Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Türkiye Selçuklu Devleti-Eyyûbî Münasebetleri

8 44.928

Yrd. Doç. Dr. Emine UYUMAZ

Anadolu’nun Türkleşmesini ve bölgede Türk birliğini tesis etmeyi amaçlayan Türkiye Selçuklu Devleti, bu hedefine ulaşmak için komşu devletlerle bazen dostane bazen de düşmanca ilişkiler içinde bulunabiliyordu. Buna dair en güzel örneği bir Türk beyliği olan Zengiler’in devamı niteliğindeki Eyyûbîler ile olan münasebetlerinde görmekteyiz. Bilindiği gibi adını kurucusu Salâhaddîn Yusuf b. Eyyûb’un babası Necmeddîn Eyyûb b. Şâdi’den alan Eyyûbîler 1175-1260 yılları arasında merkezi Mısır olmak üzere Şam (Suriye, Ürdün, Lübnan), el-Cezire (Yukarı Mezopotamya), Diyarbekir ve Kuzey Irak’ta hüküm sürmüş Müslüman bir devlet idi.[1]

Tarihî kaynakların verdiği bilgilere göre, Türkiye Selçuklu Devleti ile Eyyûbîler arasındaki ilk resmî ilişki Muharrem 572/10 Temmuz-8 Ağustos 1176 tarihinde Salâhaddîn Eyyûbî tarafından Haleb’in fethi sonucu iki taraf arasında yapılan anlaşma hükümlerini Musulluların ve Artuklu beylerinin yanısıra Türkiye Selçuklularının da tanıması ile gerçekleşmiştir.[2] Bu hadiseden kısa bir süre sonra II. Kılıç Arslan’ın 13 Eylül 1176 tarihinde gerçekleşen Myriakephalon Savaşı’nda Bizanslıları yenilgiye uğratması üzerine zaferini bildirmek için Salâhaddîn Eyyûbî’ye elçi gönderdiğini bilmekteyiz.[3] Fakat iki taraf arasında resmî çerçevede başlayan bu dostluk ilişkisi II. Kılıç Arslan’ın Bizans’a karşı kazandığı başarıdan sonra Anadolu’daki Türk birliğini sağlamak için doğuya yönelmesi ve burada yaptığı askerî faaliyetler neticesinde gerginleşmeye başladı. Zira II. Kılıç Arslan, Danişmendliler’e ait olan Malatya’yı 1178 yılında alınca Artuk beyleri sıranın kendilerine geleceğini düşünerek Salâhaddîn Eyyûbî’den himaye talebinde bulundular.[4] Gerek böyle bir teklifte bulunulması gerekse bu isteğin Eyyûbîler tarafından kabul görmesi II. Kılıç Arslan’ı rahatsız etmiş olsa da faaliyetlerine devam etti. İlk iş olarak daha önce kendisine ait olan ve şimdi Salâhaddin Eyyûbî’nin Baalbek Hakimi Şemseddîn İbnü’l- Mukaddem’in elinde bulunan Ra’ban (Araban) Kalesi’ni geri almak için ordusunu harekete geçirdiği gibi adı geçen kalenin kendisine teslim edilmesi için Salâhaddîn Eyyûbî’ye elçi gönderdi. Elçi: Ra’ban Kalesi’nin Nureddîn Mahmud b. Zengî tarafından izinsiz olarak II. Kılıç Arslan’dan alındığını Melik el- Salih’in de burasını sultana teslim ettiğini, bu nedenle Salâhaddîn Eyyûbî’den kalenin iade edilmesini talep etti. Fakat II. Kılıç Arslan’ın bu isteği Salâhaddîn Eyyûbî tarafından kabul edilmedi. Bunun üzerine II. Kılıç Arslan yaklaşık 20.000 kişilik bir kuvvet ile Ra’ban Kalesi’ni muhasara edip etrafını yağmalamaya başladı. Kalenin Hakimi Şemseddîn İbnü’l Mukaddem hem durumu bildirmek hem de yardım talep etmek için Salâhaddîn Eyyûbî’ye haber gönderdi. Bunun üzerine Eyyûbî Sultanı Salâhaddîn kardeşinin oğlu Takiyeddîn Ömer ile Seyfeddîn Ali b. el-Meştûb’u yardım için gönderdi. İmadeddîn el-Kâtib el-Isfahanî’nin ifadesine göre:[5] “1.000 kişilik Eyyûbî kuvvetini gören Türkiye Selçuklu askerleri dağılıp kaçtılar”. Süryani Mihail ise[6] “575/1179-1180 yılında gerçekleşen bu olayda iki taraf Türk ise de yapılan savaşta Selçuklu ordusu Takiyeddîn’in askerleri karşısında mağlup oldu” demektedir. Bu olaydan sonra Salâhaddîn Eyyûbî katibi İmadeddin el-Kâtib el-Isfahanî’ye Musul Veziri Mücahiddîn Kaymaz’a gönderilmek üzere şu mektubu yazdırmıştır: “Malûmdur ki biz İslâm’ın galip gelmesini, İslâm askerlerinin kafir ordularına karşı muzaffer olmasını istiyorduk. II. Kılıç Arslan, Rumlarla anlaştı, Franklarla hediye alıp verdi. Dinin gösterdiği yoldan ayrıldı. Kafirleri müminlere karşı savaşa teşvik etti…Asker hazırlayarak Ra’ban Kalesi’ni muhasara etti. Askerleri tarlaları tahrip ettiler, yol kestiler, ekinleri yaktılar, ziraatı mahvettiler. Bu hareket Müslümanların kalplerini yaraladı. Şemseddîn İbnü’l-Mukaddem onlardan çok şikayet etti. Biz onların kaleyi almasından endişelenmedik. Zira o kadar güçlü değillerdi. Biz halkı zulümden kurtarmak için Takiyeddîn’i 1.000 kişi ile görevlendirdik. Oysa onlar 30.000 kişi idiler ve kaçtılar. Allah bilir ya onların heybetini yıkmak ve hatalı fikirlerinden dolayı onları cezalandırmak istemedik…”.[7]

Ra’ban hadisesinden sonra Türkiye Selçuklu-Eyyûbî ilişkilerinin II. Kılıç Arslan’ın damadı Nureddîn Muhammed yüzünden yeniden gerginleştiğini görüyoruz. Şöyle ki, Hısn Keyfa Sahibi Nureddîn Muhammed b. Kara Aslan b. Davud b. Artuk,[8] II. Kılıç Arslan’ın kızı Selçuk Hatun’la evlenmiş ve sultan, Selçuk Hatun’a[9] Artuklu sınırlarına yakın bir kaç Selçuklu kalesini çeyiz olarak vermişti. Ancak bir süre sonra Nureddîn Muhammed, II. Kılıç Arslan’ın kızından yüz çevirip bir şarkıcıyla evlenmiş ve ülkesine, hazinesine o hakim olmuştu. Sultan bu durumu öğrenince damadına bir elçi gönderip ya evlilik akdi sırasında aldığı kaleleri geri iade etmesini ya da şarkıcı kadından ayrılmasını istedi. Aksi takdirde Artuklu ülkesini elinden alacağına dair tehditlerde bulunup Harput havalisindeki bazı yerleri de ele geçirdi. Durumun ciddiyetini kavrayan Nureddîn Muhammed kendisine yardımcı olması için Salâhaddîn Eyyûbî’den yardım istedi ve onun himayesine sığındı. Bunun üzerine Eyyûbî Sultanı Salâhaddîn, Nuredddîn’e karşı saldırgan tutumundan vazgeçmesi için II. Kılıç Arslan’a elçi ve mektup gönderdi. II. Kılıç Arslan da cevap olarak: Damadı Muhammed b. Kara Arslan’ın kusurlarını saydıktan sonra “Ben sadece kızımla evlendiği zaman ona verdiğim kaleleri geri istiyorum” dedi. Bunun üzerine Salâhaddîn Eyyûbî ise “Ona dokunamazsın. Biz onunla anlaşma yaptık ve himayemize aldık. Eğer üzerine yürüyecek olursan atlarımızın dizginlerini onun yardımına çeviririz” diye cevap verdi. Bu cevap üzerine iki taraf arasında bir anlaşmaya varılamadığı gibi gerginlik daha da arttı. Diğer taraftan Franklar (Haçlılar) Salâhaddîn Eyyûbî’den sulh isteyip öne sürülen bütün şartları kabul etmişlerdi. Böylece Şam bölgesini emniyete alan Eyyûbî Sultanı Salâhaddîn, II. Kılıç Arslan ile olan anlaşmazlıkları gidermek için 576/1180-1181’de ordusuyla Tell- başir istikametinden Ra’ban’a hareket etti. Bu sırada Hısn Keyfa Sahibi Nureddîn Muhammed de Salâhaddîn ile buluşmak için Ra’ban’a vardı.

II. Kılıç Arslan ise Salâhaddîn Eyyûbî’nin kendisine doğru yaklaşmakta olduğu haberini alınca Veziri İhtiyareddîn Hasan b. Gafnas’ı ona elçi olarak gönderdi. Elçi, Salâhaddin’in huzuruna varınca ona şu mesajı iletti: “Bu adam (Nureddîn Muhammed) kızıma şöyle şöyle yaptı: mutlaka onun ülkesine girmeli ve ona haddini bildirmeliyim.” dedi. Elçinin mesajına sinirlenen Salâhaddîn “Efendine de ki, eğer geri dönmezse Allah’a yemin ederim ki, Malatya üzerine yürüyeceğim. Malatya’ya iki günlük mesafedeyim, oraya vardığımda da atımdan inmeyeceğim, sonra da bütün ülkesini elinden alacağım” dedi. Durumun ciddiyetini kavrayan İhtiyareddîn huzurdan ayrıldı ve ertesi gün Salâhaddîn tarafından tekrar kabul edildiğinde “Ben efendim adına değil, kendi adıma size bir şeyler söylemeyi ve bana hak vermenizi taleb ediyorum” dedi. Cevap olarak Salâhaddîn Eyyûbî “söyle” diye karşılık verince elçi: “Ey efendimiz ! Bu çirkin iş senin gibi bir sultana yakışmaz, siz sultanların en büyük, en şanlı, en şöhretlilerinden birisiniz. Halkın senin cihadı terk edip Haçlılarla anlaşma yaptığını, ülke çıkarlarını bir kenara bıraktığını ve askerlerini bir şarkıcı için yollara döktüğünü duyması kadar büyük bir kötülük düşünebiliyor musunuz? Yarın Allah Taâlâ’ya ne mazeret beyan edeceksiniz? Sonra halife ve diğer Müslüman hükümdarların ve bütün halkın nezdindeki itibarın ne olur? Düşün ki hiç kimse senin yüzüne karşı bunları söylemez, fakat meselenin böyle olduğunu bilmezler mi? Sonra farz et ki, II. Kılıç Arslan öldü ve kızı da beni sana gönderdi. O sana sığınıyor ve kocasından hakkını almak istiyor. Sen bunu reddetmezsin” dedi. Bunun üzerine Salâhaddîn: “Vallahi sen haklısın! Mesele senin dediğin gibidir; fakat bu adam (Nureddîn) bana sığındı. Şimdi onu bırakırsam bu bana yakışmaz. Sen onunla görüş ve aranızdaki meseleyi dilediğiniz gibi halledin. Ben de size her türlü yardımda bulunacağım” dedi.

