Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Türkçenin Söz Varlığında Yabancılaşma

0 13.041

Prof. Dr. Hamza ZÜLFİKAR

Türk dili, tarih boyunca ilişki kurduğu ülkelerin dillerinden kelimeler almış, o dillere kelimeler vermiştir. Kelime alış verişindeki ilişki, komşu ülkeler arasında olduğu gibi uzak ülkeler arasında da kurulmuştur. Bu alış veriş, aynı sınırlar içinde de cereyan etmiştir. Selçuklu ve Osmanlı imparatorlukları sınırları içinde bulunan millet ve toplulukların dillerinden alınan, kelimelerin pek çoğu bugün bile günlük dilimizde yaşamaktadır. Liman, sınır, körfez, marul Yunanca (Rumca); soba, varoş Macarca, çete Bulgarcadır.

Tarih sırasına göre konuyu ele alacak olursak, önceleri Çinceden daha sonra Sanskritçeden, Soğdcadan, Farsçadan, Arapçadan kelime ve terim alınmıştır. Ön Asya’ya, Anadolu’ya gelindikten sonra Yunancadan (Rumcadan), Ermeniceden, İtalyancadan, Fransızcadan ve son olarak da İngilizceden alınan kelime sayısı küçümsenmeyecek kadar çoktur. Daha az sayıda kelime alımı ise, Macarca, Bulgarca, Rusça, ve Arnavutçadan yapılmıştır.

Bir medenî yapıdan bir başka medenî yapıya geçiş, bir dinî inanış terk edilip bir başka dini kabul etme, siyasî tercihler, ticarî bağlar, askerî alandaki gelişmeler, üretilen birtakım yeni mal ve hizmetler, çeşitli sosyal ilişkiler, kelime alış verişinde etkili olmuştur. Yabancı dillerden çevrilen kanunnameler, seyahatnameler, sözlükler çeşitli bilim dalları ve sanat kollarıyla ilgili kitaplar aracılığı ile de yığınla yabancı kelime ve terim Türkçeye geçmiştir.

Dilimiz yalnızca kelime almakla kalmamış doğu ve Batı dillerinden ek de almıştır. Önceleri yabancı kökenli kelime içinde Türkçeye geçen eklerden zamanla bağımsız olarak da yararlanılmıştır. Örnek olarak harekat, mevzuat, iktisadiyat örneklerindeki Arapça kökenli -at çokluk eki zamanla gidişat, varidat gibi Türkçe kökenli kelimelere de getirilmiştir. Aynı durum Farsçadan alınan kelimelerde de görülür. Farsça kökenli namdar, payidar, perdedar örneklerindeki -dar eki emekter, bayraktar, sancaktar örneklerinde görüldüğü gibi Türkçe kökenli kelimelere de eklenmiştir. Bu tür Farsça ekler manidar, minnettar, tahsildar örneklerinde görüldüğü gibi Arapça kökenli kelimelere de getirilmiştir. Ancak bunların daha önce Farsçada oluştuğu ve bu biçimleriyle Türkçeye geçtiği de gözden uzak tutulmamalıdır.

Arapça soyut isimler yapan -iyet eki için aidiyet ciddiyet, cinsiyet örneklerini, zarf yapan -en eki için atfen, esasen, fikren, takriben örneklerini, sıfat yapan-î nispet eki için vatanî, ticarî, ilmî örneklerini gösterebiliriz. Alınan bu tür ekler aynı zamanda isim, sıfat ve zarf görevlerini yerine getirmek amacıyla kullanılmış, böylece dilimiz, dolaylı olarak Arapçanın gramer kurallarından da etkilenmiştir.

Farsçadan alınmış eklerin sayısı ise, çok daha fazladır. Zarf yapan -ane eki için cahilane, dostane, şairane, sıfat yapan -kâr eki için cefakâr, günahkâr, itaatkâr, yer isimleri yapan -gâh eki için namazgâh, ikametgâh, ziyaretgâh örneklerini gösterebiliriz. Yer bildiren -istan eki gülistan, kabristan gibi örnekler yanında Lehistan, Hırvatistan, Bulgaristan gibi kelimelere de getirilmiş ve o yıllarda ülke toprakları bu ekle adlandırılmıştır. Farsçadan alınan hane kelimesini yazıhane örneğinde olduğu gibi Türkçe kelimelere telgrafhane örneğinde olduğu gibi Fransızca sözlere bile getirildiğini söyleyebiliriz.

