Türkçülük, Türklüğün bir değer olarak düşünülmesi, Türklüğe ayrı bir kimlik kazandırılması ile birlikte Türk soylu toplulukların kültürel ve politik birliğini amaçlayan Osmanlı, Azerbaycan ve Rusya Türk topluluklarında devrin entelektüelleri arasında ortaya çıkan bir harekettir. Türkçülük, “Her şey Türk için, Türk’e göre” fikrini savunan Türk Milliyetçiliğinin adı olarak özetlenebilir. Devletin kurucu unsuru ve asıl sahibi Türk Milletine dayanması gerektiğini savunan fikirdir. Nihal Atsız’a göre: “Türkçülük Türk milletinin adıdır ve bu bir ülküdür. Ülkü ise bir milletin manevi gıdasıdır. Ülküsü olmayan bir millet yok olmaya ve haritadan silinmeye mahkûmdur. Türkçülük büyük Türk ilinde, Türk ırkının kayıtsız, şartsız hâkimiyeti ve istiklâli ile Türklüğün her bakımdan bütün milletlerden üstün ve ileri olması ülküsüdür. Bu ülkü geçmişte bir kaç kere gerçekleşmiştir ve büyük Türkçülük ülküsü ve inancı ile yetişen gençlik sayesinde de yarın yeniden hakikat olacaktır. Türkçülük dün bir kaynaktı, bugün çay, yarın, coşkun bir ırmak olacak ve bütün engelleri yıkacaktır.
Türkçülük ideolojisinin farklı evreleri olduğu gibi, her dönemde onu etkileyen kaynakları da çeşitlidir. Bu kaynakların içinde en önemlilerinden biri, 19. yüzyılın sonunda resmi Ruslaştırma politikasına cevap olarak doğan Tatar ve Azerbaycan Türkçülüğüdür[1].
Batıda Türkçülük, Hristiyanlaştırma ve Ruslaştırma politikalarına ya da genel olarak Panslavizme karşı geliştirilmiş bir ideoloji olarak bilinmektedir. Bu ideolojinin temelinde “ortak köken” kavramı etrafında bütün dünya Türklerinin dış tehditlere karşı ittifakı fikri yatmaktadır.
Halil İnalcık “Türkçülük” kavramanı kullanarak “Pantürkizm” ya da “Turanizm” kavramlarının siyaset bilimi kavramları olduğunu söylemektedir[2]. Batılı bilim adamlarından Thomas’a göre, ise Pan-Türkçülük ya da Pan-Turancılığı Batı’dan alınmış kavramlar olarak tanımlamaktadır.[3] Landau, Türkçülük ve Turancılığı[4] birbirinden ayırır. Landau’ya göre, Türkçülük ve Türkçülük ideolojilerinin kapsamı arasında da belirgin bir fark bulunmaktaydı. Türkçülük Türk halklarının kültürel yakınlaşması, bu halkların siyasi ittifakı, bunun için eğitim, dil ve ekonomik hayatta Türkleştirme fikrini dayanan bir hareketin adıdır ve bu hareket dışarıda komşu devletler nezdinde ciddi bir tehdit olarak algılanmıştır. Toynbee ve Kirkwood ise Türkiye üzerine yazdıkları ortak bir eserde Panturancılık Türkçe konuşan tüm halkların Panslavizm çizgisinde birliğini sağlamayı hedefleyen uluslar üstü bir propaganda olarak tanımlanmıştır. Georgeon, Turancılığı Türk milliyetçiliğinin romantik bir yönü olarak görmüş ve Turan fikrinin Rusya kökenli olmadığını ifade etmektedir. Aksine Rusya kökenli entelektüellerin Panturancılık, Türklerin birliği konusunda daha akılcı görüş ifade ettiklerini ve Turancılığa yönelmediklerini yazmaktadır. Turancılığın Osmanlı kökenli Türkler tarafından ortaya atılan, rasyonel olmayan bir tema olduğunu düşünmektedir[5]. Hostler’a göre, Pantürkçüğün Doğu Türklerinin Ruslaştırma politikasına, Batı Türklerinin de Rusların genişlemesine tepkisi olarak ortaya çıktığını ifade etmektedir. Bu iki teriminde Türk dünyasında aynı anlamda kullanıldığını da eklemektedir. Hostler aynı zamanda Macaristan’da 1913 yılından 1970 yılına kadar düzenli olarak çıkan Turan isimli dergide rağbet gördüğünü Turancı hareketlerin ve Türk milliyetçiliğinin gelişmesinde önemli bir rol oynadığını da ifade etmektedir[6].
