Karadeniz sahillerini kontrol altına aldı.[28] Karadeniz sahillerine akınlarda bulunan Emîr Gazi, Kasianus (Casianus) adlı Bizanslı bir vâli idaresinde bulunan yerleri ele geçirdi. Aslında bu vâli emri altındaki bu sahil şeridini kendi isteğiyle, Emîr Gazi’nin yanına giderek ona teslim etti. Emîr Gazi de Kasianus’a kendi memleketinde bir yer vererek hizmetine aldı.[29] Emîr Gazi 1130 yılında da Ermeni Prensi I. Leon’un yardım isteği üzerine Çukurova’ya inip Anazarba’yı (Anazarva, Dilekkaya kalesi) işgal eden Antakya Prinkepsi II. Bohemund’u mağlup etti.[30] Bu arada onun Çukurova bölgesinde bulunmasından istifade eden Bizans İmparatoru Ioannes Komnenos, Kastamonu’yu istila etti.[31] Ioannes, Türkler üzerine tekrar sefere çıkarak sahilde başka bir kaleyi daha zaptetti. Ancak tam Türklerle savaşacağı sırada kardeşi Isaakios tahtı ele geçirme teşebbüsünde bulununca derhal İstanbul’a döndü. Isaakios ise başarılı olamayarak önce Sultan Mesud’a sonra da Emîr Gazi’ye sığındı. Dânişmendli hükümdarı ise bu durumdan dolayı çok memnun olarak ona gereken itibarı gösterdikten sonra Isaakios’u Trabzon Rum Dukası Konstantin Gabras’ın yanına gönderdi.[32] Emîr Gazi’nin 1131’de çıktığı Çukurova seferi sonunda Ermeni hâkimi I. Leon yıllık haraç vermeyi kabul etti.[33] Emîr Gazi Malatya’ya dönünce, Sultan Mesud ile Trabzon’da bulunan Isaakios da oraya gelip kışı beraber Malatya’da geçirdiler.[34] Sonra Emîr Gazi 1132’de Kastamonu’yu Bizanslılardan geri aldı.[35] Muhtemelen onun bu seferinde yanında dâmadı I. Mesud da bulunuyordu. Emîr Gazi ve Sultan Mesud, sahil civarında yaptıkları akınlar sırasında Zinin adlı bir kaleyi kuşattılar, ancak zaptına muvaffak olamayınca kaledeki Haçlılardan 4.000 dinar alıp onlarla sulh aktettiler.[36]

Emîr Gazi’nin elde ettiği bu başarılardan sonra Abbâsî Halifesi Müsterşid (1118-1135) ile Büyük Selçuklu Sultanı Sencer (1118-1157), ona “Melik” unvânının tevcih edildiğini gösteren bir menşûrla birlikte davullar, bir altın gerdanlık, bir altın âsâ ve dört siyah sancak göndererek bölgedeki hâkimiyetini tasdik ettiler. Ancak elçilik heyeti geldiğinde Emîr Gazi ölüm döşeğinde idi ve birkaç gün sonra 1134 (528) tarihinde öldü.[37]

Sultan Mesud ile Dânişmendli Melik Muhammed Arasındaki Münâsebetler

Emîr Gazi’nin Muhammed, Yağıbasan, Yağan ve Aynüddevle isimlerinde dört oğlu vardı. O ölünce yerine Muhammed geçti.[38] Ancak kardeşlerinden Aynüddevle ile Yağan buna karşı isyan ettiler.[39] Melik Muhammed, Yağan’ı 1135’te öldürttü,[40] fakat diğer kardeşi Aynüddevle, onun elinden kurtularak Malatya’ya kaçmayı başardı.[41] Emîr Gazi’nin ölümü ve onun oğulları arasında çıkan taht mücadeleleri sonucu Dânişmendlilerin düştükleri bu zor durumdan istifade ile Emîr Gazi’nin dâmadı olarak Sultan Mesud da Dânişmendli topraklarından pay almaya çalışıyordu. Bu durumdan yararlanmak isteyen bir başka kişi de Bizans İmparatoru Ioannes olmuştu. O, Türkiye Selçuklu Sultanı I. Mesud ile bir ittifak aktetti[42] ve ondan aldığı kuvvetlerin yardımı ile Dânişmendlilerin hâkimiyeti altındaki Çankırı’ya taarruz etti.[43] İsyan eden kardeşleri, Bizans İmparatoru Ioannes ve onu destekleyerek Dânişmendlileri zayıflatmaya çalışan eniştesi Mesud üçgeninde sıkışan Melik Muhammed, çareyi Sultan Mesud’u Bizans ile yaptığı ittifaktan koparmakta buldu. Bu nedenle eniştesine yazdığı bir mektupta diğer bazı hususların yanı sıra özellikle Bizans imparatoru ile yapılan ittifak yüzünden Türk çıkarlarının zarar gördüğüne işaret ediyordu.[44] Aynı milletten oldukları için aslında birbirleriyle savaşmak değil ittifak yapmak gerektiğine dikkat çekiyor ve onu Bizans’ın yanından ayrılarak kendi tarafına geçmekle en doğrusunu yapacağına inandırmaya çalışıyordu. Muhammed için Mesud’u ikna etmek kolay olmadı ama yine de bunu başardı. Bir gece Sultan Mesud, İmparator’un yanında bulunan kuvvetlerini geri çekti ve Bizanslılar bu yüzden güç durumda kaldılar. Onlar kuşatmayı kaldırarak Rhyndakos (Kirmastı çayı) kıyısına çekilmek zorunda kaldılar.[45] İmparator kışı burada geçirdikten sonra Dânişmendli hâkimiyeti altındaki Kastamonu ve Çankırı şehirlerini kuşattı. Sonuçta Çankırı’yı zapteden Ioannes, burada ele geçirdiği Türk esirleri de İstanbul’a gönderdi.

Ancak imparatorun geri çekilmesinden sonra Türk kuvvetleri kısa sürede zaptedilen yerleri yeniden ele geçirdi.[46] Ioannes’in 1137 (531)’deki Kilikya seferi[47] sırasında Melik Muhammed ile Sultan Mesud da bu durumdan istifade ile Bizans topraklarında fetihlere devam etmişlerdir. Onlar bu arada Karadeniz sahillerine ve Sakarya boylarına kadar ilerlediler.[48]

Sultan Mesud, muhtemelen Bizans imparatorunun Dânişmendlilerin eski merkezi Niksar’ı kuşattığı[49] sırada da (1140) kayınbiraderi Muhammed’e yardım etmiştir.[50] O, özellikle Emîr Gazi’nin ölümü sırasında meydana gelen karışıklıklardan yararlanmaya çalışmış ancak Muhammed’in kendisini ikna etmesi ile iki devlet arasında yeniden ittifak ortamı oluşmuş, bu dönemde Ermeni ve Haçlılar ile başarılı mücadeleler yapılmış, özellikle de Bizans’a karşı birlik ve beraberliklerini koruyarak İmparator Ioannes’in emellerine set çekilmiştir. Mesud’un bu dönemde bağımsızlığını kazandığı ve artık Anadolu’da Dânişmendli hükümdarı ile eşit bir siyasî kudrete sahip olduğu görülmektedir. Bütün bunlara rağmen Mesud, yine de Türkiye Selçuklularını dedesi Süleymanşah ve babası I. Kılıçarslan devirlerinde olduğu gibi Anadolu’nun en güçlü devleti haline getirmek için uygun ortamı beklemekteydi. Onun beklediği bu fırsat ancak Melik Muhammed’in 6 Aralık 1142 (15 Cemaziyelevvel 537) tarihinde Kayseri’de ölümüyle geldi.[51] Muhammed, babası Emîr Gazi ve dedesi Gümüştekin kadar olmasa bile yine de çok başarılı bir hükümdar idi. Çünkü babasının ölümü ile ortaya çıkan karışıklıklara son vermiş Bizans İmparatorluğu’nun zaptettiği Batı Karadeniz topraklarını geri almış, İmparator’un Niksar önünden eli boş olarak dönmesini sağlamış, Ermeni ve Haçlılara karşı başarı ile mücadele etmiştir. Melik Muhammed dindarlığı ve hayırseverliği ile ün salmış bir Türk hükümdarı idi. Ancak ondan sonra gelenlerin hiçbirinin iktidarı, karışıklıkları tam anlamıyla durdurmaya ve devletin eski sınırlarına hâkim olmasına yetmemiştir. Aksine Dânişmendliler bu dönemde üç kola ayrılmışlardır.