Benzeri bir durumu da Batı dillerinden Türkçeye geçen kelimelerde görmekteyiz. Fransızcada ve İngilizcede sıfat yapmaya yarayan ve yaygın bir ek olan -ik eki birçok Batı kökenli kelime ile birlikte Türkçeye geçmiştir. Aroma yanında aromatik, ansiklopedi yanında ansiklopedik, arkeoloji yanında arkeolojik örneklerini verebiliriz. Dilimize son yıllarda geçen medya kelimesin sıfatı olan medyatik sözünü de bunlara canlı bir örnek olarak ekleyebiliriz. Ancak bu tür Batı’dan geçen eklerin yukarıda olduğu gibi Türkçe köklere getirilmesi, yıkamatik gibi son yıllarda türetilen birkaç örnek dışında pek görülmez. Bugün Batı kökenli kelimeler aracılığıyla Türkçeye geçen ekleri bir araya getirecek olursak, bunlar ön ve son ekler olarak büyük bir yekûn tutar. Diktatör, animatör, prodüktör kelimelerindeki -ör (-eur) eki, anarşit, feminist, finalist örneklerindeki -ist (-iste), ambalaj, avantaj, averaj örneklerindeki -aj (-age) eki, ajitasyon, aksiyon, aplikasyon örneklerindeki – syon (-tion) ekini son eklere örnek olarak verebiliriz. Normal, anormal, politik apolitik, metal ametal gibi örneklerde görüldüğü gibi kelimeler hem ön ekli hem de ön eksiz biçimleriyle Türkçeye geçmişlerdir.

Bu genel değerlendirmeden sonra şimdi tarih sırasını takip ederek Türkçenin söz varlığındaki yabancılaşma sürecini ele alalım.

Çinceden alınan ilk örnekleri Köktürk (Göktürk) Anıtlarında ve Uygur metinlerinde görmekteyiz. Köktürkçeye giren az sayıda kelime daha çok yer, şahıs veya unvan adıdır. Budizm ve Manihaizm dinlerini kabul eden Uygurların dilinde Çince, Sanskritçe ve Soğdca kelimelere rastlanır. Bu kelimeler daha çok dinî, ticarî veya kültürel kelimelerdir. Ahmet Caferoğlu’nun Eski Uygur Sözlüğü adlı eserinde (Enderun yayınları İstanbul 1993), 40 kadar Çince, 174 Sanskritçe ve 9 Soğdca kelime bulunmaktadır. Çinceden Uygurcaya çevrilen Kalyanamkara ve Papamkara adlı eski bir hikâyede “prenses” anlamında kunçuy, “zincir” anlamında sua kelimeleri Çince, “kıymetli maden” anlamındaki çintemeni Sanskritçe, “teselli, öğüt” anlamındaki humaru kelimesi ise Soğdcadır.

Günümüze gelen Çince kelimeler için çay, mantı ve inci örneklerini verebiliriz. Şehir anlamında kent, cehennem anlamında tamu, cennet anlamında uçtmah gibi kelimeler ise bugüne kadar gelen Soğdcadan kalma sözlerdir.

İslâmiyet’ten önce Türk söz varlığının yabancı kelimeler açısından bir istatistiği çıkarılacak olursa yabancı kökenli kelimelerin sıklık oranı %5’i bulmaz. Türk dilinin söz varlığının yabancılaşması asıl İslâmiyet’in ve Arap harflerinin kabulünden sonra başlar, Doğu kökenli yabancı kelime sayısı XVI., XVII. ve XVIII. yüzyıllarda giderek artar. Ama hemen eklemek gerekir ki, bu dönemde sayısı giderek artan Doğu kökenli pek çok kelimenin üreticileri Türklerdir. Kullandıkları kök ve ekler doğu dillerinin kök ve ekleridir.

Daha önce Müslüman olmuş komşu Farslar aracılığı ile Türk diline giren Farsça kelimeler yanında pek çok da Arapça kelime Türkçeye Farsça kanalıya girmiştir. İslâmî bazı kelimelerin Arapçası değil, Farsçası Türkler arasında yayılmıştır. İslâmın beş şartından ikisini ifade eden savm, salat kelimeleri doğrudan dilimize geçmemiş, namaz ve oruç olarak Farsçaları Türkçeye mal edilmiştir. Kelimeişahadet terimi de Arapça değil, Farsça bir tamlama biçimidir.