Türkçü aydınların bir araya geldiği bir dizi kongre de yapılmıştır. Bunların ilki 1905 yılının Ağustos ayında toplanmıştır. Birinci Bütün-Rusya Müslümanları Kongresi olarak sunulan bu ilk toplantıda tüm Rusya Müslümanlarının ittifakı yolunda kararlar alınmıştır. Bu kararlar, Ocak 1906 yılında gerçekleştirilen İkinci Bütün-Rusya Müslümanları Kongresi’nde bir kez daha onaylanmıştır. 1906 yılının Ağustos ayında gerçekleştirilen Üçüncü Bütün-Rusya Müslümanları Kongresi, sözü geçen bu ittifakı İttifak-ı Muslîmîn adı altında siyasi bir partiye dönüştürme kararı almıştır. Her üç kongrede de Tatarlar çok aktif rol oynamışlar, fakat sıkı hükümet denetimi sonucunda milliyetçi editörler ve gazeteciler ya göç etmiş ya da sürgün edilmişlerdir. Bunların bazıları Osmanlı İmparatorluğu’na göç etmiş, böylece Türkiye’deki Türkçü hareketin gelişimine ciddi katkıda bulunmuşlardır.
Tarihi gelişim evreleri açısından Türkçülük dört dönemde incelenebilir:
1. Başlangıç Dönemi (İlk Dönem):
Başlangıç dönem (ilk dönem) Türkçülük kültürel Türkçülük ideolojisidir. Türkçülüğün bu ilk aşamasını dilde Türkçülük olarak belirleyebiliriz. Bu hareket öncellikle ortak bir dil (Türkçe) yaratmayı hedeflemişlerdir. Eğitim, dil reformu, basın propagandası, ekonomik ve iktisaden birlik milliyetçi Türk ve Tatar[7] aydınlarının odak noktası olmuştur. Landau’ya göre ilk dönem Türkçülük Çarlık Rusya’sında doğan Panslavizm’in ayna görüntüsüdür ve Türk dünyasının entelektüelleri Türkçülük fikrinin gelişmesinde önemli rol oynamıştır[8]. Türkçülük ideolojinin özü bu dönemde şekillenmiştir. “Ben bir Türküm, dinim, cinsim uludur.” diyen Mehmet Emin duygu dili ile Türkçülüğü dile getirir. Ahmet Vefik Paşa, Türk tarihi üzerine çeşitli eserler çevirerek Türkçülük hareketinin doğuşunda büyük rol oynamıştır ki, Şecere-i Türkî bu tercümeler arasında en önemlisidir. Avrupalı Türkologlar Süleyman Paşa’da askerî okullarda Hunlardan başlamak üzere Orta Asya tarihi dersleri vererek Türklüğü ön plana çıkarıcı faaliyetler gösterirken eğitim ve öğretime kattığı “Türkçülük Ülküsü” ve “Türk Millî Tarihi” gibi ifadeleri katmıştır.
Şemseddin Sami’nin ilk Türkçe roman olan Taşşuk-ı Talât ve Fıtnat, “Kamus-ül Âlâm” adlı ansiklopedi ve nihayet Türkçe sözlük olan “Kamus-ı Türkî” Türkçülük fikrinin gelişmesinde önemli etkenlerdir[9].
Başlangıç döneme İsmail Bey Gaspıralı, Panslavizm hareketi başta olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Genç Osmanlı hareketi (Namık Kemal, Şinasi Efendi ve Ziya Paşa etkisi) ve 1860-1870 yılları arasında İstanbul’da gelişen Panislamcı hareketler katkı sağlamıştır. Gaspıralı bu etkiler çerçevesinde Rusya Müslümanlarının ittifakı fikrini geliştirmiştir.[10] Gaspıralı, 1883 yılında çıkarmaya başladığı Tercüman gazetesinde belirgin bir Türkçü vurguyla laik milliyetçiliği savunmuştur. “Dilde, fikirde, işte birlik” Gaspıralı’nın sloganıdır. Lisan-ı umumi olarak adlandırdığı bu ortak dil (Orta Dil), Kırım Tatarca’sının Rus, Arap ve Farsça kelimelerden arındırılıp yerine Türkçe kelimelerin getirilmesiyle oluşturulacaktı. Birlik vurgusu ile kastedilen tüm Rusya Müslümanlarının birliğidir. Müslümanların çoğunluğu Türk kökenli olduğu için, dinî birlik çağrısı Rusya’daki Türklerin yani Müslüman Türklerin birliğini ifade etmektedir[11].
