Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Türk Tarihinde Göçler ve Önemli Sonuçları

0 20.618

Yrd. Doç. Dr. Ergünöz AKÇORA

“Türk tarihi” denilince, tek bir topluluğun belirli bir coğrafi mekândaki tarihi değil, Türk veya başka adlar altında, ayrı ayrı hükümdarlar idaresinde görünmekle beraber dili, dini, töre ve gelenekleri ile aynı milli kültürün taşıyıcıları olan Türk zümrelerinin çeşitli bölgelerde ortaya koyduğu tarihi düşünmek lazımdır.

Bu bakımdan diğer bazı milletlerin fertleri toplu olarak bir arada bulundukları için, herhangi bir zamandaki durumlarını açıkça tespit etmek mümkün olmasına rağmen, Türk toplumlarının birbirlerinden farklı gelişme yolları takip etmeleri sebebiyle Türk tarihini belirli bir zaman ve mekân içinde değerlendirmek hayli zordur.

Şüphesiz bunda tarih boyunca meydana gelen göçlerin büyük etkisi olmuştur. Tarihleri, sınırı belli bir coğrafi mekânda cereyan eden milletlerin yayılmaları da değişmeyen bir coğrafi mekânda kolay olurken, çeşitli Türk toplumlarının çeşitli coğrafi mekânlarda yaşayış ve idarelerini tespit etmek elbette zordur.

Türkler zaman zaman bir kısmı “Bozkır” tipi olarak yaşarken, diğer bir kısmı “Yerleşik” tip olarak hayata bağlanmışlardır. Birisi bölgede siyasi nüfuzunu kaybederken aynı zamanda ortaya çıkmış ve eski yeni birçok milletlerin tarihleri ile bir arada yani iç içe olabilmişlerdir. Bu durum Türk Milletinin dünya tarihinde derin iz bırakan kudret ve faaliyetinin bir belgesi sayılabilir.

Türk göçlerine geçmeden önce “Türk Adı” “Türk Yurdu” ve “göçlerin sebepleri” hakkında bilgi vermekte fayda mülahaza etmekteyim.

Türk adı siyasi anlamda ilk defa 6. ve 8. a­sırlarda Orhun Kitabelerinde geçmiştir. İlk olarak “Türük” şeklinde kullanılmış ise de gerek kaynaklarda ve gerekse araştırmacılara göre çeşitli manalar verilerek ortaya konulmuştur. Nitekim Tu-kue (miğfer), Türk (terk edilmiş, olgunluk çağı), Türeli (kanun, nizam sahibi) şeklinde ifade edilirken, isim olarak; (güç-kuvvet), sıfat olarak (güçlü, kuvvetli) anlamları anlaşılmıştır. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi, Türk kelimesinin Türk Devletinin resmi adı ilk olarak Göktürk Devletinde (552-630) kullanıldığı görülmüştür.

Bütün bunlar bize Türk adının belli bir topluluğa mahsus etnik bir isim olarak kullanılmayıp siyasi bir ad olarak kullanıldığını ve ileriki dönemlerde bu sebeple kendi hususi isimleri ile anılan diğer Türklerin ortak adı olmuş ve zamanla Türk soyuna mensup bütün toplulukları ifade etmek üzere milli bir ad payesine yükseltilmiştir.

Şüphesiz Türk adı ile anılan bu toplumların ileride bir millet olabilmesi kolay olmamış ve bulundukları yurtlarını terk etmek zorunda kalmışlardır. İlk yurtları konusunda da pek çok nazariyeler vardır. Nitekim bunlardan; Çin kaynaklarına göre (Altayların kuzeyi); Hammer, Vambery ve Oberhummer gibi alimlere göre (Kuzeybatı Asya-Tanrı Dağları arası); kültür tarihçilerine göre (İrtiş-Urallar arası, Altay-Kırgız Bozkırları, Baykal Gölünün güneyi) olarak düşünmüşlerdir. Ancak bugün için bunu 82-110 derece meridyenleri ile 45-57 derece paralelleri arasında, kuzeyde Baykal Gölü, Obi Irmağı; güneyde Gobi çölü, Çungarya ile sınırlamak mümkün olmuştur.

İşte bu sınırlar içinde büyük devletler kurmuş olan Türkler neden bu toprakları terk etmek zorunda kalmışlardır. Bu soruya cevap aramaya çalışırsak;

Bunu birkaç ana başlık altında toplamak mümkündür.

Öncelikle bu göçler şüphesiz ciddi sebeplere dayanmaktadır. Hiçbir kavim veya toplum kendiliğinden keyif için büyük zorlukları göğüsleyerek yer değiştirmez. Bir takım zaruretlerden olduğu bir gerçektir. İşte Türk toplumlarının da bu hareketlerini;

1. İktisadi sebep; fetih yolu ile bir şey elde edemeyince geçim sıkıntısı başlamış ve toplu olarak veya ferdi olarak başka ülkelerde iş bulmaya gidilmiş ve bu sızma yolu ile gerçekleşen göç sonrası sayılar büyük yekûn tutmuştur.