İlk İslâmî eserlerimizden olan Kutadgu Bilig söz varlığı açısından değerlendirilecek olursa, bu eserde 2861 kelime bulunmakta, bunların 319’u Arapça, 81’i Farsça, 2461’i ise Türkçe kökenlidir.

X. yüzyıldan XVIII. yüzyıla kadar Doğu dillerinden Türkçeye giren kelimeler dinî, edebî ve ilmî kelimelerdir. XVIII. yüzyıl birtakım yeni kavramlara karşılıklar bulma çağıdır.

XVIII.  ve XIX. yüzyılda Osmanlıların Arapça ve Farsça kök ve eklere dayandırılarak türettikleri pek çok kelime vardır ki, bunlar şeniyet, mefkure, meşrutiyet örneklerinde olduğu gibi köken olarak yabancı olmakla birlikte Farsların ve Arapların yabancı sözlerdir.

Dildeki yabancılaşma açısından meseleye baktığımızda XVII. yüzyıldaki gelişmeler ilgi çekicidir. Bu yüzyılda birçok şairimizin değişik bir ifade elde etmek üzere bütün güçleriyle eski lugatleri karıştırdığını, Arapçadan ve Farsçadan yeni alıntılar yaptığını görmekteyiz. Dilde yıldız, güneş, ay, baş, dudak, göz, yanak gibi kelimeler varken necm, hurşit, mah, veya kamer, ser, leb, çeşm veya ayn, ruh gibi kelimeleri tercih ettikleri görülmektedir. Farsça tamlama kuralına göre kurulmuş mah-ı nev, ceşm-i mahmur, çeşm-i siyah, leb-i handan, leb-i canan, ruh-ı dildar gibi yüzlerce örnek de bu dönemde yayılmaya başlamıştır. Batı medeniyetindeki ekonomik, askerî ve teknik gelişmeleri XVII. yüzyıldan beri takip eden Türkler, bu medeniyetle ilgilenmeye başlamış, öncelikle Fransızcadan tıp, askerlik ve çeşitli sanat dalları ile ilgili olarak çeşitli kelimeler almaya başlamış, bazen de point de view = nokta-i nazar örneğinde olduğu gibi bunlara karşılıklar bulmuşlardır.

Türkçenin Doğu dillerinden etkilenmesi XVIII. yüzyılda yavaşlamaya başlamıştır. Tanzimat Fermanı’nı yayımlayan Başbakan Reşit Paşa,”menafi-i halka yazılmış fenne ve sanata ait kitapların herkesin anlayabileceği bir dilde olmasını” ister. Tanzimat aydınlarından Şinasi, Ahmet Cevdet Paşa, Ahmet Vefik Paşa, Ali Suavi, Şemsetin Sami, Necip Asım sade Türkçeden yanadırlar. 1950’li yıllarda kurulan Encümen-i Daniş bir yandan dilin anlaşılır bir yapıya kavuşmasına çalışırken bir yandan da Arap harflerinin ıslâhının yollarını aramıştır. Bu dönemde Ahmet Cevdet Paşa’nın Kavid-i Osmaniye adlı eseri yayımlanmış, Türkçenin eğitimi ve öğretimi üzerinde ciddiyetle durulmaya başlanmış, okuma yazma oranını yükseltmek ve bu arada Türkçeyi daha kolay ifade etmek için çeşitli fikirler geliştirilmiştir.

II. Meşrutiyet’ten sonra dil ve edebiyat alanında isim yapmış ve Genç Kalemler dergisinin etrafında toplanmış olan Ömer Seyfettin, Ali Canip gibi Türk aydınları ise, dili yabancı kurallardan, ve yabancı eklerden arındırmak üzere yazılar yazmaya başlamış, daha sonra Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı kitabında “Lisanî Türkçülük” adlı bir bölüm yazarak işin teorisini ortaya koymaya çalışmıştır.

1900 yılının başında Kamus-i Türkî adlı ünlü sözlüğünü yayımlayan Şemsettin Sami’nin bu eserinde 29.000 civarında kelime bulunmaktadır. Sözlüğe o yıllarda kullanılmakta olan Batı kökenli kelimeler de alınmış ve Arap harfli bu sözlükte, Batı kökenli maddelerin karşılarına Lâtin harfleriyle orijinal biçimleri de verilmiştir. Adında Türk sözü bulunan Şemsettin Sami’nin Kamus-ı Türkî adlı eseriyle 1900’lü yılların başından itibaren Türkçe daha ciddî olarak incelenmeye, araştırılmaya başlanmıştır.