Avrupa Şarkiyatçıları Eserleriyle Türkçülüğe Etkisi de önemlidir. Avrupalı Şarkiyatçılar: Joseph de Guignes “Histoire de Generale des Huns des turcs, des mon- golos et autrestatars Ocidentaux”Arthur Lumpey Davis “Grammar of the Turkish Language”, Leon Cahun “Introduction a l’histoire de l’Asie”, Armin Hermann Vambery, F,W Radloff, V.L.P. Thomsen Osmanlı aydınlarını etkilemiş Batılı bilim adamlarıdır. Ahmet Vefik Paşa’nın Lehçe-i Osmani adlı eseri, Mustafa Celalettin Paşa’nın Fransız dili ile yayımladığı “Les Turcs et modernest [Eski ve Yeni Türkler]” Süleyman Paşa’nın “Tarih-i Alem”, Şeyh Süleyman Efendi’nin “Lügat-ı Çağatay ve Lisan-ı Türkî-i Osmanî” tarih ve dilbilim alanında Türkçülüğün gelişimine önemli katkılar yaptı. Ayrıca Ahmet Cevdet Paşa “Tarih-i Cevdet”, Leon Cahun’un “Asya Tarihine Giriş” adlı eserini tercüme eden Necip Asım Bey, ilk “Bütün Türk Tarihi” yazarı olma şerefine sahiptir.
2. Türkçülüğün Gelişme Dönemi (İkinci Dönem):
Landau’ya göre bu dönem 1904-1905 ve 1922-1923 yılları arasında iki ayrı zaman diliminde gelişmiştir. Türkçülüğün “altın çağıdır”[12]. Türkçülük bu dönemde siyasî bir kimlik kazanmıştır. Bu dönem için siyasî anlamda Türkçülükten söz edilebilir. Osmanlı ve Türk dünyasından gelen başlıca entelektüellerinin oluşturduğu bir dönem olmakla birlikte daha çok Türk dünyasının entelektüelleri bu gelişmede önemli rol oynamışlardır: Yusuf Akçura (1876-1935), İsmail Bey Gaspıralı (1851-1914), Ali Bey Hüseyinzade (Turan) (1864-1942), Mehmet Emin Resulzade (1884-1955) ve Ahmet Ağaoğlu (1876-1939)’dur. Landau’ya göre bu dönemde Türkçülük ideolojisi irredantist[13] bir karaktere bürünmüştür. Ancak bu dönem Türkçüleri Türk dünyasında bir kültür birliği, dil birliği, işte ve fikirde birlik oluşturmak amacında olmuşlardır, ancak bunu bir yayılmacılık aracı olarak kullanmak akıllarından bile geçmemiştir. Bu dönem Türk milleti kendi doğal sınırlarını koruyabilmek için bu fikirlere sarılmıştır. Emperyalist ve yayılımcı emellerle değil. Türk dünyasının entelektüelleri bırakın bu amaçlar peşinden koşmayı kendi ülkelerini terk etmek zorunda kalmışlar ve Osmanlı topraklarına bir şekilde gelmek zorunda kalmışlardır. Osmanlı İmparatorluğu’na göç edenler arasında Tatarlar ve Orta Asya ve Azerbaycan’dan gelen Türk kökenli gruplar, Rusya’dan gelen iyi eğitimli kişilerdir ve bunlar Türk milliyetçiliğinin şekillenmesinde ve siyasi bir ideal olarak yayılmasında kilit rol oynamışlardır. Bu çerçevede Tatar milliyetçilerinin önde gelen isimlerinden olan İsmail Bey Gaspıralı ve Yusuf Akçura’nın düşünceleri özellikle önemlidir.