Anadolu’da Üstünlüğün Yeniden Türkiye Selçuklularının Eline Geçmesi

Melik Muhammed’in Zünnun, Yunus ve İbrahim adlarında üç oğlu vardı. Bunlardan Zünnun’u veliaht tayin etmişti.[52] Fakat Sivas meliki olan kardeşi Nizameddin Yağıbasan,[53] Muhammed’in karısı ile evlenerek Kayseri’yi ele geçirdi.[54] Zünnun ise, Kayseri’den Zamantı’ya kaçmak zorunda kaldı. Diğer yandan Aynüddevle, Muhammed’in oğullarından Masara hâkimi olan yeğeni Yunus ile anlaştı ve Malatya’yı ele geçirmek amacıyla birlikte buraya hareket ettiler. Ancak şehre geldiklerinde kendilerine kapılar açılmadı ve içeri alınmadılar. Malatya’ya hücum etmek için yeterli kuvvete sahip olmayan amca ile yeğen şehir yakınlarındaki Arka kalesine çekildiler. Bu durum üzerine Yağıbasan ile evlenmiş olan hâtun Malatya’yı müdafaa etmek üzere 2.000 asker gönderdi. Fakat şehirde bulunanlar, gelenlerin kendilerini kadınları ve çocukları ile beraber evlerinden kovmak ve Sivas’a gönderip yerlerini işgal etmek emrini almış olmalarından şüphelendiler. 17 Şubat 1143 (29 Receb 537)’te meydana gelen bu olayda şehirde bulunan Türkler kalenin kapısı önünde toplandılar ve hâtun tarafından gönderilen Sivas kuvvetlerinin üzerine yürümek için vâliden kapıların anahtarlarını istediler. Vâlinin bunu kabul etmemesi üzerine silâhlı ve atlı olan bu Türkler ona isyan etmek suretiyle kale kapılarından birinin kilidini sopalarla kırdılar. Bu kilidi kıran adamın adı Böri (Buri) olduğu için sonradan bu kapıya Böridiye (Burdiya) adı verilmiştir. Böri bu kalabalığın başına geçerek şehrin dışına doğru ilerledi. Türklerden bir kısmı da kapıları muhafaza etmek üzere orada kaldılar. Diğer yandan Böri ve peşindekiler Arka kalesinde bulunan Aynüddevle’nin yanına giderek onunla anlaştılar ve onu Malatya’ya getirerek şehrin idaresini kendisine verdiler. Bunun üzerine hâtunun Sivas’tan gönderdiği 2.000 kişilik kuvvet derhal oradan uzaklaştı. Böylece Malatya’nın yeni hükümdarı Aynüddevle oldu.[55] Çok geçmeden Aynüddevle, Sivas’a kardeşi Yağıbasan’ın yanına giderek onunla Sultan Mesud’a karşı bir ittifak yaptı. Sonra da Elbistan ve Ceyhan bölgesini hâkimiyeti altına aldı.[56] Bütün bu gelişmeler Türkiye Selçuklu Sultanı I. Mesud’un, hâkimiyet sahasını genişletmesine yaradı. Melik Muhammed’in ölümü üzerine hanedan mensupları arasında başlayan taht kavgalarına müdahale eden sultan, dâmadı[57] Zünnun’u destekledi ve özellikle bu son gelişmelerden hoşnut olmayarak 1143 yılında, önce Sivas’a, Yağıbasan ve onunla evlenen hâtun üzerine yürüdü. Yağıbasan, Mesud’tan korkarak dağlara çekildi. Sultan, Sivas’ı zapt ve tahrip ettikten sonra hemen Malatya üzerine yürüdü. Mesud, oğlu Şahinşah’ı Ankara, Çankırı ve Kastamonu valiliğine tayin etti.[58] Zamantı’ya kaçmış olan Zünnun, kayınpederi ve hâmîsi Türkiye Selçuklu Sultanı Mesud’un desteğiyle Kayseri’ye gelerek buraya yeniden hâkim oldu.[59] Bu gelişmeler birbirine rakip olan iki kardeşi, yani Aynüddevle ile Yağıbasan’ı ittifak yapmaya mecbur etti. Ancak Yağıbasan’ın Sivas’ta, Aynüddevle’nin Malatya’da ve Zünnun’un da Kayseri’de hüküm sürmesiyle artık Dânişmendliler fiilen üç kola ayrılmış oldular. Sultan Mesud, dâmadı Zünnun dışındakilerle mücadelesini, onları itaat altına alıncaya kadar sürdürdü. Aslında bütün bu olaylar bize daha önce bahsettiğimiz Emîr Gazi ve onun dâmadı Mesud ve kardeşleri ile olan münasebetlerini hatırlatıyor. Olaylar hemen hemen birbirinin aynı, sadece roller değişmişti. Emîr Gazi’nin yerine Sultan Mesud, Dânişmendlilerin yerine de Türkiye Selçukluları geçmişti. Sultan Mesud artık tamamiyle Emîr Gazi’nin taktiğini uyguluyordu.

Sultan Mesud’un Malatya Kuşatmaları

  1. Birinci Malatya Kuşatması (1143)

Sultan Mesud, Yağıbasan üzerine yürüyüp hâkimiyeti altındaki Sivas’ı tahrip edip geri döndükten sonra Aynüddevle’yi, iktaını arttıracağı vaadiyle itaate davet etti. Aynüddevle ise aynı zamanda Mesud’un yeğeni olan karısını sultanın huzuruna göndererek onu bu düşüncesinden vazgeçirmeye çalıştı. Ancak bunu kabul etmeyen Sultan Mesud, Malatya’yı 17 Haziran 1143 (1 Zilhicce 537) günü kuşattı.[60] Fakat üç ay süren muhasara sırasında ciddi bir hücum yapmadı. Bu süre zarfında Aynüddevle şehir halkını ve özellikle ileri gelenleri, askerlerine vermek üzere topladığı vergilerle sıkıştırıyordu. Askerlerine bol para vererek onların daha azimli müdafaa yapmaları için çaba harcıyordu. Sultan Mesud’un bu bekleyişi ise halk tarafından sihire yoruldu. İmparator Ioannes’in Kilikya’da ölümü üzerine ordunun idaresini devralan küçük oğlu Manuel’in süratle İstanbul’a dönerken Selçuklu sınırlarına tecavüz etmesi üzerine Sultan Mesud, 14 Eylül 1143 (2 Rebi’ulevvel 538) tarihinde Malatya kuşatmasını kaldırdı ve şehir önünden uzaklaştı. Bununla beraber Mesud, 1144 yılında Dânişmendli Aynüddevle’ye ait olan Ceyhan ve Elbistan bölgesini zaptetti ve buraya oğlu Kılıçarslan’ı muhtemelen bu sırada Elbistan’a melik tayin etti.[61]

  1. İkinci Malatya Kuşatması (1144)

Sultan oğlu Kılıçarslan’ı, Elbistan’a 1144’te melik tayin ettikten sonra aynı yıl ordusuyla Malatya üzerine yürüdü ve burayı ikinci kez kuşattı.[62] Sultanın üç ay süren bu kuşatması sırasında da herhangi bir savaş yapılmadı. Malatya’yı ele geçirmeye muvaffak olamayan sultan askerlerine işe yarayan her şeyi almalarını emretti. Bunun üzerine askerler Malatya civarındaki halkı esir alıp beraberlerinde getirdiler. Sultan 15 Ağustos 1144 (13 Safer 539)’de muhasaraya son verip geri döndü. Çünkü Bizans İmparatoru Manuel Komnenos’un büyük bir ordu ile Selçuklu topraklarına doğru harekete geçtiğini haber almıştı.

