Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Türk Kültüründe Yönler

0 29.893

Doç. Dr. Ali Rafet ÖZKAN

Türk kültüründe yönler ve dünyayı yönleme çok önemlidir. Bilhassa İslâm öncesi dönemlerde dünyayı dört ana yöne ayırma, Türklerin geleneksel dinî inançlarının bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. İslâm öncesi Türk dinini adlandırmak oldukça zordur. Ancak günümüzde en çok kabul gören tanımlamaların başında “Gök Tanrı Dini”, “Geleneksel Türk Dini” veya “Tengriizm” gelmektedir. Bunlardan “Geleneksel Türk Dini” tabirinin eski Türk dini inançlarıyla ilgili bütün düşünceleri kuşatıcı bir özelliğe sahip olduğunu söylemeliyiz. Yine de eski Türk dinini tam manasıyla tanımlamanın çok güç olduğunu belirtelim.

Dinlerin, toplumların kültürlerindeki yeri ve önemi tartışılmaz. Bütün dinlerde ve medeniyetlerde yönler, gerek sosyal hayatın seyri, gerekse dinsel açıdan büyük işleve sahiptir. Dolayısıyla dünya milletlerinin düşünce tarihini dinî inanışlarının şekillendirdiğine inanılmaktadır. Bilhassa dinî mitolojilerde insanları çevreleyen, insan eliyle medenîleştirilmiş dünyanın ona model teşkil eden dünya üstü prototip dışında hiçbir gerçekliğe sahip olmadığı olgusu hakimdir. İnsan bir arketipe göre inşaya girişir. Göksel (ilahî) modelleri olan sadece kent ve tapınaklar değildir. Yerleşilmiş olan bütün bölgeler, oraları sulayan ırmaklar, ona yiyecek veren topraklar vb. için de aynı şey geçerlidir.[1]

Toplumların ve medeniyetlerin düşünce tarihlerinde kozmolojinin çok önemli bir yeri vardır. Düşünce tarihinin oluşumunda tarihin de göz ardı edilmemesi gerekir. Türk düşüncesi incelenirken de, Türk kavimlerinin gökyüzü ve dünya hakkındaki bilgi, görüş ve hareket kabiliyetleri göz önünde bulundurulmalıdır. Çünkü dinler ve mitolojilere göre, her yaratılış, her şeyin öncesindeki kozmolojik eylemi, dünyanın yaratılışını tekrarlamaktadır. Dolayısıyla inşa edilen her şeyin temeli dünyanın merkezindedir. Bilindiği üzere yaratılış eylemi bir merkezde olmuştur.[2]

Türklerin güneşin doğduğu tarafa yüzlerini çevirerek yön tayini yapmaları, bizce İslâm öncesindeki Türk tefekkürünün evrenselliğini göstermektedir. Çünkü güneş yüceliği, ululuğu ve sonsuzluğu sembolize etmektedir. Ayrıca o, dünyayı kucaklamakta ve kuşatmaktadır. Bu düşünceden hareket eden Türkler de yüzlerini doğuya dönmekle, tıpkı güneş gibi dünyayı kuşatmak, sarmak istemiş olmalıdırlar. Güneşin evrensellik içerdiğinin birçok bilim adamı tarafından benimsenmesi[3] bu düşüncemizi güçlendirmektedir.

Türklerin çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olmaları, ilerde teferruatlıca görüleceği üzere onların hepsinin ana yönlerin tayininde aynı uygulamayı yapışını imkansızlaştırmıştır. Ancak genel Türk kitlesinin bu ana yönlerin tayinini, yüzlerini doğuya çevirerek yaptığı anlaşılmaktadır. Türklerin ana yurtlarının genişliğiyle ilgili olarak tarihçiler genellikle Çin kaynaklarına dayanarak Altay Dağlarını Türklerin ana yurdu kabul ederken, sanat tarihçileri Tanrı Dağları Kuzeybatı Asya sahasını, bazı kültür tarihçileri de İrtiş Urallar arasını veya Altaylar Kırgız bozkırları arasını göstermişlerdir. Buna mukabil bazı dil araştırmacıları Altaylar’ın doğusunun veya Kingan silsilesi bölgesinin yahut 90. boylamın doğusunun Türk ana yurdu olması gerektiğini düşünmüşlerdir.[4]

Aslında bütün dinlerde ibadet için dönülen bir cihetin, bir kıblenin oluşu, yönlerin önemini daha da artırmaktadır. Zira günümüzde Müslümanların ibadet için Kâbe’ye yönelişleri gibi, Yahudi ve Hıristiyanlar da Kudüs’e yönelmektedirler.[5] Ayrıca antik medeniyetlerde de her toplumun ibadet için bir tarafa yöneldikleri de bilinmektedir. Eski Amerika kavimlerinden Astekler, ibadet için güneşin doğduğu tarafa yönelmişlerdir. Budistler de Buda’nın nirvanaya ulaştığı Bodhi ağacını kutsal mekân olarak kabul etmişlerdir.[6] Buda’nın nirvanaya ulaşacağına inandığı Bodhi ağacının yanına geldiğinde murakabeye oturmak için yön tayin etmesi konumuz açısından zikre değer bir örnektir: O, öncelikle ağacın güney tarafına durup yüzünü bu yöne dönmüş, sonra ağacın çevresinde sağ yanı ona dönük yürüyerek batı tarafına gelmiş ve yüzünü doğuya dönmüştür. Buranın aradığı yer olmadığını anlamış ve yine sağ tarafı ağaca dönük daha ileri yürüyerek kuzey tarafına gelmiş ve yüzünü güneye dönmüştür. Burasının da aradığı nokta olmadığını anlamış ve sağ tarafı ağaca dönük ağacın çevresinde yürüyerek doğu tarafına gelmiş ve yüzünü batıya dönerek durmuştur. Bütün Budaların ağacın doğu tarafına oturduğunu ve bu tarafın asla sarsılmaz ve titremez olduğunu keşfetmiştir. Sonra Buda, sırtını bodhi ağacına vererek doğuya dönmüş ve güçlü bir niyet tutmuş ve böylece nirvanaya ulaşma şansını elde etmiştir.[7]

