Türkçeye Düşmanlık Türk’e Düşmanlıktır!
Gazeteci Murat Bardakçı’nın, İBB’nin geçtiğimiz 17 Aralık günü düzenlediği “Şeb-i Arus” etkinliğinde, sergilenen Semâ Ayini’ndeki Arapça ve Farsça ritüellerin Türkçe olarak icra edilmesi üzerinden yapmış olduğu “Türkçe Kur’an” itirazı hakkında geçenlerde kaleme aldığımız “Türkçe Kur’an Caiz Değilse” başlıklı yazımızda geniş izahatlarda bulunmuştuk.[1]
O yazımızda şöyle bir bilgiye yer vermiştik: “Oysa Merhum Yaşar Nuri Öztürk, 2009 yılında yayınlanan ve birkaç gün önce ‘Türkçe Kuran’ konusunda itirazını dile getirerek ülkede gündem oluşturan Murat Bardakçı’nın da hazır bulunduğu bir TEKETEK programında, İmam Ebu Hanife, İmam Şâfi, İmam Ahmet b. Hanbel ve İmam Mâlik dahil 4 büyük Mezhep İmamı’na dayanarak, Kur’an’ın Türkçe ve başka dillerde de okunabileceğini, Arapça dışındaki dillerdeki Kur’an ile de ibadet edilebileceğini, hatta hiç Kur’an bilmeyenlerin, sadece münacatta bulunarak (yani Allah’a dua edip yalvararak) namaz kılabileceği gibi, aklından Allah’ı geçirerek de namaz kılabileceğini söylemiş, Murat Bardakçı da bu sözler karşısında sükut ederek bir anlamda Yaşar Nuri Öztürk’ün sözlerini tasdik etmiştir.[2]
Birkaç gün önce oğlu Doç. Dr. Mustafa Tahir Öztürk, sosyal medya hesabından babasının başka bir video kaydını yayınlamış. Video kaydı, muhtemelen yine o yıllarda ve fakat yukarıda bahsi geçen programdan sonraki tarihlerde Haber Türk TV’de yayınlanan ve sunuculuğunu Yiğit Bulut’un yaptığı bir program. Konu yine “Türkçe İbadet”, konuklarsa yine Yaşar Nuri Öztürk ve Murat Bardakçı. TEKETEK programında, sanırım programın ortak sunucusu pozisyonunda olduğu için Yaşar Nuri Öztürk’e karşı oldukça kibar ve nazik davranan Murat Bardakçı, Yiğit Bulut’un programında oldukça hırçın ve adeta Yaşar Nuri Öztürk’ü alaya alan bir tavır sergilemektedir. Ancak ileri sürdüğü argümanlar oldukça çürük ve bilimsel temelden yoksundur. Büyük ölçüde mugalata yapmakta ve iki de bir Yaşar Nuri’yi seyirciye havale ederek adeta tribünlere oynamaktadır.
Yaşar Nuri Öztürk, bu ikinci video kaydında diyor ki özetle: “Hanefi fıkhına göre Kur’an’ı Arapça olarak düzgün okuyamayanlar (hatta düzgün okusalar bile) Kur’an’ı kendi ana dillerinde okuyarak namaz kılabilir. Yani Hanefi fıkhında Kur’an-ı Arapça okuyamama şartı bile yoktur. Şâfî, Mâlikî, Hanbelî ve İmamiyye (Şiilik) fıkhı ise insanlar Arapçayı iyi okuyamıyorsalar, içlerinden geldiği gibi duâ okuyarak namazlarını kılabilirler demiş. Peygamberin yakın arkadaşlarından Selman-ı Farisi, Peygamberin bilgisi dahilinde Fatiha’yı Arapçaya tercüme ederek İran’a göndermiş ve bununla namaz kılın demiş ve öyle de yapılmış. Bu konu Hanefi Fakihi Serahsî’nin ‘El Mebsut’ isimli eserinde var. Narşahî, ‘Tarihi Buhara’ isimli eserinde Buhara’da Selatin Camilerinde yüzlerce yıl Farsça namaz kılındığını söylüyor…”[3]
Yaşar Nuri Öztürk’ün fıkıh kaynaklarına dayanarak söylediklerinden anlaşılan şudur: Hanefi Mezhebi’ne göre Türcümeler de Kur’an’dır ve tercümelerle namaz kılınabilir. Diğer mezheplere göre ise Tercümeler Kur’an değildir ve onlarla namaz kılınmaz! Görüleceği gibi, diğer mezhepler Kur’an tercümelerini bile insanların kendi düşüncelerini yansıtan abur cubur sözlerden bile daha değersiz buluyorlar! İşte bunun içindir ki biz Türkler, İslam’ın en akılcı yorumu olan Hanefîliği benimsemiş durumdayız ve işte bu sebeple Balkanlardan ta Çin Seddi’ne varıncaya kadar bütün Türk Dünyası ağırlıklı olarak Hanefî mezhebini benimsemiş bulunmaktadır.