Türkçe kökenli kelimeleri yerleştirmek, Osmanlı Türkçesinden kalan, kök olarak Arapça ve Farsçaya dayanan kelimeleri tasfiye etmek üzere başlatılmış olan çalışmalar, l930’lu yıllara rastlar. Bilinçli ve teşkilâtlı olarak başlatılmış olan bu harekette özellikle terimlere ağırlık verilmiştir. Bu terimlerin pek çoğuna bizzat Atatürk nezaret etmiştir. Artı (zayit), eksi (nakıs), toplam (cem), bölü (taksim), çarpı (zarp, darp) gibi terimler onun eseridir.

Türkçe köklere dayanan karşılıklar bulma işi l980 yılına kadar sürmüştür. 1950’li yıllarda da bu iş bir komisyon aracılığı ile yürütülmüş ve Türk Dil Kurumunun yayın organı olan Türk Dili dergisinin sayılarında halka duyurulmaya başlanmıştır. Ayrıca Türk Dil Kurumu bu yolda çeşitli yayınlar yapmıştır. Önceleri Türk Dili dergisinin çeşitli sayılarında listeler hâlinde verdikleri karşılıkları daha sonra Sade Türkçe Kılavuzu adıyla kitap olarak yayımlamış, böylece isteyenlerin kolayca yararlanabileceği bir kaynak ortaya koymuşlardır. Bu kitapçık daha sonra genişletilerek Özleştirme Kılavuzu adı altında 1978 yılında yeniden çıkartılmıştır. Kılavuzda ara sıra Batı kökenli kelimelere de yer verildiği görülmektedir. Bilim dallarına ve sanat kollarına ait yabancı kökenli kelimelerin karşılıkları bu kılavuzda yer almamış, o tür kelimeler ise, terim sözlüklerine bırakılmıştır.

Türk Dili dergisinin 1950’li yıllarında yayımlanmaya başlayan listeler, 1959 yılının Mart ayına kadar devam etmiş ve 22 liste tutmuştur. Burada Osmanlı Türkçesinden kalan kelimelere önerilen karşılıklar için şu örnekleri verelim: Değer (kıymet), yeterlik (kifaye), yazıt (kitabe), açılış töreni (resmiküşat), sözlük (lûgat), tapınak (mabet), yetenek (kabiliyet), basamak (kademe), nicelik (kemiyet), saygınlık (itibar), saymaca (itibarî), güven (itimat), özen (itina), karşılık (ivaz), büyütmek (îzam etmek), iğrenme (istikrah), gensoru (istizah) ortam (vasat) vb.

Bu listelerde Doğu kökenli bir kelimeye birden çok karşılığın önerildiği de görülmektedir. Kail olmak için inanmak, kanmak, akılı yatmak, gönlü yatmak biçimindeki karşılıklar söz konusu kelimenin Türkçede anlam genişlemesine uğradığını dolayısıyla yan anlamlar kazandığını göstermektedir. Bunu gibi işgal etmek birleşik fiili uğraştırmak, vakti olmak, tutmak, kaplamak, el altına almak fiilleriyle karşılanmıştır.

Önerilen karşılıkların bazıları tutunmamıştır. Değim (liyakat), öz saygı (izzetinefis), kovumsamak (istiskal etmek), biçem (üslûp), saylav (millet vekili), izdem (tema) ısıdenetir (termostat) erim (vade) vb.

Önerilen öykü (hikâye), yazın (edebiyat), yargıç (hakim), izlence (program), dinlence (tatil), soyağacı (şecere), toplu görüşme (panel), yanıt (cevap) gibi kelimeler ise toplumun bir kesimince benimsenmiş diğer kesimince benimsenmemiş şekillerdir.

Yabancı kökenli kelimelere karşılıklar bulurken bazen bir kelimeye karşılık olarak iki öneride bulunulmuş ve bunlardan biri zamanla tutunmuş, diğeri tarihe karışmıştır. Bu duruma kanaat için önerilmiş olan kanış, ve kanı örneklerini verebiliriz. Bunlardan kanı daha yaygın olarak kullanılmaktadır.

Bütün bu gelişmeler doğrultusunda 1945 yılından 1980 yılına kadar olan durumu Türkçe Sözlük yayınında görmek, takip etmek mümkündür. 1945 yılında Türk Dil Kurumu’nca yayımlanan Türkçe Sözlük’teki kelime sayısı yalnızca 15.000’dir. 1989 yılında Türk Dil Kurumu’nca yayımlanan Türkçe Sözlük’te ise bu sayı 75.000 kelimeye çıkmıştır.