2. İklim değişiklikleri; bilhassa kuraklık sebebiyle Orta Asya’dan kendilerini ve büyük sürülerini besleyebilmek için yeni otlaklar aramaya gidilmiştir. Kuraklık hem ziraatı ve hem de hayvancılığı etkilemiş, insanlar ve hayvanlar çok zor durumda kalmışlardır.

3. Siyasi baskılar; kendilerine göre kuvvetli olan bazı büyük devletlerin zor ve baskıları, onları hakimiyetleri altına almak istemeleri sonucu bazı Türk toplulukları yerlerinde kalırken, diğerleri bağımsız olma isteğiyle çok uzak mesafelere giderek yeniden toplanmaya ve bağımsız bir devlet olma yönüne çaba sarf etmişlerdir. Tabiatı ile bu tür siyasi baskı sonucu yerlerinden oynayanlar zaman zaman gittikleri bölgelerdeki insanların da yerlerini terk etmelerine sebep olmuşlardır.

4. Cihan hâkimiyeti ülküsü; Türklerde mevcut hâkimiyet telakkisi içinde bir ad ve bir bayrak altında toplama ülküsü maneviyatlarının da sağlamlığı ile başka bölgelere gitmelerine sebep teşkil etmiştir.

Yukarıda da belirtildiği gibi buna başka sebepler de eklemek mümkündür. Ancak bu sayılan sebepler iki ana konuda birleşmektedir. Yani göç şekil olarak iki şekilde yapılmıştır.

  1. Fetih yolu ile; bunda hareket noktası yeni bir vatan elde etmek olmuş. Yani belirli gayelerden yoksun sırf macera olsun diye yapılan göçler olmamıştır. Bu göçlere hükümdar ve ailelerinin de katılmaları, onlara sıkı bir disiplin içinde hareket kolaylığı sağlamıştır. Ayrıca kutsal sayılan hanedan üyelerinin başta bulunmaları ve onlara duyulan saygı ve sevgi dolayısıyla hareket birliğini sağlamış, çeşitli coğrafi bölgelerde taşıdıkları misyon ve özellikleri rahatlıkla sergilemek imkanı bulmasını sağlamıştır.
  2. Sızma yolu ile; yukarıda açıklandığı gibi ekonomik sıkıntılar içinde kalan Türk toplumları kendileri için yeni iş imkanları aramak üzere çeşitli coğrafi mekanlara gitmeye başlamışlardır. Sağlam yapılı olan bu insanlar gittikleri yerlerde genelde paralı asker olmuş ve kendilerini sevdirip kabul ettirince daha sonra yenileri gelmeye ve zamanla büyük sayılara ulaşmayı sağlamışlardır. Anlaşılacağı gibi gizli göç olarak adlandırdığımız bu durum Türk toplumlarının bu bölgelere daha büyük göç imkanlarını ortaya koyarken bazen orada üstün kabiliyet gösteren Türkler askeri ve siyasi hayata hakim olmayı da başarmışlar ve devlet kurmaya yönelmişler, az bir sayı ile o toplumları yönetmeyi başarmışlardır.

Bu bilgiler ışığında, tarihte Türk toplumlarının önemli saydığımız bazı hareketleri, başlangıçta karanlıkta iken bugün elde edilen vesika ve bulgular ile oldukça aydınlatmak mümkün olmuştur. Bu durum bilhassa Asya Hunları diye bilinen Türk kitlelerinin Anayurt bölgesinden çıkış tarih ve yönlerinin aydınlanmasına imkân vermiştir. Bu kütlelerin o dönemin büyük devletlerinden olan Çin tarafından yerlerinden oynatılmaları zaman zaman yeni devletlerin ortaya çıkmasına da bir vesile olmuştur.

Göçebe ve savaşçı olan bu toplumlar M.Ö. 1700 yılları ile 1500 yılları arasında Altaylar ve Tanrı Dağları eteklerinde kalırlarken bir başka kısmı bugünkü Kazakistan üzerinden Maveraünnehir bölgelerine kadar yayılmışlardır.

M.Ö. 1300-1000 yılları arasında bir kısım Türklerin Türkistan sahasında oldukları, bu bölgenin daha sonra Hint-Avrupai grubun eline geçtiğine dair görüş kuvvet kazanmıştır. Ancak M.Ö. 1000-700 yılları arasında ise bu Türklerin Altaylar bölgesine ve Çin’in kuzeybatısındaki Kansu-Ordos bozkırlarına doğru kaydıkları görülmüştür. Yine M. Ö. birinci binde İndus Pencap bölgesine ilk Türk hareketleri başlamıştır.