Bunun üzerine İhtiyareddîn Hasan, Nureddîn Muhammed ile görüştü ve yapılan müzakereler sonucunda Nureddîn’in bir sene sonra şarkıcıyı yanından uzaklaştırmasına, aksi hareket ettiği takdirde Salâhaddîn’in kendisinden yardım desteğini çekmesine karar verildi.[10] Böylece iki taraf arasındaki anlaşmazlık tatlıya bağlanmıştı. Hatta Müslüman Türkmenlere kötü muamelede bulunan Kilikya Ermeni Krallığı üzerine sefer tertip etmek için anlaşma bile yaptılar. Ermeni seferinden sonra Salâhaddîn Eyyûbî Mısır’a, II. Kılıç Arslan da Malatya’ya geri döndü.[11]

Bu olaydan sonra II. Kılıç Arslan ile Salâhaddîn Eyyûbî arasındaki ilişkiler gayet olumlu bir seyir takip etmiştir. Nitekim Salâhaddîn Eyyûbî’nin Kudüs’ü fethettiği haberi duyulunca II. Kılıç Arslan’ın Haçlılara karşı kazanılan bu büyük zaferi tebrik etmek ve iki taraf arasındaki anlaşmaları yenilemek üzere Veziri İhtiyareddîn Hasan’ı Eyyûbî sultanına gönderdiği bilinmektedir. Salâhaddîn’in Kevkeb Kalesi’ni muhasara ettiği sırada gerçekleşen bu ziyarette (1188) İhtiyareddîn’e gayet iyi muamele edilmiş ve izzet-ikrâmda bulunulmuştu.[12] III. Haçlı Seferi’nde (1189) de II. Kılıç Arslan ile Salâhaddîn Eyyûbî arasındaki iyi ilişkiler devam etmiştir. Yapılan anlaşma gereği II. Kılıç Arslan ve büyük oğlu Kutbeddîn Melikşah Haçlıları durdurmak için mücadele ettilerse de Türkiye Selçuklu Devleti’nin içinde bulunduğu sıkıntılar nedeniyle başarılı olamadılar. Ancak bu başarısızlık iki taraf arasındaki ilişkileri olumsuz yönde etkilemedi. Zira III. Haçlı Seferi’nin sonlarına doğru Malatya Hakimi Kayserşah kardeşi Kutbeddîn Melikşah’ın faaliyetlerinden çekindiği için Kudüs’te bulunan Sultan Salâhaddîn’in yanına gidip yardım talep ettiği gibi el-Adil’in kızlarından biriyle evlendi (1191). Eyyûbî Sultanı Salâhaddîn ise Kayserşah’ın yardım isteğine karşı, kardeşler arasındaki problemi halletmek için Kazasker Şemseddîn b. el-Ferrâş’ı Anadolu’ya gönderdi. Ayrıca Kutbeddîn Melikşah’ın 1192 yılında Salâhaddîn Eyyûbî’yi Anadolu’ya davet ettiğini biliyoruz. Ancak Eyyûbî Sultanı Salâhaddîn, Haçlılar ile uğraştığı için bu davete olumlu cevap verememiştir.[13]

Yukarıda da bahsedildiği gibi ilk defa 1176 yılında başlayan Türkiye Selçuklu-Eyyûbî ilişkileri çeşitli merhalelelerden geçerek 1192 tarihine kadar devam etmişti. Ancak 1192 yılında II. Kılıç Arslan’ın bir yıl sonra da Salâhaddîn Eyyûbî’nin ölmesi üzerine her iki devlette de saltanat mücadeleleri başladığı için bir süre kendi iç işleriyle meşgul oldular. I. Gıyaseddîn Keyhüsrev babasının ölümünün ardından büyük bir itirazla karşılaşmadan Türkiye Selçuklu tahtına geçmişti. En büyük rakibi gibi gözüken kardeşi Kutbeddîn Melikşah da öldüğü için Keyhüsrev ülkeyi başarıyla idare etmeye başlamıştı. Fakat 1197 yılında kardeşi II. Süleymah Şah saltanat idasında bulunarak Konya’yı muhasara etti. Dört ay süren kuşatma sonucu I. Gıyaseddîn Keyhüsrev Konya halkının arabuluculuğu ile kendisine ve çocuklarına dokunulmamak şartıyla şehri, Rükneddîn II. Süleyman Şah’a teslim etti. İbn Bibi’nin kaydettiğine göre;[14] I. Gıyaseddîn Keyhüsrev kendisine ikamet edebilecek bir yer bulabilmek için önce Kilikya Ermeni Krallığı’na, oradan Elbistan’a ve daha sonra Malatya Sahibi Kayserşah’ın yanına gitmişti. Aynı zamanda el-Adil’in damadı olan kardeşi Kayserşah’ın yanında bir müddet kaldıktan sonra belki kendisine de yardımcı olunur ümidiyle Haleb’e gitti. Ancak Halep Sahibi el-Zahir, sabık sultanı gayet iyi karşılamış olsa da muhtemelen kendi iç işlerindeki karışıklıklar nedeniyle ona karşı yeteri kadar ümit verici davranmamıştır.[15] I. Gıyaseddîn Keyhüsrev’den sonra Malatya Sahibi Kayserşah da 1200 yılında ülkesini elinden alan kardeşi Rükneddîn II. Süleyman Şah’tan kaçarak kayınbabası el-Adil’e sığındı.[16] Fakat, el-Adil, damadını Rükneddîn II. Süleyman Şah’a karşı savunmak yerine onu Urfa’da ikâmet ettirdi. Zira, bu sıralarda kendi iç işleri de oldukça karışıktı. Nitekim, 1202 yılında Salâhaddîn’in oğlu el-Efdal hem amcası el-Adil’in hem de kardeşi Halep Sahibi el-Zahir’in kendisine ait bazı toprakları zaptetmeleri üzerine Rükneddîn II. Süleyman Şah’a elçi gönderip, ona tâbi olduğunu ve hutbelerde onun adını okuttuğu gibi, yine onun adına para darp ettireceğini bildirdi.[17] Böylece ilk defa bir Eyyûbî Meliki Türkiye Selçuklu Devleti’ne tâbi olmuş oluyordu. el-Efdal’in bu tâbiliğinin I. Gıyaseddîn Keyhüsrev’in ikinci kez Türkiye Selçuklu tahtına çıkışında (1205-1211) da devam ettiğini görmekteyiz. Nitekim I. Gıyaseddîn Keyhüsrev’in Konya’da tahta oturduğunda Sümeysat Sahibi el-Efdal, sultana itaatini bildiren bir elçi göndermiştir. Ayrıca I. Gıyaseddîn Keyhüsrev’in, el-Eşref’in desteği ile Harput’u muhasara eden Nasreddîn Muhammed’e karşı 6.000 kişilik Selçuklu askeri ile el-Efdal’i görevlendirdiğini de bilmekteyiz.[18]

I. Gıyaseddîn Keyhüsrev Harput meselesini halledip ülkesinin doğu sınırlarını emniyet altına aldıktan sonra Anadolu’dan geçen milletler arası ticaret yolları üzerinde söz sahibi olabilmek için daha çok Kilikya Ermeni Krallığı ve Bizans ile olan ilişkilerine ağırlık verdiği için Eyyûbîler ile pek fazla ilgilenememişti. Yerine geçen oğlu I. İzzeddîn Keykavus (1211-1220) da babasının siyasetini takip etmiş ve saltanatının ilk yıllarında Eyyûbîler ile münasebette bulunmamıştı. Nitekim saltanatının ilk günlerinde kendisine problem çıkartarak Kayseri’yi muhasara eden kardeşi I. Alâeddîn Keykubad’a karşı el-Eşref’ten yardım istemişti.[19]

Ancak, 614/1216-1217 yıllarında Halep Sahibi el-Zahir’in ölümü üzerine cereyan eden olaylar neticesinde ticarî açıdan önemli bir şehir olan Haleb’i almak üzere 615/1218-1219 yıllarında harekete geçti. Kaynakların verdiği bilgilere göre: el-Zahir ölünce yerine oğlu el-Aziz tahta geçmişti. Ancak henüz çok küçük yaşta bulunduğu için naibliğini annesi, Atabeyliğini ise Şehabeddîn Tuğrul yapmaktaydı. Halep ileri gelenlerinden bazıları atabeyin kendilerine karşı olan tutumları nedeniyle rahatsızlık duyup Anadolu’ya gelerek I. İzzeddîn Keykavus ile görüştüler. Sultana Haleb’e yürümesini ve bu iş için Sümeysat Sahibi el-Efdal’e yazılı bir davette bulunursa kendisine yardımcı olabileceğini söylediler. Bunun üzerine, Haleb’i Türkiye Selçuklu topraklarına katmak isteyen I. İzzeddîn Keykavus derhal devlet erkanını topladı, “Halep ülkesinin küçük bir çocuk ile bir kadının elinde kaldığını, eğer vaktinde asker gönderilir ve tedbir alınırsa Şam vilayetini elde edebileceğini” söyledi. Devlet erkanı ise “Babasının mülkünde hükümdar olan bu küçük çocuğun babası ve dedeleri ile daima dostane ilişkiler içinde bulunulduğunu, ayrıca komşu milletler ona taziye ve tebrik için elçiler gönderirken sizin o yetim çocuğun mülküne saldırmanız komşularımızın hoşuna gitmeyecektir” diye cevap verdi.

