Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu

0 24.327

Prof. Dr. Ercüment KURAN

Birinci Dünya Savaşı’na Almanya ve müttefikleri safında katılan Osmanlı Devleti, yenilgiyi kabul ederek, İngiltere ve müttefikleriyle 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’ni imzalamıştır. Az sonra da, 13 Kasım 1918’de Yıldırım Orduları Grup Kumandanlığı’ndan istifa eden Mustafa Kemal Paşa Adana’dan İstanbul’a dönmüştür. Paşa, İzmir’in Yunanlılar tarafından 15 Mayıs 1919’da işgalinin ertesi günü, maiyetiyle birlikte İstanbul’dan ayrılıp 19 Mayıs’ta Samsun’da karaya çıktı. 9. Kolordu Müfettişliği’ne geniş yetkilerle tayin edilmişti. Resmi görevi yerli Rumların Karadeniz bölgesinde çıkardıkları karışıklığa son vermek ve böylece İngiltere’nin, Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesine dayanarak, bölgeyi işgal etmesini önlemekti.

Mustafa Kemal Paşa Samsun’da bir aya yakın kaldı. 12 Haziran’da Havza yoluyla Amasya’ya geçti. Orada eski Bahriye Nazırı Rauf Bey, 20. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa ve 3. Kolordu Kumandanı Refet Bey ile buluşup toplantılar yaptı. Görüşmeler sonunda, Mustafa Kemal Paşa’nın önceden hazırladığı prensipleri kapsayan bir metin üzerinde anlaşma sağlandı. 12. Kolordu Kumandanı Mersinli Cemal ve 15. Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşaların da mütalâaları alındıktan sonra bazı düzeltmelere uğrayan metin, 21/22 Haziran gecesindeki son toplantıda kesin şeklini aldı. Bu “Amasya Kararları” ertesi gün, yani 22 Haziran 1919’da asker ve sivil ilgililere telgrafla bildirildi. Amasya Tamimi olarak tanınan altı maddelik metnin 1. maddesi şöyledir:

“Vatanın tamamiyeti, milletin istiklâli tehlikededir. Hükümeti merkeziyetimiz İtilâf Devletlerinin tesir ve murakabesi altında mahsur bulunduğundan deruhde ettiği mes’uliyetin icabatını ifa edememektedir. Bu hal milletimizi madum (yok) tanıttırıyor. Milletin istiklâlini gene milletin azmü kararı kurtaracaktır. Milletin halü vaz’ını derpiş etmek (göz önüne almak) ve sadayı hukukunu cihana işittirmek için her türlü tesir ve murakabeden azade bir heyeti milliyenin vücudu elzemdir.

Anadolu’nun bil-vücuh en emin mahalli olan Sivas’ta millî bir kongrenin serian in’ikadı takarrür etmiştir. Bunun için tekmil vilâyatı osmaniyenin her livasından ve fırka ihtilâfatı nazarı dikkate alınmaksızın muktedir ve milletin itimadına mazhar üç kadar zatın sürati mümkine ile yetişmek üzere hemen yola çıkarılması icap etmektedir.”[1]

Amasya Kararları’na genelde bakılınca, bunların Türk Millî Mücadelesi’nin ana programını teşkil ettiği, Mustafa Kemal Paşa’nın siyasi dehası ve askerî kabiliyeti sayesinde adım adım gerçekleştirildiği müşahade olunur.

Mustafa Kemal Paşa Amasya’dan sonra, Rauf Bey ile birlikte, Sivas ve Erzincan üzerinden Erzurum’a gitti. İngilizlerin baskısı neticesinde 8 Temmuz gecesi askerlikten ayrılmak zorunda kalan Paşa, 23 Temmuz 1919’da Erzurum’da toplanan Doğu vilâyetleri temsilcilerinin kongresine katıldı ve kongreye başkan oldu. Onun ustaca yönetimi sayesinde, Erzurum Kongresi’nin 7 Ağustos 1919’da yayınlanan beyannamesi Amasya Kararlarına uygun olarak hazırlandı.

