Türkistan’da-Ceditçilikten Türkçülüğe – Özbeklerde
Özbeklerde
İsmail Bey, “Usulü Cedit” (Eski yöntemdeki medrese eğitiminin yerine yeni yöntem ile yürütülen eğitim) maksadıyla önemli Türk bölgelerine gidip, uygun gördüğü kişiler ile görüşür, davasını anlatır. Kendisi bu tip gezilerinden birini şöyle anlatır: “Orta Asya’ya 1893’te gittim. Orada Farsçaya Türkçeden daha çok önem verildiğine tanık oldum. Semerkant’ta Orenburglu İş adamlarından Abdulgani (Gazi) Beyin evinde geçici bir Usulü Cedit mektebi açtım. Öğretmenliği Bakülü Abdulmecit Bey üstlendi. Mektep üç ay devam etti de, hükümetçe kapatıldı.”
Gerçekten Türkistan’da Usulü Cedit hareketinin nispeten ağır yürümüş olduğunu, bu hareketin ateşli taraftarı olan öğretmen ve toplumcu Münevver Kari şöyle anlatır: “Türkistan’da 1890 yılında Usulü Cedit mekteplerinden hiçbir haber ve eser yoktu. Tercüman Gazetesini okuyanlar iç Rusya’daki Usulü Cedit mekteplerinden haberdar idiyseler de, bunların sayısı bütün Türkistan’da 5-6’yı geçmezdi. Ben de o zaman Tercüman okuyucularından olduğum için, Usulü Cedit mektepleri hakkında az çok bilgim vardı. Yeni çıkan elifba ve okuma kitaplarını toplamıştım. Usulü Cedit üzerine yazılan haberleri, makaleleri her vakit izlerdim. Günün birinde Tercüman’da-Bahçesaray’da açılan bir Usulü Cedit mektebinin programı basılıp çıktı. Bu programı okuyunca bende düzenli bir Usulü Cedit mektebi açmak isteği uyandı. Bu yolda mahalle halkı arasında teşviklerde bulunup, program hazırladım, 22 çocuk yazıldı. Bu yeni mektebi 03.06.1901 günü törenle açtık. Öğrencileri 2 sınıfa ayırdım da, tek başıma okutmaya başladım. İşte, Türkistan’da az çok düzenli bir program ile açılan ilk Usulü Cedit mektebi bu mektep idi.” (Taymas, 1964: 119-125).
Özbekler arasındaki Ceditçilik hareketinin öncüleri olarak Ahmet Daniş, Münevver Kari ve Mahmud Hoca Behbudi’yi sıralayabiliriz.
1. Ahmet Daniş (1827-1897)
Türkistan’ın başına gelen felaketleri düşünen yazarlar arasında bulunan Ahmet Daniş, Buhara’da doğdu ve Buhara’da öldü. O ressam ve hattat olmakla yetinmeyip, medresede okutulan Arap dili ve İslami bilgilerden başka, kendi gayretiyle, daha çok eski eserlerden matematik, geometri ve astronomiyi esaslı şekilde öğrenmiştir. İbni Sina, Ömer Hayyam, Nevayi, Fuzuli eserlerini, bilhassa Türkistan soyundan olan Hindistanlı şair ve filozof Mirza Abdulkadir Bedil’in eserlerini büyük bir ilgiyle incelemiştir. Buhara Emirinin sarayındaki süsleme işlerini yürüten usta ölünce, Ahmet Daniş bu işte görevlendirilir. O aynı zamanda Buhara Emiri sarayındaki tarih ve felsefeye ait eski eserlerden yeni nüshalar yazmakla da uğraşır. Bu işlerin Ahmet Daniş’in genel bilgisinin artmasına faydası olmuştur. O sarayın bilgili kişilerinden olduğu için, Rusya’ya gönderilen elçilik heyetiyle birlikte 1856-1870 yıllarında Petresburg ve Moskova şehirlerinde bulunmuştur. Rusya izlenimleri, Onun dünya görüşünde büyük değişim-gelişim yaratmıştır. Onun bilinen eserleri: Nevadir-ül-vekayi, Tercümeyi-ahvali-Emiran-i Buharayi şerif, Namus-ul-azem, Menazirül-kevakib, Müntehibul-ahkam, Risale fi imal-il-kürre. Nevadir-ül-vekayi eserinin, Emir idaresi devrinde Buhara’nın ileri fikirli aydınları için, bir çeşit ansiklopedi vazifesini gördüğü bilinmektedir. Bu eserde Onun anlayışına göre, Buhara Hanlığındaki siyasi ve sosyal hayata ait birçok hususlara değinmiştir. Rusya’daki ordu, askeri teçhizat hakkında bilgi verilmiş ve Buhara’nın bu sahadaki geri kalmışlığı hatırlatılmıştır. Kendisi iyi niyetli ve itidalli bir ıslahatçı olduğundan, yapılması gerekenleri-değişikliği bir proje şeklinde Emire takdim etmiştir. Fakat, takdim reddedilmiş, kendisi saraydan uzaklaştırılmıştır. Ahmet Daniş kaderi reddeder, ıslahat ister. Ona göre, “İnsan yurduna yardımcı ve halkıyla birlik oldukça yaşamış sayılır.” (Yarkın, Türk Kültürü, sayı 181, s.43-46).