Türklerin dünyayı dört ana yöne ayırmasında dini inanışlarının etkili olduğunu düşünmekteyiz. Bunun temelinde de “Gök Tanrı Dini” vardır. Ancak Türklerin “Gök Tanrı” inanışında göğe tapınma söz konusu değildir. Türkçede gök, mavi ve sema olmak üzere iki anlamda kullanılmaktadır. Türkler de yüce Tanrılarını sonsuzluğu ve yüceliği sembolize eden sema ile anmışlardır. Çünkü gök, yüce, mübarek, kutsal anlamlarında da kullanılmıştır. Hikmet Tanyu’nun “İslâmlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı” isimli eserinde bu konuyu ve etraflıca incelemiştir.[8] Ona göre, Tanrı için kullanılan “gök” kelimesi asıl manasından ziyade sıfat manası olarak kullanılmaktadır. Hatta Tanrı dışında bile bazen bu kelime sıfat olarak kullanılmaktadır. Mesela Kök (gök) Türk ifadesindeki (gök=mavi) anlamında kullanılmamış, aksine “mübarek”, “kutsal” ve “yüce” sıfatı olarak kullanılmıştır.[9]

Orhun Kitâbeleri’nde Türk kozmogonisini tek cümle içinde açıklayan ibare şöyledir: “Üze Kök Tengri, asra yağız yir kılındıkta ikin ara kişi oğlı kılınmıştır…”[10] Burada GökTürk çağında “kök”ün gökyüzü anlamının yanı sıra yüce anlamı da taşıdığı aşikârdır. Aslında eski çağlarda, içinde Güneş ve Ay’ın doğuş ve batışı gibi harikalardan, yıldızların durumuna, dört mevsime, yağmura, kara, rüzgâra, ısınmaya, soğumaya, bitkilerin canlanmasına, kurumasına, canlıların doğup büyümesine vs. kadar her şeyin tam bir düzen, değişmezlik ve kesin bir ahenkle cereyan ettiğini gördüğü yeryüzünde, her şeyi hükmü altında tutan semanın, bozkırlı tarafından Tanrı kabul edilmiş olması ihtimal dahilindedir.[11] Fakat gerek Türk gerekse Batılı bilim adamlarından hiçbirinin, Türklerin göğü put olarak kabul ettiğine dair bir bulguya rastlanmamış olması ve de yukarıda verdiğimiz örnekteki gibi abidelerde Tanrı ile ilgili geçen kavramların, “Tanrının ebediliği”ni, “Kadiri mutlaklığı”nı ve “her yerde hazır” vasfını öne çıkarıyor olması, Türklerin göğe asla tapınmadıklarını belgelemektedir. Kaldı ki göğün bütün Dünya’yı kaplaması sebebiyle herhangi bir şekilde cisimleştirilmesini de imkânsızlaştırmaktadır. Ayrıca kendilerinden önceki ve çağdaşı pek çok kavmin aksine, Türklerin Güneş’e, Ay’a ve yıldızlara tapınmamış olması da belirtilmesi gereken bir diğer husustur. Ancak Türklerin Güneş ve Ay’ı kutsal olarak kabul ettiği, ama hiçbir zaman bunlara tapmadığı bilinmektedir. Böyle bir durum olsaydı, Türklerin kendilerince küçük kusurlarını devleştirmekten çekinmeyen Batılı bilim adamları bunu mutlaka ortaya koyarlardı. Bunlardan biri olan JeanPaul Roux, Türk ve Moğol metinlerinin hiç birinde yıldız dininden söz edilmediğini doğrulamaktadır.[12] Bunlar Türklerin yersub inanışlarıyla alâkalıdır. Yersublar Tanrı değil, aksine dinin kutsalları yani azizleri olarak algılanmaktadır.[13]

Yukarıda ifade edildiği üzere, Türkler dünyayı yenlere ayırırken eski dini inançlarının etkisiyle güneşe yönlerini dönerek yön tayini yapmışlardır. Onların güneşi kendilerine ölçü alışı, güneşin kuşatıcı, kavrayıcı ve vazgeçilmez bir hayatî öneme sahip oluşundandır.

Bu genel izahattan sonra şimdi de yön kelimesinin özel anlamları ve Türk kültüründeki dört ana yönü ele alacağız.