Rusya’daki dil reformu hareketleri yanında 1905’ten başlamak üzere Tatar, Azerbaycan, Özbek dergilerinde Türkçülük fikri neşriyata başlamış bunun yanında aynı yılın Ağustos ayında Birinci Bütün-Rusya Müslümanları Kongresi Ocak 1906 yılında İkinci Bütün-Rusya Müslümanları Kongresi ve 1906 yılının Ağustos ayında gerçekleştirilen Üçüncü Bütün-Rusya Müslümanları Kongresi, “İttifak-ı Muslîmîn” adı altında siyasi bir partiye dönüştürme kararı almıştır. Ancak sıkı hükümet denetimi milliyetçi editörlerin ve gazetecilerin ya göç etmiş ya da sürgün edilmesine neden olmuştur. Bunların bazıları Osmanlı İmparatorluğu’na göç etmiş, böylece Türkiye’deki Pantürkçü hareketin gelişimine ciddi katkıda bulunmuşlardır[14].
1903 ve 1913 yılları arasında ittihat ve terakki liderleri arasında Osmanlıcılıktan Türkçülüğe doğru gelişen siyasi bir dönüşüm olduğunu söyleyebiliriz. Bundan kısa bir zaman önce hem Yusuf Akçura hem de Ziya Gökalp Türkçü aktiviteler ve neşriyatlara başlamışlardı. 1904’te Yusuf Akçura’nın Üç Tarzı Siyaset’ine Osmanlı entelektüellerini etkilemeye başlamıştır. 1908’de Yusuf Akçura, Sultan Çelebi ve Necip Asım, Türk Derneğini kurarak Türkçülük fikrinin cemiyet halinde kurumlaşmasında önemli rol oynamışlardır. 1912 yılında Türk Derneği dağıldı, Türk Derneği’nin eski üyelerinin ve tıp öğrencilerinin katkısıyla Türk Ocağı kuruldu. Türk Yurdu dergisi yayın organı oldu. Balkan Savaşlarından sonra Genç Kalemler yazarları Türk Yurdu dergisine katıldı. 1913’te Türk Ocağı Halka Doğru dergisini neşretti. Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu ve Ziya Gökalp Turan devletinin kurulması için propaganda yaptılar. Ahmet Ferit Tek “Tekin” müsteharı ile bu dönemde “Turan” kitabını yazarak Turancılığın gelişmesine büyük bir katkı yaptı.
Rusya Türklerinin Eserleriyle Etkisi: Azerbaycan Türkü, Melekzade Hasan Bey Zerdabi “Ekinci” adıyla haftalık Türkçe gazete, Kırımlı Tatar Gaspıralı İsmail Bey “Tercüman” gazetesi, 1889’da Osmanlı Devleti’ne göç eden Hüseyinzâde Ali Bey, Yusuf Akçura “Üç Tarzı Siyaset” Osmanlı’da Türkçülüğe kaynaklık etmiş eserleriyle ve şahsiyetleriyle önemli rol oynamış kişilerdir.
Meşrutiyet ile Başlayan Örgütler: Türk Derneği Turan Neşr-i Maarif Cemiyeti, Türk Yurdu Cemiyeti, Türk Ocağı (Bu örgütler vasıtasıyla yayımlan “Türk Yurdu” dergisi).
Siyasi Birlik ve Kültürel birlik anlayışına bağlı Ziya Gökalp Türkçülüğü, Türkçülük akımının en önemli temsilcilerinden Genç Kalemler dergisi, Tekin Alp gibi kişilerin katkısı ile Türkçülük anlayışını belirleyen ve etkileyen şahıslar, örgütler ya da eserler olmuştur.