Buraya kadar ele aldığımız bölümde daha çok Türkçenin doğu dillerinden etkilenişinin evrelerini ve örneklerini değerlendirdik. Şimdi de meselenin öteki yüzüne yani Batı dillerinden etkilenişine bakalım. Batı kökenli yabancı kelime ve terimlerin Türkçeye fazlaca girmeye başladığı tarih XVII. yüzyıl olarak kabul edilir.

Anadolu’nun fethinden (1071) sonra Batıya gelen Türklerin söz hazinesinde birtakım değişme ve gelişmeler olmuş, yerli halkların dillerinden kelimeler almak veya onlara kelimeler vermek biçiminde bir alış veriş ilişkisi kurulmuştur. Rumlardan alınan kelimeler yazı diline, genel dile mal edilirken, Ermeniceden alınan kelimeler ise, halk ağızlarında kalmıştır. Alınan bu tür yabancı kelimeler, daha çok araç gereç adlarıdır.

Türklerin denizcilikle tanışması, kıyılardan denizlere açılması, bu yolla taşımacılık ve ticaret yapmaları, uzak ülkelere ticarî ve askerî seferler düzenlemeleri, birtakım yabancı kelimelerin dillerine girmesine sebep olmuştur. Alınan bu tür kelimeler Cenevizlilerin, Venediklilerin konuştukları İtalyanca kökenli kelimelerdir.

Türklerin çeşitli ilişkiler içinde Rumcadan ve İtalyancadan aldıkları kelimeler, Batı kökenli kelimelerin ilk safhasını oluşturur.

Anadolu’nun fethinden sonra yaklaşık 150 yıl içinde bölgede yazılmış Türkçe eserler henüz elimize geçmediği için Türkçeye geçmiş Batı kökenli kelimeler hakkında o yıllara ait bir değerlendirme yapmak mümkün değildir.

Anadolu’da yazılmış ilk eserler olan Ahmet Fakin’in Kitab-ı Mesacidi’ş-şerife adlı eseri ile Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled’in İbtidaname, Rebapname, İntihaname adlı eserleri de bu konuda bize bir fikir vermez. Çünkü bu eserler, daha çok dinî ve edebî nitelikte eserlerdir. Bu tür eserler, dönemin söz hazinesini tam olarak yansıtmazlar. Bunlarda çeşitli araç gereç adlarına, bitki ve hayvan adlarına, sosyal hayatın kavramlarını anlatan adlara rastlanmaz.

Bilindiği gibi Anadolu Selçuklu Devleti’nin resmî dili Farsça idi. Türkçenin resmî bir dil olarak kabul edilişi beylikler dönemine rastlar. Bu da XIV. ve XV. yüzyılları kapsar. Bu sebeple Batı kökenli kelimeler açısından o dönem eserlerini gözden geçirirken ilk örnekler olarak bugün gün ışığına çıkarılmış bazı eski eserler bulunmaktadır.

Zafer Önler tarafından işlenip sözlüğü de ortaya konan Müntahab-ı Şifa bunlardan biridir. Müntahab-ı Şifa bir tıp eseridir. Yazarı Celâlüddin Hızır, 1417 yılında ölmüştür. Dolayısıyla eser 1400’lü yılların ilk yarısında yazılmıştır denebilir. “Teke sakalı ukurudur, karın geçmesine ve bagarsuklarda baş olmasına fayide eder, Rumca ana kıstındus derler” (99 a, Z. Önler yayını s. 110.) örnek cümlesinde geçen kıstındus Rumca yani Yunanca bir bitki adıdır. Aynı eserde geçen Yunanca kökenli fesleğen, peksimet, fırın (s. 111.) kelimelerini de örnek olarak verebiliriz.

XVI. yüzyıl metinlerine dayalı olarak “İki Osmanlıca Metinden Derlenmiş Anatomi ve Fizyoloji Terimleri” adlı makaleyi yazan Esin Kahya’nın derlediği terimler içinde Batı kökenli şu sözler bulunmaktadır: anevrisma, diyabitis, epidermide flegmoni, fosfato, kataratta, konglumerate, mukoine, pangreatis, prostate. (Bilim Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe s. 233.) Örneklerden de anlaşıldığı gibi Batı kökenli kelimelerin geliş yollarından biri çeşitli bilim dalları aracılığı ile olmuştur.