Sözlüklerde yön kelimesi farklı anlamlarda kullanılmaktadır:

  1. Yön; belli bir noktaya göre olan yer, taraf.
  2. Yön; bir şeyin belli bir noktaya baktığı yan veçhe (binanın batı yönü).
  3. Yön; bir yere gitmek için izlenen yol, cihet, istikamet.
  4. Yön; tutulacak, izlenecek yön (işin ekonomik yönü).
  5. Yön vermek yeni bir biçim, yeni bir düzen vermek.
  6. Yön, bakımından (iş bu yönden de incelendi).[14]

Yön kelimesi bizim dilimizde sadece bu kelimelerle ifade edilmemekte, bilakis dört ana yön (doğu, güney, batı ve kuzey) ile ilgili isimlendirmenin dışında farklı lehçelerde çeşitli isimlendirmeler de mevcuttur. Biz bütün bunları burada enine boyuna incelemek istiyoruz.

1. Doğu (İleri, İlgeru)

Her millette rastlanan yön meselesinin Türk kültüründe hayati bir öneme sahip olduğunu daha önce belirtmiştik. Aslında bu husus diğer toplumlar için de geçerlidir. Zira yön, bir yerde milletlerin ibadet istikametleriyle değerlendirilmiş ve her toplum yön tayinindeki önem sırasını kendi inançları doğrultusunda belirlemeye çalışmıştır.

Güneşin doğduğu taraf olan doğu, Türklerin en fazla önem taşıyan ve kutlu bir yönü olmuştur. Çünkü eski Türklerde Güneş, doğunun sembolüdür ve yönlerin söylenilişinde kullanılan deyimler hep Güneş’le ilgilidir. Mesela, “Gün doğusu”, “Gün batısı” ifadelerinde olduğu gibi.[15] Bu doğu kelimesi, Türkçenin her devir ve sahasında sık sık kullanılmış olan “ileri” ve “öte” anlamına gelen “ilgerü” sözüyle ifade edilmiştir. Bu kelimenin normal şekli ilgerü > ilgerü’dür. Bu, “doğu” ve “ön” anlamına gelmektedir. Bu kelime zamanla fonetik değişiklikler göstermiştir. Bu değişiklikler:

İlgerü> ülerü> ileri şeklinde tespit edilmiştir. İlk örneğini Orhun Âbideleri’nde görüyoruz ki bu arada daha ziyade “şark” anlamında kullanılmıştır. Çünkü Göktürkler için doğu “ön kısım, ileri kısım”dır.[16]

Bugünkü şivelerin hepsinde vokal ahengi esas olmak şartıyla Sibirya, Kıpçak ve Türkî şivelerinin her üçünde de “ilgeri”, Oğuz Türkçesinde ise “ileri” şeklinde kullanılmaktadır. “İlgerü” sözü için Türk şivelerinden bazı örnekler şunlardır:

a) Orhun Âbideleri’nde;

E.T.Y. I. C. 3 (1,22): ilgerü şandun yazıka tegi süledim “Şarkta Şandun ormanına kadar sefer ettim”.

E.T.Y. I. D 12, 11 (1,34): ilgerü kurigaru sülep tirmiş “ileri geri (şarka ve arba) sefer ederek ilerlemiş”.

b) Uygur metinlerinde:

I. 2627.: yme yokaru kodı ilerü kirü atı istilmiş “yine yukarı aşağı ileri geri adı işitilmiş”

c) Oğuz Kağan destanında:

16215: dakı ilgerü kiddiler “yine ileri gittiler”.

d) Çağataycada:

Rd., B.T.L.: ilgerü “ileri”.

e) Kıpçak şivelerinde:

(Kırgız Söz.) Kırgız ş.: ilgeri “ileri”.

f) Türkî şivelerinde:

(Raq.) Türkî ş.: ilgeri “ileri”.

(Özb. Gr.) Özbek ş.: ilgeri “ileri”.

g) Oguz şivelerinde:

(Türk Söz.) Türkiye ş.: ileri[17]

Göktürkler, yönlerini tayin ederken yüzlerini doğuya, yani Güneş’in doğduğu yöne dönmekteydiler. Bunun için de doğuya “ilgerü” yani “ileri” demişlerdir.[18]

Gün doğuşunun, Türklerin tören ve ibadetlerinde büyük bir rol oynadığı görülmektedir. Bu sebeple sabah, Türkler için önemli kutlu bir vakittir ve Oğuz destanında bütün önemli işlerin tan ağarırken başladığı ifade edilmektedir.[19] Aslında İslamiyet’te de gün doğuşu önemlidir. Güneş doğmadan önce kalkılması, sabah namazından sonra da yatmayarak çalışmaya başlanması prensibi benimsenmiştir. Aynı şekilde halk arasında rızıkların güneş doğmadan önce dağıtıldığı inancı hakimdir. Bu gün ülkemizin birçok yerinde bu inanıştan dolayı küçük çocuklar dahi gün doğmadan ayağa kaldırılmaktadır. Özellikle köylülerimiz ve çiftçilerimiz tan yeri ağarırken çalışmaya başlamayı prensip edinmişlerdir. Bunun hem kültürel, hem de dinî uzantısı vardır.

