Türkistan’da-Ceditçilikten Türkçülüğe – Kazaklarda
Kazaklarda
İbrahim Altınsarın, Kıpçakların Karasüyek şubesinin beyi-Balguça Beyin oğludur. O Rus-Kazak muallim mektebini bitirip, 1857’den 1887 yılına dek Kostanay civarındaki evinde ölümüne kadar, Rusça öğretmenlik, tercümanlık, sulh hakimliği, tümen kaymakamı muavinliği ve Turgay tümeni tedrisat müfettişi memuriyetlerinde bulunmuştur. Meşhur şarkiyatçı misyoner İlminsky ile temasta bulunmuş ve Onun nüfuzu altında kalmıştır.
1873 yılında Kazaklar için alfabe ve diğer mektep kitapları tertip etmek üzere, Altınsarın ve Çolakoğlu Ercan dahil bir komisyon kurulmuştur. Altınsarın, Rusların emriyle Rus harflerine esasen Kazakça okuma kitapları neşretmiş, sonra bunları Arap harfleriyle de Kazan’da bastırmıştır.
Altınsarın Kazak milliyetçilerinden olup, yazdığı okuma kitaplarını Büyük Timur, Ablay Han, Canıbek Batır, Kıpçak Seyyidkul, Abulhayır Hana özgü hikayeler-şiirler yanı sıra Egüge, Urakoğlu Albek Mirza, Erden Batır, Kublandı, Çalkiyiz, Canıbek Han gibi destanlardan parçalarla doldurmuştur. Kendisi bu gibi eserleri çok sevmiş ve toplamıştır. Altınsarın’ın Orenburg Coğrafya Cemiyeti neşriyatında, Kazak etnografyasına ait yazıları basılmıştır. O yaradılışça bir eğitimci idi. Muhitine yakın bulunmasına rağmen, İlminsky’e yazdığı mektubunda Kazaklar arasında Hıristiyanlık propagandasının zararlı olduğunu samimi olarak anlatmaya çalışmış ve Kazak bozkırlarına Rus göçmenlerinin yerleştirilmesine karşı çıkmıştır (Togan, 1981: 490-491).
1. Abay Kunanbay (1845-1904)
Abay gençliğinde Arapça ve Farsça öğrenir. O, 35 yaşındayken, ülkesine sürgün edilen Rus devrimcilerinden Michaillis ile karşılaşır. Abay Ondan Rusçasını ilerletip, Puşkin, Lermontov, Nikrasov, Leon Tolstoy, Turginev, Saltikov Scedrin, Dostoyevsky gibi Rus ediplerinin eserlerini; Belinsky ve Pisarev’lerin edebi eleştirilerini; Spencer’in “Tecrübe”, George Henry Leues’in “Pozitif Felsefe”, Draper’in “Avrupa’nın Fikri Gelişmesi” gibi eserlerini; Rus devrimci Filozofu Çerneşevsky’nin neşriyatını okur. Avrupa şairlerinden bilhassa Lermontov ve Onun üstadı Bayron hoşuna gider. Abay’ın eserlerinde Farsçadan Sadi, Türkçeden Nevayi ve Fuzuli’nin tesiri görülür. Lermontov ve Puşkin’den tercümeleri vardır. Hele Puşkin’in Yevgini Onegin’inin manzum çevirisi pek parlak olmuştur. Abay yalnız bir şair değil aynı zamanda bir filozoftur. Uygar seviye itibarıyla geri kalmış Kazak göçebe ortamında kendisinin çağdaş düşüncelerini anlatabilmekten aciz kalan şair, şikayetlerini “Cartas” (Kaya) adlı maruf olan şu parçasıyla ifade etmektedir:
Cartaska bardım
Künde aygay saldım
Ondan da çıktı canggırık.
Estip ünün
Bilsem dep cönün
Köp izdedim kanggırıp
Bayagı cartas bir cartas.
Kangk eter tüktü baykamaz.
Cayavı kalıptı
Attısı çaptı
Ayrılıp sözdi kim uksın.