İstanbul fethi ve Türklerin Avrupa’ya ayak basmaları, Karadeniz kıyılarına yayılmaları, Ege adalarına ulaşmaları onların hayat tarzlarını değiştirmiş ve onları yeni meslek ve sanatlarla uğraşmak durumuna getirmiştir. Tanıştıkları kültürlerin terimleri ve kullandıkları araçların adları, alıntı kelimelerin oranını yükseltmiştir. Galata’da yerleşmiş bulunan Rum, Ermeni,Yahudi tüccarlarla yüz yüze gelmişlerdir. Bu alış verişte veya bu intibak sürecinde duydukları ve öğrendikleri kelimeleri genel olarak kendi söyleyişlerine uydurarak dile mal etmişlerdir. Ticaret, gemicilik, taşımacılık, işletmecilik gibi alanlarla ilgili kelime ve terimler yanında çeşitli balık adları ve bitki adları da onların kelime hazinesine girmiştir. Büyükçe bir kayık adı olan ve bugün İstanbul’da bir sokağın adı olarak hâlâ varlığını sürdüren pereme ve bu mesleği yapan peremeci kelimeleri o yılların sözlerinden biridir. Gene Rumca kökenli ırgat kelimesi de o yılların bir hatırasıdır. Kaptan, kınnap, korsan, kupa, palanga, panayır, varil gibi kelimeleri de bunlara ekleyebiliriz.

Daha sonraki yıllarda ünü dünyaya yayılmış bulunan Seydi Ali Reis’in Miratü’l-memalik adlı eseri bu bakımdan ilgi çekicidir. 1498 yılında doğmuş olan Seydi Ali Reis denizcilikle ilgili bu eserinde “delik” anlamında falya, “bir çeşit savaş gemisi” anlamında firkata, “altın para” anlamında flori kelimelerini kullanır. Bunlardan flori daha önceki metinlerde de geçer. Söz konusu eserde geçen öteki Batı kökenli Rumca veya İtalyanca kelimeler şunlardır: Fırtına, fora, kadırga, kalyon, kamarat, komi, körfez, liman, pus, pusula vb. (Mehmet Kiremit, Seydi Ali Reis, Miratü’l-memelik, Ankara 1999) Daha sonraki yüzyıllar içinde yetişmiş olan Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde de pek çok Batı kökenli kelimeye rastlamaktayız. Badana, balyos, fıçı, fino, filika, frenk, kiremit, gibi kelimeler yanında, levrek, uskumru, midye gibi deniz ürünlerini, kereviz, kiraz, portakal gibi sebze ve meyve adlarını bulmaktayız. Yurt dışına giden ve o ülkelerdeki izlenimlerini sefaretname adı altında yayımlayan devlet görevlilerinin eserleri de Batı kökenli kelimeler açısından verimlidir. Tanzimat’a kadar söz konusu ettiğimiz yollarla Türkçeye giren kelimeler hakkında bir fikir vermesi bakımından aşağıdaki örnekleri verebiliriz: Kumbara, mendirek, mengene, mermer, vardiye, varil, volta, governör, iskemle, kanal, lodos, poyraz, pafta, sandal, kereste, palaska, firkete, gümrük, olta, panayır, şarampol, kaput vb.

Tanzimat dönemiyle açılan gazetecilik ve tiyatroculuk uğraşları Türkleri biraz daha Batı’ya yaklaştırmıştır. Antik, jurnal, jön, Batı’da yazılmış çeşitli alanlara ait kitaplar ve bunların tercümeleri dile Batı kökenli kelimelerin girişinde etken olmuştur. Giyim ve ev eşyaları ile ilgili yüzlerce Batı kökenli kelimeler bu yıllarda rağbet görmüştür. Bütün bu kelimelerin çok büyük çoğunluğuda Fransızcadan alınmıştır. Gardrop, kostüm, dekolte, salon, hol, antre, teras, avukat, balet, balo, bilet, suare o yılların hatırasını taşır. Selâmlama sözü bonjur, bonsuvar, adiyo gibi Fransızca kelimeler de bu tarihlerde metinlere geçmiştir. Bu dönemde Türkçeye giren ve bugün sayıları 5.000’e ulaşan Fransızca kökenli kelimeler için şu örnekleri verebiliriz: aristokrat, burjuva, fanilâ, konser, kompliman, madam, moda, palto, polis, tuvalet, vida, vals vb.