On maddelik beyanname Millî Mücadele’nin hedeflerini daha ayrıntılı olarak belirliyor ve bu hedeflere varmak için yapılacak icraatı tesbit ediyordu. 2. maddede “Osmanlı vatanının tamamiyeti ve istiklali millimizin temini ve makamı saltanat ve hilafetin masuniyeti için Kuvây-ı Milliye’yi âmil ve iradei milliyeyi hâkim kılmak esastır” hükmü açıklanıyordu. 4. maddede, merkezi hükümetin yabancı bir devletin baskısı altında kalması halinde “Hukuku milliyeyi kâfil tedabir ve mukarrerat ittihaz olunmuştur” ibaresi bulunuyordu. 6. maddede “30 Teşrinievvel sene 1334 tarihindeki hududumuz dahilinde kalan… ekseriyeti kahireyi İslamlar teşkil eden… ve yekdiğerinden gayrikabili infikâk (ayrılamaz) özkardeş olan din ve ırkdaşlarımızla meskûn memâlikimiz” cümlesi, vatan sınırlarını Mondros Mütarekesi imzalandığı gün ordularımızın hakimiyeti altında bulunan toprakları çeviren hatla çiziyordu. 8. maddede “Milletin içinde bulunduğu hâli zücret ve endişeden kurtulmak çarelerine bizzat tevessülüne hacet kalmadan hükümeti merkeziyetimizin Meclisi Milli’yi hemen ve bilâ ifâtei zaman (zaman kaybetmeden) toplaması” isteniyordu.[2]

Erzurum Kongresi’nin aldığı en önemli karar, hiç şüphesiz, beyannamenin 10. ve son maddesinde belirtildiği gibi, kongrece seçilecek yedi kişilik bir Heyet-i Temsiliye kurulmasıdır. Seçim yapıldı ve Heyet başkanlığına Mustafa Kemal Paşa getirildi. Paşa Kongre’ye bütünüyle hakim olmuştu. Onun teklifiyle de “Vilayeti Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti” adı, beyannamenin 9. maddesinde “Şarkî Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti” olarak değiştirilmişti.

Erzurum Kongresi’nden güçlenerek çıkan Mustafa Kemal Paşa bundan sonraki çalışmalarını Sivas Kongresi’ni gerçekleştirmeye yöneltti. Kongre çeşitli vilâyetler temsilcilerinin katılmasıyla 4 Eylül 1919’da toplandı ve 11 Eylül’e kadar sürdü.[3] Erzurum’da alınan kararlar burada hemen aynen kabul edildi. Başlıca değişiklikler “Şarki Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti”nin “Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti” adını alması, Heyet-i Temsiliye üye sayısının yediden on altıya yükseltilmesidir. Mustafa Kemal Paşa bu heyetin de başkanıydı. Sivas Kongresi’nin önemi Erzurum’da sadece Anadolu’nun Kuzey ve Doğu Bölgeleri temsilcileri tarafından alınan kararların vatanın tamamı için hukuken geçerli hale getirilmiş olmasıdır.

Mustafa Kemal Paşa, Sivas Kongresi’nin kapandığı günün gecesinde, Heyet-i Temsiliye adına İstanbul hükümetine telgraf çekerek padişah ile bir saat içinde doğrudan doğruya haberleşme imkânı sağlanmasını istemiş, bu engellendiği takdirde İstanbul ile haberleşmenin kesileceğini bildirmişti. Telgraf cevapsız kalınca da Anadolu ve Trakya’nın İstanbul ile bağlantısı kalmamıştı.