Almanlar Türkçülük ideolojisini, Türkçülük ve İslamcılığı bu dönemde Rusya’yı zayıflatmak ve Orta Asya’nın geniş ekonomik zenginliğinden faydalanmak üzere kullanmaya çalışmıştır. Georgeon, Almanlarla İttihad ve Terakki yönetiminin ilişkisinde Akçura’nın büyük bir rol oynadığına dair iddialar olduğunu, fakat bu konuda şüpheleri bulunduğunu yazmaktadır.[15]
3. Sovyetler’in Orta Asya’ya Hâkimiyeti ve Üçüncü Dönem Türkçülük:
Orta Asya’da Sovyet hâkimiyetinin başlamasıyla Türkçü hareketler burada yeraltına inmiş; aynı zamanda da Türkiye’de de cumhuriyet ilan edilmiştir. Bu dönem, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar olan dönemi kapsar. II. Dünya Savaşı’nda Tatarların (Türk asıllı Müslüman unsurlar) Nazi ordusuna esir düşmeye başladığı dönemdir. Türkiye Türklüğü ve Türkiye Türk dünyasından göç etmiş olan Türkçüler, sünnet olan Tatarların da Yahudi zannedilmesinden endişe duymalarına da neden olduğu dönemdir. Almanlara bu yönde telkinlerde bulunulmasından sonra Almanlar bu konuyu kendi lehlerine kullanmaya çalışarak, Türk dünyası kökenli esirlerden bir ordu oluşturarak Sovyetlere karşı bu orduyu kullanma çabaları da söz konusudur. Bazı Tatarların Alman Nazi güçleriyle iş birliği yaptığı da görülmüştür. Türkçülük ideolojisini Almanlar, Türkçülük ve İslamcılığı önceden Rusya’yı zayıflatmak için ve Orta Asya’nın geniş ekonomik zenginliğinden faydalanmak üzere kullandığı gibi bu dönemde de bizzat kendi yönetiminde, kendine bağlı ordu kurarak kullanmak istemişlerdir. Almanların kendi çıkarları için kullandığı Türkçü propaganda 1944 yılında Tatarların Sovyet otoriteleri tarafından sürülmesiyle Türkçülük Orta Asya içinde her hangi bir şekilde anlamlı bir aktivite olmaktan çıkmıştır. Georgeon, Ahmet Ağaoğlu ve Yusuf Akçura gibi Rusya’dan göçen entelektüellerin Türklerin birliği konusunda akılcı bir yaklaşım izlediklerini ve Turancılığa hiç yönelmediklerini yazmaktadır.[16]
Türkçü düşünceleri Osmanlı ülkesine taşıdıkları genel kabul gören Rusya göçmeni Türkçü aydınların Türkçülüğe romantik milliyetçiliğin öğelerini katarak, onu gerçekdışı projelere dönüştürenlerin ve Turancılığın daha çok Osmanlı kökenli Türkler tarafından gündeme getirilmiş, rasyonel olmayan bir tema olduğunu savunmaktadır. Türkçü hareket, aynı dönemde, Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan tarafından çıkartılan Bozkurt, Çınaraltı ve Tanrıdağ dergilerinde ihtiyatlı bir şekilde tartışılmaya başlanmıştır.
Cumhuriyetin kurulduğu ilk dönemden başlamak üzere 1944 yıllarına kadar Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan gibi Türk entelektüelleri Türkçülük ve Turancılık konusunda yayınlar neşretmeye başladılar. Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Rıza Nur gibi Türkçü aydınlar, Türklüğün esasını dilden çok “kan” meselesi olduğunu savunmuşlardır. Ona göre milletin kurucu unsuru “kan”a dayalı ırk olmalıdır. Rıza Nur da aynı şekilde, “Milliyet asla kültür meselesi değildir.” Milliyet ırk, kan meselesidir. Dil, zihniyet, edebiyat ve emsali gibi kültür unsurları milliyet binasının ikinci derece malzemeleridir.[17]
4. Dördüncü Dönem Türkçülük Hareketi, Türkçüler ve 3 Mayıs’ın Türkçüler Günü Olarak Kutlanması:
Kendi nevi şahsına münhasır 3 Mayıs 1944 Türkçülük günü adıyla anılan ve İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda başlayıp bugüne kadar devam eden en önemli dönemdir. 1946 yılında Türkiye’de çok partili döneme geçilmesiyle birlikte Türkçülük tekrar kabul görmeye başlamıştır[18]. Sovyetler Birliği’ndeki Türklerle sınırlı olan Türkçülük hareketi, Çin, İran, Irak, Yunanistan, Kıbrıs, Romanya ve Bulgaristan’da yaşayan Türkleri de içine alarak gözle görünür bir şekilde alanını genişletmiştir[19].
Bu dönem Türkçülük ve Turancılık anlayışı, Türkiye sınırları dışında kalan Kazaklar, Özbekler, Türkmenler, Kırgızlar gibi halkların Türk ulusunun önemli birer uzvunu oluşturduğu düşüncesiyle gelişen “Dış Türkler” sevgisinin tezahür ettiği bir dönem olarak kabul edilebilir. Bu dönemin Türkçülük ve Turancılık anlayışının bir “kan” meselesi olduğunu savunulmuş ve Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan gibi Türkçüler Türk’ün ideal devlet anlayışını devlete hâkim kılabilecek kurucu unsurlarda aranması gerektiği fikrini ortaya koymuşlardır. Bu dönem Türkçüleri millet ve ırk kategorilerinin özdeş olmadığını, “ırk” faktörünün daha millet unsurunun içinde ama daha kapsamlı olduğu görüşündedirler. Milletin adı Türk, ırkın adı Tur’dur. Tur ırkının oranı kanında en yüksek bulunan millet Türk milletidir. Türk milleti asil Tur ırkının hakiki temsilcisi olmaktadır. Nihal Atsız bir aşama daha ileriye geçerek Türk milleti ile Tur uyruğu ayrımını yok saymış ve Türk milleti, Türk ırkının özdeşi olarak görülmüştür.