İşte dert kalın
Avızdan calın
Burk etip közden cas şıksın.
Küydürgen song çıdatpay
Koyama iken cılatpay?!
Mamıktan tösek
Tastay bolup kesek
Canbaska batar uyku cok.
Sabır bop sözü
Mez bop özü
Oylanar ilding sıykı cok.
Bayagı kuvlık bir aldav
Kısılgan cirde can caldav
Atadan altav
Anadan dörtev
Calgızdık körer cirim cok.
Agayın bek köp
Aytamın iptep
Sözümdi ugar ilim cok.
Molasınday baksının
Calgız kaldım tap çınım.
(Yani: Kaya taşlara gittim, her gün ay hay! Diye bağırdım, ondan da bir yankı geldi, bunu işiterek bu ses nereden geliyormuş diye arayıp sersericesine çok dolaştım, fakat kayataş yine o kayataş, “ kangk” eder ama sözün manasını hiç anlamaz. Yayalar geri kalmış, atlılar ise koşarak ileri gitmiş, onlardan kim başını çevirerek benim sözümü dinleyecek ve derdimi anlayacak? İçimde derdim büyük. İçimdeki ateşin alevleri ağzıma kadar gelmiş, dolmuş, gözden yaşlar da “burk” ederek akıyor. İçimi tahammül edilmez derecede acıtarak yandırdıktan sonra bu dertler, ağlatmadan bırakır mı dersin? Pamuktan yapılmış yumuşak yatak, bir taş parçası gibi yanlarıma batıyor, uyuyamıyorum. Çevremdeki adamların sözü fısıldamaktan ibaret, kendileri gururlarından, cehillerinden serbest, düşünen adamların itibarı yok, her yerde bakarsın aynı hile ve mekir, her taraftan yani Ruslardan tazyik gördükleri halde kendi aralarında niza eksik değil. Aynı babadan doğan altı, aynı anadan doğan dört kardeşiz. Demek ki, kendimi yalnız hissetmenin yeri değil, ağa ve küçük kardeşlerim pek çok, kendilerine sözlerimi de mülayim bir surette anlatmaya çalışıyorum. Fakat söz anlar ilim, ulusum yoktur. Baksının (şamanın) kabri gibi yapyalnız kalmışımdır, işte gerçek vaziyetim budur.)
Abay zamanında kendisi için bir muhit oluşturmuştu. Bu, Rus edebiyatına aşık ve Rus fikri ve içtimai hayatından haberdar Müslüman Kazak muhiti idi. Abay’ın kardeşi İshak’ın oğlu Kekitay da bunlardandı. 10 Şubat 1915 yılı ölümü münasebetiyle Alihan, Kekitay’a ait anılarını neşrederken, “1905 yılında Omb’a (Omsk) gelmişti, bende kaldı. Geceleyin Abay’ın, Puşkin’in, Lermontov’un şiirlerini okuyup mest oluyorduk” diyor.
Abay’dan sonra Kazak edebiyatına ve Kazak yenileşme hareketi ile Kazak milliyetçiliğine kuvvet veren en önemli şahıslar şunlardı: Bökeyhanoğlu Alihan, Baytursunoğlu Ahmet, Duglatoğlu Mir Cakıp.
Turgay vilayetinin Argın kabilesinden ve Tosun nahiyesinden olan Ahmet 1872’de doğmuş, 1895’de Orenburg’daki Rusça öğretmen okulunu bitirip, 1909 yılına kadar muhtelif yerlerde öğretmenlik yapmıştır. Argınların Madyar şubesinden olan Mir Cakıp ise, 1881’de doğmuş, hem Rusça, hem de medrese tahsili görmüştür. Her ikisinin de, Kazak halkını uyanmaya davet gibi emeli amaçla veya eski yaşamı tenkitle yazdıkları eserleri ve okul kitapları vardır. Şiirlerinde daha ziyade ateşli bir devrimci olan Mir Cakıp, Kazakların istiklal aşkını dile getirmiştir. Mir Cakıp’ın Kazakları isyana çağıran “Uyan Kazak” adlı risalesi, Yaş Türkistan Yayın Evi tarafından fotokopi şeklinde çoğaltılarak Türkiye’de yayınlanmıştır. “Uyan Kazak” risalesinin eğitime, emeğe değinmiş şu mısraları etkilidir:
Çıgadı asıl tastan, öner castan
(Mücevher taştan, buluş gençten çıkar.)