  1. Üçüncü Malatya Kuşatması (1152)

Malatya Dânişmendli Meliki Aynüddevle 12 Haziran 1152 (7 Rebi’ulevvel 547)’de[63] ölünce yerine oğlu Zülkarneyn geçti. Bu ölüm olayı ile şehrin gücünün zayıfladığını gören Malatya halkı yeniden korkmaya başladı. Ölen Melik Aynüddevle’nin kardeşi Yağıbasan, yeni Malatya hâkimi olan yeğeni Zülkarneyn’e ve onun annesine başsağlığı diledikten ve matem işleri bittikten sonra onlara şehri ellerinde tutup Sultan Mesud’a tâbi olmamalarını tavsiye etti. Bu tavsiyeye uyan anne ile oğul, Malatya’da bulunan sürülerini emniyet içinde tutmak üzere Yağıbasan’ın hâkim olduğu Sivas’a gönderdiler. Aksi takdirde bunlar Mesud’un, şehri muhasarası sırasında telef olabilirler veyahut da Selçuklu ordusunun eline geçebilirlerdi. Sultan Mesud onların kendisine tâbi olmamak hususunda karar verdiklerini ve buna da Yağıbasan’ın neden olduğunu haber alınca bu duruma çok sinirlenerek hemen onun üzerine yürüdü.[64] Sivas Meliki Yağıbasan, sultanın büyük bir ordu ile üzerine geldiğini görünce korkusundan ona itaat arz etti. O aynı zamanda yeğenine yardım etmeyeceğine dair söz verdi.

Sultan, Yağıbasan’a gözdağı verip itaatini sağladıktan sonra yalnız kalan Malatya Meliki Zülkarneyn ile kardeşinin kızı ve Zülkarneyn’in annesi olan hanımın üzerine yani Malatya şehrine doğru hareket etti (24 Temmuz 1152/19 Rebi’ulahır 547) ve şehri muhasara altına aldı. Bu arada Selçuklu ordusu şehrin çevresini yağmalamakta idi. Süryani Mikhail’in bu muhasarayı anlatırken Selçuklu ordusu için kullandığı “Onbinlerce Türk ve diğer millete mensup asker” sözünden[65] Mesud’un yanında oldukça kalabalık bir ordu olduğu anlaşılmaktadır. Muhasara altındaki şehir halkı çok sıkıntılı anlar yaşadı. Çünkü idareci ve askerler para toplamak için devamlı surette halkı sıkıştırıyorlardı. Muhasara devam edip sürerken Zülkarneyn’in annesi ve aynı zamanda da Sultan Mesud’un yeğeni olan hâtun amcasının huzuruna gelerek onun ayaklarına kapanmak suretiyle af diledi. Sultan biraz yumuşamakla beraber Zülkarneyn’in kendisini selâmlamaya gelip, hâkimiyeti altına girmesi halinde muhasarayı kaldıracağını ve onu şehirde bırakacağını söyledi. Bunun üzerine genç melik yanına bir kılıç ve bir kefen alarak sultanın huzuruna çıktı, ona itaatini bizzat arz etti. Sultan da ona hüsnü kabul gösterdi ve sözünde durarak Malatya hâkimiyetini tekrar ona verdi. Her iki taraf arasındaki bu uzlaşma 15 Ağustos[66] 1152 tarihinde gerçekleşti. Böylece uzun bir uğraştan sonra Malatya Sultan Mesud’un tâbiyeti altına girmiş oldu. Sultan bu son kuşatmadan önce Sivas Dânişmendli Meliki Yağıbasan’ı itaat altına almıştı, diğer Dânişmendli Meliki dâmadı Zünnun zaten daha baştan beri Türkiye Selçuklularına tâbi olmuştu. Çünkü Mesud, Melik Muhammed’in ölümünden sonra Dânişmendli tahtına onun geçmesini istemiş ve Zünnun’a taht mücadeleleri sırasında yardım etmişti. Böylece Sultan Mesud, Dânişmendlilerle yaptığı mücadeleleri kazanarak topraklarını genişletmiş[67] hem bütün Dânişmendlileri hâkimiyeti altına almış ve hem de dağılmaktan kurtardığı ülkesini Anadolu’nun en güçlü devleti konumuna getirmiştir.[68] O, bütün bunları gerçekleştirirken sadece Dânişmendliler ile değil aynı zamanda Anadolu’ya gelen kalabalık Haçlı orduları ile ve 1071’den beri devamlı surette Türkleri Anadolu’dan atmaya çalışan Bizans imparatorları ile de mücadele etmek zorunda kalmıştı. Sultan Mesud, Dânişmendli melikleri içinde kendisine en fazla karşı çıkan ve mücadele eden Sivas Meliki Yağıbasan ile bundan sonra iyi ilişkiler içerisine girmiş, onu kızı ile evlendirmek suretiyle kendine dâmat edinmiştir. Ayrıca 1153’te Yağıbasan ile birlikte Ermeniler üzerine bir sefer bile düzenlemiştir.[69] Aksarayî,[70] “Dânişmendoğlu Yağıbasan ile Mesud dostluk dairesinde geçinmeye başladı” diyerek Sultan Mesud’un son yıllarında Yağıbasan ile iyi ilişkiler içerisinde olduğunu göstermektedir.

Yağıbasan ile II. Kılıçarslan Arasındaki İlişkiler (1155-1164)

Sultan Mesud’un 1155 yılında ölümü üzerine yerine veliahtı olan oğlu II. Kılıçarslan hükümdar oldu. II. Kılıçarslan’ın saltanatı sırasında babası zamanında düzelmiş olan Dânişmendliler ile olan ilişkiler yeniden bozuldu. Bunun nedeni Yağıbasan’ın, Anadolu’da Dânişmendli hâkimiyetine son vererek Bizans dahil bölgedeki tüm siyasî güçleri dize getiren Sultan I. Mesud’un ölümüyle meydana gelen kargaşadan faydalanarak kaybettiği toprakları geri almak istemesi idi.

Sivas Melîki Yağıbasan, hiç vakit kaybetmeyerek Sultan II. Kılıçarslan’ın kardeşi Şahinşah’ı, yeğenleri Zünnûn ve İbrahim ile Malatya emîri Zülkarneyn’in de desteğini sağlayarak büyük bir kuvvetle Kayseri üzerine yürüdü ve burayı ele geçirdi. Sultan II. Kılıçarslan, Yağıbasan’ı durdurmak için derhal harekete geçtiyse de din âlimlerinin araya girerek her iki hükümdarı da savaş yapma fikrinden vazgeçirmeleri sonucu Türk kanı akıtılması engellenmiş oldu. Ancak iki taraf arasında yapılan ateşkese rağmen Dânişmendli Yağıbasan Zengîlerden Nureddin Mahmud’un teşvikiyle yeniden Selçuklu topraklarına saldırmak suretiyle iki Türk devleti arasındaki ateşi körükledi. Yağıbasan, Sultan Kılıçarslan’ın melikliği döneminde idare ettiği Elbistan’a girerek bölge halkından 70.000 kişiyi kendi ülkesine götürdü. Sultan ona yetişmeye çalıştıysa da Yağıbasan normal yolları tercih etmediği için tâkibattan kurtuldu. Kılıçarslan Kayseri’ye geldiği zaman onun sert tabiatından korkan halk derhal yanına gelerek itaat arz etmiş, sultan da yanına gelmiş olanları götürmeyeceğine dair yeminli teminat vermiştir.[71] Yağıbasan kendi ülkesine götürdüğü Hıristiyan ahaliyi emniyet içerisinde yerleştirdikten sonra geri dönerek Sultan Kılıçarslan karşısında karargâhını kurdu. Bu olaydan sonra da din adamları araya girip her iki tarafı savaştan ve kardeş kanı akıtmaktan men etmeye çalıştılar. Ancak onların çabaları bu defa sonuçsuz kaldı. Yağıbasan ile II. Kılıçarslan’ın kuvvetleri Şaban 550 (Ekim 1155) tarihinde[72] Aksaray’da karşı karşıya geldiler. Savaşı kaybeden Yağıbasan, Sultan II. Kılıçarslan’a barış teklif etmek zorunda kaldı. Kılıçarslan Yağıbasan’a güvenmediği ve bu meseleyi kökünden halletmek istediği için kendisine yapılan sulh teklifini kabul etmek istemedi. Fakat din âlimlerinin Sultan’ın ayaklarına kapanarak Müslüman kanı dökmemesi yönündeki yalvarışlarına daha fazla dayanamadı ve barışa razı oldu. Ancak yapılan anlaşmanın maddelerini bir bir dikte ettirmeyi de ihmal etmedi.