Heyet-i Temsiliye’nin sert tavrı karşısında Merkezî Hükümet daha fazla dayanamadı. 2 Ekim 1919’da Damat Ferid Paşa sadrazamlıktan istifa ederek yerine, Millî Hareket’e taraftar Ali Rıza Paşa hükümeti kuruldu. Ardından seçimler yapıldı ve 1920 yılı başlarında İstanbul’da Mebusan Meclisi toplandı. Milletvekillerinin çoğu Kuvây-ı Milliyeciydi. Bu itibarla Meclis, 28 Ocak 1920 günkü gizli oturumunda “Misâk-i Milli”yi kabul etti ve 17 Şubat 1920’de kararını halk efkârına açıkladı. Altı maddelik belgenin esasları Amasya Tamimi’ne dayanır, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin yayınladıkları beyannamelerde kayıtlı ayrıntıları da ihtiva eder.[4]

Gelişmelerden memnun olmayan İngilizler az sonra, 16 Mart 1920’de, İstanbul’u işgal ettiler ve Mebusan Meclisi’ni basarak Rauf Bey (Orbay) ile birkaç milletvekili arkadaşını Malta’ya sürdüler. Bu durumda Mustafa Kemal Paşa 19 Mart 1920 tarihli bir tebliğle “Selâhiyeti fevkalâdeyi haiz bir meclisin Ankara’da içtimaî” kararını ilgililere duyurdu.[5] İstanbul’dan kaçıp gelen milletvekilleriyle yeni seçilen temsilcilerden kurulu Büyük Millet Meclisi 23 Haziran 1920’de Ankara’da çalışmalarına başladı. Artık Amasya Tamimi’nde gerekli görüldüğü tarzda “her türlü tesir ve mürakabeden âzâde bir heyeti milliye” meydana gelmişti.

24 Nisan 1920 tarihli oturumunda Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanlığına seçilen M. Kemal Paşa aynı gün, kurulacak hükümetin dayanacağı esaslara dair bir önerge sundu. Önergede Meclis yasama ve yürütme yetkilerini kendinde toplamalı, “hükümet işlerine göre ayrılmış dairelerin idaresi”ni kendi seçeceği Heyet-i İcraiye’ye vermeli ve “İdare Heyeti’nin de başkanı olan Meclis başkanı Meclis adına yaptığı tasarruflardan dolayı… diğer vekiller gibi Meclis karşısında sorumlu olmalıdır.”[6] Önerge kabul edildi ve ertesi gün, yani 25 Nisan’da, yapılan seçimlerle sekiz kişilik geçici bir hükümet kuruldu. Bu heyetin altı üyesi seçimle belirlenmiş, tabii başkan M. Kemal Paşa ile birlikte Erkân-ı Harbiye Reisi İsmet (İnönü) Bey de seçimsiz olarak hükümete katılmıştı.[7]

Aynı gün, Yürütme Kurulu ile Meclis’in ilişkilerini kanunlaştırmak üzere 15 kişilik bir Layiha Encümeni kurulmuştu. Bu encümenin hazırladığı kanun 2 Mayıs 1920’de Meclis’te kabul edilerek 3 Mayıs’ta M. Kemal Paşa’nın başkanlığında 10 vekilden meydana gelen “Büyük Millet Meclisi Hükümeti” teşekkül etti.[8]

Erzurum ve Sivas Kongrelerinin 2. maddelerinde “Makam-ı Saltanat ve Hilafetin masuniyeti” sağlanacağı ve M. Kemal’in TBMM’nin açılışının ertesi günü mecliste yaptığı konuşmada “Makamı Hilafet ve Saltanatın masuniyeti istiklalini. bahşedecek bir ruhu temin”den söz edildiği halde[9] o gerçekte Türkiye’de Cumhuriyet kurmayı tasarlıyordu. Daha Erzurum Kongresi öncesinde, 20 Temmuz 1919’da, eski Bitlis Valisi Mazhar Müfit (Kansu)’nun Milli Mücadele başarıyla sona erdikten sonra hükümet şeklinin ne olacağı sorusuna “Şekli hükümet zamanı gelince Cumhuriyet olacaktır” cevabını vermiştir.[10]