2. Münevver Kari (1880-1933)
Münevver Kari, Türkistan’da 1930’lu yıllarına kadar yetişen milliyetçi aydınların fikir ve ülkü kaynağı olmuştur. O Taşkent’te doğdu, Buhara’da medresede okudu. Eski medrese eğitim sisteminin faydasız olduğunu gördü. Yeni yöntemdeki öğretime özgü yayınları izledi. Gaspıralı, Mithat Paşa, Namık Kemal ve Ziya Paşaların yazıları ve fikirleri Türkistan’da o zamanın aydınlarınca bilinmektedir.
Münevver Kari’nin Usulü Cedit okulu 1901 haziran ayında Taşkent’te açılır. O, okulunun kısa zamanda faydalı bilgiler verebildiğini göstermek için, bitirme sınavlarını, öğrenci vekilleri ve birçok muhalif din adamları huzurunda yapar. Onun okulu aynı zamanda yeniden açılacak başka okullar için örnek olur. Münevver Kari daha sonra 4 sınıflı ilkokuluna 2 sınıflı ortaokulu ekler. Bu okul Numune Mektebi adını alır. Ortaokul sınıfları için Kazan’da yayınlanmış ve hatta Türkiye’den gizlice getirilmiş kitaplar okutulur. Açılan okulları desteklemek ve yoksul öğrencilere yardım etmek amacıyla Cemiyeti Hayriye dernekleri kurulur.
Türkistan’da 1905’e kadar gazete çıkarmak yasakmış. Yalnız, Genel Valiliğin emirname ve tebliğlerini yayınlayan ve Türkistanlıları birbirine düşüren Türkistan Vilayeti Gazetesi varmış. Münevver Kari önce Hürşid gazetesini, 1917 Devriminden sonra Necat gazetesini çıkarır. Daha sonradan çıkarılan Kengeş (Danışma) gazetesi kısa müddet Zeki Velidi Togan ve daha sonra Münevver Kari tarafından idare edilir.
Münevver Kari 1913’ten başlayarak bağımsız bir devlet kurma düşüncesiyle önce Şurayi İslam teşkilatını kurar, sonra Türkistan Merkezi Şurası teşkilatında sorumlu görevler üstlenir. 1917 yılının sonlarına doğru Münevver Kari ile Mahmud Hoca Behbudi etrafına toplanan milliyetçiler bağımsızlığı amaçlayan gizli bir teşkilat kurarlar. Kazak Türkleri de 1917 Şubat Devriminden sonra Alaş Orda adıyla bir milliyetçi parti kurarlar. Bu teşkilatlar kendi aralarında ve Türkistan dışındaki Türklerin milli teşkilatları ile ilişkide bulunurlar. Münevver Kari 1933 yılında Sovyetler tarafından öldürülür (Yarkın, 1966: 78-86).
3. Mahmud Hoca Behbudi (1874-1919)
Behbudi, Semerkant’ın din bilginleri yetiştiren eski bir ailesine mensuptur. O, Buhara’da tahsilde iken, Kırım, Kazan ve Azerbaycan’dan gelen yenilik fikirlerinden etkilenir. Rus-Japon Savaşından sonra Behbudi, gizli eylemlere girişir. Behbudi şahsiyetinde Ahmet Daniş’in elden ele dolaştırılarak okunan eserlerinin etkisi büyük olmuştur. Çağdaş eğitim ve çağdaş toplum yaşamı için ıslahat isteyen aydınlar, 1910 yılında Buhara Neşri Maarif derneğini kurarlar. İşte Behbudi bu derneğin kurucuları arasındadır. Bu aydınlar daha sonraları, Türkiye’nin Genç Osmanlılarına taklit edilerek, Genç Buharalılar olarak tanınmışlardır.