Papaz Grigor,[73] Sultan II. Kılıçarslan’ın, Yağıbasan tarafından götürülen Hıristiyanların iadesini antlaşma metninde talep etmediğini kaydeder. Süryani Mikhail’in kaydına göre[74] bu iki Türk hükümdarı arasında 1158 yılında bir barış ve dostluk antlaşması yapılmıştır. Sultan Kılıçarslan, Kayseri Meliki Zünnûn ile de bir dostluk antlaşması yapıp onu amcası Yağıbasan’a karşı kışkırttı.[75] Aslında Sultan Kılıçarslan’ı din adamlarından ziyade eniştesi Nureddin Mahmud Zengî’nin Selçuklu topraklarına tecavüzü, barışa mecbur etmişti.[76] Nureddin’in bu tecavüzünden başka Kilikya’daki Ermeniler de Maraş’a saldırdılar.[77] Sultan Kılıçarslan, Yağıbasan ile yaptığı bu sulh sayesinde Ermeniler ve Zengîler ile mücadele etme fırsatı buldu ve onları yeniden itaat altına aldı.

Bizans İmparatoru Manuel, Selçukluların Anadolu’daki genç hükümdarına ağır bir darbe indirmek maksadıyla yeni bir ittifak tesis etti. 1157’de Bafra ve Ünye’yi topraklarına katmış olan Yağıbasan, bu yerleri Bizans’a iade edip ittifaka dahil oldu. Sultan II. Kılıçarslan’ın eniştesi Zünnûn ve Dânişmendlilerin Malatya hâkimi Zülkarneyn’in de yer aldığı bu ittifak karşısında Kılıçarslan Bitinya emîri Süleyman’ı imparatora göndererek antlaşma teklifinde bulundu. Papaz Grigor’un kaydına göre,[78] 1160 yılında Türkiye Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan, Elbistan ve buraya bağlı yerleri Yağıbasan’a terk etmiş buna karşılık aralarında bir barış imzalamışlardır. Şüphesiz sultan bu barış ile onu İmparator Manuel’in kurduğu ittifaktan ayırmaya çalışıyordu. Ancak daha sonraki gelişmelerden de anlaşıldığına göre bu barış çok kısa sürmüştür.

Malatya Meliki Zülkarneyn 555 (1160) yılında[79] ölünce yerine oğlu Muhammed geçti ve Kılıçarslan’a tâbi olarak Malatya’yı idare etti.

Sultan II. Kılıçarslan, Erzurum Saltuklu Hükümdarı İzzeddin Saltuk’un kızı ile nikâhlandı. Sultanın eşi kayınpederi İzzeddin Saltuk tarafından zengin çeyizlerle Erzurum’dan Konya’ya gönderilmişti. Bunu haber almakta gecikmeyen Yağıbasan, Kılıçarslan’a olan düşmanlığı sebebiyle gelin alayının yolu üzerinde pusu kurdu. Kafile pusu kurulan yere geldiğinde ise saldırıya geçerek gelini ve onun çeyizi olan malları ele geçirdi. Sonra Kılıçarslan’ın hanımı olan bu gelini yeğeni Kayseri Meliki Zünnûn ile evlendirmek istedi. Ancak gelinin Kılıçarslan’a nikâhlı olması ve İslâm dinine göre başka biri ile evlenmesi caiz olamadığından din adamlarından buna bir çözüm yolu bulunmasını istedi. Din adamları da gelinin dininden dönmesi halinde nikâhının düşeceğini söylediler. Bunun üzerine gelin hanım zorla dininden çıkarıldı sonra da yeniden İslâmiyet’e döndürüldü. İşte bu hile-i şer’iyye sonucunda Zünnûn ile evlendirildi.[80]

Yağıbasan’ın yaptıkları Sultan II. Kılıçarslan’ı çok kızdırdı. O, derhal ordusuyla Yağıbasan’ın üzerine yürüdü. Her iki ordu arasında uzun süren çatışmalar çok kan dökülmesine neden oldu. Sonunda Sultan Kılıçarslan Bizans ordusu tarafından desteklenen Dânişmendli kuvvetleri karşısında mağlup olmaktan kurtulamadı (1162).[81] Yağıbasan, sultanın karargâhını ele geçirip altın tahtlarını ve diğer kıymetli eşyasını aldı. Aralarında bir mütareke imzalanınca aldıklarını sultana geri verdi.[82] Bu olayın 1164 veya 1165 yıllarında meydana geldiğine dair rivâyetler de vardır.[83] Bizans İmparatoru Manuel, her iki Türk hükümdarına da gizliden adamlar göndererek aralarındaki mücadeleyi körüklüyordu. Onun amacı şüphesiz birbirleri ile savaşa tutuşmuş olan Dânişmendlilerden ve Selçuklulardan tamamen kurtulabilmekti. Ancak o, Kılıçarslan’ı kendisi için daha tehlikeli bulduğundan Yağıbasan’a para ve silah yardımında bulunmaktaydı.[84] Kılıçarslan, Yağıbasan karşısında mağlup olunca, onunla bir mütareke imzaladıktan sonra Bizans’tan yardım istemek için İstanbul’a gitti.[85] Burada Bizans İmparatoru Manuel tarafından son derece iyi karşılanan Kılıçarslan İstanbul’da seksen gün gibi uzun bir süre kaldı.[86] İstanbul’da umduğundan fazlasını bulan ve istediği yardımı da alan Sultan Kılıçarslan, Konya’ya dönerek vakit geçirmeden Yağıbasan’dan intikam almak ve nikâhlı karısını elinden aldığından dolayı onu ve yeğeni Zünnûn’u cezalandırmak için harekete geçti.[87] Hısn-ı Keyfâ Artuklu Hükümdarı Kara Arslan, Mardin Artuklu Hükümdarı Necmeddin Alpı, Erzen ve Bitlis emîri Fahreddin Devletşah da onunla birlikte Yağıbasan’a karşı Sivas üzerine yürüdüler. Niketas’ın kaydından,[88] Sultan’ın ordusunun Yağıbasan’ın kuvvetlerine göre çok daha kalabalık olduğu anlaşılıyor. Bu nedenle Yağıbasan Sivas’tan kaçarak yardım sağlamak amacıyla damadı Çankırı Selçuklu meliki Şahinşah’ın yanına gitti.[89] Bu arada Kılıçarslan da Yağıbasan’ın merkezi Sivas’ı işgal etmişti. Ancak o, Yağıbasan ile savaşma imkânını bulamadı. Çünkü yardım almak amacıyla Şahinşah’ın yanına gitmiş olan Yağıbasan 4 Ağustos 1164 tarihinde orada öldü.[90] Yağıbasan Dânişmendlilerin nüfuzlu hükümdarlarından biri idi. Cesur ve ileri görüşlü, hayırsever ve azimli bir insandı. Niksar’da yaptırdığı medresenin hazîresinde medfundur. Sivas ve Niksar’da cami, medrese, türbe ve imârethaneler yaptırmıştır.