I. İzzeddîn Keykavus ise “Sultanlar arasında merhamet yoktur” deyip el-Efdal’e davette bulunduğu gibi ordunun hazırlanmasını emretti. Sultanın isteği doğrultusunda ilk iş olarak Maraş Hakimi Emir Nusretüddîn’e ordu hududa gelinceye kadar süvari ve piyade kuvvetleri ile muhasara aletleriyle birlikte hazır bulunması için ferman yazıldı. Malatya ve Sivas sahiplerine de aynı şekilde fermanlar gönderildi. Uç beylerine ise Yabanlu[20] yaylasında hazır bulunmalarına dair ferman yazıldı. Sümeysat Sahibi el-Efdal ile de I. İzzeddîn Keykavus’a tâbi olması şartı ile Halep topraklarına birlikte saldırılmasına ve Halep ile ona bağlı olan yerlerin el-Efdal’e kalmasına daha sonra da el-Eşref’in elinde bulunan Harran, Ruha (Urfa) gibi diğer doğu ülkelerine de sefer düzenlenmesine ve buralarının I. İzzeddîn Keykavus’a kalması şartı ile anlaşma yapıldı. Gerçekleşen ittifaktan sonra her iki tarafın askerleri de harekete geçti. İlk önce Ra’ban Kalesi’ni ele geçirdiler ve yapılan anlaşma gereği I. İzzeddîn Keykavus burasını el-Efdal’e teslim etti. Daha sonra Tell-başir’e hareket ettiler ve on gün boyunca kaleyi kuşattılar. Fakat bir netice alamayınca Sultan I. İzzeddîn Keykavus civardaki bütün ağaçların ve üzüm bağlarının kesilmesini emretti. Geçim kaynaklarının yok edildiğini gören ahali kalenin teslim edilmesi için kale muhafızına baskıda bulununca Tell-başir’i de ele geçirmiş oldular. Ancak I. İzzaddîn Keykavus bu defa kaleyi el-Efdal’e teslim etmeyip kendi adına alıkoyması için Emir Nureddîn’e bıraktı. el-Efdal ise anlaşmaya uymayan I. İzzeddîn Keykavus’un bu davranışından şüpheye kapılıp ya aynı şeyi Haleb’i aldığımız zamanda yaparsa o zaman kardeşlerimin mülkünü ellerimle bir yabancıya teslim etmiş olacağım, oysa bu benim hiç bir işime yaramaz düşüncesine kapılarak sultanı oyalamak için zamanın önemi yok diyerek önceden kararlaştırıldığı gibi ilerlemek yerine şurayı da alalım, burayı da alalım, böylece Haleb’i daha kolay ele geçiririz demeye başladı. Bunun üzerine I. İzzeddîn Keykavus Tell-başir’den sonra Menbic’e yöneldi ve burayı da ele geçirip kaleyi tamir ettirdi. Ayrıca Halep emîrlerinin bazılarına tevkiler göndererek onları hoşnut etmeye çalıştı.

Diğer taraftan Atabey Şehabeddîn Tuğrul, I. İzzeddîn Keykavus ile el-Efdal’in Haleb’e doğru ilerlediklerini öğrenince kendisini kalede muhasara edeceklerinden korkmuş ve şehir halkının da gönüllü olarak şehri teslim etmelerinden çekindiği için Haçlılarla (Franklarla) meşgul olan el-Eşref’e elçi göndererek kendisini tâbi tanıyacaklarını bildirerek kızkardeşinin oğlu olan el-Aziz’e yardım etmesini talep etti. Teklifi cazib bulan el-Eşref yanındaki askerlerle yola çıktı ve diğer birliklerine de Haleb’e gelmeleri için haber gönderdi. el-Eşref Halep yakınında karargâh kurup askerlerinin gelmesini beklerken kız kardeşi ve Atabey ile buluşup I. İzzeddîn Keykavus’a karşı nasıl tedbir alacaklarını kararlaştırdı.[21] İlk önce Halep emirleri ve ileri gelenleri ile görüşüp onlardan bağlılık yemini aldı, ardından da sultanının üzerine doğru hareket etti. Sultan ise el-Eşref’in yaklaşmakta olduğu haberini alınca Emîr-i Meclis Mübarizeddîn Behramşah’ı 4.000 kişilik bir öncü kuvvet ile görevlendirdi. 4.000 kişilik diğer bir kuvveti de Çaşnigir Seyfeddîn kumandasında arkadan yola çıkardı. Kendisi de 14.000 kişi ile hareket edecekti. Emir-î Meclis Behramşah Haleb’e yaklaştığı sırada Sivas Elli-Başılarından Mahmut Alp’i düşman askerlerinin vaziyetini anlamak için keşfe gönderdi. Çok tecrübeli bir asker olan Mahmut Alp, düşman ordusuna hemen saldırmanın tehlikeli olacağını, Seyfeddîn Çaşnigir’e kuvvetleri ile gelmesi için acele haber gönderilmesini hatta, savaş için sultanın askerlerinin de beklenmesini söylemesine rağmen, Behramşah bu tavsiyeyi dinlemeyip saldırıya geçti. Yapılan savaşta Emir-î Meclis Behramşah bir grup askeri ile Melik el-Eşref’in eline esir düştü. Bu haber I. İzzeddîn Keykavus’a ulaşınca askerin bir bölümü esir düşmüş olabilir fakat, Çaşnigir Seyfeddîn nerede? niye savaşmıyor? diye şüpheye düşüp geri çekilmeye başladı. Sultanın savaşmadan geri çekildiği haberini alan el-Eşref ise kısa bir süre önce İzzeddîn Keykavus’un eline geçen yerleri birer birer geri almaya başladı. I. İzzeddîn Keykavus bütün kalelerin el-Eşref’in eline geçtiğini duyunca çok sinirlendi ve geri dönen emirlerini bir evde toplatıp yaktırmıştır.[22]

I. İzzeddîn Keykavus açısından hezimetle sonuçlanan Halep Seferi’nin ardından Türkiye Selçuklu-Eyyûbî ilişkileri oldukça gerginleşmişti. Her ne kadar el-Eşref bir süre sonra savaşta esir düşen Emir-î Meclis Behramşah ve diğer Selçuklu askerlerini serbest bırakıp Anadolu’ya göndermiş ise de iki taraf arasında yumuşama olmamıştı. İşte bu şartlar altında 1220 yılında Türkiye Selçuklu tahtına çıkan I. Alâeddîn Keykubad bu durumu gidermek için el-Eşref’e bir elçi göndererek onunla barış yaptı. Her ikisi de ittifak edip birbirlerine karşı iyi niyetle davranacaklarına, birbirlerine destek olacaklarına ve ayrıca aralarında akrabalık bağı kuracaklarına dair anlaşmaya vardılar. Böylece hem Alâeddîn Keykubad hem de el-Eşref memleketlerine gelecek saldırıdan bu şekilde kurtulmuş oldular.[23] Fakat Eyyûbîler’in kendi aralarındaki anlaşmazlıkları yüzünden Doğu Anadolu’da huzursuzluklar başladı. Ülke sınırları yakınındaki bu durum I. Alâeddîn Keykubad’ı tedirgin etmekteydi.

İbn Nazif el-Hamevî[24] 623/1226 yılı olaylarını anlatırken Alâeddîn Keykubad ile Eyyûbîler’in arasında elçilerin gelip gittiğinden bahseder. Fakat nedenleri hakkında bilgi vermez. Ancak biz, 623/1226 yılında I. Alâeddîn Keykubad’ın Amid Sahibi Mesud’un üzerine düzenlediği sefer nedeniyle el-Eşref ile arasının bozulduğunu biliyoruz. Hatta, bu seferde Türkiye Selçuklularının eline geçen Kahta’nın muhasarasında Şam Orduları Komutanı İzzeddîn b. Bedr esir düşüp Kayseri’de hapsedilmişti.[25] Ancak, Amid Sahibi Mesud’un itaat talebinden sonra Alâeddîn Keykubad, Doğu Anadolu bölgesinin hareketliliğini göz önünde tutarak Eyyûbîlerle arasındaki kırgınlığı gidermek ve dostluğu daha sağlam temellere oturtmak için onlarla akrabalık bağı kurmaya karar verdi. Bu fikrini gerçekleştirmek için de ilk iş olarak İzzeddîn b. Bedr’i maiyetiyle birlikte hapisten çıkarttı ve ona hil’atler hediye edip hürmet göstererek Şam’a gitmesine izin verdi. Bu hadiseden kısa bir süre sonra Alâeddîn Keykubad devlet işlerinin görüşüldüğü bir sırada Naib Hokkabazoğlu Seyfeddîn’e Eyyûbîlerle akrabalık kurma fikrini açtı ve gerekli hazırlıkların yapılmasını emretti. Devletin hazineleri, açılarak kıymetli mücevherler, kumaşlar, atlar ve katırlar ile Horasan ve Irak’ta imal edilmiş eşyalardan oluşan muazzam bir hazine muteber bir kaç kişi ile birlikte el-Adil’in kızı Gaziye Hatun’u istemek üzere Hokkabazoğlu Seyfeddîn idaresinde Şam’a doğru yola çıkarıldı. Heyet Malatya’ya varmıştı ki, Hokkabazoğlu Seyfeddîn hastalanarak öldü. Bu haberi alan sultan onun yerine Çaşnigir Şemseddîn Altunaba’yı Malatya’ya gönderdi. Çaşnigir Şemseddîn Malatya’ya gelip işleri yoluna koyduktan sonra Şam’a doğru yola çıktı. Bu sırada İzzeddîn b. Bedr elçilik heyetinin gelmekte olduğu haberini alınca durumu Eyyûbî meliklerine bildirdi.

I. Alâeddîn Keykubad’ın İzzeddîn b. Bedr ve diğer Eyyûbî esirlerine iyi muamele etmesinden etkilenen Adil-oğulları aradaki kırgınlığı daha fazla devam ettirmemek için büyük hürmet ve misafir-perverlik ile elçilik heyetini karşıladılar. Ertesi gün Şam’da toplanmış olan Muazzam, el-Eşref, el-Gazi, el-Fahreddîn nikâh akdi için kadıyı ve Şemseddîn Altunaba’yı davet ettiler. Nikâh kıyılıp, Şemseddîn Altunaba’nın getirdiği hediyeler dağıtılıp, şeker ikram edildi. Ancak, gelinin cihazının hazırlanması için bir müddet Çaşnigir Şemseddîn Altunaba misafir edildi. O da bu esnada Alâeddîn Keykubad’a isteği doğrultusunda işlerin halledildiğini, ancak gelini karşılamak için Malatya’ya kadar gelecek olursa Eyyûbî meliklerine karşı bir nevî lütuf ve nezaket göstermiş olacağını arz eden bir mektup gönderdi. Bu haber üzerine Sultan Malatya’ya hareket etti. I. Alâeddîn Keykubad şehre vardığında düğün hazırlıklarının başlamasını ve her tarafın süslenmesini emretti. Gelin alayıyla birlikte gelen Şam emirleri her tarafı altınlar, gümüşler ve mücevheratla süslenmiş yedi köşk tertib ettiler. Katırlar üzerinde taşınan bu köşkler içinde oyuncular, hokkabazlar hünerlerini sergiliyorlardı. Harput meliki de sultanın sağdıçlığı ile şereflendirilmişti. Bir hafta devam eden eğlencede her tarafa altın ve gümüş paralar saçıldı. Ertesi sabah da Şam’dan gelen misafirlere bol bol ihsanlarda bulunup ülkelerine dönme izni verdi. Ayrıca, yeni eşi Gaziye Hatun’a da büyük servet takdim ettikten sonra düğün alayı Kayseri’ye doğru hareket etti. Yolda uğradıkları her şehirde düğün merasimleri tertip edilmekteydi. Bu merasimler Sultan’ın ve düğün alayının Antalya’ya varışına kadar devam etti.[26]