Behbudi yenilikçi fikirlerinden dolayı eskilik taraftarı mollaların baskılarına maruz kalınca, 1911 yılından sonra Semerkant’a gider ve oradaki aydınları kendi etrafına toplar. Usulü Cedit okulunu açmak ve yenilik fikirlerini yaymak amacıyla neşriyat hazırlıklarına girişir. Bu arada Rus dilini de öğrenir. Abdurauf Fitret’in 1911 yılında İstanbul’da Farsça olarak yayınladığı “Beyanatı Seyyahı Hindi” adlı eserini, 1913 yılında Rusça olarak yayınlar. Onun Türkistan’daki Ceditçilik devri edebiyatında rolü büyüktür. 1912 yılında “Pederküş” (baba katili) adlı dram eserini yazar ve bu eser Taşkent’te sahneye konulur. Eserin ana konusu, okumadan cahil kalmış bir babanın oğlu da, babasını öldüren biri olacaktır. Behbudi 1913-1915 yıllarında Ayine dergisini ve Semerkant gazetesini yayınlar. O, 1917 Ekim Devriminden sonra, Türkistan’da devlet kurmaya çalışanların biridir. Behbudi 1919 yılında arkadaşlarıyla beraber, Türkistan kurtuluş hareketini dış ülkelerde tanıtmak ve destek aramak gereksinimini hisseder. Behbudi bu amaçla Buhara’nın Karşı şehrine gelir. Fakat Buhara Emiri ve onun kara cahil idarecileri, ıslahat ve yenilik taraftarı olan Ceditçileri kendilerinin baş düşmanı olarak bildikleri için, Behbudi 25.03.1919 günü Karşı şehrinde taşlanarak öldürülür. Behbudi’nin hiç sebep yokken bu şekilde öldürülmesi, tüm yenilik taraftarı aydınlar arasında Buhara Emirine karşı büyük bir nefret uyandırır. 1920 yılında Buhara Emiri kovulup, Buhara Cumhuriyeti kurulunca, milliyetçiler Behbudi’nin hatırasına Karşı şehrini “Behbudi” şehri olarak adlandırırlar (Yarkın, Türk Kültürü, sayı 90, s.50-54).
Özbek Ceditçileri ve milliyetçilerinin tanınmış lideri Abdurauf Fitret olup, Ona göre, “Düşmanı yurttan kovmak, yurdu düşman elinde görmekten zor değil”; “Zulüm mazlumları birleştiren en büyük silahtır.” Fitret 1937’de tutuklanır ve 1938 yılında “üç kişilik gizli mahkeme” kararı ile Sovyetler tarafından öldürülür (Hayıt, 1971: 21-23).
4. Özbek Ceditçileri ve Komünist Partisi
Ekim Devrimini her şeyden önce Doğunun Batılıların baskısından kurtarılması manasında anlayan Vahitov, Sultangaliyev, Zeki Velidi Togan ve diğer Kuzey Türk komünistlerinin açtıkları yolu Özbek komünistleri de izlemiştir.
Moskova’nın ve onun temsilcisi Kobazev’in mahalli parti teşkilatlarına daha çok Müslümanların kaydolunmasına ait sürekli gayretleri, nihayet yakın bir zamanda komünist olan Ceditçilerin Sovyet teşkilatına kitle halinde girmesiyle sonuçlanır. Taşkent’te 01.06.1919 tarihinde açılan Üçüncü Bölgesel Parti Kongresinde-Orta Asya’nın yüksek parti organında-Bölgesel Büronun yedi mevkiinin dördü Müslümanlara tahsis edilir. Bunlardan üçü Ceditçilik hareketinin eski elleri olan Rıskulov, N. Hocayev ve Aliyev’dir. Dördüncüsü eski bir Osmanlı ordusu subayı olan Efendiyev’dir. Ocak 1920’deki Beşinci Bölgesel Parti Kongresi sekreteri- çok tanınmış Ceditçi lideri Tursun Hocayev, bir mutlak Müslüman çoğunluğunu partinin Bölgesel Bürosuna göndererek, Ceditçiler hakimiyetini Orta Asya Parti cihazı üzerinde kuvvetlendirir. Ceditçi komünistler, Türkistan’daki komünist partisinin adını Türk Komünist Partisi olarak değiştirip, Rusya sınırları içindeki bütün Türkleri birleştirmeye çalışırlar. Bu kez Pantürkizmin merkezi Kazan değil Taşkent olur. Moskova’daki merkezi hükümet, Orta Asya’daki bu gelişmelerin kontrolünden çıkmış olduğunun farkında değildir. Türkistan’daki komünist partisi, partinin genel yoluna ve ne de Leninizmin esas prensiplerine göre hareket etmeyerek, daha ziyade Türk milliyetçiliği gayesine uygun olan eylemlere girişmiştir.