M. Kemal Paşa 24 Nisan’daki Meclis konuşmasında Osmanlı hilafetinin geleceği hakkında da şu ilgi çekici beyanatta bulunmuştu: “Hilafet ve saltanat makamının tahlisine (kurtarılmasına) muvaffakiyet hasıl olduktan sonra, Padişahımız ve Halifei Müslimin Efendimiz. Meclisi Âlinizin tanzim edeceği esasatı kanuniye dairesinde vazı muhterem ve mübeccelini arz eder.”[11]

Ankara’da TBMM’nin faaliyete geçmesi, İstanbul hükümetini telaşlandırmış ve İslam halifesine karşı ayaklananların din düşmanı sayılıp katillerinin vacip olduğuna dair şeyhülislamdan fetva alınmıştı. 11 Nisan 1920 tarihli bu fetvaya Ankara Müftüsü Rıfat (Börekçi) Efendi 16 Nisan’da başka bir fetva ile karşılık vermişse de Anadolu’nun çeşitli yerlerinde Milli Hareket aleyhine isyanlar çıktı. Büyük Millet Meclisi hükümeti yaz boyunca isyanları bastırmakla meşgul oldu.

Sadrazam Damat Ferid’in temsilcilerinin 10 Ağustos 1920’de Sevr Barış Antlaşması’nı imzalaması Padişah Vahdettin’in halk nezdinde büyük itibar kaybetmesine sebep oldu ve Anadolu’da, hatta İstanbul’da Kuvay-ı Milliye taraftarları çoğaldı. M. Kemal Paşa da Büyük Millet Meclisi’nin 25 Ağustos 1920 günkü gizli oturumunda “Makamı Hilafeti ve Saltanatı işgal eden zat bu millet için hain bir adamdır” diyerek Osmanlı hükümdarını itham etti.[12]

Paşa az sonra, 13 Eylül 1920’de, “Siyasi, içtimai, idari, askeri noktai nazarları telhis ve Teşkilat-ı İdariye hakkında mukarreratı ihtiva eden” bir programı Meclis’e sundu. 18 Eylül günü Meclis’te okunan program, oturum sonunda bir Teşkilat-ı Esasiye kanun tasarısı şekline konulmak üzere, özel bir encümene havale edildi.[13]

Söz konusu tasarı encümende ve Meclis genel kurulunda etraflıca tartışıldı. Hususu ile padişaha ait olan yetkilerden bir kısmını Büyük Millet Meclisi’ne aktaran maddeler muhafazakar mebusların itirazına uğradı. Sonunda 1921 yılı başlarında, Millet Meclisi Hükümeti’ne itiraz eden Çerkes Ethem’in tenkili ve ardından Yunanlılara karşı I. İnönü Zaferi’nin sağladığı olumlu ortamda Teşkilat-ı Esasiye Kanunu 20 Ocak 1921 günü Meclis’te oylanarak kabul edildi.[14]

31 maddelik kanunun 1. maddesi “Hakimiyet bila kaydu şart milletindir” hükmünü getiriyor, 2. maddesi “İcra kudreti ve teşri selahiyetinin milletin yegane ve hakiki mümessili olan Büyük Millet Meclisi’nde tecelli ve temarküz” ettiğini açıklıyor, 3. maddesinde “Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve hükümeti ‘Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ unvanını taşır” deniyordu. 9. maddede ise “Büyük Millet Meclisi Heyet-i Umumiyesi tarafında intihap olunan reis bir intihap devresi zarfında Büyük Millet Meclisi reisidir. Bu sıfatla Meclis namına imza vazına ve Heyet-i Vekile mukarreratını tasdike selahiyattardır. İcra vekilleri heyeti içlerinden birini kendilerine reis intihap ederler. Ancak Büyük Millet Meclisi reisi Vekiller Heyeti’nin de reis-i tabiisidir.” cümleleri Meclis başkanını geniş yetkilerle donatıyordu.[15] Böylece Meclis’in açılışından 9 ay sonra Anadolu’da kurulmakta olan yeni devletin teşkilatlanması kanuni çerçeveye oturtulmuş oluyordu. Rahmetli Mahmut Goloğlu M. Kemal Paşa’nın Meclis’e sunduğu programla “Cumhuriyet’e doğru gitme isteğinin ilk işareti”ni verdiğini belirtir.[16] Dr. Ahmet Demirel de, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu “yasamanın üstünlüğü ilkesinin en katı biçimi olan Meclis Hükümeti sistemini kurmuş olmakla birlikte, 9. maddenin. yetkileri Meclise değil, Paşa’nın şahsında” topladığını kaydeder.[17] M. Kemal artık Meclis içinde kendisine bağlı mebusların “bir tür parti disiplini ile hareket etmelerini sağlamak üzere” Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Grubu kurmak için harekete geçti ve 10 Mayıs 1921’de 133 mebusun katıldığı bir toplantıda düşüncesini gerçekleştirdi.[18]