Gerek Eyyûbîler gerekse Alâeddîn Keykubad açısından son derece önemli olan bu evlilik akdinin tarihi ne İbn Bibi’de ne de Eyyûbî kaynaklarında kayıtlı değildir. Yalnızca Müneccimbaşı 624/1226-1227 tarihini vermektedir.[27]

İbn Nazif el-Hamevi’nin verdiği bilgiye göre,[28] 624/1226-1227 yılında Eyyûbîler ile Alâeddîn Keykubad arasında sık sık elçiler gelip gitmiştir. Meselâ, bu yıl içinde Erzincan Kadısı Kemâleddîn Kamyar sultanın elçisi olarak el-Mücahid’e gitmiş ve büyük bir izzet-ikrâmla karşılanmıştı. el- Mücahid’in elçisi de Alâeddîn Keykubad’ı ziyaret etmişti. el-Zeki bin el-Acemi adındaki el-Eşref’in elçisi de Alâeddîn Keykubad’ın ziyaretine gelmişti. Yine bu yıl içinde Alâeddîn Keykubad’a el- Muazzam’ın elçisi Kerimeddîn el-Halâtî’nin gelmesi beklenmekteydi. Ayrıca, Halep Atabeyi de İbnü’l- Ebî Heyca el-Dukayik adında bir elçi göndermiştir. Fakat, bu elçilerin geliş gidişlerinin nedeni hakkında bilgi verilmemektedir. Yalnızca Alâeddîn Keykubad’ın Melik Mücahid’e gönderdiği Mihmandar Necmeddîn’in: “Senin el-Muazzam’la olan işini halletmek ve senin malların üzerindeki itirazını kaldırmak için geldim” demesi dikkate şayandır. Bu sözlerden anlaşıldığı kadarıyla Eyyûbî melikleri birbirleri ile olan anlaşmazlıkları gidermek için aralarındaki akrabalık bağına güvenerek muhtemelen Alâeddîn Keykubad’tan yardım talep etmişlerdi.

Kaynaklar 625/1227-1228 yılına ait olayları verirken Alâeddîn Keykubad ile Eyyûbîler arasındaki ilişkilere dair doğrudan bilgi vermezler. Yalnız, Türkiye Selçuklularına tâbi olan Erzincan ve Erzurum sahiblerinin Eyyûbîlere meylettiğinden bahsederler. Nitekim, Alâeddîn Keykubad 625/1227-1228 tarihinde önce Erzincan’ı ilhak etmiş ardından da Erzurum üzerine hareket ederken Rükneddîn Cihanşah’ın itaat talebiyle bundan vazgeçmişti. Fakat, Eyyûbîlerin Erzurum Sahibi Rükneddîn Cihanşah’a destek vermesi, Alâeddîn Keykubad ile Eyyûbîler arasında tekrar gerginlik yarattı. Bu sırada Celâleddîn Harezmşah’ın 624/1225 yılında dostluk temennisiyle Alâeddîn Keykubad’a gönderdiği elçilik heyetiyle iki devlet arasında başlayan dostluk gün geçtikçe ilerlemiş ve bu son hadiseler sonunda Eyyûbîlere karşı ittifak yapacak bir hale gelmişti.

626/1229 yılı sonunda Celâleddîn Harezmşah’ın Ahlat’ı muhasara etmesi sonunda Alâeddîn Keykubad’ın, Celâleddîn Harezmşah ve Eyyûbîlerle olan ilişkileri tekrar farklı bir boyut kazandı. Çünkü, bir tarafta Eyyûbîler’e karşı ittifak yaptığı aynı ırktan ve dinden Celâleddîn Harezmşah ve diğer taraftan ise hem komşusu hem de aralarında akrabalık bağı bulunan Eyyûbîler birbirleriyle savaşıyorlardı. Her ne kadar Alâeddîn Keykubad hem Moğollar hem de Eyyûbîler ile başa çıkamayacağını bu nedenle de daha istikrarlı bir siyaset takip etmesini ve savaştan uzak durmasını Celâleddîn Harezmşah’a tavsiye etmişse de bu olumlu bir netice vermemiş, tam tersine aralarındaki dostluğun bozulmasına neden olmuştu. Yine görünürde Alâeddîn Keykubad’a tâbi olan Erzurum Sahibi Rükneddîn Cihanşah bu savaşın başlarında açıkça Eyyûbîler’i destekliyordu. Fakat, Ahlat’ın savunulmasında Eyyûbîlerin28 zor anlar yaşadığını görünce bu defa kendisine müttefik olarak Celâleddîn Harezmşah’ı seçti. Anadolu topraklarındaki Türk birliğini bozan bu son değişikliğin neticesi olarak Eyyûbîler ve Alâeddîn Keykubad, Celâleddîn Harezmşah’a karşı ittifak yaptılar. Bilindiği gibi, bu ittifakın neticesinde Celâleddîn Harezmşah 28 Ramazan 627/1230 yılında Yassıçimen mevkiinde ağır bir yenilgiye uğratıldı.[29] Böylece tekrar Eyyûbîler ve Türkiye Selçuklu Devleti arasında barış başladı.

İbn Nafiz el-Hamevî’nin verdiği bilgiye göre,[30] 629/1231-1232’de el-Eşref’in kızı ile Alâeddîn Keykubad’ın el-Adil’in kızı Gaziye Hatun’dan olan oğlunun nikâhı Harran’da kıyılmıştı. Fakat, maalesef bu barış pek uzun sürmedi. Çünkü bu yıl içinde Alâeddîn Keykubad’a Ahlat ve civarının Moğolların saldırıları nedeniyle harap olduğu ve halkın şehri boşalttığı haberi geldi. Aslında Ahlat şehri el-Eşref’in idaresindeydi, fakat el-Eşref Yassıçimen Zaferin’den (1230) sonra Şam’a gitmiş ve bir daha da burayla ilgilenmemişti. Bu sırada Celâleddîn Harezmşah’ın peşinden bölgeye gelen Moğollar da şehri tahrip etmişlerdi. Ayrıca lidersiz kalan Harezmli emirler sık sık bölgeye baskınlar düzenleyerek ahaliyi rahatsız edip bölgedeki ticarî faaliyetlere engel olmaktaydılar. Bunun üzerine, Alâeddîn Keykubad, Kemâleddîn Kamyar’a[31] Ahlat, Bitlis ve Tiflis’e kadar uzanan vilayetleri Selçuklu sınırlarına katmasını emretti. Kemâleddîn Kamyar, sultanın bu isteği doğrultusunda ordusunu Ahlat’a götürdü. Fakat şehir adeta bomboştu. Yalnızca eşraftan bir kaç kişi onu karşılayıp sultana bağlılık yemini edip Cuma günü hutbeyi Alâeddîn Keykubad adına okuttular.[32] Ahlat’ın fethi ile ilgili ibn Nazif el-Hamevî[33] “Alâeddîn Keykubad Ahlat’ı mülk edinince orayı imar etmeye başladı ve çiftçilere zahireler verip ekinler ektirdi. Bütün bu işlerin idaresini Kemâleddîn Kamyar üstlenmiş idi” dedikten sonra, Alâeddîn Keykubad’ın Amid’e ait Gerger,[34] Gûrfezak, Bavlosu kalelerinden sonra Ahlat’ı da ele geçirmesiyle çok güçlendiğini söyler.[35]

Bu arada, el-Kâmil 26 Ekim 1232 (630) tarihinde Amid’i fethedip ona bağlı olan şehirleri ve kasabaları mülküne katmıştı. Onun bu başarısından sonra bütün doğudaki melikleri kendisinden korkup itaat etmişlerdi. Fakat, Artukluların Mardin kolu el-Kâmil’in Mısır’a dönmesinden sonra Alâeddîn Keykubad’ı bölgeye sefere teşvik etti. el-Kâmil’in tutumundan endişelenen I. Alâeddîn Keykubad 630/1232 yılı içinde Mardin Sahibi Nâsırüddîn ile birleşerek Güneydoğu Anadolu bölgesindeki Harran ve Rakka, Ruha (Urfa)’yı muhasara edip el-Cezire bölgesini yağmaladıktan sonra geri çekildi. Sıbt İbnü’l-Cevzî’nin kaydettiğine göre[36], Selçuklu askerleri bu sırada Tatarların yapmadıkları kötülükleri yapmışlardı.

631/1233-1234 yılına gelindiğinde artık Türkiye Selçuklu-Eyyûbî ilişkileri iyice gerginleşmişti. Kaynakların verdiği bilgiye göre, bu yıl içinde el-Kâmil ile el-Eşref, Türkiye Selçuklu sultanına karşı ittifak yaptı. Buna sebep de, I. Alâeddîn Keykubad’ın, Melik el-Eşref’e ait olan Ahlat ve civarını kendi mülküne katması idi. Ayrıca, İbn Nazif’e göre[37]; el-Kâmil şu sebeplerden dolayı I. Alâeddîn Keykubata düşmanlık besliyordu.

  1. Sultan Alâeddîn Keykubad’ın, Türkmenlerin koyun ve zahire ile gelmelerini yasaklaması,
  2. Gerger hadisesi,
  3. Hısn Keyfa, Heysem, Batasu kalelerinin isyana kalkışması

el-Kâmil ile el-Eşref’in arasındaki bu ittifaka daha sonra diğer Eyyûbî melikleri de katıldılar. Anlaşma gereği el-Kâmil Kerek sahibi kardeşi el-Nasır ile birlikte Mısır’dan yola çıktı ve Dımaşk’a geldi. Burada kendilerine Dımaşk Sahibi el-Eşref, Hıms Sahibi el-Mücahîd ve Hama Sahibi el- Muzaffer de katıldı. Ramazan ayında Selimiye’nin kuzeyinde bir müddet konakladıktan sonra yollarına devam edip Halep Sahibi el-Aziz’in topraklarından olan Menbic’e vardılar.

el-Aziz, el-Kâmil’in topraklarına girmesinden önce I. Alâeddîn Keykubad’a haber gönderip durumu bildirmiş, Keykubad ona müttefiklere katılmadığı takdirde yardım edebileceğini söylemişti. el- Kâmil de el-Aziz’i kendilerine katılması için zorlamıştı. Bunun üzerine el-Aziz onlara ikramlarda bulunup amcası el-Muazzam Fahreddîn Tuğrul Şah idaresine asker verdi. el-Kâmil ve müttefikleri Menbic’ten sonra Tell-başir’e doğru ilerlediler. Burada kendilerine Bire (Birecik) Sahibi el-Zahir Davud b. el-Nasır, Sumeysat Sahibi el-Efdal Musa, Ayıntab Sahibi el-Salih Selâhaddîn Ahmed, Meyyafarkin Sahibi el-Muzaffer Şıhabeddîn Gazi ve Caber Kalesi Sahibi el-Hafız Nureddîn Arslan Şah ve diğer Eyyûbî melikleri katıldı. Eyyûbî melikleri, Türkiye Selçuklu topraklarına yaklaşıp Fırat’ın kollarından Nehrü’l-Ezrak (Göksu) kıyısına geldiler.