Eski Türkçede doğuyu ifade eden bir diğer kavram ise “gün doğusu”dur. Aynı zamanda bu yönler, sembolik renk ve eşyalarla da ifade edilmiştir. Doğuyu mavi ve yeşil renkler sembolize etmektedir.[20]

Türk lehçelerindeki çok sayıda renk adları arasında ancak kara, ak, kızıl, yaşıl (yeşil) ve sarının her yerde yaygın olduğu ve her şey için kullanılabileceği ifade edilmektedir. Buna karşılık ala, kök, boz ve kır göze çarpan anlam genişlikleri ile belirli nesneler için sınırlı renk ifadeleridir. Demek ki esas renkler önce zikrettiklerimizdir. Yalnız yeşil yerine kök de geçebilmektedir. Böylece mavi ve yeşilin, yani göğün ve otun renklerinin, beraberce ts’ing kelimesiyle karşılandığı Çince ve Türkçenin ana renkleri aynıdır. Uygurcada Çin sıralamasına göre: doğu=mavi/yeşil (ejderha), batı=ak (pars), güney=kızıl (saksağan), kuzey=kara (yılan)dır.[21] Buna ilave olarak Türk kültüründe kır atlar doğunun hayvan sembolü olmaktadır.[22] Türklerin, doğuyu kendileri için çok kıymetli olan kır atlarla sembolize etmeleri onların doğu yönüne verdikleri önemi daha iyi ortaya koymaktadır. Zira Göktürkler, renklerle ciheti gösterme sistemine göre mavi renk doğuyu ifade ettiği için, Çinlilerce mavi renkli Türkler yani Doğu Türkleri diye adlandırılmışlardır.[23]

Dünyanın dört bölüme ayrılması ve renklere göre düzenlenmesi fikri sadece Türk, Moğol ve Çin kültür dairesinde kalmış değildir. Mesela Hindistan’da doğu=ak, batı=kara, güney=sarı, kuzey=kızıldır.[24] Dikkat edilirse yönlere verilen renkler de değişiklikler görülmektedir.

Yakut Türklerinin atları canlı olarak Güneş’in doğduğu tarafa sürüp, Tanrıya adak olarak sunmaları Türk Mitolojisinin en heyecan verici töreni olarak addedilmektedir. Yakut Türklerince de doğu en kutlu yöndür. Altay şamanları da çadırlarının kapılarını daima doğuya çevirmekteydiler. Özellikle akşam ve gece törenleri başlarken bile, tören çadırlarının doğuya çevrilmesine büyük özen göstermekteydiler.[25] Hunlar da ise hakan her sabah çadırından çıkınca, eğilerek güneşi selamlamakta, aynı hareketi akşam olunca aya karşı yapmıştır. Dinî törenlerde ise yüzünü daima kuzeye çevirmektedir.[26]

Burada belirtilmesi gereken önemli bir husus da, mitolojilerinde muayyen renklerle sembolleştirilen dört coğrafî yöne, değişik renkli atların yerleştirilmesidir. Dinî değeri çok yüksek olan kır atlar doğuyu sembolize ederken, batıyı boz atları güneyi doru atlar ve kuzeyi de yağız atlar sembolize etmektedir.

Yakut Türkleri gerçek cennetin güneşin doğduğu tarafta olduğuna inanmaktadır. Onlara göre bu bölgede sonsuz güneşli bir çayır uzanmaktadır. Aynı şekilde Altay yaratılış destanında da, doğuya büyük bir önem verilmektedir. Bu efsaneye göre Tanrı, Adem’e ağacın doğuya bakan dallarından meyve yemesine müsaade etmiştir.[27]

Eski Türklerin doğuya verdikleri önemin bir diğer göstergesi ise, bütün evlerin, çadırların ve hatta yürür halde olan araba üzerindeki çadırların bile yüzlerinin doğuya dönük oluşu ve imparatorun da sembolik olarak devletin güneydoğu yönünde ve büyük törenlerde otağının tören meydanının doğusuna kurulmasıdır.[28] Ayrıca Asya Hun ve Avrupa Hun Devletlerinde, Göktürklerde ve diğer Türk devletlerinde veliaht gösterilenin idaresine verilen veya hakanın oturduğu taraf olan “doğu” yönünün, batıya göre üstün kabul edildiği ve yüksek hâkimiyeti temsil ettiği[29] de görülmektedir.

Tür kültüründe önemli bir yer işgal eden yönlerin değeri sadece hayatla sınırlı değildir. Bilakis onların öneminin ölümden sonra da devam ettiği, ölü gömme adetlerinden anlaşılmaktadır. Altay dağlarında bulunan mezarlardaki cesetlerin başlarının çoğu zaman doğuya konması ve yüzlerinin ise batıya bakacak şekilde konmuş olmasıdır.[30] Bu uygulama Türklerin ölümden sonraki hayat inançlarıyla ilgilidir. Batı yönünde bu ölü gömme uygulamasına yeniden dönülecektir. Ancak bu ölü gömme uygulaması İslâm öncesi Türk dininde ahiret inancının varlığını belgelemesi açısından önem arz etmektedir.

2. Güney (Birgerü)

Güney, doğudan sonra gelen ikinci önemli yöndür. Orhun Âbideleri’nde güneyi ifade eden kavram “birgerü”dür. Uygur metinlerinde ise bu kelime “hep bir arada”, “bir tarafa doğru” anlamında kullanılmaktadır. Orhun Âbideleri’nde bu kelimenin kullanılışına örnek şöyledir:

E.T.Y. I. C 3 (1,22): birgerü tokuz ersinke tegi süledim. “Cenupta dokuz Ersine kadar sefer ettim.”[31]

Güney güneşin gezindiği bir yöndü. Öyle anlaşılıyor ki Türklere göre, “güneşin gökte çizdiği bu çemberin tam ortası güney idi”. Bu sebeple Türkler güneye “Kün ortası” yani “Gün ortası” demiştir.[32] Bilindiği üzere “gün ortası” sözünün Türkçedeki bir diğer manası da “öğle” demektir. Bu şu şekilde açıklanmaktadır: Güneş doğduktan sonra yarım daire çizer ve sonra da batar. Güneş bu yarım dairenin tam ortasına geldiği zaman, vakit öğle çağına gelmiş demektir. Aynı zamanda güneş de, güneyde duruyordur ve güneyi gösteriyordur. Bu bakımdan Türkler astronomik düşünceden hareketle bu yönü bulmuşlardır.[33] Diğer kavimler de yine astronomik düşünce doğrultusunda yön tayin etmiştir. Yani bu sadece bize özgü bir durum değildir.