1142 yılında Muhammed’in ölümü ile Dânişmendli tahtında çıkan mücadelelere katılan Yağıbasan iktidarı ele geçirerek Dânişmendli Beyliği’ni eski gücüne ulaştırarak yeniden Anadolu’ya hâkim bir güç haline getirmeyi amaçlamış bu uğurda her türlü yola başvurmuştur. O, Sultan Mesud’a karşı herhangi bir başarı elde edememişti ama, Mesud’un ölümünden sonra yeni Türkiye Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan’ın karşısında önemli başarılar elde etti. Hatta Bizans imparatoru ile kurulan ittifak, Sultan II. Kılıçarslan tarafından bozulmasaydı ve sultan, imparatorun yardımını elde etmeseydi belki de Yağıbasan amacına ulaşabilirdi. Bizans ile yapılan ittifakın bozulması kadar onun zamansız ölümü de giriştiği mücadelede başarısız olmasına neden olmuştur. Onu Dânişmendli Beyliği’nin son güçlü hükümdarı olarak kabul etmek herhalde yanlış olmaz.

Dânişmendlilerin Yıkılışı

Yağıbasan’ın ölümü ile hânedan mensupları arasında mücadele başladı. II. Kılıçarslan bu fırsattan istifade ederek Dânişmendli topraklarına saldırdı. Sultan ilk olarak Elbistan, Tohma vadisi, Dârende ve Gedük yöresini ilhak etti. 1168’de Zünnûn’un üzerine yürüdü. Kayseri ve Zamantı’da Dânişmendli hâkimiyetini sona erdirdi.[91] Bu gelişmeler karşısında Kayseri Meliki Zünnûn, Sultan’ın kardeşi Şahinşah ve Dânişmendlilerin Malatya Meliki Efridun (Feridun), Atabeg Nureddin Mahmud b. Zengî’ye sığındılar. Kılıçarslan’ın giderek güçlenmesinden rahatsızlık duyan Nureddin Mahmud, Kılıçarslan’a haber göndererek Zünnûn’a ülkesini iade etmesini istedi. Sultan Kılıçarslan bu teklifi reddedince Nureddin Mahmud derhal harekete geçti ve Maraş, Göksun, Besni gibi şehir ve kalelere sahip oldu ve Sivas’a yöneldi (1172). Bu sırada Sivas’ta şiddetli bir kış sonucu büyük bir kıtlık oluşarak şehirde isyan çıkmasına neden oldu. Ayaklanan halk Sivas Dânişmendli Meliki İsmâil ve karısını öldürdü sonra da ambarları yağma etti. İsyancılar daha sonra da Zünnûn’u şehre davet ettiler. Zünnûn, Nureddin’in yardımıyla Sivas’a ulaşıp Dânişmendli tahtına çıktı (567/1172).

Fakat kısa bir süre sonra Sultan II. Kılıçarslan, onun üzerine yürüyünce Niksar’a kaçtı ve tekrar Nureddin Mahmud’dan yardım istemek zorunda kaldı. Sultan Kılıçarslan, Nureddin’den çekiniyordu. Bu nedenle onunla bir antlaşma yaparak Nureddin tarafından işgal edilen Selçuklu topraklarını geri almak karşılığında Zünnûn’un Sivas’ta kalmasına razı oldu. Nureddin Mahmud, Zünnûn’u himaye etmek için emîrlerinden Fahreddin Abdülmesih’i de 3.000 kişilik bir kuvvet ile Sivas’a gönderdi. Ancak 569 (1174) yılında Nureddin’in ölümü üzerine Sivas’ta bırakılan garnizon Suriye’ye dönünce, Sultan II. Kılıçarslan antlaşma şartlarını bozarak Sivas, Niksar, Komana, Tokat ve diğer Dânişmendli topraklarını 1175 yazında ele geçirdi. Zünnûn ise Bizans’a sığındı. Böylece Dânişmendlilerin Sivas kolu sona ermiş oldu.

Dânişmendlilerin Malatya koluna gelince; Sultan Kılıçarslan bu şehri 1171’de kuşatmış ancak ele geçirememişti. Buna rağmen civardaki halkı esir alıp Kayseri’ye götürmüştü. Bu olay üzerine Atabeg Nureddin Zengî, Mardin ve Harput Artuklu beyleri, Ermeniler ve Dânişmendlilerin Sivas meliki, Sultan Kılıçarslan’a karşı bir ittifak oluşturdular. Kılıçarslan esir aldığı Malatya halkını iade edeceğini söyleyince antlaşma sağlanmış oldu. Nureddin Mahmud’un ölümünden sonra Dânişmendli topraklarını bir bir ele geçiren Sultan II. Kılıçarslan, Malatya’yı da 25 Ekim 1178’de teslim alarak Dânişmendlilerin bu şubesine de son verdi. Bu son olay ile Dânişmendiler Beyliği tamamen ortadan kalkmış oldu. Dânişmendlilerin yıkılışından sonra bu hânedana bağlı çeşitli boylar Anadolu’ya dağılmışlar, bazıları da Rumeli’de yerleşmişlerdir.[92]