Türk komünistleri proletarya diktatörlüğü teorisini tanımıyorlardı. Ceditçilerin Türk birliğine olan inancı ve sınıf mücadelesini tanımamaları, onların eğitim politikalarında, parti üyelerinin kaydında süratle pratik tezahürünü bulmuştur. Yeni Taşkent hükümetinde eğitim komiseri hatta bir Özbek değil, Osmanlı İmparatorluğunun topçu subayı ve savaş esiri olan Efendiyev’dir. Ceditçilerin önder kuramcısı olan Rıskulov, Kazak ve Özbekleri parti saflarına girmeleri için çağırıyor yanı sıra orduyu gönüllülerle dolduruyordu.
Moskova’nın Taşkent’e gönderdiği teftiş heyeti sonunda vaziyeti öğrenir. Ceditçi komünistlerin İttihat ve Terakki adlı gizli bir örgüt kurduklarını, bunların üyeleri arasında Rusya’daki diğer Türk komünist grupları ile Orta Asya gruplarının liderlerinin de bulunduğunu keşfeder.
Ceditçilerin Taşkent’te iktidara çıkmalarından cesaret alan Genç Buharalılar, Buhara’da kontrolü ele geçirmişler. Frunze başkanlığındaki Kızıl Ordunun Buhara Hanlığına ilerlemesi 29.08.1920’de başlar. İki günlük şiddetli savaştan sonra şehir düşer, Emir kaçar. Buhara Halk Cumhuriyeti ilan edilir. Bakanlık zengin esnaf ailesi olan Maksudov ve Hocayev’in eline geçer.
Buhara’nın ele geçirildiği zamana rastlayan, 1920 yılının 01-09 eylül tarihlerinde açılan Bakü Kongresi, Üçüncü Enternasyonal lideri G. Zinoveyev ve Karl Radak tarafından örgütlenmiştir. Bu kongrede Ceditçi komünist liderlerinden Narbutabekov şöyle diyordu: “Türkistan devriminin temsilcileri olan bizler, her hangi bir ulemanın, kara cübbeli yüzlerce mollaların hiç birinden korkmuyoruz. Biz onlara karşı bayraklarını kaldıranların ilkiyiz ve onu sonuna kadar aşağı indirmeyeceğiz. Biz ya mahvolacağız veya galip geleceğiz.” Ceditçilerin Bakü’deki keskin konuşmalarını Lenin kışkırtıcı olarak nitelendirmiştir. Doğrusu Türkistan’daki parti örgütü, enternasyonal komünizmden ziyade, Türk milliyetçiliğine alet olur. Sonunda Moskova, Rıskulov’u izleyen Bölge Bürosunu dağıtır (Zenkovsky, 1971: 174-389).
Kuzey Türk komünistleri ile Özbek komünistlerinin Türklük yolunu, 1949’da Kızıl Çin tarafından işgal edilmiş Doğu Türkistan’daki Uygur komünistleri de izlemiştir. Memtimin İminov, Abdurehim İsa, Ziya Samet, Seyfullayev, İbrahim Turdi, Eshat İshak (Tatar), Polat Elimi (Özbek), Nimşehit Armiye Damolla, Nur Sadirov, Abdulla Zakir, Yasin Hudaverdi, Abdurehim Mehsum gibi şahıslar, Çin komünist partisi ve hükümetinin Doğu Türkistan’daki şubesinin önemli mevkilerine sahip olduktan sonra, komünist cihazı içinde Türk milliyetçiliği rolünü oynamışlardı. Mao Zedung onlardan aydınlara karşı yürütülen Stil Düzeltme Hareketi (1957-1958) ve Kültür Devrimi (1966-1976) sırasında acımasızca öç almıştı.