Eyyûbî meliklerinin kalabalık bir ordu ile yola çıktığını haber alan Alâeddîn Keykubad derhal Kemaleddîn Kamyar’a Akçaderbend tarafındaki geçitlerin tutulması için görevlendirdi. Kendisi de uç Türkleri, Kayır-Han idaresindeki Harezmli, Gürcü, Frenk ve Ruslardan oluşan ücretli askerlerle hareket etti. Eyyûbî kuvvetleri Nehrü’l-Ezrak (Göksu) boyunca ilerlerken Akçaderbend’e geldiklerinde burasının Kemâleddîn Kamyar tarafından tutulduğunu, geçidin önüne inşa edilen sur nedeniyle buranın geçilemez hâle geldiğini gördüler. Selçuklu askerleri de Zeli ile Derbend’in güneyinde konaklayarak el-Kâmil ve askerlerinin suru geçmesine engel oluyorlardı. Bu zorlu çarpışmalar sonucunda el-Kâmil’in ordusunda zahire darlığı başladı. İbn Vasıl’a göre;[38] buna ilâveten el-Eşref ve el-Mücahid’e bir haber geldi. Buna göre “el-Kâmil Rum ülkelerini zabtedince orasının Eyyûbî meliklerine dağıtacak, Şam ve Mısır’ı da kendisine alacaktı”. el-Eşref zaten Rakka meselesi yüzünden el-Kâmil’e güvenemiyordu. Bunu öğrenince diğer Eyyûbî melikleri gibi hevesi kırıldı. el-Kâmil askerlerin isteksizliği ve erzak darlığı yüzünden ordusuyla Behisni (Besnî)’ye çekildi ve askerlerinin bir kısmını da Hısn-Mansur (Adıyaman)’a gönderip orayı tahrip ettirdi. Bu sırada Harput sahibi, el- Kâmil’in yanına gelip itaatine girdi ve kendisine, Selçuklu topraklarına Harput yönünden girmesini önerdi. Bunun üzerine el-Kâmil, el-Adil köprüsünden geçerek Fırat’ı aştı ve Amid yolu ile Süveyda (Siverek)’ya vardı. Hama Sahib el-Muzaffer’i Şemseddîn Savvab ve Emir Fahreddîn el-Bayasî’yi 2.500 kişilik bir kuvvetle Harput’a öncü olarak gönderdi. el-Muzaffer ve askerleri Çermük, Arkanin (Ergani) yolu ile Harput’a vardılar.

Alâddîn Keykubad, el-Kâmil’in geri döndüğünü öğrenince Malatya’ya çekildi. Derbendlerin muhafazası için görevlendirdiği Kemaleddîn Kamyar idaresindeki Selçuklu ordusu Çaşnigir Mübarîzeddîn Çavlı, Emir Şemseddîn Altunaba Çaşnigir, Emir-î Dad Bedreddîn Yakut idaresinde sağ, sol, merkez, öncü ve artçı olmak üzere kollara ayrılmışlardı. Kemaleddîn Kamyar dışındaki Selçuklu kuvvetleri Harput önüne kadar gelen Eyyûbî öncüleri ile karşılaşıp savaş düzenini alarak Kemâleddîn Kamyar’ı beklemeye başladılar. Kemâleddîn Kamyar ise Eyyûbî meliklerinin Bire (Birecik) yolunda harbe hazırlandıklarını haber almış ve ihtiyat olarak kuvvetlerini ortaya sevk etmişti. Diğer emirler Kemâleddîn Kamyar’ın gelmesini beklemeden harbe tutuştular ve Harput askerleri ile Eyyûbîleri yenilgiye uğrattılar. Sonunda Harput Kalesi’nin sahibi, el-Muzaffer ve Şemseddin Savvab, Fahreddin el-Bayasnî kaleden içeri girdiler. Askerler ise kalenin etrafındaki ribatlara sığındılar. Bu sırada Kemâleddîn Kamyar da Harput’a geldi ve Selçuklu kuvvetleri 19 adet mancınık ile 24 gün şehri muhasara ettiler. Kale içindekiler bir taraftan muhasara ile uğraşırken bir taraftan da açlık sıkıntısı çekiyorlardı. Sonunda el-Muzaffer, Harput sahibi de dahil olmak üzere I. Alâeddîn Keykubad’tan aman talep ettiler. Böylece, Alâeddîn Keykubad Harput ve etrafındaki 7 kaleye sahip oldu. 23 Zilhicce 631/19 Eylül 1234 tarihinde Harput Kalesi’ni teslim alan I. Alâeddîn Keykubad daha önce el-Eşref’in yaptığı gibi (Halep Seferin’den sonra) el-Muzaffer’e, Şemseddîn Savvab’a hilatler verip onları serbest bıraktı ve yaya olarak dönmelerine izin verdi.[39]

Harput’un Alâeddîn Keykubad tarafından fethinden sonra el-Kâmil kışın gelmesiyle Mısır’a geri döndü. Alâeddîn Keykubad da kışı geçirmek için Antalya’ya gitti. 632 baharı (1235) gelince Konya ve Aksaray yolu ile Kayseri’ye gelip Kemâleddîn Kamyar ve diğer devlet büyüklerine Harran, Ruha (Urfa) ve Rakka’nın fethedilmesini emretti. Bunun üzerine Kemâleddîn Kamyar ve Alâeddîn Keykubad 50.000 kişilik bir süvari kuvveti ile Malatya’ya hareket ettiler. Malatya’ya gelindiğinde sultan burada kaldı ve Kamâleddîn Kamyar fetih bölgesine hareket etti.[40] Selçuklu ordusu Ruha şehrine gelince burayı muhasara edip zaptetti.[41] Bu sırada Harran’ı da muhasara altına almışlardı. İki ay kadar süren kuşatma sonucunda Harran halkı Gürcü ve Frank askerlerinin şehirdeki Müslüman hanımlara yaptıkları edepsizlikler nedeniyle Kemâleddîn Kamyar’a teslim olmak istediklerine dair haber gönderdiler. Bunun üzerine, çocuklarından başka kaleden dışarı hiç bir şey çıkarmamak şartıyla aşağı inmelerine izin verildi.[42] Fakat, Cemazîyelahir 633/Ocak-Şubat 1236 tarihi geldiğinde el-Kâmil, Dımaşk askerleri ve kardeşi el-Muzaffer ile birlikte Fırat’ı geçip önce Ruha (Urfa)’yı kuşattı. Kale halkı teslim olduktan sonra burayı yağmalatıp Harran’a yöneldi. Burayı da ele geçirdikten sonra Ruha ve Harran’da Alâeddîn Keykubad’ın naiblerinin esir sıfatı ile zincire vurdurulup deve üzerinde Mısır diyarına götürülmelerini emretti.[43]

El-Kâmil’in Harran ve Ruha’yı geri aldığı haberi Alâeddîn Keykubad’a iletilince çok üzüldü ve şöyle dedi: “Harran’ı tekrar geri almak bizim için zor değildir, ancak Amid’i muhasara edip almalıyız” dedi. Bunun üzerine, Kemâleddîn Kamyar şu cevabı verdi: “Ferman Padişahımızındır. Eğer ordumuz isterse fethedemeyeceğimiz yer yoktur. Fakat, Amid öyle bir şehir ki hiç bir sultan orayı muhasara yolu ile fethedememiştir. O şehir ancak üç yılda fethedilebilir. Şöyle ki; ilk yıl şehir ve civarının ekinleri yakılır, sürüleri yağma edilir, halk ve çiftlik sahipleri esir edilir. İkinci sene şehre yiyecek girmesi engellenir, üçüncü sene direnecek halleri kalmaz ve şehri teslim ederler”. Fakat Erzincanlı Kadı Şerefeddîn’in oğlu Taceddîn Pervane, Kemâleddîn Kamyar’ın aksine “Eğer sultanımız Harezmli kuvvetlerle Amid’e gitmeme izin verirse altı ay belki daha kısa bir sürede şehri ele geçiririm” dedi. Bunun üzerine, Alâeddîn Keykubad, Pervane Taceddîn’i Amid’in fethine memur etti. Ordu şehre varınca bir müddet muhasara ile meşgul oldular. Fakat, bir netice elde edemediler.

Alâeddîn Keykubad ise şehrin fethinde ısrar ediyordu. Bunun için Amid’in muhasarasına, takviye olarak, İsfahan’lı Sahip Şemseddîn’i levazım, mühimmat, techizat ve 2, 3, 5, 10 men[44] ağırlığında yuvarlak taşlar gibi demirden gülleler hazırlatıp mancınıklarla gönderdi. Fakat iki kumandan da şehrin fethini gerçekleştiremedi ve kışın bastırması üzerine geri döndüler. Sultan bu habere çok üzüldü ve ertesi yıl bizzat şehrin fethine gideceğini bunun için ne gerekirse hazırlanmasını emretti.[45] Diğer taraftan sultan sefer hazırlıklarının yanısıra Eyyûbîler’in bir birleriyle olan anlaşmazlıklarından da yararlanmaya çalışmıştır. Nitekim el-Kâmil’e karşı el-Eşref ve Halep Sahibi el-Aziz’in yaptığı anlaşmaya Alâeddîn Keykubad da dahil olmuştur.[46] Ancak bu ittifaktan kısa bir süre sonra öldüğü için çok istediği Amid Seferi’ni gerçekleştirememiştir.

I. Alâeddîn Keykubad’ın ani ölümü (3-4 Sevval 634/30-31 Mayıs 1237) üzerine Eyyûbî melikleri, yerine geçen oğlu II. Gıyaseddîn Keyhüsrev’e taziyelerini sunmak ve güven tazelemek üzere elçiler göndermişlerdi. Meselâ, Halep Sahibi el-Nasır’ın elçisi olarak tarihçi Kemâledîn İbnü’l-Adim Anadolu’ya gelmiş ve II. Gıyaseddîn Keyhüsrev’e başsağlığı diledikten sonra, ölümünden kısa bir süre önce babası I. Alâeddîn Keykubad ile el-Kâmil’e karşı yapılan anlaşmayı yinelemişti.[47] Bir kez daha, el-Kâmil’in gönderdiği elçi ile de daha önce yapılan anlaşma yinelenmiş[48] ve Kayseri’de tutuklu bulunan Mısır esirleri ile Urfa ve havalisinde hapsedilen Türk esirlerin değiş tokuşu gerçekleştirilmiştir.[49] Böylece iki taraf arasındaki gerginlik bir nebze olsun hafiflemişti.