Dr. Muharrem KESİK

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 6 Sayfa: 537-546


Kaynaklar :
♦ Ahmed b. Mahmûd, Selçuk-Nâme, (haz. Erdoğan Merçil), İstanbul 1977, II.
♦ Aksarayî, Müsâmeretü’l-ahbâr ve müsâyeretü’l-ahyâr, (nşr. Osman Turan), Ankara 1944, (trc. M. Nuri Gençosman) Selçukî Devletleri Tarihi, Ankara 1943.
♦ Anna Komnene, Alexiade. Règne de l’empereur Alexis I Comnène (1081-1118), (nşr. ve trc. B. Leib), Paris 1937-45, I-III, (İng. Elizabeth A. S. Dawes), The Alexiad, London 1928, (trc. Bilge Umar) Alexiad Malazgirt’in Sonrası, İstanbul 1996.
♦ Anonim Selçuknâme, (nşr. ve trc. Feridun Nafiz Uzluk), Ankara 1952.
♦ Anonim Süryani Vekayinâmesi, (nşr. J. B. Chabot), Chronicon (syriacum) ad annum chr. 1203/4 pertinens, Corpus Scriptorum Christianorum Oriantalium, Paris 1918, (trc. A. S. Tritton), “The First and Second Crusades from an Anonymos Syriac Chronicle”, JRAS., January s. 69-101, April s. 273-305, (London 1993).
♦ Aynî, Bedrüddin Ebu Muhammed Mahmud b. Ahmed., Ikdü’l-cümân fî Tarihi.
♦ ehli’z-zamân, Süleymaniye Ktp. Hacı Beşir Ağa, nr. 456.
♦ Azîmî, Azimî Tarihi, (yay. Ali Sevim, Azimi Tarihi Selçuklularla İlgili Bölümler), Ankara 1988.
♦ Ebu’l-Ferec (Bar Hebraeus), Abû’l-Farac Tarihi, (çev. Ömer Rıza Doğrul), Ankara 1987, II.
♦ Ebu’l-Ferec (Bar Hebraeus), Tarihu muhtasari’d-düvel, (nşr. Antun Salihanî el-Yesû’î), Beyrut 1890.
♦ İbn Hamdûn, Ebu’l-Me‘âli Muhammed b. Hasan., Kitabu’t-Tezkire, Topkapı Sarayı Müzesi Ktp., III. Ahmed nr. 2948/XII.
♦ İbnü’l-Esîr, İzzeddîn Ebu’l-Hasan Ali b. Ebu’l-Kerem Muhammed b. Abdulkerim b. Abdulvâhid eş- Şeybanî., el-Kâmil fî’t-târîh, (nşr. C. J. Tornberg), Beyrut 1979, (trc. Abdülkerim Özaydın), İstanbul 1987, X-XI.
♦ İbnü’l-Kalânisî, Ebû Ya‘lâ Hamza b. Esed et-Temîmî., Zeylü Tarihi Dımaşk, (nşr. H. F. Amedroz), Beyrut 1908.
♦ Kadı Ahmed Negîdî, el-Veledü’ş-şefîk, Süleymaniye Ktp., Fatih nr. 4518.
♦ Kazvînî, Hamdullah b. Ebû Bekr Ahmed Müstevfî., Târîh-i Güzîde, (nşr. Edward Browne), Tahran 1339.
♦ Kinnamos, Ioannes., Epitome Historiarum, CSHB., (nşr. I. Meinecke), Bonn 1836, (Frs., J. Rosenblum), Chronique, Paris 1972.
♦ Niketas Khoniates, Historia, (çev. Fikret Işıltan), Ankara 1995.
♦ Sıbt İbnü’l-Cevzî, Şemseddin Ebu’l-Muzaffer Yusuf b. Kızoğlu b. Abdullah., Mir‘âtü’z-zamân fî târihi’l-A‘yân, Topkapı Sarayı Müzesi Ktp. III. Ahmed nr. 2907/XI II-XIV.
♦ Süryani Mikhail, Khronik, (nşr. ve trc. J. B. Chabot), Chronique de Michel le Syrien, Patriarche jacobite d’Antioche (1116-99), Paris 1899-1924, (trc. Hrant D.
♦ Andreasyan), Suryani Patrik Mihail’in Vekayinâmesi 1042-1195, Ankara 1944, II, (TTK. ’da henüz yayımlanmamış tercüme).
♦ Urfalı Mateos, Urfalı Mateos Vekayi-Nâmesi Ve Papaz Grigor’un Zeyli, (trc. Hrant D. Andreasyan), Ankara 1987.
♦ Yâkût el-Hamevî., Mu’cemü’l-büldân, Beyrut 1955, I.
♦ Zehebî, Şemseddin Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed., Tarihu Düveli’l-İslâm, Mısır 1974, I-II.
Araştırma Eserler
♦ Ahmed Tevhîd, Meskûkât-ı Kadîme-i İslâmiyye Kataloğu, İstanbul 1321, IV.
♦ Alptekin, C., “Atabeg”, DİA., IV.
♦ Alptekin, C., “Belek b. Behram”, DİA., V, 402-403.
♦ Artuk, İ., İstanbul Arkeoloji Müzeleri Teşhirdeki İslamî Sikkeler Kataloğu, İstanbul 1971, I-II.
♦ Cahen, C., Osmanlılardan Önce Anadoluda Türkler, (çev. Yıldız Moran), İstanbul 1984.
♦ Chalandon, F., Alexis Comnène. Les Comnène, Jean II Comnène et Manuel I Comnène, Paris 1910-1912, I-II.
♦ Çay, M. A. II. Kılıçarslan, Ankara 1987.
♦ Darkot, B., “Harput”, İA., V/1.
♦ Deguignes, J., Hunların, Türklerin, Moğolların ve Daha Sair Tatarların Tarih-i Umûmîsi, (Hüseyin Cahid), İstanbul 1924, IV.
♦ Demirkent, I., Urfa Haçlı Kontluğu Tarihi (1118-1146), Ankara 1987, II.
♦ Demirkent, I., Türkiye Selçuklu Hükümdarı Sultan I. Kılıçarslan, Ankara 1996.
♦ Demirkent, I., “1101 Yılı Haçlı Seferleri”, Prof. Dr. Fikret Işıltan’a 80. Doğum Yılı Armağanı, İstanbul 1995, 17-56.
♦ Dussaud, R., Topographie Historique De La Syrie Antique Et Médiévale, Paris 1927.
♦ Elisséeff, N., Nur Ad-Din Un Grand Prince Musulman De Syrie Au Temps Des Croisades, Damas 1967, I-III.
♦ Ersan, Mehmet, Türkiye Selçukluları Zamanında Anadolu’da Ermeniler, İzmir 1995, (yayımlanmamış doktora tezi).
♦ Halaçoğlu, Y., “Bağrâs”, DİA., IV.
♦ Kramers, J. H., “Kara Arslan”, İA., VI.
♦ Melikoff, I., “Danishmendids”, EIP., II.
♦ Merçil, E., Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, Ankara 1993.
♦ Merçil, E., “Bizans’ta Selçuklu Hanedan Mensupları”, XI. Türk Tarih Kongresi, Ankara 1994.
♦ Özaydın, A., Sultan Muhammed Tapar Devri Selçuklu Tarihi (498-511/1105-1118), Ankara 1990. , “Dânişmendliler”, DİA., VIII.
♦ Ramsay, W. M., The Historical Geography of Asia Minor, (çev. Mihri Pektaş), Anadolu’nun Tarihî Coğrafyası, İstanbul 1961.
♦ Runciman, S., Haçlı Seferleri Tarihi, (çev. Fikret Işıltan), Ankara 1992, II.
♦ Sevim, A., “Timurtaş”, İA., XII/1, 370-372.
♦ Sümer, F., “Saltuklular”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, (Ankara 1971), III.
♦ Turan, O., Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1993.
♦ Turan, O., Doğu Anadolu Türk Devletleri Târihi, İstanbul 1993.
♦ Turan, O., “Kılıçarslan II”, İA., VI.
♦ Umar, B., Türkiye’deki Tarihsel Adlar, İstanbul 1993.
Dipnotlar :
[1] 1101 yılı Haçlı seferleri konusunda daha geniş bilgi için bk. Demirkent, “1101 Yılı Haçlı Seferleri”, s. 17-56.
[2] Krş. Işın Demirkent, “Antakya Prinkepsi Bohemund’un Esir Alınması Niksar’da Hapsedilmesi ve Serbest Bırakılması (1100-1103)”, Niksar’ın Fethi ve Dânişmendliler Döneminde Niksar Bilgi Şöleni Tebliğleri, Niksar 1996, s. 3-7.
[3] İbnü’l-Kalânisî, s. 143; Urfalı Mateos, s. 261. Krş. Turan, s. 107, 145; Özaydın, “Dânişmendliler”, s. 470.
[4] Süryani Mikhail (III, xv, 9, s. 191vd. ) ve Ebu’l-Ferec (II, 345) 2 Eylül 1106 tarihini kaydeder. Ancak Dânişmend Gazi’nin 1104’te öldüğü kabul edilirse bu tarihin 2 Eylül 1105 olması gerekir. Turan (Türkiye, s. 107, 146), bu tarihi 1105 olarak verirken Demirkent (Kılıçarslan, s. 52-53) ve Özaydın (“Dânişmendliler”, s. 470) her iki yılı da yani 1105 ve 1106 yılını kaydetmek suretiyle bu konuda kesin bir karara varmanın mümkün olmadığı görüşündedirler.