Fakat, Moskova’ya karşı Türkistan ulusal mücadelesi devam edecek, Buhara Halk Cumhuriyeti kurulduktan sonra, Sosyalistler ile Ceditçi Terakkiperverleri içeren Türkistan Ulusal Birliği kurulur. Merkez komite reisliğini Zeki Velidi Togan üstlenir. Daha önce de belirtildiği gibi bu zat Kuzey Türklerinin ulusal mücadelesinde komünist olarak, komünistleri daha yakından tanıma fırsatına sahip olduğu için, Moskova’dan uzaklaşır ve Ulusal mücadeleyi Türkistan’da devam ettirir.
Yine bir taraftan Ruslarca Basmacı (yol kesen) olarak nitelendirilen Türk silahlı birliğinin başında bulunan Enver Paşa, Döşenbe şehri civarında Ruslarla çarpışır. Fakat, Sovyetlerin baskısı sonucu Afgan hükümeti Türkistan’a yardım için gönderdiği askeri birliğini geri çekince, Türk silahlı gücü zayıf düşer. Sonuçta Enver Paşa, Devletment Bek ile beraber 04.08.1922’de Kurban Bayramı olan Cuma günü Ruslar tarafından vurulur (Togan, 1981: 452-453). Sonradan Sovyetler tarafından öldürülen, Özbeklerin Türkçü şairi Çolpan (1897-1938), bu musibet hakkında şu mersiyeyi yazar:
Feryadim dünyaning barligin bogsun
Ümitning eng songgi iplerin üzsun.
Gazaptan titregen yaş bir yigitning
Taştin sinesige oklar ornaşmiş.
Taglarda erk üçün yürgen kiyikning
Kara közlerige matemler kirmiş.
Deryalar, toklunlar titrekten bir er
Darbalar kahridin yikilmiş kalmiş.
Kurtuluş yultuzi yoklukka kirmiş
Sening song caningni yavlaring almiş.
Mermere boylari, Edirne yoli,
Çatalça kengligi, Bogaz tarligi,
Karpat belentligi, Trablus çöli,
Gözel Selanikning şirin baglari,
Şehitler yüzige tamguçi nurlar,
Kanlar yiglatti bizni bu heber.
Berlin köçeleri yigitning birin
Toptulug gulbeler koyniga aldi.
Tiflis havalari bir necat erin
Kara kanga boyap yerlerge saldi.
Tarihning renggini köp kanlar bilen
Karaytkan, toldirgan birak Belcivan.
Eng songgi ümitni kanga boyagan
Ah! Kandak ugirsiz zamanlar kelgen.
Feryadim dünyani bogup öltürsun
Kapkara behtimge şeytanlar külsun.
(Yani: Feryadım tekmil cihanı boğsun ve ümitlerin en son ipini koparsın, haşin ve sert bir kahramanın taştan yapılmış görünen sinesine oklar girmiş. Özgürlük namına dağlarda dolaşan geyiklerin siyah gözleri bile matem gösteriyor. Denizleri dalgalandıran bir er, darbeler yemiş yıkılmış kalmış. Kurtuluşun yıldızı yokluk alemine girip kayboldun. Senin son nefesini düşmanların çaldı. Marmara kıyıları, Edirne yolları, Çatalca’nın geniş ovası, Boğazın dar sahası, Karpat dağlarının yüksek yerleri, Trablus’un çölü, güzel Selanik’in bağları, bunlar şehitlerin yüzlerine damlayacak birer nurdurlar. Fakat bu son haber kanlar ağlattı. Yiğitlerin diğer birini Berlin caddelerinde dolu kan akıntıları kucağına aldı. Diğer bir kurtuluş mücahidini de Tiflis havaları kara kana boyayıp yere serdi. Fakat tarihte kendisini birkaç kez kanla boyamış, doldurmuş olan Belcivan, şimdi en son ümidini de kana boyamıştır. Ah, ne kadar uğursuz zamanlarda yaşamaktayız. Feryadım cihanı boğsun, öldürsün, kapkara bahtıma şeytanlar gülsün (Togan 1981: 455).