Bu dönem Türkçülüğün ırkî esasları beş özelliğe dayanır:
- Tarihî esas,
- Karışma esası,
- Fizyolojik esas,
- Psikolojik esas
- Kültürel esas.
Bu esasları içerisinde bulunduran temel karakteristik “kan”dır. Kan maddi değerleri taşıyıcısı olduğu kadar, manevi değerlerin de taşıyıcısıdır. Ancak bu fizyolojik ve biyolojik düzeyde kana vurgu yapma Türk ırkının diğer kavimlerden üstün olduğu fikrine vurgu yapmaz ve diğer ırkları “öteki” yaparak düşmanlık, asimilasyon ve yayılmacılık anlayışlarını Türk’ün dünya görüşüne aykırı oldukları için beraberinde taşımaları Türk’ün doğasına aykırıdır. Atsız’ın bunun dışında bir görüşle Türk’ün dışındaki milletlere karşıyız tarzındaki ifadeleri sadece polemikçi üslubuyla izah edilebilir.
Nihal Atsız ilkelerini, dokuz ilkeden oluşan bir programla açıklar:
- Bütün Türkler bir devlet halinde, bir bayrak altında toplanacaktır,
- Türk töresine, ilme, tekâmüle mugayir hiçbir müessese Türkeli sınırları içinde yaşayamayacaktır,
- Terbiye ilminin müsaade ettiği en küçük yaştan itibaren bütün çocukları Türkel’inin yatılı mekteplerine girerek millî-askerî terbiye alacaklardır,
- Sinema ve tiyatrolar halk mektepleri olduğundan mektepler gibi kontrole tâbi olacaktır,
- Türklüğün milliyet, hars ve ahlâkına zararlı neşriyat menedilecektir,
- Büyük işler ve büyük sermayeler devletin elinde olacaktır,
- İlmin milli gayeleri olacak ve ancak Türklük için çalışan ilimler Türk ilmi olacaktır,
- Serbest doktorluk ve avukatlık kalkacak, bunlar ancak devlet memuriyeti halini alacaktır,
- Mirasa cemiyette iştirak edecektir.[20]
4.1. Dördüncü Döneme Damgasını Vuran Irkçılık Turancılık Davası: Diğer üç dönemde Türkçülük devlet tarafından da desteklenmiş görüntüsü hâkimdir. Ancak dördüncü dönemin diğerlerinden en önemli farkı, 1944 Türkçülük olayı nedeniyle devlet desteği görüntüsünün yıkıntıya uğradığı dönem olmasıdır. Bu dönemde bizzat mevcut devlet ricali tarafından yönlendirilen kurgulanmış bir davayla Türkçülük ve Turancılık fikri ve mensuplarını vatan haini göstermeye çalışılmıştır. Irkçılık Turancılık davası adıyla yapılan yargılanma dönemin Cumhurbaşkanının ve Başbakanın yönlendirdiği, yargıya etki ettiği dönemdir. Türkçü ve Turancı olarak öne çıkmış bilim adamlarının üzerine gidilmiş, bu çevreler üzerinden Türkçülük ve Turancılık fikrinin itibarını millet nezdinde yerle bir etmek amaçlanmıştır.
4.2. Irkçılık-Turancılık Davasında Yargılanan Kişiler ve İddia edilen suçlar[21]:
T.C. Sıkıyönetim Komutanlığı, İstanbul 1 No.lu Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanlığı’nın tutanaklarından öğrendiğimiz kadarıyla Türkçü vatanperver, münevver ve entellektüel 23 kişi 171/2, 142, 148 madden dava açılmıştır.