[5] Urfalı Mateos Vekayi-nâmesi, s. 225. Krş. Turan, s. 146; Merçil, s. 254; Özaydın, a.g.m., s. 470.
[6] Belek’in amcası İlgazi’nin oğlu. Hakkında geniş bilgi için bk. Turan, Doğu Anadolu, s. 154-160; Merçil, s. 246-247; Ali Sevim, “Timurtaş “, İA., XII/1, 370-372.
[7] Artuklu İlgazi’nin oğlu (Turan, a.g.e., s. 153).
[8] Orta Çağ’da Harput, günümüzde ise Elazığ ili (Besim Darkot, “Harput”, İA., V/1, 296-299).
[9] Malatya’nın güneyinde müstahkem bir mevkii (Süryani Mikhail, III, xvı, 1, s. 220; Mehmet Ersan, s. 157).
[10] Fırat kenarında, Siverek’in kuzey batısında bulunan ve o dönemde Ermenilerin yaşadığı bir kale (Bk. Honigmann, Doğu Sınırı, s. 134). Gerger’in bu dönemdeki tarihi için bk. Ersan, s. 137-141.
[11] Ebu’l-Ferec, II, 359.
[12] Süryani Mikhail, III, xvı, 1, s. 219; Ebu’l-Ferec, aynı yer.
[13] Süryani Mikhail, aynı yer. Ebu’l-Ferec (aynı yer), “Büyük Saman Köyü”, olarak kaydeder.
[14] Urfalı Mateos (s. 282) ve Anonim Süryani Müellifi (s. 90), 1124 yılını verir ancak olayın günü ve ayını kaydetmez; Süryani Mikhail (III, xvı, 1, s. 220) ve Ebu’l-Ferec (II, 359) ise 10 Aralık 1125 tarihini zikreder.
[15] Urfalı Mateos, s. 282.
[16] Aynı eser, aynı yer.
[17] Süryani Mikhail, III, xvı, 1, s. 220; Ebu’l-Ferec, II, 359.
[18] Kumana veya Komana. Geçmişte Anadolu’da bu isimle anılan iki yer mevcuttur. Biri Tokat’ın 9 km. kuzeydoğusunda, Almus yolu kavşağındaki Gömenek (Gümenek) köyünün yerinde, diğeri de Kapadokya (Kappadokia)’nın güneyinde, Kataonia bölgesindeki Komana’dır ki, kalıntıları Adana ili Tufanbeyli ilçesi merkez bucağına bağlı Şar köyü ile içiçedir. Bizim bahsettiğimiz Kumana, Gömenek köyünün yerindekidir. Bk. Umar, Tarihsel Adlar, s. 458. Krş. Turan, Türkiye, s. 135 n. 79.
[19] Süryani Mikhail, III, xvı, 2, s. 223.
[20] Cahen, s. 106.
[21] Süryani Mikhail, aynı yer; Ebu’l-Ferec, II, 360.
[22] Süryani Mikhail, aynı yer.
[23] Süryani Mikhail, aynı yer; Ebu’l-Ferec, Aynı yer. Krş. Turan, s. 168-169; Erdoğan Merçil, “Bizans’ta Selçuklu Hanedan Mensupları”, XI. Türk Tarih Kongresi, Ankara 1994, s. 712-713.
[24] Süryanî Mikhail (III, xvı, 2, s. 223), bu ismi “Yaunas” olarak kaydeder.
[25] Süryani Mikhail, III, xvı, 2, s. 223 vd. Ebu’l-Ferec’e göre (II, 360), bu olay 1126 yılında olmuştur.
[26] Süryani Mikhail, III, xvı, 2, s. 224.
[27] Süryani Mikhail, Aynı yer; Ebu’l-Ferec, II, 361. Krş. Anonim Selçuknâme, s. 38, trc. 24. Süryani Mikhail, eserinin bir başka yerinde (III, xv, 10, s. 194), onun Emîr Gazi tarafından öldürüldüğünü de kaydeder.
[28] Ebu’l-Ferec, II, 363; Anonim Süryani, s. 89-90. Krş. Runciman, II, 173; Yınanç, “Dânişmendliler”, İA., III, 470; Özaydın, “Dânişmendliler”, a.g.m., s. 470.
[29] Süryani Mikhail, III, xvı, 3, s. 227; Ebu’l-Ferec, II, 363.
[30] Azîmî, s. 45, trc. s. 53. Krş. Urfalı Mateos, s. 285n. 164; Cahen, s. 107; Yınanç, a.g.m., s. 470.
[31] Kinnamos, s. 13; Niketas, s. 12.
[32] Süryani Mikhail, III, xvı, 4, s. 230.
[33] Emîr Gazi’nin I. Leon’a yardımı ve Kilikya Seferi hakkında geniş bilgi için bk. Turan, s. 170-171; Ersan, s. 27-29. Emîr Gazi bu seferi sırasında, Urfa Kontluğu arazisine de akında bulundu. Bu sırada ağır hasta olan Urfa Kontu I. Joscelin sedye üzerinde ordusunu sevk ve idare ederek Dânişmendlilere karşı yürüdüyse de yolda öldü. Onun ölüm haberini alan Emîr Gazi, Haçlıların içinde bulundukları bu kötü durumdan faydalanmak yerine oğlu II. Joscelin’e taziyede bulunmak ve aralarındaki savaşı durdurduğunu bildirmek suretiyle büyük bir âlicenâplık ve mertlik örneği sergilemiştir. Bk. Süryanî Mikhail, III, xvı, 5, s. 232 vd. Krş. Turan, s. 171; Demirkent, II, 98, n. 407, 99, n. 409-412.
[34] Süryani Mikhail, aynı yer.
[35] Kinnamos, s. 14; Niketas, s. 13; Süryani Mikhail, III, xvı, 5, s. 234. Krş. Chalandon, II, 86; Turan, s. 172.
[36] Süryani Mikhail, III, xvı, 5, s. 233. Süryanî Mikhail (aynı yer), bu kalenin adını “Zynyn” olarak kaydeder.
[37] Azîmî, s. 49, trc., s. 58; Süryani Mikhail, III, xvı, 4, s. 237; Ebu’l-Ferec, II, 367; Anonim Süryani, s. 99-100. Krş. Chalandon, II, 88; Turan, s. 172; Cahen, s. 217; Merçil, s. 255; Özaydın, a.g.m., s. 470; Irene Melikof, “Danishmendids”, EI. z, II, 110; Yınanç, a.g.m., s. 470.
[38] Süryani Mikhail, II, aynı yer; Anonim Süryani, s. 275; Ebu’l-Ferec, II, 367.
[39] Süryani Mikhail, III, xvı, 4, s. 238; Ebu’l-Ferec, aynı yer.
[40] Ebu’l-Ferec, II, 367. Krş. Turan, s. 173; Özaydın, a.g.m., s. 471.
[41] Ebu’l-Ferec (Aynı yer), Aynüddevle’nin, Malatya’ya Muhammed tarafından götürüldüğünü kaydeder. Krş. Turan, s. 173; Özaydın, a.g.m., s. 471.
[42] Kinnamos, s. 14; Niketas, s. 13. Krş. Chalandon, II, 89; Deguignes, IV, 69; Merçil, s. 256.
[43] Turan (s. 173), Çankırı vâlisinin o sırada hayatta olmadığı için şehri karısının müdafaaya çalıştığını kaydeder. Ancak kaynak göstermez.
[44] Niketas, s. 13.
[45] Kinnamos, s. 14-15; Niketas, s. 13.
[46] Niketas, s. 13-14. Krş. Yınanç, a.g.m., s. 471.
[47] Ioannes’in, Kilikya Seferi hakkında geniş bilgi için bk. Niketas, s. 14-20. Bizans imparatorunun bu seferi hakkında bk. Işın Demirkent, Urfa, II, 116-129.
[48] Niketas, s. 20-21. Krş. Deguignes, IV, 70.
[49] Kinnamos, s. 21 vd.; Niketas, s. 22-24; Süryani Mikhail, III, xvı, 9, s. 249.
[50] Turan, s. 177; Yınanç, a.g.m., s. 471.