M.Ö. 700 yıllarında Sibirya, Baykal, Moğolistan ve Yedisu bölgelerinde etnik yönden Mongoloid ırkın üstünlük kazandığı, aynı dönemlerde Türkistan ve Harizm bölgelerine İ­ran’dan bazı toplulukların geldiği görülmüştür. Bu yüzyıllarda Anayurdu boşaltan Türk kütleleri doğuda Ordos’a, batıda Volga’ya kadar yayılmışlar ancak bunlardan Çuvaşlar batıya yönelirken Yakutlar şimdiki bölgelerine çekilmişlerdir.

M.Ö. 500-300 yılları arasında Hazar-Volga arasında İran asıllı kavimler ile birlikte yaşadıkları Asya Hun devleti dahil iç Asya’nın kuzeybatı bölgelerine, daha sonra da Sibirya’da geçtikleri anlaşılıyor.

Milattan sonra göçlerin daha açıklık kazandığını görüyoruz. Nitekim;

1 ve 2. asırlar arasında Hunlar Orhun bölgesinden güney Kazakistan bozkırlarına, Türkistan’a geldikleri, bölgeyi yurt edindikleri bilinmektedir.

M. S. 350 yıllarından itibaren Çin baskısı sonucu bazı Hun kütleleri Akhunlar (Eftalitler) adı altında Afganistan ve kuzey Hindistan bölgelerini kendilerine yurt seçmek zorunda kalmışlardır.

M. S. 375 yıllan bilindiği gibi büyük bir göç dalgasının olduğu ve meşhur kavimler kapısı denilen Hazar Denizi’nin kuzeyinden büyük bir kütlenin geçerek Avrupa’ya göçtükleri ve bölgedeki yerli kavimlerden; Ostrogotlar, Vizigotlar, Vandalların daha batıya hatta Afrika’ya kadar yer değiştirmelerine sebep oldukları ve Batı Hunları olarak Türk tarihinde yer aldıklarını görüyoruz.

M. S. 461-465 yılları arasında Ogurların güneybatı Sibirya’dan güney Rusya’ya göçtükleri anlaşılmıştır.

M. S. 475 yıllarından itibaren Sabarların Aral bölgesinden Kafkaslara yayıldıkları, 550 yıllarında Avarların batı Türkistan’dan orta Avrupa’ya geçtikleri, bunu 668 yıllarından itibaren Bulgarların Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlar’a ve Volga kıyılarına yayıldıkları bilinmektedir.

M. S. 830 yıllarında Macarlarla birlikte diğer bazı Türk boyları Kafkasların kuzeyinden orta Avrupa’ya yayıldıkları, 840 yıllarında Uygurların Orhun bölgesinden iç Asya’ya göçtükleri, yine aynı yüzyılda Peçenekler, Kuman (Kıpçak) ve Uzlar (Oğuzlar) Hazar Denizinin kuzeyinden doğu Avrupa ve Balkanlara geçtikleri anlaşılmıştır.

Şüphesiz bizler için en önemli göçler 10 ve 11. asırlardaki Oğuz göçleri olmuştur. Orhun bölgesinden Maveraünnehir (Seyhun ve Ceyhun), İran ve Anadolu’ya taşan göçler sonunda Türklerin İslamiyet’i seçmeleri ile isimleri Türkmen, kurdukları devletler Anadolu Selçuklu, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak varlığını sürdürmüştür.

Sonuç olarak irili ufaklı pek çok devletin kurulmasına ve yıkılmasına sebep olan tarihi Türk göçleri, yeni yurtlar edinme amacıyla bilinmeyen yerlere gitmelerini engelleyememiş, onları bekleyen tehlikeleri bile bile aralıksız olarak bir ölüm kalım savaşı içinde devam etmiştir. Elbette bu durum her millet için tabii sayılacak bir hareket olmasa gerek. Türk toplumlarını tarih boyunca hareketli bir topluluk halinde sürekliliğini mümkün kılan bir zindelik, başarılar ile daha da artmış, her askeri ve siyasi başarı yeni bir hedefe yol açmış, yeni ülkeler alındıkça yeni fetih arzuları da kamçılanmıştır. Buna Türkler için İslamiyet’in Cihat emri de katılınca önünde hiçbir engel kalmamıştır.

Yrd. Doç. Dr. Ergünöz AKÇORA

Ahmet Yesevi Ü. Şarkiyat Fak. Tarih B. Öğr. Üyesi

Kaynak: Ahmet Yesevi Üniversitesi, Mütevelli Heyet Başkanlığı, Bilig – Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 2 Yaz-1996

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.