II. Gıyaseddîn Keyhüsrev 635/1237-1238 yılında iki taraf arasında dostluğun kuvvetlenmesi için Tokat Kadısı İzzeddîn’i, el-Aziz’in kızı (el-Nasır’ın kız kardeşi) Gaziye Hatun ile evlenmeyi ve kendi kız kardeşini de el-Nasır’a vermeyi teklif etmek için Haleb’e göndermişti. Sultanın bu teklifi uygun görülmüş ve II. Gıyaseddîn Keyhüsrev ile Gaziye Hatun’un nikâhı 50.000 dinar mihir karşılığı Halep sarayında halka açık olarak kıyılmıştır. Nikâhta Gaziye Hatun’un vekili İbnû’l-Adim, II. Gıyaseddîn Keyhüsrev’in ise elçisi Tokat Kadısı İzzeddîn idi. Nikâhtan sonra sultanın elçisi İzzeddîn etrafa altınlar saçmıştır. Daha sonra 4 Şevval 635/19 Mayıs 1238 tarihinde Kemâleddîn İbnü’l-Adim, el-Nasır ile II. Gıyaseddîn Keyhüsrev’in kız kardeşi arasındaki nikâhı kıymak için Anadolu’ya hareket etmiştir.[50]

İbnü’l-Adim’in verdiği bilgiye göre;[51] II. Gıyaseddîn Keyhüsrev kız kardeşi ile el-Nasır’ın nikâhından önce Emir Kamereddîn’i Haleb’e elçi olarak göndermiş ve el-Kâmil’e ait olan Ruha ve Seruc’u el-Nasır’a, Harran’ı el-Muzaffer Şehabeddîn Gazi’ye, Sincar ve Nusaybin’i de Mardin Sahibi el-Mansur’a, Hıms Sahibi el-Mücahid’e de Anî ve Habur’u ikta ettiğini bildirmişti. Kendisi de Amid’i, Samsat ve civarını alacaktı.

Nikâh akdi için Anadolu’ya gelen İbnü’l-Adim 16 Şevval 635/1 Haziran 1238 tarihinde Keykubadiye sarayına gelerek II. Gıyaseddîn Keyhüsrev ile buluşur ve nikahın yapılması uygun görülür. Sultanın kız kardeşinin vekili Kemâleddîn Kamyar ile İbnü’l-Adim Kayseri Kadısı ve şahitler huzurunda daha önceki gibi 50.000 dinar mihir karşılığında nîkahı gerçekleştirirler. Nikâhtan sonra etrafa saçılan altın ve gümüşün tarifi mümkün değildi. Yalnızca İbnü’l-Adim etrafa 1.000 dinar saçmıştı. Ayrıca bol bol şeker ve elbiseler de dağıtılmıştı. Emir Kamereddîn’de Kayseri’de kıyılan nikâhtan sonra Haleb’te altınlar saçmıştı.[52]

Diğer taraftan Yassıçimen Savaşı (1230) ve Moğolların Amid baskını sırasında bozguna uğrayıp perişan olan Celaleddîn Harezmşah’ın askerleri I. Alâeddîn Keykubad’ın himayesine girmişlerdi. Ancak II. Gıyaseddîn Keyhüsrev başa geçince İbn Bibî’nin ifadesine göre;[53] Sadeddîn Köpek’in Harezmlilerin reisi olan Kayır Han’a dair yanlış bilgi vermesi üzerine sultan tarafından tutuklanıp hapsedilmiştir. Kayır Han’ın hapiste ölmesi üzerine bunu duyan Harezmliler, II. Gıyaseddîn Keyhüsrev’in himayesinden kaçıp Fırat’ı geçtiler. Sultan onları geri getirmek için Kemaleddîn Kamyar’ı görevlendirdi ise de başarılı olamadı. Harran, Ruha (Urfa), Rakka, Seruc ve civarını kendilerine mesken tutan Harezmlilerin bölgede yaptıkları yağmalardan Eyyûbî melikleri rahatsız olmaktaydılar. Bu nedenle de Sultan II. Gıyaseddîn Keyhüsrev’e şikâyette bulundular. Sultan da Celaleddîn Harezmşah zamanında Harezm büyükleri ile tanışan Mecdeddîn Tercüman’ı onlarla görüşmeye gönderdi. Harezmliler geri dönmeyi reddettiler, fakat sultan buraları onlara ikta ettiği takdirde yağma yapmaktan vazgeçmeyi ve onun adına hutbe okutmayı kabul ettiler. Bir süre verdikleri sözü de tuttular. Fakat muhtemelen el-Kâmil’in oğlu el-Salih Necmeddîn’in babasından izin alarak el-Cezire’de bazı yerleri onlara ikta olarak vermesinden sonra II. Gıyaseddîn Keyhüsrev’e karşı itaatsizliğe başladılar.[54]

Ayrıca el-Salih Necmeddîn Sincar, Nusaybin ve Habur’u ele geçirmişti. el-Kâmil’in işgalci tutumundan rahatsızlık duyan Eyyûbî melikleri ise bu durumdan hoşnut olmamışlardı. Bu nedenle daha önce aralarında yaptıkları anlaşmaya güvenerek II. Gıyaseddîn’den yardım istediler. Sultan da seçme askerlerinden bir miktar Haleb’e gönderdiği gibi ihtiyaç hâlinde daha da yollayabileceğini bildirdi. el-Kâmil ise kendisine karşı kurulan bu ittifakı bozmak ve Haleb’i itaati altına almak için bizzat kendisi sefere çıktı, ancak yolda vefat etti (11 Mart 1238). Sultanın ölümünden sonra II. Gıyaseddîn Keyhüsrev nezaket gereği taziyelerini bildirmek üzere yerine geçen oğlu II. el-Adil’e elçi göndermiştir.[55]

el-Kâmil’in ölümü üzerine Harezmliler el-Salih Necmeddîn’e isyan edip el-Cezire bölgesinde tekrar yağmaya başladılar. Yalnız kalan el-Salih Sincar Kalesi’ne kaçtı ve Halep Atabeyi konumundaki Safiye Hatun’dan yardım istedi. Fakat olumlu bir cevap alamadı. Ayrıca Safiye Hatun hutbeyi II. el-Adil yerine II. Gıyaseddîn Keyhüsrev adına okutuyordu. el-Salih’in yalnız kalması üzerine II. Gıyaseddîn Keyhüsrev ona ait toprakları müttefikleri arasında şu şekilde paylaştırdı: Halebliler’e Urfa ve Seruc’u, Mardin Artuklularına Sincar ve Nusaybin’i, Habur’u da II. Şirkuh’a verirken kendisi Samsat ve Amid’i alıyordu.[56]

Sincar Kalesi’nde mahsur bulunan el-Salih Harran’da bulunan oğlu Fetheddîn Ömer’le haber göndererek Harezmlilerle anlaşıp onları tekrar itaati altına almasını bildirdi. Babasının talimatı üzerine Fetheddîn Ömer Sincar, Harran ve Urfa’yı onlara ikta olarak vermek şartı ile Harezmlilerle anlaştı. Durumu tekrar güçlenen el-Salih, İbn Vasıl’ın ifadesine göre;[57] himayesine giren Harezmlileri oğlu Turanşah’ın idaresindeki Amid’i kuşatan Selçuklu askerlerinin üzerine göndermiş ve Selçuklu ordusu muhasarayı kaldırmak zorunda kalmıştır. Gayet güçlü durumda gözüken el-Salih Necmeddîn’in ansızın Dımaşk’ı Baalbek Sahibi İmadeddîn İsmail’e kaptırması sonucu ordusu dağılmıştı.

Kerek Sahibi en-Nasır Davud da ordusu dağılan el-Salih Necmeddîn’i yakalayıp Kerek’e götürüp göz hapsinde tutmaktaydı. Bunun üzerine başı boş kalan Harezmliler yine el-Cezire bölgesinde yağmaya başlamışlardı. Öte yandan II. Gıyaseddîn Keyhüsrev müttefikleri ile birlikte el-Salih Necmeddîn’in sultan olmasını destekleyecek hâle gelmişti. Diğer yandan Harezmlilerin saldırılarından yorulan Halebliler, II. Gıyaseddîn’den destek alarak Hıms Hakimi el-Mansur ve Dımaşk Hakimi İmadeddîn İsmail’in yardımı ile Harezmlilere karşı harekete geçtiler. Berke Han komutasındaki Harezmliler ile 6 Nisan 1241 tarihinde Urfa önünde çarpıştılar ve Harezmlileri yendiler. Müttefiklerin daha önce yaptıkları anlaşmaya Harran, Urfa, Siverek, Rakka ve Seruc Haleblilerin, el-Mansur ise Habur’u, Musul Hakimi Bedreddîn Lü’lü’de Dara ve Nusaybin’i aldı. Buralarda hutbe Türkiye Selçuklu Sultanı adına okunacaktı. Yine anlaşma gereği Selçuklu ordusu da Amid’i kuşattı ve el-Salih Necmeddîn’in oğlu Turan-Şah, Hısn-Keyfa ve Heysem’in kendisine verilmesi şartı ile kaleyi Selçuklulara teslim etti. II. Gıyaseddîn Keyhüsrev Halebliler ile daha önce yapılan anlaşma gereği Siverek’i de aldı[58]58. Ancak Selçuklular’ın bu başarısı uzun sürmedi. Çünkü II. Gıyaseddîn’in Keyhüsrev 1243 yılında Kösedağ’da Moğollara yenilmesiyle Selçukluların bölgedeki siyasî gücü sona erdi ve böylece Türkiye Selçuklu-Eyyûbî münasebetleri de noktalanmış oldu.

Sonuç olarak 1176 yılında başlayan Türkiye Selçuklu-Eyyûbî ilişkilerinde zaman zaman gerginlikler yaşanmıştır. Yukarıda da bahsedildiği gibi bunun başlıca sebepleri arasında komşu devlet ve beyliklerin çıkardıkları huzursuzluklar nedeniyle iki taraf arasındaki otorite mücadelesi idi.

Her ne kadar ortak menfaatler söz konusu olduğunda gerek akrabalık bağları, gerekse birbirleriyle ittifaklar kurarak aralarındaki anlaşmazlıkları giderme yoluna gitmişlerse de ortak çıkarlar için dahi olsa barış ortamını çok uzun süre devam ettirememişlerdir. Meselâ iki taraf için de tehlike hâline gelen Celaleddîn Harzemşaha karşı birleşmiş bunu devam ettirmek yerine tekrar birbirleri ile mücadeleye başlamışlar ve bütün İslâm dünyası için tehdit haline gelen Moğollara karşı tabiri caiz ise iki taraf da gafil avlanmıştı.