Yukarıda Türk kültüründe bazen yönlerdeki önem sırasındaki değişikliklerin yaşandığını da belirtmiştik. Bu değişikliklere burada değinmekte yarar görüyoruz. Zira bu daha ziyade güney yönüyle alâkalıdır. Genellikle Türklerde güneş doğunun, ay ise batının sembolü olarak bilinmektedir. Fakat Tülüet Türklerince ay kuzeyin güneş ise güneyin sembolü haline dönüştürülmüştür. Bu yönleme, göğün en üst katında oturan “Gök kartalı”nın duruşuna göre yapılmıştır. Bu “kartal güneş” daha ziyade Gök Tanrının sembolü olarak kabul edilmektedir.[34] İnanışa göre bu kartalın sol kanadı ayı, sağ kanadı da güneşi örtmektedir. Bu duruma göre kartalın başının doğuya bakması gerekir ki, bu duruş, Türk mitolojisine uygundur.[35] Yine bu inanışa göre ay, karanlıklar ve geceler diyarı olan kuzeyin, güneş de aydınlığın hüküm sürdüğü gündüzler diyarı olan güneyin sembolüdür.[36]

Yüzlerini güneşe dönen Türklerin güney, sağ yanlarına geliyordu. Bu sebeple Türkler güneye “beri”, yani “sağ” da derlerdi. “Beri” sözü bugünkü Türkçede de kullanılır. Güneyin sembolik rengi ise kırmızı idi. Sembol hayvanları ise al ve doru atlardı.[37]

Güneyin değeri Yakut Türklerinde çok açık bir şekilde görülmektedir. Yakutlar, kesin olarak bilinmeyen bir çağda güneyden kuzeye göçmek zorunda kalmış ve Sibirya’nın Kuzey Buz Denizi’ne yakın tundralarında yoksul bir hayat yaşamaya mecbur kalmışlardır. Bu sebeple Yakutlar, güneydeki eski yurtlarının hasretini hiç kaybolmayan ve eskimeyen bir şekilde çekmişlerdir. Onlara göre en kutlu yön şüphesiz doğudur. Fakat doğunun yanında güneyin de eksilmeyen büyük bir önemi vardır. Nitekim onlar bu özlemlerini yaşantılarına yansıtmışlar ve çadırlarının “töre” yani “şeref yeri”ni güneye koymakla[38] bunu yaşatmışlardır.

Kaynaklar 13. yüzyılda Kırgızların güneye yönelerek dua ettiklerini haber vermektedir.[39] Bu yüzyılda Kırgızların İslâmlaşma sürecini tamamlamadıkları göz önüne alınırsa güneyin önemi anlaşılacaktır. Yine Kırgızlarda sağ taraf çok önemlidir. Birine bir şey verirken sağ elle vermeye özen gösterilir. İşlerinin rast gitmesi için mutlaka sağ yanlarına yatmalı ve kıbleye karşı ayaklar uzatılarak yatılmamalıdır.[40] Güneyi temsil eden sağ tarafın önemini sadece millî kültürümüze bağlamak hatalı olur. Zira bunda dinî kültürün büyük etkileri vardır. Çünkü İslâm’da gerek Anadolu’da ve gerekse Mekke’ye göre kuzeyde kalan Müslüman Türk devletlerince güney, kıble olmuştur. Bundan dolayı halk nazarında güneyin önemi daha da artmıştır. Çünkü İslâm’ın kutsal mekânı olan Kâbe Anadolu’ya göre güneyde kalmaktadır. Halkın kutsal mekânlara ve özellikle de Kâbe’ye olan sevgisi, onları böyle bir kıymetlendirmeye sevk etmiştir.

3. Batı (Kurıgaru)

Güneşin hareketine göre isimlendirilen üçüncü yön batıdır. Batı, eski Türklerce “gün batısı” olarak adlandırılmıştır. Bu yönü ifade eden bir diğer kavram da “kurıgaru” kelimesidir. Bu kelime yalnız Orhun Âbideleri’nde görülen batı, geri, geriye doğru manalarında kullanılmış olan bir sözdür. Bu, ekseriye “ilgerü” sözü ile beraber bulunur.

E.T.Y. I. C 4 (1,24): Kurıgaru yençü ögüz keçe “batıda İnci Irmağı’nı geçtik”.