Grubun ilk önemli icraatı 16 Mayıs’ta istifa eden Heyet-i Vekile’nin yerine üç gün sonra yapılan seçimde Grubun görüşlerine daha yatkın bir heyetin iktidara getirilmesi oldu.[19] O günlerde TBMM’nin mevcudu 351 mebustu. Bunların 261’i Gruba alınmış, 90 mebus Grup dışında kalmıştı. Bu sonuncular küçük birlikler halinde muhalefet faaliyetinde bulundular. Birinci grubun kuruluşundan 14 ay sonra, 1922 Temmuzu’nda İkinci Müdafai Hukuk Grubu halinde teşkilatlandılar.[20] Başlarında Erzurum Mebusu Hüseyin Avni (Ulaş), Trabzon Mebusu Ali Şükrü ve Mersin Mebusu Selahattin (Köseoğlu) Beyler bulunuyordu. Birinci Grup adıyla tanınan Müdafai Hukuk Grubu’na tepki olarak kurulan gruba “İkinci Grup” denildi. Milli Mücadele kahramanlarından Ali Fuat (Cebesoy) Paşa İkinci Grubun “Meclis Reisi’nin diktatörlüğe doğru gittiğinden şüphe” ettiğini bildirir.[21] Aslında iki grup da Kuvayi Milliye ruhunu paylaşıyor, ana hedeflerde kolayca görüş ve karar birliğini varıyorlardı; fakat, İkinci Grup M. Kemal’in giderek Meclis’in yetkilerini ele geçirmesine karşı çıkıyordu.

Bu sıralar, Doğu ve Batı cephelerinde nisbî bir sükûn hüküm sürüyordu. Kâzım Karabekir Paşa’nın kuvvetleri 1920 Ekimi sonunda Kars’ı Ermenilerden kurtarmış ve karargâhını Sarıkamış’ta kurmuştu. Batı’da ise 27 Mart 1921’de yeniden saldırıya geçen Yunanlılar 1 Nisan’da II. İnönü Muharebesin’de hezimete uğrayınca Dumlupınar gerisine çekilmişlerdi.[22] Yunanlılar anavatanlarından getirdikleri birlik ve silahlarla Anadolu’daki kuvvetlerini takviye ettikten sonra, 19 Temmuz 1921’de Bursa ve Uşak bölgelerinde saldırı harekatı başlattılar. 25 Temmuz’a kadar aralıksız 15 gün süren “Kütahya-Eskişehir” Muharebesi Türk ordusunun “Sakarya” gerisine çekilmesiyle sona erdi.[23]