Terbiye tevir bolsa evel bastan
(Terbiye iyi olsa önceden.)
Misalı gılim tappak sol sekildi
(Mesela, bilim bulmak şuna benzer ki.)
Bulaktın bitip catkan közin aşkan
(Tıkanmış pınarın gözünü açmış gibi.)
Ahmet ve Mir Cakıp, 1913’te Orenburg’da “Kazak” adlı bir gazete tesis eder. Bu gazetenin ruhu-Bökeyhanoğlu Alihan’dır. Bu zat Cengiz evladından olup, 18. yüzyılda pek ünlü olan Kazak hanı Barak’ın torunudur. 1869’da doğmuş ve Rusça eğitim görmüştür. Onun “İki Col” gibi yazıları Kazak siyasi yaşamına yön göstermiştir. Olağanüstü enerjik, ahlaken temiz, yüksek ruhlu olan bu zat, gerçek bir aydın lider olarak tanınmıştır. 1913-1917 yılları arasında Orenburg’da “Kazak” gazetesini neşreden Alihan, Ahmet ve Mir Cakıp Kazak ulusal hareketinin üçlü lideri oluvermişlerdi. Alihan Bökeyhanoğlu başkanlığında 1918’de Simi Palat’ta ulusal devlet Alaş Orda kurulmuştur (Togan, 1981: 369).
Kazaklardaki Ceditçilik ve milliyetçilik hareketinin son temsilcilerinden biri Mustafa Çokay’dır. O, ülkesinin Kızıl Ordu tarafından işgal edilmesiyle beraber, 1919’dan itibaren faaliyetine Türkistan dışında ve hür fikirlerinin yayılabileceği Avrupa’da devam etmek mecburiyetinde kalmıştır. O, 1929-1939 yılları arasında yayınlanan Yaş Türkistan dergisinin sahibi ve başyazarı sıfatıyla, Türkistan istiklal davasının bir temsilcisi olarak, Rusya’dan ayrılmak azmiyle çalışan ulusal zümreler arasında önemli bir yer tutar ve aralık 1941’de 51 yaşındayken Berlin’de vefat eder (Oktay, 44, 49, 51).
2. Çokan Velihanoğlu (1835-1865)
19. yüzyıl Kazak fikir hayatı söz konusu iken, genç ve ünlü Kazak bilgini Çokan Velihanoğlu’ndan bahsedilmelidir. Çokan mektebini bitirdiği zaman Türkçe ve Rusçadan başka, Almanca ve Fransızca da öğrenmişti; üstelik müsteşriklerin şarka ait yayınlarıyla ilgilenmiş bulunuyordu. Türk destanları Çokan için bir ilham kaynağı oluvermiştir. O, Manas destanını ilk defa öğrenen ve onun destanlık itibarıyla bir bütün olduğunu kavrayan aydın bir Türktür. Çokan’a göre, “Kazak sultanlarının ecdadı olan Cengiz Han soyunun devletçilik geleneği, İslam geleneğinden ve Şeriattan çok daha yüksektir. Kazakların yargı işlerini ıslah ederken, İngiliz yargısı örnek edilmeli, Kazak yargısının esası, sadelik ve bürokratsızlıktır.” (Togan, 1981: 545-546). Çokan, Muhammed Peygamberin soyundan gelen hoca ve seyitleri, kendisinin mensup olduğu Cengiz soyuna karşı düşman olarak biliyordu. O, naturalist-rasyonalist idi; Kazak sultanlarından Barak Batır’ın Muhammed Peygamberin kim olduğunu bilmediğini hoşlanarak anlatıyormuş (Togan, 1981: 546). Çokan’a göre, İslam medeniyeti, çağdaş Avrupa fikir sisteminin kabulünü engelliyor (Togan, 1981: 272).