Dava tutanaklarında adları geçen kişiler şunlardır: 1. Zeki Velidi Togan, 2. Reha Oğuz Türkkan, 3.Cihad Savaşfer, 4. Dr. H. Ferit Cansever, 5. Hüseyin Namık Orkun, 6. Hüseyin Nihal Atsız, 7. Orhan Şaik Gökyay, 8. Nejdet Sançar, 9. Heybetullah İdil, 10. Piyade Üsteğmeni Alparslan Türkeş, 11. Yedek Nakliye Asteğmeni Fazıl Hisarcıklılar, 12. Hikmet Tanyu, 3. Fehiman Altan, 14. Muzaffer Eriş, 15. Zeki Özgür, 16. Yusuf Kadıgil, 17. Cihat Savaşfer, 18. Sâim Bayrak, 9. Hamza Sadi Özbek, 20. Cemal Oğuz Öcal, 21. Sait Bilgiç, 22. Cebbar Şenel, 23. İsmet Rasin Tümtürk ve 24 Ahmed Karadağlı, Eşi Nuriman Karadağlı (Her ikisi de halen Almanya’da bulunduklarından adli âmir Sıkıyönetim komutanlığınca bunlar hakkında tahkikatın muvakkaten tatiline karar verilmiştir.)
Sonuç:
Dördüncü dönem Türkçülüğün önemli olaylarından 3 Mayıs nümayişi ve 19 Mayıs Nutku’nun ardından toplanan Türkçülerin davası, İstanbul 1 numaralı Örfi İdare mahkemesinde görüşülmeye başlanmıştır. Davada toplam Yukarıda adlarını zikrettiğimiz 23 sanık yargılanmış; ayrıca, Almanya’da bulunmaları dolayısıyla iki sanık ile ilgili muvakkatten tatil kararıyla verilmiştir. Asker ve sivil sanıklar İstanbul Tophane Askeri Hapishanesi’nde dava süresince tutuklu yargılanmışlardır. 1 No’lu Sıkıyönetim Mahkemesinde, 7 Eylül 1944 ile 29 Mart 1945 tarihleri arasında 65 oturum devam eden yargılama sonunda milliyetçiler muhtelif hapis ve sürgün cezalarına mahkûm olmuşlardır. Davada on üç sanık beraat etti. On sanık ise on yıla kadar çeşitli hapis cezaları aldılar. Daha sonra dâvâ Askerî Yargıtay’a taşınmıştır. Yüksek Mahkeme 1. İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi’nin bu kararını “usul ve esas yönünden” bozmuş ve Tutuklu sanıkların hemen salıverilmesini ve davanın 2. Sıkıyönetim Mahkemesinde görülmesini kararlaştırmıştır.
Bu karar, 26 Ekim 1945 günü, yıldırım telgrafı ile İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına bildirilerek tutukluların hemen salıverilmesi sağlanmıştır. Böylece, kimi Türkçüler için 1 yıl beş buçuk ay süren hapis ve zindan hayatı sona ermiştir. Zeki Velidi Togan, Alparslan Türkeş, Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Cihat Savaş Fer, Nurullah Barıman, Fethi Tevetoğlu, Nejdet Sançar, Cebbar Şenel ve Cemal Oğuz Öcal 26 Ekim 1945’e kadar tutuklu kalmıştır. Askerî Yargıtay’ın 87 sayfalık kararında, sanıkların durumu ve kendilerine yöneltilen suçlamalar ayrı ayrı şahıslara göre değerlendirilerek, her biri için ayrı aklama kararı verilmiştir.
Bu olay Türkçülerin mağduriyeti ile sonuçlanmış ancak bu mağduriyet ardından Türkçüler daha da güçlenmiş ve “Türkçüler Günü” adıyla bilinen, manası, prensipleri ve amacı belirli bir ülkü hâline gelen kutlu bir gün kazandırmıştır. 3 Mayıs’ın ilk yıl dönümü 1945 senesinde o sıralarda Tophane’deki Askeri Cezaevinde tutuklu bulunan bir avuç Türkçü tarafından örtüsüz bir masa etrafında yapılan bir toplantı ile anılmış, daha sonraki yıllarda ise çeşitli törenlerle kutlanmıştır. 3 Mayıs’ın mağdurlarından Alparslan Türkeş bu tarihin “Türkçüler Günü” adıyla kutlanmasına vesile olmuş ve bu geleneği hayatı boyunca devam da devam ettirmiştir. 3 Mayıs Hüseyin Nihal Atsız’a göre “Türkçülüğün gafletten ayrılışı can düşmanlarını tanıdığı dost sandığı hainleri ayırdığı” gündür.
Alıntı Kaynak: Erciyes Aylık Fikir ve Sanat Dergisi, Mayıs-2017 Yıl:40 Sayı:473