Bu yenilgi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni derinden sarstı. Yunan ordusunun Milli Hareket’in merkezi Ankara’ya yaklaşmış olması Meclis’i düşmana karşı yeni tedbirler almaya sevketti. TBMM’nin 4 Ağustos 1921 günkü gizli oturumunda Mersin Mebusu Selahattin Bey Meclis Reisi’nin “kumandayı idare etmesini” teklif etti. Konu Meclis’in gizli ve açık oturumlarında bir hayli tartışıldı ve sonunda, 5 Ağustos 1921 tarihli bir kanunla, M. Kemal Paşa “Meclis yetkilerini üç ay süreyle üzerine alarak başkumandanlığa” getirildi.[24] Bilindiği gibi, M. Kemal Paşa 23 Ağustos’tan 13 Eylül’e kadar süren Sakarya Meydan Muharebesini kazanmış ve Yunan kuvvetleri nehrin batısında Mihalıççık-Sivrihisar hattı gerisine çekilmiştir.[25] M. Kemal’in BMM’den aldığı 3 ay süreli başkumandanlık yetkisi bundan sonra 3 defa uzatılmış ve bu yetki Meclis’in 20 Temmuz 1922 günkü oturumda kendisine süresiz olarak verilmiştir. Ancak Meclis gerekli gördüğü takdirde başkumandanlık unvan ve yetkisini yürürlükten kaldırabilecekti.[26]

Sakarya Zaferi’nin kazanılmasının ardından İtilaf Devletlerinin Türk-Yunan anlaşmazlığını ortadan kaldırmak için çeşitli teşebbüsleri olduysa da bir sonuç alınamadı. İki taraf da bütün güçleriyle savaş hazırlıklarını sürdürdüler. Nihayet 26 Ağustos 1922 sabahı, Türk ordusu Afyon güneyinde Kocatepe’de Yunan kuvvetlerine saldırdı. Tarihe “Başkumandanlık Muharebesi” olarak geçen savaş 30 Ağustos’ta Türklerin zaferi ile sonuçlandı ve düşman 9 Eylül’de denize döküldü. 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile de Türk Milli Mücadelesi’nin askeri safhası sona erdi ve Yunan birliklerinin Doğu Trakya’yı boşaltması sağlandı.

M. Kemal Paşa Başkumandanlık Muharabesi’ni kazanmakla ülke içinde güç dengesini kendi lehine değiştirmiştir. 1 Kasım 1922’de TBMM’de şu çarpıcı sözleri söyledi. “Millet, mukadderatını doğrudan doğruya eline aldı ve milli saltanat ve hakimiyetini. müntehap vekillerden terekküp eden bir Meclis-i Ali’de temsil etti. İşte o Meclis. TBMM’dir. Bundan başka bir Makam-ı Saltanat, bundan başka bir Heyet-i Hükümet yoktur ve olamaz.”[27] Onun konuşması ardından Hilafet ve Saltanat birbirinden ayrılarak Saltanat’ın kaldırılması Meclis’te oy birliği ile kabul edildi. Hilafetin ise Hanedan-ı Al-i Osman’a ait olduğu kararı alındı. Bu durumda Vahdettin, 17 Kasım 1922’de bir İngiliz harp gemisi ile İstanbul’dan ayrıldı. Ertesi gün de Vahdettin’in amca oğlu Abdülmecit Efendi TBMM tarafından halife seçildi.[28]

Vatan topraklarının düşman istilasından kurtarılması ve Osmanlı saltanatının sona ermesi ile TBMM I. Dönem çalışmalarını tamamlamış oluyordu. M. Kemal bundan sonraki icraatını kendine daha bağlı, muhalefetsiz bir Meclis ile gerçekleştirmeyi düşünüyordu. 6 Aralık 1922’de Ankara’da, barış sağlanınca halkçılığı esas alan Halk Fırkası adı altında bir siyasi parti kuracağını açıkladı. Az sonra da, Batı Anadolu gezisine çıktı. Maksadı “halk ile yakından temasa gelmek, onlarla bugüne ve yarına ait karşılıklı görüşmelerde bulunmaktı.”[29] O “halk kavramını bütün sınıfları kapsayacak” anlamda kullanıyordu.[30]