Murat Bardakçı’nın söz konusu programda Merhum Yaşar Nuri Öztürk’e karşı çıkarken ileri sürdüğü argümanlar ise evlere şenlik türünden. Özetle diyor ki Murat Bardakçı: “-Allah’u ekber- ile -Tanrı Uludur- aynı şey midir. -Bismillahirrahmanirrahim- demenin ahengi başkadır, -esirgeyen bağışlayan Tanrının adıyla- demenin ahengi başkadır, komik olur…(Yiğit Bulut’un araya girerek ‘Peki bunu Halife Osmanlı bilmiyor muydu?’ diye sorması üzerine) Cahildi Osmanlı, bilmiyordu bunları..”[4]
Murat Bardakçı’ya ancak şunu diyebiliriz: Osmanlı tabi cahildi! Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethinden sonra, “Tercümeler Kur’an değildir ve tercümelerle namaz kılınmaz” diyen düşüncenin egemen olduğu Arap coğrafyasından İstanbul’a, Anadolu’ya ve diğer Osmanlı coğrafyasına yayılan Selefî akımlar, Türk’ün saf ve samimi din yorumunu bozup dağıttı. Osmanlı, cahil ve dar kafalı şeyhülislamların verdiği fetvalar ile bazı inanç gruplarına karşı savaş açtı ki; bunların başında Alevi Türkmenler ve Yezidiler gelmektedir! “Tercümeler Kur’an değildir, Tercümelerle namaz kılınmaz” görüşünün egemen olduğu coğrafyanın insanı olan İdris-i Bitlis’i ile işbirliği yapan Osmanlı, Tercümelerle de namaz kılınabilir düşüncesinin egemen olduğu coğrafyanın insanlarının, yani Alevi Türkmenlerin adeta anasını ağlattı.
Onları Anadolu’daki topraklarından zorla sökerek, İran’daki Safevi yönetiminin kucağına itti. Direnenleri ya katletti ya da küçük gruplara ayırarak ülkenin farklı yerlerine, mesela Balkanlara sürdü. Bugün biz bile onlara “Evlâd-ı Fatihân” diyerek, yaşadıklarını görmezden geliyoruz ama Osmanlı’nın nüfus politikası, zorla göçe tabi tutulan bu insanlar için tam bir zulümdü.
Büyük Atatürk de böyle bir ailenin çocuğudur işte. Uzak ataları, önce Safevî yönetimine İstanbul’dan daha yakın olan Tokat civarından Karaman bölgesine, oradan Balıkesir yöresine, oradan da Balkanlara sürülmüş Kızıloğuz Türkmenleridir. Bunu tarihi kaynaklar söylüyor bize…
“Allah’u ekber ile Tanrı Uludur aynı şey midir. Bismillahirrahmanirrahim demenin ahengi başkadır, esirgeyen bağışlayan Tanrının adıyla demenin ahengi başkadır, komik olur…” diyen kafa, Kur’an’ı ahenkli okuyarak Allah’ı kandırmaya çalışan kafadır! Bu kafa, Allah’ı, hâşâ, Mısırlı Hafız Abdussamed’in nikâh, boşanma, miras, savaş veya kadınların aybaşı hallerine ilişkin ayetleri yanık yanık okurken ağlayan Anadolu köylüsü gibi zannediyor olmalıdır!