[51] Azîmî (s. 56, trc. s. 65) ve İbnü’l-Kalânisî (s. 275), 536-1141/1142; İbn Hamdûn (XII, vr. 179 a) ve İbnü’l-Esîr (XI, 92, trc. XI, 89), 537-1142/1143; Süryani Mikhail (III, xvı, 10, s. 253), 6 Aralık 1143; Ebu’l-Ferec (II, 376), yalnız 1143; Papaz Grigor (s. 296) ise, 1143/1144 yılını kaydeder. Tüm bu kayıtlardan kesin bir tarih belirlemek mümkün değildir. Ancak Azîmî, İbnü’l-Kalânisî ve İbnü’l-Esîr’in kayıtlarında yer alan 1142 yılı ile yalnız Süryani Mikhail’in kaydettiği gün ve ay birleştirilirse, 6 Aralık 1142 tarihi ortaya çıkar ki, bu tarih, olayların akışına uygun düşmektedir. Krş. Runciman, II, 219, Cahen, s. 109; Demirkent, Urfa, II, 130, n. 571; Merçil, a.g.e., s. 121. Turan (Türkiye, s. 17-179), Melik Muhammed’in 6 Aralık 1143’te öldüğünü sonrasında Sultan Mesud’un, Aynüddevle’nin hâkimiyetindeki Malatya’yı 17 Haziran 1143’te kuşattığını kaydetmek suretiyle, Muhammed’in ölüm tarihinde kronolojik hataya düşer. Zaten Süryani Mikhail’in kaydettiği yılın yanlış olduğu, Melik Muhammed’in ölümünden sonra meydana gelen olayları 1143 yılının başlarında (17 Şubat) göstermesinden anlaşılıyor (bk. Vekayinâme, III, xvı, 10, s. 253).
[52] Süryani Mikhail, aynı yer; Ebu’l-Ferec, II, 376.
[53] Bu adı Papaz Grigor (s. 313-314), Süryani Mikhail (III, xvı, 10, s. 253vd. ; xvıı, 14, s. 305; xvııı, 1, s. 310; xvııı, 3, s. 312; xvııı, 8, s. 319; xvııı, 9, s. 321; xvııı, 10, s. 324) ve Ebu’l-Ferec (II, 376, 390-391, 393, 399-400), Yakup Arslan; Niketas (s. 80), Yagupasan; İbnü’l-Esîr (XI, 317, trc. XI, 257-258), Yağı Arslan ve Bağı Arslan; Aksarayî (s. 29, trc., s. 126) ise, Yağıbasan olarak kaydeder. Aksarayî’nin kaydettiği gibi doğru okunuşunun Türkçede “düşmanı basan” manasına gelen “Yağıbasan” olduğu muhakkaktır. Kendisine ait paralarda da adı “Yağıbasan” olarak kayıtlıdır. Bk. Ahmed Tevhid, IV, 88; Artuk, II, 385.
[54] Ebu’l-Ferec (II, 376), kocasının ölümünden sonra onun kardeşi Yağıbasan’ı yanına çağırtarak evlendiğini; yani evlenme talebinin Muhammed’in hanımından geldiğini ifade eder.
[55] Süryani Mikhail, III, xvı, 10, s. 253 vd. ; Ebu’l-Ferec, II, 376-377.
[56] Süryani Mikhail, III, xvı, 10, s. 254.
[57] Niketas, s. 80.
[58] Yınanç, a.g.m., s. 472.
[59] Ebu’l-Ferec, II, 376.
[60] Azîmî, s. 57, trc., s. 66; Süryani Mikhail, aynı yer. Ebu’l-Ferec (II, 377), 17 Nisan 1143 tarihini kaydeder. Krş. Turan, s. 179.
[61] Turan, s. 179; Çay, s. 15.
[62] Süryani Mikhail, III, xvıı, 1, s. 258vd. ; Ebu’l-Ferec, II, 377.
[63] Süryani Mikhail, III, xvıı, 14, s. 304; Ebu’l-Ferec, II, 390.
[64] Ebu’l-Ferec, II, 390.
[65] Süryani Mikhail, III, xvıı, 14, s. 305.
[66] Süryanî Mikhail (aynı yer), iki taraf arasındaki bu antlaşmanın Hıristiyanlık inanışında Hz. Meryem’in göklere çıkarıldığı (Transmigration Yortusu) kabul edilen 15 Ağustos günü yapıldığını kaydeder.
[67] İslâmî kaynaklar Melik Muhammed’in ölümünden sonra meydana gelen bu gelişmeleri “Dânişmendli Melik Muhammed’in ölümünden sonra onun ülkesini Mesud b. Kılıçarslan ele geçirdi” diyerek, kısaca özetleyip geçmişlerdir. Bk. İbn Hamdûn, XII, vr. 179 a; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, XI, 92, trc. XI, 89; Sıbt, XIII, vr. 263 b; Aynî, vr. 426 a.
[68] Cahen, s. 109.
[69] Süryanî Mikhail, III, xvııı, 1, s. 310; Ebu’l-Ferec, II, 391. Krş. Turan, s. 191; Merçil, s. 257; Ersan, s. 32-33; Yınanç, a.g.m., s. 472. Bu seferin ayrıntıları için bk. aşağıda, s. 89 vd.
[70] Müsâmeretü’l-ahbâr, s. 29, trc., s. 126. Krş. Nikedî, vr. 146 b.
[71] Papaz Grigor, s. 314.
[72] İbnü’l-Kalânisî, s. 333; Papaz Grigor, s. 314; Ebu’l-Ferec, II, 391. Krş. Turan,  s. 198; Cahen, s. 112; Çay, s. 25.
[73] Zeyl, s. 315.
[74] Vekayinâme, trc. Hrant D. Andreasyan, Süryani Patrik Mihail’in Vekayinâmesi 1042-1195, Ankara 1944, Türk Tarih Kurumu’nda basılmamış tercüme, s. 183 (Ermenice metinden).
[75] Süryani Mikhail, aynı yer.
[76] Nureddin Mahmud Ayntâb ve Ra’bân’ı işgal etmiştir. Geniş bilgi için bk. Turan, 199-200; Çay, s. 26.
[77] Geniş bilgi için bk. Turan, s. 199.
[78] Zeyl, s. 329. Krş. Süryani Mikhail, trc., s. 185 (Ermeniceden). Ancak Süryani Mikhail (aynı yer), Papaz Grigor’dan farklı olarak bu barış ile Yağıbasan’ın zaptettiği yerleri Sultan Kılıçarslan’a geri verdiğini kaydeder.
[79] Süryani Mikhail (XVIII, 7, trc., s. 188), 1162 yılında öldüğünü kaydeder.
[80] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, trc., XI, 257. Süryani Mikhail’in Vekayinâme’sinin (s. 190) Ermenice metninde bu olay biraz daha farklı anlatılır. Buna göre, Sultan Kılıçarslan Saltuk’un kızı ile evlenmek istemiş ancak Saltuk kızını Yağıbasan’ın isteği üzerine Malatya emîri ile evlendirmiştir. İşte bu duruma kızan Kılıçarslan, Yağıbasan üzerine yürümüş ve mağlup olup savaş meydanından firar etmiştir.
[81] Süryani Mikhail (s. 189 -Ermenice Metin) bu olayın tarihini 1161 olarak kaydetmiştir.
[82] Süryani Mikhail, s. 190 (Ermenice metin). Süryani müellifi (bk. aynı yer) antlaşma isteğinin Yağıbasan’dan geldiğini kaydeder.
[83] İbnü’l-Esîr, trc., XI, 257-258.
[84] Niketas, s. 81. Kinnamos (Epitome Historiarum, CSHB., nşr. I. Meinecke, Bonn 1836, s. 199-200), İmparator Manuel’in Çankırı-Ankara meliki ve Kılıçarslan’ın kardeşi Şahinşah ile Kayseri, Amasya ve Kapadokya hâkimi Dânişmendli Yağıbasan’a mektuplar yazarak onları sultana karşı kışkırttığını kaydeder.
[85] Papaz Grigor, s. 334; Niketas, s. 81; Kinnamos, s. 204; Süryani Mikhail, XVIII, 8, trc., s. 188; Ebu’l-Ferec, II, 399.
[86] Bu konu hakkında geniş bilgi için bk. Niketas, s. 81-83; Kinnamos, s. 205-208. Krş. Çay, s. 38-41; Erdoğan Merçil, “Bizans’ta Selçuklu Hanedan Mensupları”, XI. Türk Tarih Kongresi, Ankara 1994, s. 713-715.
[87] İbnü’l-Esîr, trc., XI, 257-258; Ebu’l-Ferec, II, 399. Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1993, s. 17; a. mlf., “Kılıçarslan II”, İA., VI, 690; Faruk Sümer, “Saltuklular”, III, s. 414; Cahen, s. 119.
[88] Historia, s. 83.
[89] Süryani Mikhail (aynı yer), sultanın gücü karşısında korkan ve yaptıklarından dolayı mahcup olan Yağıbasan ile Kılıçarslan arasında bir barış yapıldığından bahseder.
[90] Niketas, s. 83; Süryani Mikhail, XVIII, 10, trc., s. 196; Ebu’l-Ferec, II, 400. Krş. Çay, s. 42.
[91] Bu olayın tarihinde kaynaklar arasında ihtilaf vardır. Bir rivâyete göre 1169, diğer bir rivâyete göre de 1171 veya 1173’te olmuştur. Bk. Özaydın, “Danişmendliler”, İslâm Tarihi, VIII, 66, n. 52.
[92] Özaydın, “Dânişmendliler”, DİA, VIII, 473.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.