I. Büyük Millet Meclisi, 3 Nisan 1923’te Birinci Grup lehine seçim kanununda bazı değişiklikler yaptı ve 16 Nisan’da dağıldı. “Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Grubu” üyeleri başlarında M. Kemal Paşa olduğu halde. sadece kendilerinden olanları seçtirmeye” çalıştılar.[31] Bunda da başarılı oldular, çünkü yeni kanuna göre, yapılan seçimlere teşkilatsız giren muhalifler karşısında Müdafaai Hukuk Grubu adayları galip çıkmışlardı.[32]

M. Kemal Paşa Müdafaai Hukuk Grubu’nu Halk Fırkası haline dönüştürmek istiyordu. Ancak Fırka’nın kurulması gecikti ve 1923 Temmuzu’nda Lozan’da barış antlaşması imzalanması ardından, 11 Ağustos’ta TBMM İkinci Dönem çalışmalarına başladıktan bir ay sonra, 11 Eylül 1923’te “Halk Fırkası, Müdafaai Hukuk Grubunun yerini aldı. Fırka genel başkanlığına M. Kemal Paşa, Meclis Grubu başkanlığına da Heyet-i Vekile Reisi Ali Fethi (Okyar) Bey getirildi.”[33]

24 Eylül 1923 tarihli Anadolu‟da Yeni Gün‟de yayınlanan bir haber ilgi çekiciydi. Gerçekten, M. Kemal Paşa’nın Ankara’ya gelerek kendisiyle mülâkat yapan Viyana’nın Neue Freie Presse gazetesi muhabirine “Türkiye halihazırda olduğu kadar istikbalde de daha fazla demokratik bir cumhuriyet olacaktır” dediğini yazmıştı.[34] M. Kemal, 1927 Ekim’inde Cumhuriyet Halk Fırkası’nın İkinci Büyük Kongresi’nde okuduğu uzun nutkunda “itiraf” ettiği gibi “Tatbiki için münasip zaman intizarında bulunduğu” Cumhuriyet ilanı fikrinin “tatbik anının geldiğine hükm”etmiş ve icraata geçmiştir. Fethi Bey başkanlığındaki Heyet-i Vekile onun tavsiyesiyle 26 Ekim 1923‟te topluca istifa etmiş, 28 Ekim’de Heyeti Vekile üyeleri ile Halk Fırkası idare heyeti M. Kemal Paşa başkanlığında özel bir toplantı yaparak, istifa eden vekillerin kurulacak hükümette görev almayacaklarını bildirmişler, bunun üzerine Fırka idare heyeti yeni bir hükümet listesi hazırlamıştır.[35] Ne var ki, 29 Ekim sabahı toplanan Halk Fırkası grubu hazırlanan listeyi reddetti.[36] Bu durumda, grubun öğleden sonraki toplantısında M. Kemal Paşa bunalımın aşılabilmesi için Teşkilat-ı Esasiye kanununda bazı temel değişikliklere gidilmesini zaruri görmüş, İsmet Paşa da Kanuni Esasi encümeninin yaptığı değişiklikleri anlatmıştır. Önceden Kanuni Esasi’nin 1. maddesine “Türkiye Devleti’nin şekli hükümeti Cumhuriyet’tir.” cümlesinin eklenmesini, 10. maddenin “Türkiye Reis-i Cumhuru Türkiye Büyük Millet Meclisi heyeti umumiyesi tarafından ve kendi azası meyanından bir intihap devresi için intihap olunur”, 12. maddesinin de “başvekil Reis-i Cumhur tarafından ve Meclis Azası meyanından intihap olunur. Diğer vekiller başvekil tarafından yine meclis azası arasından intihap olunduktan sonra Heyet-i Umumiyesi Reis-i Cumhur tarafından Meclisin tasvibine arz olunur” şeklini almasını kararlaştırmıştı. Görüşmeler sonunda Grup üyeleri Cumhuriyet’in ilanını ve Reis-i Cumhur seçilmesini kabul etmişlerdir.[37]