Yrd. Doç. Dr. Emine UYUMAZ

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 5 Sayfa: 86-96


Dipnotlar :
[1] Eyyûbîler hakkında daha geniş bilgi için bkz. C. H. Becker, “Eyyûbîler”, İA, IV, s. 424-429; Ramazan Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, İstanbul 1987; ayn. mülf., “Eyyûbîler”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, VI, 305-424; ayn. mülf., “Eyyûbîler” DİA, s. 20-31.
[2] el-Bundârî, Şana’l-Bark el Şâmî, nşr. Ramazan Şeşen, I, Beyrut 1971, s. 217; Ramazan Şeşen, “İmâd Al-Din Al-Katib Al-İsfahânî’nin Eserlerindeki Anadolu Tarihiyle İlgili Bahisler”, SAD, III, Ankara 1971, s. 265; Ayn. mülf., Salâhaddîn Eyyûbî, s. 72; Erdoğan Merçil, “Sultan Salâhaddîn Eyyûbî’nin Anadoludaki Türk Devletleriyle Münasebetleri”, Belleten, LIV/209, s. 417.
[3] Süryani Mihail, Süryani Patrik Mihailin Vakainamesi, Türkçe Trc., Hrant D. Andreasyan, (II. Kısım 1042-1195), Türk Tarih Kurumunda basılmamış nüsha, s. 250; M. A. Çay, Anadolu’nun Türkleşmesinde Dönüm Noktası Sultan II. Kılıç Arslan ve Karamıkbeli (Myriokefalon) Zaferi, İstanbul 1984, s. 142; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1984, s. 210. Ayrıca Türkiye Selçukluları-Eyyûbî münasebetleri hakkında bkz. Süleyman Özbek, “Türkiye Selçukluları-Eyyûbîler Arası Siyasî Münasebetler Üzerine (1175-1250)” İsmail Aka Armağanı, İzmir 1999, s. 427-448.
[4] Osman Turan, a.g.e., s. 211; Erdoğan Merçil, a.g.m., s. 418.
[5] Ramazan Şeşen, “Isfahanî’nin Eserlerindeki Anadolu Tarihiyle İlgili Bahisler”, s. 266.
[6] Süryani Patrik Mihail’in Vakainamesi, s. 260.
[7] el-Bundârî, a.g.e., s. 331-332; Ramazan Şeşen, “Isfahânî’nin eserlerindeki Anadolu Tarihiyle İlgili Bahisler”, s. 266-267; İbn el-Esir, el-Kâmîl fi’t-Tarih, Beyrut 1966, XI, 458; Türkçe trc. Abdülkerim Özaydın, İstanbul 1987, XI, 366; Ebu’l-Ferec, Ebu’l-Ferec Tarihi, II, Türkçe trc. Ömer Rıza Doğrul, TTK Ankara 1987, s. 425; Müneccimbaşı, Camîü’d-Düvel Selçuklular Tarihi II, yayınlayan, Ali Öngül, İzmir 2001, s. 21-22; Ramazan Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî, s. 46; Osman Turan, a.g.e., s. 211-212; Erdoğan Merçil, a.g.m, s. 419. Hısn Keyfa Artukluları hakkında daha geniş bilgi için bkz. Remzi Ataoğlu, Hısn Keyfa Artuklu Devleti, AÜSBE, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 1985.
[8] Hısn Keyfa Artukluları hakkında daha geniş bilgi için bkz. Remzi Ataoğlu, Hısn Keyfa Artuklu Devleti, AÜSBE, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 1985.
[9] Kaynaklar Selçuk Hatun’un kocasının ölümünden (1185) sonra Abbasi Halifesi Nasır Ebu’l-Abbas ile evlendiğini kaydetmektedirler (bkz. Ebu’l-Ferec, II, 519-520; Müneccimbaşı, Camiü’d- Düvel, s. 22; Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1993, s. 169, dipnot 95).
[10] el-Bundârî, a.g.e., s. 344-347; Ramazan Şeşen, “Isfahanî’nin Eserlerindeki Anadolu Tarihiyle İlgili Bahisler”, s. 268-270; İbn el-Esir, XI, 464-466, trc., XI, 370-372; Süryani Patrik Mihail’in Vakainamesi, s. 261; Ebu’l-Ferec, II, 425-426; Müneccimbaşı, Camiü’d-Düvel, s. 23-24; Ramazan Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî, s. 46; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 212; ayn. mülf., Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 168-169; Erdoğan Merçil, a.g.m., s. 419-420.
[11] Kilikya Ermenilerine karşı düzenlenen sefer hakkında daha geniş bilgi için bkz. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 213; Mehmed Ersan, Türkiye Selçukluları Zamanında Anadolu’da Ermeniler, EÜSBE, Basılmamış Doktora Tezi, s. 35-36.
[12] İmâdeddîn el-Kâtip Isfahanî, el-Fath el-Kudsi, nşr. Mahmud Subh, Kahire 1962, s. 211-213; Ramazan Şeşen, “Isfahanî’nin Eserlerindeki Anadolu Tarihi ile İlgili Bahisler”, s. 345; ayn. mülf., Salâhaddîn Eyyûbî, s. 76; C. Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu, çev. Erol Üyepazarcı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000, s. 55.
[13] Ebu’l-Ferec, II, 458; Ramazan Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî, s. 76; ayn. mülf., Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, VI, 321.
[14] İbn Bibi, el-Evâmirü’l-Alâiyye Fi’l-Umurü’l-Alâîye, nşr. Adnan Sadık Erzi, TTK Ankara 1956, s. 40-43; Türkçe trc. hazırlayan, Mürsel Öztürk, el-Evâmirü’l-Ala’iye Selçuk Name I, Ankara 1996, s. 57-62.
[15] İbn Bibi, a.g.e., s. 31-44; Türkçe trc. s. 51-62; Ebu’l-Ferec, II, 474; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 269.
[16] Ebu’l-Ferec, II, 474; Osman Turan, a.g.e., s. 251.
[17] İbnü’l-Esir, el-Kâmil, XII, 182-183, trc., XII, 155-156; İbnü’l-Adim, Histoire D’ Alep, nşr, Sami Dahan, Damas 1968, s. 153.
[18] İbnü’l-Esir, el-Kâmil, XII, 202-203, trc., XII, 170-171; Ebu’l-Ferec, II, 487. İbn Vasıl’da Müferric el-Kürûb adlı eserinde I. Gıyaseddîn Keyhüsrev’in ölümü nedeniyle kaleme aldığı şiirde Melik el-Efdal’in Türkiye Selçuklu sultanına tâbi olduğunu belirtmektedir (bkz. Molla Çelebi ktp. no 119, vr. 113a); Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 277.
[19] İbn Vasıl, Müferric el-Kürûb fî Ahbâr Benî Eyyüb, III, nşr. M. Şayyâl, Kahire 1960, s. 217.
[20] Yabanlu, Faruk Sümer’e göre, bu günki Pazar Ören mevkiindedir (bkz. Yabanlu Pazarı, Selçuklular Devrinde Milletler Arası Büyük Bir Fuar, İstanbul 1985, s. 20).
[21] İbn Bibi ve Müneccimbaşı, el-Aziz’in annesinin I. Alâeddîn Keykubad’ın askerleri üzerindeki      otoritesini bozacak bir plân hazırladığını ve fikrin el-Eşref tarafından da beğenilmesi üzerine uygulamaya konulduğunu kaydederler. Buna göre melike plân için ilk önce Türk ordusunun başında bulunan emîrleri iyi tanıyan ve onlarla tanışan bir adam buldu. Bu zata bol para vererek casusluk için ikna etti. Daha sonra melike bu kişiye: “Sultanın karargâhına git, yakın adamlarından birinin çadırına var ve deki ben Suriye ordusunun içinde bulunuyordum, garip bir hadise duydum, vicdanım beni rahat bırakmadı. Sultana arz edilmesi ve bundan gafil olmaması için yakın adamlarından birine durumu bildirmek üzere gizlice çıkıp buraya geldim. Olay şudur: Emîrlerden bir grup iki ordu karşılaştığı sırada sultana ihanet etmek üzere el-Eşref ile ittifak yaptılar. el-Eşref ve kızkardeşi melike bu emîrlere mal ve büyük hediyeler gönderdi. Bu hediyelerle beraber emîrlere yazılmış mektuplar da var. Bunlar şu anda filan yerdedir. Bunları getiren şahıs emîrlere teslim etmek için fırsat kolluyor. Eğer bu konuda sözümün doğruluğunu öğrenmek istiyorsanız. Benimle bir bölük asker gönderin, eşyaları ve bunları getiren şahsı yakalasınlar” şeklinde anlattı. Durum sultana iletildi. Sultan bu şahıs ile bir bölük asker gönderdi. Bunlar birlikte gidip eşyaları ve onları getiren kişiyi yakaladılar. Bu arada emîrlerden bazılarına yazılmış olup, içinde sultan ile bu emîrler arasında geçen bir takım sırlar bulunan mektuplar da bulundu. Sultan bu emîrlerden kuşkulanıp mektupları sakladı. Genç ve tecrübesiz olduğundan düşmanın hilesine gafil kaldı (el-Evâmîrü’l-Alâiyye, s. 191-197; Türkçe trc., s. 208-216; Camiü’d-Düvel, s. 53-54).
[22] İbn Bibi, s. 192-198; Türkçe trc., s. 209-216; İbnü’l-Esir, el-Kâmil, XII, 305-308; İbn Vasıl, Müferric el-Kürûb, vr. 72b-74a; Ebu’l-Ferec, II, 500-501; Anonim Selçuknâme, nşr ve trc. F. N. Uzluk, Anadolu Selçukî Tarihi, III, 44, trc. 29; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, s. 316-318.
[23] İbnü’l-Esir, el-Kâmil, XII, 355, trc., 313. Ebu’l-Ferec tarihinde “Alâeddîn Keykubad saltanatının başlangıcında düşmanlarının çok olduğunu, yani etrafındaki Rumların ve Ermenilerin kendisine düşman olduklarını, ayrıca Erzurum sahibi olan amcasının oğlunun Melik el-Eşref ile dost olduğunu gördü ve Melik el-Eşref’in kızkardeşini eş olarak istedi. Bu kadın ona üç sene sonra verildi” demektedir (Ebu’l-Ferec Tarihi, II, 505).
[24] el-Tarih el-Mansûrî, nşr. Ebu el-İyd Dudu, Cezayir 1981, s. 121.
[25] İbn Bibi, s. 293; Türkçe trc., s. 309.
[26] İbn Bibi, s. 293-300; Türkçe trc., s. 309-315; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 345-350.
[27] Camiü’d-Düvel, s. 65.
[28] el-Tarih el-Mansûrî, s. 141, 143-144, 146.
[29] Yassıçimen Savaşı ve bu savaşta Eyyûbîler’in yapmış olduğu askerî destek için bkz. Emine Uyumaz, Sultan I. Alâeddîn Keykubat Devri Selçuklu Tarihi (1220-1237), Doktora Tezi, s. 60-77.
[30] el-Tarih el-Mansûrî, s. 235. Alâeddînin Gaziye Hatun’dan İzzeddîn ve Rükneddîn adında iki oğlu vardı. el-Eşref’in kızı ile nikâhı kıyılan oğlu muhtemelen Rükneddîn’dir. Çünkü Alâeddîn Keykubad bu oğlunu Şam vilayetinin varisi ilân etmiştir (İbn Bibi, s. 359; Türkçe trc., s. 368).
[31] Alâeddîn Keykubad tahta çıktıktan sonra devlet erkânı ile arasında anlaşmazlıklar olmuş ve bu yüzden bir kısmını cezalandırmıştı. İşte Kemaleddîn Kamyar bu nedenle sürgün edilmiş ve o da el-Eşref’e sığınmıştı. İbn-i Nazif’in verdiği bilgiye göre: el-Eşref ile de arası açılınca oradan ayrılıp Amid sahibinin hizmetine girdi. Ancak el-Eşref’in isteği ile Amid sahibi onu önce tutukladı fakat daha sonra serbest bıraktı. Kemaleddîn Kamyar serbest kalınca Alâeddîn Keykubad’a gidip “Ben sana şehirler feth edirim” dedi. Arkasından da fetihlere başladı (el-Tarih el-Mansûrî, s. 256).
[32] İbn Bibi, s. 425-426; Türkçe trc., s. 425-427; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 377.
[33] el-Tarih el-Mansûrî, s. 255-256.
[34] Gerger, Fırat kıyısında ve Kahta’ya yakın bir kaledir (bkz. E. Honigmann, Bizans Devleti’nin Doğu Sınırı, trc. Fikret Işıltan, İstanbul 1979, s. 132, Harita II). Diğer kaleler de buraya yakın yerlerdir.
[35] Ebu’l-Ferec ise Alâeddîn Keykubad’ın 630/1232 yılında Ahlat ve Sürmari (Sermari)’yi Melik el-Eşref’ten aldığını kaydetmiştir (Muhtasarü’d-Düvel, nşr., Salhani, Beyrut 1890, s. 435).
[36] Miratü’z-Zaman, Haydarabad 1952, s. 677. Sıbt İbnü’l-Cevzi, Ruha (Urfa) muhasarasında Kadı Alâeddîn el-Kürdî’nin abdest alırken mancınıktan atılan bir taş ile öldüğünü kaydeder (gös. yer). Yine İbn Vasıl, doğunun Kadı’l-Kudat’ı ve Şafiî mezhebinin ileri gelenlerinden biri olarak vasıflandırdığı Kadı Alâeddîn’in Ruha (Urfa) kalesinde bulunduğu sırada mancınıktan atılan bir taşın isabet etmesi sonucu öldüğünü (632/1235) belirtir. (bkz. Müferric el-Kürûb, V, nşr. Hassanein Rabie, Said Ashour, Mısır 1977, s. 99).
[37] el-Tarih el-Mansûrî, s. 242. İbn Nazif’in verdiği bilgiye göre, Melik el-Kâmîl Amid’i alınca ona bağlı olan Gerger’i de almak ister, fakat kale sakinleri Sultan Alâeddîn Keykubad’ın desteğiyle ona itaat etmez. Adı geçen diğer kaleler de yani yolu takibeder (a.g.e., s. 241).
[38] Müferric el-Kürûb, V, 77.
[39] İbn Bibi, Alâeddîn Keykubad’ın aman talep eden Melik Muzaffer ve Savab’a hilatin yanısıra yemek de verdiğini ve yemek esnasında diğer melik ve emîrler hilatlerini giydiği halde, Şemseddîn Savvab’ın hilatini giymemesi ve yemek yememesi üzerine, sultanın Kemâleddîn Kamyar’a dönerek “Bu adam bizim siyah kaftanımızı giymedi, yemeğimizi yemedi. Sebebi nedir?” diye sorduğunu, onun da, “O iki elini birden yemiş ve karnı tamamıyla doymuştur” dediğini, ertesi gün de ordudan her kim Şamlılara binek hayvanı satarsa cezası ölüm olacaktır diye ilân edildiğini kaydeder (el-Evâmirü’l-Alâiyye, s. 446, Türkçe trc., s. 442-443).
[40] İbn Bibi, s. 446-447; Türkçe trc, s. 442-444.
[41] Ebu’l-Ferec, Ruha’nın zabtından sonra Selçuklu askerlerinin üç gün boyunca şehirde yağma yaptığını ve bunun neticesinde Ruha halkının herşeylerini yitirip fakir düştüklerini kaydetmektedir (Muhtasarü’d-Düvel, s. 436).
[42] İbn Bibi, s. 448; Türkçe trc, s. 444-445.
[43] İbn Bibi, s. 449; Türkçe trc, s. 445-446; İbn Vasıl, Müferric el-Kürûb, V, 109-110; Sıbt İbnü’l-Cevzi, Miratü’z-Zaman, s. 695; İbnü’l-Adim, Histoire D’ Alep, III, s. 220; Ebu’l-Ferec, Muhtasarü’d-Düvel, s. 436; Aynî, Ikd el-Cuman, XIX, 174. Kaynaklar, Melik el-Kâmil’in Selçuklu esirlerine bu şekildeki muamelesinin halkın tepkisini çektiğini ancak Alâeddîn Keykubad’a karşı duyduğu kinden bunu yaptığını kaydederler.
[44] Bir men 3 kg ağırlığındadır (bkz. Büyük-Farsca Sözlük, Haz. Mehmet Kanar, İstanbul 1993, s. 617).
[45] Ibn Bibi, s. 450-452; Türkçe trc, s. 446-448. Osman Turan’ın İbnü’l-Füvatî’den naklettiğine göre: Amid muhasarasında Eyyûbîler ve Selçuklular arasında şiddetli savaşlar oluyor, çok insan ölüyordu. Eyyûbîlerin müracaatı üzerine halife, Ebu Mahammed Yusuf b. el-Cevzî’yi 634/1236 yılında elçi olarak Amid’e gönderdi. Selçuklu kumandanı halifenin mektubunu gözüne ve başına koyarak okudu ve derhal muharebeyi durdurdu (Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 384).
[46] Ramazan Şeşen, “Eyyûbîler”, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, VI, s. 368.
[47] İbnü’l-Adim, Histoire D’ Alep, III, s. 232.
[48] Burada kasdedilen anlaşma muhtemelen Zehebi’nin Muharrem 634/Eylül 1236 tarihinde halifenin emri üzerine el-Kâmil ile Alâeddîn Keykubad arasında yapıldığını belirttiği anlaşmadır (Tarih el-İslâm, Ayasofya Ktp, no 3012, vr. 246a).
[49] Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 405.
[50] İbnü’l-Adim, a.g.e., s. 237-238; İbn Vasıl, Müferric el-Kürûb, s. 183-184.
[51] İbnü’l-Adim, a.g.e., s. 240-241; İbn Vasıl, s. 185.
[52] İbnü’l-Adim, a.g.e., s. 240; İbn Vasıl, gös. Yer.
[53] el-Evâmirü’l-Alâiyye, s. 468-470; Türkçe trc., II, 23-25.
[54] İbn Vasıl, Müferric el-Kürûb, V, s. 134.
[55] Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 407.
[56] Ramazan Şeşen, “Eyyûbîler”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, VI, 374-375.
[57] İbn Vasıl, Müferric el-Kürûb, V, 190.
[58] Sıbt İbnü’l-Cevzî, Miratü’z-Zaman, 734-735; İbn Vasıl, Müferric el-Kürûb, V, 2; Ramazan Şeşen, ” Eyyûbîler” Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, VI, 378-382.
8 Yorumlar
  1. İsmail diyor