Otomobilin Türklerin hayatına girmeye başlamasıyla beraberinde getirdiği marş, fren, debriyaj, marşpiye, direksiyon, trenin Türkler tarafından kullanılmaya başlandığı tarihlerden bu yana trenle ilgili olarak Türkçeye giren tren, kondüktör, bilet, vagon, ray, gar gibi bütün kelime ve terimler Fransızcadır.

Yeni harflerin kabulünden ve dil inkılâbından sonra yazılmış roman, hikâye, deneme, mektup, hatıra türündeki eserlere genel olarak bakıldığında Fransızca kelimeler açısından bu tür eserler biraz temkinli bir tutum içindedir. Pek çok yerde söz konusu Fransızca söz, orijinal imlâsıyla yazılmakta bazen de tırnak içine alınmakta, bundan “Kullanmak zorunda kaldım” anlamı da çıkabilmektedir.

Cumhuriyetin 1960’lı yıllarında başlayan ve 1970’li yıllara da uzanan yabancı kelimelerle mücadele ve onlara bulunan karşılıkları dile yerleştirme çabaları ağırlıklı olarak Doğu kökenli kelimeler üzerindedir. Türk Dil Kurumunca çıkarılmış bulunan, yabancı kökenli kelimelerin karşılıklarını içine alan ve yukarıda da belirttiğimiz Sade Türkçe Kılavuzu ve daha sonra Özleştirme Kılavuzu adıyla yayımlanan kitaplarda Batı kökenli kelimeler sayıca çok daha azdır. Bu tür Batı kökenli kelimelere gösterilen karşılıklar için şu örnekleri verebiliriz: Abone, sürdürümcü; abone olmak, sürdürümlemek; abstre soyut; adaptasyon, uyarlama; adres, bulunak; afiş, ası; ajanda, andaç; aksesuar, eklenti, donatımlık; aksiyon eylem; aktivite etkinlik; aktüalite, güncellik; alaturka, doğuluca vb. örneklerde görüldüğü gibi bazıları toplumca benimsenirken bazıları da hoş karşılanmamış ve tutunmamıştır.

XX. yüzyılın sonuna doğru Fransızcadan kelime ve terim alma yolu kapanmış, bu kez İngilizce kelimelerin akını başlamıştır. Ülkemizdeki İngilizce eğitimin giderek yaygınlaşmasına, Amerika Birleşik Devletleriyle olan siyasî, askerî ve ekonomik ilişkilerin sıklaşmasına Batı teknolojisinin çok hızlı bir biçimde gelişmesine paralel olarak dilde de İngilizce kökenli kelimelerin sayısı her geçen biraz daha artmıştır. Bilgisayar teknolojisinin hızlı bir aşama kaydetmesi, beraberinde binlerce yeni yabancı terim getirmiş ve bunlara karşılıklar bulunamadan olduğu gibi, Türkçeye girmeleri kaçınılmaz olmuştur. Para ve bankacılık alanında da pek çok yeni kelime ve terim, bulunduğumuz yüzyılda Türkçeye girmiştir.

Bunlar eskiden olduğu gibi Türkçenin yapı düzenine uydurulmadan, ses kurallarına tabi tutulmadan olduğu gibi orijinal imlâlarıyla kabul edilmeye ve o biçimleriyle yazılmaya başlanmıştır. Ekonomist, Oto Show, Tempo örneklerinde olduğu gibi çeşitli dergi adları Show, Star örneklerinde olduğu gibi televizyon kanallarının adları büyük bir özenle Batı’dan alınan kelimelerle adlandırılmaya başlanmıştır. Bunlara komedi show, talk show gibi program adlarını da katabiliriz.