E.T.Y. I. D 12, IID 11 (1,34): ilgerü kurıgaru sülep tirmiş “ileriye geriye (doğuya ve batıya) sefer ederek derlermiş.”[41]

Türkler, yüzlerini güneşe dönerek dünyayı yönlendirdikleri için batı arkalarında kalmıştır. Bunun için “gün batısı” deyişi, bütün Türk boylarında batı için kullanılmıştır. Batının renk sembolü beyazdır ve hayvan sembolü ise ak atlardır.[42] Uygurca metinlerde batı ak renk ile sembolize edilirken, Çin tesiriyle olsa gerek sembol hayvanı olarak pars ön plana çıkarılmaktadır.[43]

Sağ tarafın Türklerde önemli olduğunu daha önce belirtmiştik. Büyük Hun Devleti zamanındaki yön tayini, yüzün güneye dönülmesi şeklinde yapılmaktaydı. Bu durumda sağ, batı tarafta kalmakta ve sağ kol olmaktaydı. Doğu ise sol kol olmaktaydı. Eski Türk inanışlarında doğu, yani sol kol daha önemliydi. Bu düşünceden olsa gerek Büyük Hun Devleti’nde veliaht sol tarafta bulunmaktaydı. Cengiz Han döneminde ise sağ kol daha fazla önem kazanmıştı. Yine Hun Devleti’nde imparatorun başkanlık ettiği törenlerde doğudan sonra batıya dönülmekteydi. Toba devletinde de benzeri saygı mevcuttu.[44] Aslında bu ifadelerde İslâm öncesi Türk düşüncesinde yönlerle ilgili zaman zaman kaymalar olsa da, doğunun vazgeçilmez bir değerinin olduğu ortaya çıkmaktadır. Ancak zamanla dinî inançlarındaki sapmalar bazı Türk boylarının yön değerlendirmelerinde de değişmelere kaçınılmaz olarak sebep olmuştur.

Türklerin kültür tarihinde yönlerin sadece bu dünya ile sınırlı kalmadığını, bunun gelecek dünya inanışına kadar uzandığını da belirtmiştik. Bilhassa Hunların ölü gömme âdetlerinde bu durum çok berraklaşmaktadır. Altaylar’daki Pazırık cesetlerinin yüzlerinin batıya bakacak şekilde başın doğu istikametine doğru yerleştirilmesi, bilim adamlarının ilgisini çekmiş ve araştırmalar neticesinde bu uygulamanın dinî inançlarıyla ilgili olduğu ortaya çıkmıştır. Altaylar’da yaşayan bu en eski Türk topluluklarının inançlarına göre ölümden sonraki hayat, tekrar batıda yaşanacaktır. Güneşin her gün batıdan batmış olması, onların böyle inanmalarında etkili olduğu düşüncesini doğurmaktadır.[45]

4. Kuzey (Yırgaru)

Kuzey, Türklerin yön sıralamasında en sonuncudur. Bu yönü ifade eden kavram ise “yırgaru”dur. Bu söz Orhun Abidelerinde görülmektedir. Kuzey, yukarı, kuzeyde anlamlarında olup, “yır” veya “yırı” sözününgaru yön ekiyle birleşmesinden meydana gelmiştir. Eski Türkçede bu kelimenin kullanılış örnekleri şöyledir:

E.T.Y. I. C.4 (1,24): yırgaru yer bayurku yerine tegi süledim “Kuzeyde yer bayurku yerine doğru asker sevkettim.”

E.T.Y. I. D. 22, II. D. 23 (1,42): yırgaru oguz budun tapa “kuzeyde Oğuz kavmine doğru.”[46]

Kuzeyin sembolik rengi “kara”, sembol hayvanı ise siyah atlardır. Uygurcada kuzeyin sembol hayvanı olarak yılanda vardır.[47] Her kavmin kendine özgü sembollerinin olduğunu daha önce belirtmiştik. Aynı şekilde her kültür ve dinde de renkler farklı anlamlar taşımaktadır.[48] Burada bazı kültür ve dinlerdeki yönlerin farklı renklerle sembolize edilişine kısaca değinmekte yarar vardır.

Hindistan’da doğu=ak, güney=sarı, batı=kara, kuzey=kızıldır. Lamaist Kalmuklarda belki biraz da Hint etkisiyle doğu=ak, güney=mavi, batı=kızıl, kuzey=yıldız rengidir. Amerika’da: doğu=kara, güney=ak, batı=sarı/kızıl, kuzey=mavi yeşil şeklinde sembolize edilmektedir. Mayalarda: Doğu=kızıl, güney=sarı, batı=kara, kuzey=ak olarak tasvir edilmiştir. Benzer durumlar eski Mısırlılarda, Yunan ve Roma astrolojilerinde de mevcuttur.[49] Görüldüğü üzere aynı renkler farklı kültürlerde ve kıtalarda değişik anlamlar kazanmaktadır.

Türklerde gece ve karanlığın sembolü olan kuzeyi güneyden ayıran en önemli özellik, o yerin güneş alıp almasıyla alâkalıdır. Bundan dolayı Türkler güneşin düşmediği yerlere kuzey demişlerdir. Göktürkler ise kuzeye “tün ortası” yani “gece ortası” demişlerdir. Onlar, sağ tarafa yani güneye “beri”, sola yani kuzeye ise “yırı” demişlerdir.[50]

Görüldüğü üzere yön fenomenlerinin kıymeti, istisnalar dışında Türk boylarında genellikle fazla değişmemiştir. Türklerin yönleri tayin ve kıymetlendirmelerinde gökle ilgili inançları tesirli olmuştur.[51]