Akşam üstü toplanan TBMM Kanunu Esasi encümeni Teşkilatı Esasiye kanununda yapılmasını uygun gördüğü değişikleri görüştü, bazı ufak düzeltmeler yaptıktan sonra söz konusu kanun oylanarak “müttefikan” kabul edildi. Daha sonra cumhurbaşkanı seçimine geçildi ve M. Kemal Paşa mevcut 158 üyenin oyuyla Cumhuriyet Riyasetine getirildi. Ertesi gün de Cumhurbaşkanı, Malatya milletvekili İsmet Paşa’yı başvekalete tayin etti.[38] Böylece kurulan Türkiye Cumhuriyeti 1924 Mart’ında hilafeti kaldırmakla laik devlet niteliği kazandı. II. Dünya Savaşı sonuna kadar tek partiyle yönetilecek olan Türkiye, 1950 Mayıs’ından itibaren çok partili Cumhuriyet olacaktır.

Prof. Dr. Ercüment KURAN

Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 16 Sayfa: 327-331


Dipnotlar :
[1] Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, C. III Vesikalar (İstanbul 1934), s. 47.
[2] Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, İstanbul, 1960, s. 106-107.
[3] Sivas kongresi beyannamesi için bkz. Tarih Vesikaları, C. I, sayı I, Haziran 1941, s. 7-8.
[4] Tarık Z. Tunaya, “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetleri Rejimine Geçiş”; Ord. Prof. Muammer Raşit Seviğ Armağanı, İstanbul 1956, s. 19.
[5] Gazi M. Kemal, Nutuk, C. 1, s. 301.
[6] Yavuz Aslan, TBMM Hükümeti, Kuruluşu, Evreleri, Yetki ve Sorumluluğu, 23 Nisan 1920¬30 Ekim 1923, Ankara 2001, s. 26-27.
[7] Aslan, a.g.e., s. 40.
[8] Mahmut Goloğlu, Üçüncü Meşrutiyet, 1920, Ankara 1970, s. 170-171.
[9] TBMM Zabıt Ceridesi, 2. Baskı: C. 1, (1940) s. 29, (214 Nisan 1920 tarihli 3. Oturum).
[10] Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, Ankara 1964, C. 1, s 74.
[11] TBMM Zabıt Ceridesi, C. I, s. 31.
[12] TBMM Gizli Celse Zabıtları, C. 1, Ankara 1985, s. 135.
[13] Ömür Sezgin, Türk Kurtuluş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorunu, Ankara 1984, s. 58.
[14] Sezgin, a.g.e., s. 67.
[15] Suna Kili – A. Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, Ankara 1985, s. 91-92.
[16] Goloğlu, s. 274.
[17] Ahmet Demirel, Birinci Meclis’te Muhalefet, İkinci Grup, 2. Baskı, İstanbul 1995, s. 208.
[18] Demirel, s. 217.
[19] Aslan, s. 79.
[20] Demirel s. 379.
[21][21] Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar, C. 1, İstanbul 1957, s. 18.
[22] Goloğlu, Cumhuriyet’e Doğru, 1921-1922, s. 134-154.
[23] Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, 5. Baskı, İstanbul 1931, s. 609-611.
[24] Demirel, s. 263.
[25] Fahri Belen, Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara 1983, s. 365.
[26] Demirel, s. 433-434.
[27] Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, C. II, s. 186, C. III, s. 318.
[28] Goloğlu, s. 361-362.
[29] Goloğlu, Türkiye Cumhuriyeti, s. 54.
[30] Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek-Parti Yönetimi’nin Kurulması, 1923-1931, Ankara 1981, s. 49.
[31] Goloğlu, s. 191.
[32] Demirel, s. 571.
[33] Faruk Alpkaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu, 1923-1924, s. 43.
[34] Alpkaya, s. 56.
[35] Alpkaya, s. 86-87.
[36] Alpkaya, s. 88.
[37] Alpkaya, s. 96.
[38] Alpkaya, s. 97-98.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.