Çokan 1858-1859 yıllarında daha 20’li yaşındayken, kendi arzusuna göre, Rusya hükümeti tarafından Kaşgar’a gönderilir. Toplayabildiği bilgileri dönüp geldikten sonra “Congariye Tasviri”, “Altışehir Ülkesinin Vaziyeti” başlıkları altında 1861’de Rus Coğrafyası Cemiyeti neşriyatında neşreder. Bu yazılar, o zamanki bilim alemi için bir keşif mahiyetinde olmuştur (Togan 1981: 544). Çokan, iki Türkistan’ın da birleştirilerek, Rus himayesi altında Cengiz oğulları tarafından idare edileceğini düşünmüştür (Togan 1981: 548). Onun Ruslara karşı kalbinin çok derinliklerinde yaşayan kini, ancak kendisinin de katıldığı Türkistan’ın işgali seferlerinde patlak verir. O, Sibirya’dan hareket eden Rus başkumandanının yaveri idi. Taşkent’e yürürken, Evliyaata’da Ruslar bir Kazak kadınını süngüye kaldırmışlardır. Çokan bu sahneyi görünce, “Bu ülke, benim babamın ülkesidir, artık dayanamam” diye kızmış ve askeri üniformalarını atıp, çöle çekilmiştir (Togan, 1981: 549).
3. Magcan Cumabay (1884-1937)
Kazak ulusal şairi Magcan Cumabay, 1884’te Balkaş gölü doğusundaki Sasık Köl mıntıkasında doğmuş olup, medrese tahsilinden sonra Omsk’ta Rus öğretmen mektebini, sonra Sovyet devrinde Moskova’daki Rus Yüksek Edebiyat ve Sanat Enstitüsünü bitirmiştir. Bu büyük Türkçü şairin en çok sevdiği ve övdüğü ulusal kahraman-Büyük Timur idi. Şair diğer şiirlerinde kendisine tarihte ulusal askeri kahramanların göstermiş oldukları yolu, bir kurtuluş ve yükseliş yolu olarak biliyor. Fakat, esir ve zebun halde olan Türk ulusuna hakiki necatın, yer yüzünü tekrar işgal edecek olan yeni bir tufandan-Rusu hakim, Türkü mahkum yapan bugünkü şartları temelinden değiştirecek olan büyük ve cihanşumul bir siyasi devrimden beklediğini, “Cer Cüzün Tupan Bassa Eken” (Yer Yüzünü Tufan Bassa İdi) adlı şiirinde ateşli ibarelerle anlatır. Bu dilek gerçekleştiği an, şair Türk ulusundan yepyeni bir adam yaratacak (Togan, 1981: 567-568).
Cumabay’ın öz yurdu zulüm altında olmasına rağmen, O Türkiye Türklerinin de başına gelmiş felaketlerle dertlenir. 16.03.1920’de İstanbul işgal edilirken, “Alıstagı Bavrıma” (Uzaktaki Kardeşime) adlı şiirini yazar:
Alısta avır azap çekken bavrım
(Uzakta ağır azap çekmiş kardeşim)
Kuvargan beyçeçektey kepken bavrım
(Solmuş lale gibi olmuş kardeşim)
Kamagan kalın cavdıng ortasında
(Kuşatmış kalabalık düşman ortasında)
Köl kılıp közding casın tökken bavrım
(Göz yaşlarını göl gibi dökmüş kardeşim)
Şiirin sonunda:
Bavrım, sen o cakta, men bu cakta
(Kardeşim sen o yanda, ben bu yanda)
Kaygıdan kan cutamız birbirimizding atına
(Kaygıdan kan yutuyoruz, birbirimizin adına)
Layıkba kul bop turu, kel kitelik
(Kul olarak yaşamak yakışır mı, gel gidelim)
Altayga, ata miras altın tavga
(Altay’a, ata miras altın dağa)
Bu cesur Türkçü şair de 1937’de, Stalin kurbanları sırasından yerini alır (Hayıt, 1971: 48-49).