Asya Hun Devleti’nde, en önemli kimselerin tayin edildiği sağda ve soldaki dört büyük makama “dört köşe” adı verilmiştir. Bunlardan sonra gelen tali derecedeki makamlara da “altı köşe” denmiştir. Dünyada dört ana yön vardır ve her yön altı tali yöne ayrılabilmektedir. Böylece temelde ikili olan dörtlü ve altılı dilimler halindeki kuruluş biçimiyle yeryüzüne çekidüzen veren “Gök”ün temsilcisi “Kut” sahibi Hun Tanhusu dünyayı idare edebilmektedir. Türklerin anlayışında iktidar gökten (Tanrıdan) aşağıya doğru intikal ettiği için mevkiler de yukarıdan aşağıya doğru sıralanmakta ve sağa sola doğru yayılmaktadır.[52] Aslında bu yapılanma, Türk devletinin toplayıcı ve birleştirici bir vasfa sahip olduğunu göstermektedir. Türklerin bu anlayışından, cihan hakimiyetine uzanan Türk fütuhat felsefesi doğmuş olmalıdır. Türk cihan hakimiyetinden güdülen gaye de yeryüzünde huzur ve sükûnu sağlamaktır. “Türk devleti” anlamına gelen “il” deyiminin barış anlamına gelmesi bu düşüncemizi teyit etmektedir.

İlk bakışta hiç önemi yokmuş gibi zannedilen yönlerin, aslında Türklerin dinî inançlarının temelinden kaynaklandığını ve eski dinî ve millî değerlerlerinin bir parçası olduğu ortaya konmuştur. Her ne kadar yön fenomeninin kıymeti bazı Türk boylarına göre farklılıklar gösterse de, ana Türk kitleleri için bu hiç değişmemiş, çünkü onlara göre yönlerin önemi Gökten (Tanrıdan) gelmiştir.

Doç. Dr. Ali Rafet ÖZKAN

Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 3 Sayfa: 427-433


Kaynaklar:

♦  BANG, W. VON GABİN AnnemarieRAHMETİ, G. R. Türkische Turfantexte VI: SBAW 1934. BUHL, Fr.; “Muhammed”, İ. A., C. VIII (452470).
♦  CAMPBELL, Joseph; Doğu Mitolojisi Tanrının Maskeleri, çeviren Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara 1993.
♦  DİYARBEKİRLİ, Nejat; “İslam Öncesi Türk ve Çin Mezar Anlayışı Arasındaki Bağlantılar”, Uluslararası Üçüncü Türk Kültürü Kongresi 2529 Eylül 1993 Ankara, C. II, Ankara 1994 s. 795.
♦  DİYARBEKİRLİ, Nejat, Hun Sanatı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1972.
♦  DURAN, Suzan; “Türkçede Cihet ve Mekan Gösteren Ek ve Sözler”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, Belleten 1956, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu Yayınları, 2. Baskı, Ankara 1988. (s. 11-10).
♦  ELİADE, Mircea; Ebedî Dönüş Mitosu, çeviren Ümit Altuğ, İmge Kitabevi, Ankara 1994.
♦  ERGİN, Muharrem; Orhun Abideleri, 14. Baskı, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1991.
♦  GÜNAY, ÜnverGÜNGÖR, Harun; Başlangıçtan Günümüze Türklerin Dini Tarihi, Ankara 1997.
♦  HARVA, H.; Die religiösen Vorstellungen der altaischen Völker, Helsinki 1938.
♦  İNAN, Abdulkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1954.
♦  KAFESOĞLU, İbrahim, Eski Türk Dini, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1980.
♦  KAFESOĞLU, İbrahim, Türk Bozkır Kültürü, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara 1987.
♦  KAFESOĞLU, İbrahim, Türk Milli Kültürü, Ötüken, İstanbul 1997.
♦  LUDAT, H., Farben bezeichungen in Völkernamen: Saeculum IV (1953), (S. 138155).
♦  MİSİROV, A; IrımCırımdar, Tuş Coruu, Uyku, Oş 1994.
♦  ÖGEL, Bahattin, Dünden Bu güne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, Genişletilmiş 3. Baskı, İstanbul 1988.
♦  ÖGEL, Bahattin, Türk Kültür Tarihine Giriş, Kültür Bakanlığı, Ankara 1991, I.
♦  ÖGEL, Bahattin, Türk Mitolojisi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, II. Cilt Ankara 1995.
♦  ROUX, JeanPaul; Türklerin ve Moğolların Eski Dini, çeviren: Aykut Kazancıgil, İşaret yay., İstanbul 1994.
♦  SARIKÇIOĞLU, Ekrem, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Kardelen Kitabevi, Genişletilmiş 2. Baskı, Isparta 1999.
♦  SCHMİDT, P. W.; “Tukuelerin Dini”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, çev. Saadettin Buluç, C. XIV’den ayrı Basım, İstanbul 1966.
♦  TANYU, Hikmet, İslâmlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, Boğaziçi Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1986.
♦  TÜMER, GünayKÜÇÜK, Abdurrahman; Dinler Tarihi, Ocak Yayınları, 2. Baskı, Ankara 1993.
♦  Türkçe Sözlük, Türk Dili Kurumu, C. III, 9. Baskı, Ankara 1998, C. II.
♦  VON GABİN, Annemarie, “Renklerin Sembolik Anlamları”, Türkoloji Dergisi, Ankara Üniversitesi Dil ve Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Enstitüsü, Ankara Üniversitesi Basımevi, C. III, Sayı 1, Ankara 1968. (s. 107-113).
♦  WENSİNCK, A. J, “Kıble”, İslam Ansiklopedisi, Mili Eğitim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1987, C. VI. (666-672).
Dipnotlar :
[1] Krş. Mircea Eliade, Ebedî Dönüş Mitosu, çeviren Ümit Altuğ, İmge Kitabevi, Ankara 1994, s. 24.
[2] Bkz. Eliade, a.e., s. 32.
[3] Bkz. JeanPaul Roux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, çeviren Aykut Kazancıgil, İşaret yay., İstanbul 1994, s. 104.
[4] Bkz. İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ötüken, İstanbul 1997, s. 48.
[5] Bkz. A. J. Wensinck, “Kıble”, İslam Ansiklopedisi, Mili Eğitim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1987, C. VI, s. 666; Fr. Buhl, “Muhammed”, İ. A., C. VIII, s. 462.
[6] Bkz. Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Kardelen Kitabevi, Genişletilmiş 2. Baskı, Isparta 1999, s. 84-86; Günay Tümer Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ocak Yayınları, 2. Baskı, Ankara 1993, s. 166-171.
[7] Bu efsanenin tam metni için bkz. Joseph Campbell, Doğu Mitolojisi Tanrının Maskeleri, çeviren Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara 1993. s. 21-28.
[8] Bkz. Hikmet Tanyu, İslâmlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, Boğaziçi Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1986, s. 1517, 32-33, 134-135.
[9] Tanyu, a.e., s. 32.
[10] Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 310.
[11] Kafesoğlu, a.e., s. 310.
[12] Bkz. Roux, a.e., s. 310.
[13] Bkz. Kafesoğlu, a.e., s. 311.
[14] Türkçe Sözlük, Türk Dili Kurumu, C. III, 9. Baskı, Ankara 1998, C. II, s. 24-65.
[15] Bkz. Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, 14. Baskı, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1991, s. 87.
[16] Bkz. Suzan Duran, “Türkçede Cihet ve Mekan Gösteren Ek ve Sözler”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, Belleten 1956, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu Yayınları, 2. Baskı, Ankara 1988, s. 12.
[17] Duran, a.g.m., Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, Belleten, s. 1213.
[18] Bkz. Bahattin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, Kültür Bakanlığı, Ankara 1991, I, s. 431.
[19] Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, I, s. 31.
[20] Bkz. Annemarie von Gabin, “Renklerin Sembolik Anlamları”, Türkoloji Dergisi, Ankara Üniversitesi Dil ve Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Enstitüsü, Ankara Üniversitesi Basımevi, C. III, Sayı 1, Ankara 1968, s. 107-108.
[21] Von Gaben, a.g.m., Belleten, s. 108.
[22] Bkz. Ögel, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, Genişletilmiş 3. Baskı, İstanbul 1988, s. 704.
[23] Nejat Diyarbekirli, “İslam Öncesi Türk ve Çin Mezar Anlayışı Arasındaki Bağlantılar”, Uluslararası Üçüncü Türk Kültürü Kongresi 25-29 Eylül 1993 Ankara, C. II, Ankara 1994 s. 795.
[24] Bkz. H. Harva, Die religiösen Vorstellungen der altaischen Völker, Helsinki 1938, s. 67.
[25] Bkz. Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, I, s, 433.
[26] Bkz. Diyarbekirli, Hun Sanatı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1972, s. 62.
[27] Bkz. Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, I, s. 432.
[28] Bkz. Ögel, a.e., I, S. 433.
[29] Bkz. I. Kafesoğlu, Türk Bozkır Kültürü, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara 1987, s. 41.
[30] Bkz. Diyarbekirli, a.e., s. 64.
[31] Bkz. Duran, a.g.m., Belleten, s. 14.
[32] Bkz. Kafesoğlu, Türk Bozkır Kültürü, s. 437.
[33] Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, I, s. 437.
[34] Bkz. Abdulkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1954, s. 46.
[35] Bkz. Ögel, Türk Mitolojisi, II, s. 168; Kafesoğlu, Eski Türk Dini, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1980, s. 11-12.
[36] Bkz. Ögel, Türk Mitolojisi, II, s. 168-169.
[37] Bkz. Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, s. 704.
[38] Bkz. Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, I, s. 440.
[39] Bkz. Ünver GünayHarun Güngör, Başlangıçtan Günümüze Türklerin Dini Tarihi, Ankara 1997, s. 63.
[40] Bkz. A. Misirov, IrımCırımdar, Tuş Coruu, Uyku, Oş 1994, s. 811.
[41] Duran, a.g.m., Belleten, S. 13.
[42] Bkz. Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, s. 705.
[43] Krş. Von Gabin, a.g.m., Türkoloji Dergisi, III, s. 108.
[44] Kafesoğlu, Türk Bozkır Kültürü, s. 41; Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, I, s. 435.
[45] Diyarbekirli, a.e., s. 64.
[46] Duran, a.g.m., Belleten, s. 13-14.
[47] W. BangAnnemarie von GabinG. R. Rahmeti, Türkische Turfantexte VI: SBAW 1934, s. 94-95.
[48] Dinler ve halk inanışlarında renklerin dili hakkında bkz. Tanyu, a.e., s. 171-174.
[49] Bkz. H. Ludat, Farben bezeichungen in Völkernamen: Saeculum IV, (1953), s. 148.
[50] Ögel, Türk Kültür tarihine Giriş, I, s. 442.
[51] Göğün Türkler için vazgeçilmez önemi hakkında bkz. P. W. Schmidt, “Tukuelerin Dini”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, çev. Saadettin Buluç, C. XIV’den ayrı Basım, İstanbul 1966, s. 7679.
[52] Bkz. Kafesoğlu, Türk Bozkır Kültürü, s. 41-42.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.