    Yahu ALLAH rizasi için tarih ile ilgili bilgi veriyorsanız yanlı ve taraflı davranmayın objektif olun yorumu okuyucuya bırakın, Eyyubiler Devleti’nin kurucusu Selahattin el Kurdiyi hangi ara Türk yaptınız kaynağınız nedir ve kimdir?Utanmasaniz Hz.Nuh,Zal oğlu Rüstem v.s de Türk tü diyeceksiniz, arkadaşım başka milletlerin içinden de liderler,komutanlar, siyasetçiler çıkabilir hep en iyileri sizdenmiş gibi göstermekten vazgeçin artık.

    1. Turan diyor

      Selahattin Türktür. Kardeşlerinin isimleri: Tuğtekin, Turanşah, Böri olan bir Kürt hiç görmedim hayatımda. İbnu Haldun, kitabı Mukaddime’de: “Eyyubiler ve Memlükler tek bir Türk devleti gibidir” demiştir. Selahattin döneminde yaşamış Ibn Kesir ebu Farac’ın meşhur ‘el-Bidâye ve’n-Nihâye’ kitabında da Selahattin bir Türk prensidir şeklinde yazılıdır. Selahattin’in çağdaşı Ibn Münkız da Selahattin’in Türkçe konuştuğunu yazıyor. Selahattin’e Kürt yakıştırması yapan ilk kaynak 1597’de ilk Kürt tarihçisi Şerefhan’ın kitabı Şerefname’dedir ve bu kitapta dahi Selahattin’in Tuğtekin, Turanşah, Böri isimleri kardeşleri yazılıdır. Kendisi, Azerbaycan’a Basra’dan sürgün edilen Arap ve Türklere Kürt demiştir, Selahattin de bir Ravvad Türkmenidir, bunu Ravvad Kürdü diye tahrif etmiştir. 19. yüzyıl tarihçileri René Grousset ve Cahen de Selahattin’in Türk olduğuna dair o kadar kaynak dururken Şerefhan’ın ifadelerine yer verdiklerinden dünya Selahattin’i Kürt diye tanımaya başlamıştır, olan budur.

      1. Miho diyor

        Olum bı git tarih araştır bilgisiz sana birşeyler derdim ama Allah’tan bu sitedesin herşeyi çalmayı bırakın artık SULTAN SELLAHATTİN EYYUBİ KÜRTTÜR… SAPINA KADAR HEMDE

  2. Hamza diyor

    Elinize emeğinize sağlık hocam

    1. Osman diyor

      Selahaddin eyyubi Kürt tür Ertuğrul Gazi kürttür sultan aladdin de kürttür ama Türk bazı Türk grublarıyla birlikleri sağlamak için Kürt kimliğini pek öne çıkarmamıştır.

  3. Halil İbrahim diyor

    Selahattin Eyyubi yide türk yaptınızya sizin kafanızın içine

  4. Trabzonluökkeş diyor

    Yorumlarda ırkçılık tavan yapmış. Birazda ben deşeliyim. Selahaddini o konuma getiren kendi kralı Türk Nureddin Zengi dir. Selahaddin bir askerdi ve şahsi bir gücü yoktu. Nureddin Zengi onu komutan yaptı ve önü açıldı.

  5. Ismail diyor

    Selamlar, Tarihi biraz eksiklerle de olsa iyi yazmışsınız anca anlayamadığım bilgisizliginizden mi yoksa art niyetimizden mi gerçekleri tam olarak yansitmamişsiniz örneğin Selahattin EYYUBININ Kürt olduğu hususu.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.