Fransızca kökenli kelimeler için yapılan mücadelenin gereği gibi etkili olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu olumsuz gelişme karşısında pek çok Fransızca kelime ve terim dilde iyice yerleşirken son elli yıl içinde giderek hızını artıran bir İngilizce kelime ve terim akımıyla Türkçe yüz yüze kalmıştır. Bir başka olumsuz gelişme ise dilde mutabakat, uzlaşma veya uzlaşım gibi kelimeler varken bunların yerine konsensüs gibi bir Batı kökenli kelimenin geçmeye başlamış olmasıdır. Delil, kanıt dilde varken şimdi argüman tercih edilmeye başlanmıştır. Yıldız kelimesinin yanında star dilde yer bulmuştur. Öte yandan Osmanlı Türkçesinden kalan herhangi bir kelime ile onun Türkçede var olan veya önerilmiş olan karşılığı dilde birlikte kullanılırken bu defa onlara aynı anlamda Batı’dan gelen karşılığı eklenmiş, böylece bir kavram mütehassıs, uzman ve kompetan örneklerinde olduğu gibi üç söz ile kullanılmaya başlanmıştır. Bu olumsuz gelişmeler karşısında dilde yozlaşma, kirlenme gibi sözler icat edilmiş ve bazı tepkiler ortaya çıkmıştır. Sürekli çıkan bazı gazete dergiler konu ile ilgili köşeler açmaya bazı gönüllü kuruluşlar konuya eğilmeye başlamışlardır. Bu arada Türk Dil Kurumu’nda da bazı ciddî atılımlar yapılmış bin kadar Batı kökenli kelimeye karşılık bulunmuştur. Örnek olarak viyadük kelimesine köprü yol, Batı kökenli faks için belgegeçer, sempozyum için bilgi şöleni, brifing için bilgilendirme toplantısı, market, satış merkezi, prime time için altın saatler, vizyon ve by-pass için görünüm, damar aktarma, otobüs yolculuklarında kullanılan non-stop için duraksız, molasız, eczacılıkta geçen prospektüs için tanıtmalık karşılıkları önerilmiştir. Ülüş ve çalar önerileri ise Türkiye dışındaki Türkler tarafından kullanılan Türkçe kökenli kelimelerdir. Bunlar da kota ve nüans karşılığı önerilmiştir. Burada üzülerek belirtmek gerekir ki, bütün bu Batı kökenli kelimeler, büyük bir özenti içinde yazılı ve sözlü basın aracılığı ile yaygınlaştırılmıştır. Bu büyük güç bilinçlenmedikçe yabancı kelime akımı devam edecektir.

Sözün bu bölümünde Türkçenin yalnızca kelime alan bir dil olmadığını başka dillere de çok sayıda kelime verdiğini hatırlatmak gerekir. Macarcaya verdiği kelime sayısı 50’den fazladır. Yüzük, arpa, elma, öküz, yemiş, kapı, dana bunlardan birkaçıdır. Sırpça ve Hırvatçada bulunan Türkçe kelimelerin sayısı 6.500’ün üstündedir. Boşnakçaya ise 7.000 Türkçe veya Türkçeleşmiş Doğu kökenli kelimenin geçtiği söylenir ve Boşnakçadaki Türkçe alıntıların ayrı bir sözlüğü yayımlanmıştır. Bunugibi Bulgarca ve Arnavutçada da pek çok Türkçe kelime bulunmaktadır. Bunlar için ağa, akçe, bacı, bacanak, baklava, yüklük, yufka, bilezik, döşek, yastık, kayıkçı, kurşun gibi kelimeler örnek olarak gösterilebilir.

Diller arasında kelime alış verişi tabiî bir dil hadisesidir. Ancak bunun sınırı ve ölçüsü vardır. Türkçenin Doğu’dan ve Batı’dan aldığı kelimelerle anlatım bakımından zenginleştiği kabul edilebilir bir gerçektir. Ancak dilde bir kavramı karşılayacak söz varken veya söz konusu böyle bir yeni kavram Türkçenin zengin türetme imkânlarından yararlanılarak karşılanabilirken yabancı kelimeyi olduğu gibi alıp kullanmak yanlıştır. Batılı veya çağdaş olmak, Batılı görünmek Batı kökenli kelimeleri kullanmakla sağlanamaz. Aydın ve Batılı olmak kendi değerlerini korumak, diline karşı duyarlı olmak ve onu geliştirmekle sağlanır.

Prof. Dr. Hamza ZÜLFİKAR

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 18 Sayfa: 74-79


Kaynaklar :
♦ Arıkan, Zeki, “Batı Dillerinden Türkçeye Geçen İlk Siyasal ve Diplomatik Kavramlar”, 4. Cilt, Türk Tarih Kongresi, Ankara 1999.
♦ Ersoylu, Halil, “Batı Kaynaklı Kelimeler”, Türk Dili, S. 509, 513, 570, Ankara 1994.
♦ Kiremit, Mehmet, Seydi Ali Reis, Mir’atü’l-Memalik, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1999.
♦ Önler, Zafer, Celâlüddin Hızır (Hacı Paşa), Müntehab-ı Şifâ, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1990.
♦ Özön, M. Nihat, Türkçe Yabancı Kelimeler Sözlüğü, İnkılâp ve Aka Kitabevleri, İstanbul 1962. Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1998,
♦ Yabancı Kelimelere Karşılıklar I, II, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1995.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.