Şeb-i Arus
Yeri gelmişken demek isterim ki; Murat Bardakçı’nın “Mevlevî mukabeleleri ney taksimi ile başlar, sonra Farsça bir ‘naat’ ve bunu güftesi Farsça olan âyin takip eder, bu sırada semâ edilir, semâda sadece erkekler vardır; âyin tamamlanınca Kur’an, ardından da geleneksel ‘gülbang’ okunur ve mukabele bir dua ile sona erer.” dedikten sonra İBB’nin Şeb-i Arus etkinliğinde Farsça ve Arapça söyleyişlerin Türkçeleştirilmesine karşı çıkmasını[5] anlamak mümkün değildir.
Allah, sizin “İbadet” dediğiniz Semâ ayinindeki Farsça ve Arapça söyleyişleri anlıyor da Türkçe söyleyişleri anlamıyor mu Murat Bey? Buna derler Türk’ün ekmeğini yiyip Farsın ve Arapın kalemini oynatmak. Türk kültürünü bozan ve yozlaştıran kültürlerin başında Arap ve Fars kültürleri gelmektedir. Üstelik de bu, tıpkı “Semâ” örneğinde olduğu gibi dini ritüel, ibadet ve dini kavramlar yoluyla sinsice yapılmaktadır. Peygamber, namaz, oruç, bayram örneklerinde olduğu gibi. Bu kelime ve kavramların tamamı Farsçadır ki; en başta “Şeb-i Arus” Farsçadır. “Şeb-i Arus” yerine “Düğün Gecesi” desek ne değişir? Değişen tek şey, Mevlânâ’nın biraz daha Türkleştirilmesi olurdu herhalde…
“Tercümeler Kur’an değildir, bu sebeple Tercümelerle namaz kılınmaz” diyerek aslında Türkçe’ye karşı çıkanlar, sözüm hepinizedir: Yahu siz, Hoca Ahmet Yesevi’den, Yunus Emre’den, Mevlânâ’dan, Hacı Bektaş-ı Veli’den, Süleyman Çelebi’den ve Ahmet Kuddusi Baba’dan daha mı dindarsınız Allah aşkına?[6]
Unutulmasın ki; Türkçe, Türk Milleti’nin ses bayrağıdır. Türkçeye düşmanlık, direk Türk’e düşmanlıktır…
10.01.2021
Kurucu 1924 Anayasasının 88.Maddesi,”Türk,Osmanlının bakiyesi ve Yeni Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan Müslim ve GayriMüslim vatandaşların tümünün ismidir”diyorsa ve Osmanlının bakiyesi olan vatandaşlar da, Arap,Rum,Ermeni,Kürd,çerkez,Arnavut,Laz ve Terkmen=Göçebe vatandaşları kapsıyorsa,sizin Osmanlı’nın özü olan Fars ve Arap diline karşı oluşunuzun mantıklı bir gerekçesi olabilir mi?
T.C. ANAYASASI MADDE 3. – Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı “İstiklal Marşı”dır. Başkenti Ankara’dır.
Bunu kabul etmek zorunuza gidiyorsa, buyurun İran’a veya Arabistan’a…
Konu özellikle benim alanım olması nedeniyle hemen okumak istedim. Merak işte… Fakat içeriği ve sizin görüşlerinizi tahmin edebiliyordum ki bunda da yanılmadığımı görmenin hazzını yaşadım değerli hemşehrim. Hem bilimsel hem de manevî değerlerin harmanlandığı yazınızda kendi değer yargılarımın yansımasını görmek beni son derece mutlu kıldı. Sadece şu kadarını söylemem sanırım düşüncelerimin tümünü yansıtmaya yetecektir: Ben tüm dualarımı ve namaz ibadetimi Türkçe gerçekleştirmeye çalışıyorum. En azından ne dediğimi, ne istediğimi, düşünce ve duygularımı tam olarak ifade edebiliyorum. Bu demek değildir ki “amentüyü” bilmiyorum. Elbette biliyorum. Hatta bunun içeriğini de biliyorum. Keşke gerçeklerle yüzleşmeyi, işin doğrusunu kabullenmeyi içimize sindirebilsek. Sonsuz saygılarımla