Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Türk Kültüründe Ve Cumhurriyetin İlk Döneminde Kullanılan Türklüğün Sembolü Bozkurt

0 10.716

Turan CAN

Her milletin tarihi bir veya bir takım mitoloji ile başlar. Yazı icat edilmeden evvel mitolojiler vardı. Sözlü olarak nesilden nesile bu kültür aktarılırdı. Yazı icat edildikten sonra, o zamana kadar halkın ağzında dolaşan ve bir milletin topyekûn yaşantısının izahı demek olan mitoloji şeklindeki tarih yazılmaya başlandı.

Türk bozkır hayatının sonsuz mücadelelerle dolu hatıralarını taşıyan birçok zengin edebiyat nevinde kurttan türeme, gökten inen ışıktan olma[1], “Bozkurt” “Kutlu Dağ” vb. efsaneleri Türk halkının ızdırap ve iştiyaklarını dile getiren motifler olarak görünür. Türklerin Avrupa kollarında (Hun, Ogur-Bulgar, sonra Macar) geyik de üstün kudretle donatılmış olarak rehberlik vazifesini yapar.

Kurt Türk efsanelerinde merkezi bir rol oynamaktadır. Gök – Türk hükümdar sülalesi olan Aşına ailesinin atası bir dişi kurt idi. 6-7. yüzyıllarda Türk halk çevresinde kurt-ata inancı çok yaygındı. Taşlar ve madenler üzerine bunu tasvir eden kabartmalar yapılıyor ve Gök-Türk hakanları, atalarının hatırasına hürmetten, otağlarının önüne altun kurt başlı tuğ dikiyorlardı. Böylece kurt-başlı sancak hakanlık alameti olmuştur. Ancak bu telakki çok eski bir Türk geleneğinin devamı idi. M.Ö. Asya Hunlarında, hatta o tarihlerde Batı Türkistan’da oturan Wu-sunlarda kurttan türeme efsanesi ve dişi kurt tarafından verilen süt ile beslenme inancı yaşıyordu[2]. Aynı efsane Tabgaçlarda da vardı. Tabgaç ülkesinde “kurt dağları”, “kurt nehirleri” ve kurt dağında bir sunak bulunuyordu.

Tarih boyunca, Türk’ün hayat felsefesi ve bu felsefenin yön verdiği günlük yaşayışı, Bozkurt’la çok yakından ilgili olmuştur. Çünkü bir manevi birlik ve moral tesanüd fikrini ifade eden hemen bütün efsane ve destanlarımızda bozkurt daima merkezi bir rol oynamıştır.

Nesillerden nesillere ve asırlardan asırlara aktarıla aktarıla nihayet yazı ile tesbit edilebilmiş ve böylece günümüze intikal edebilmiş olan Türk destan ve efsaneleri, tarih bakımından büyük ehemmiyeti haizdir. Zira Türklüğün büyük ve renkli hayat macerasını gereği gibi kavrayabilmek için, önce destan ve efsanelerdeki çeşitli motiflerin iyi değerlendirilmesi icap eder.

Türk’ün tarihine, edebiyatına, sanatına, kültürüne ve felsefesine çeşitli bakımlardan derin tesiri bulunan bozkurt’un, Türk destan ve efsanelerindeki yerine, kısa da olsa bir göz atmakta konunun daha iyi anlaşılması bakımından fayda vardır.

Türklerin kurttan türedikleri hakkındaki inançlarına kaynak teşkil eden destanların büyük bir kısmı Çin menbalarında yazılıdır. Göktürklerin türeyiş destanlarından biri şöyledir:

“Huing-nu soyundan Aşina kolu kendi yurdunda şiddetli bir hücuma uğrar, bütün ülke efradı tamamen kesilir, yalnız on yaşlarında bir erkek çocuğu kurtulur. Bunun da eli ayağı kesilip bir bataklıkta ölüme terk edilir. Çocuğu orada bulan bir dişi kurt yarasını iyileştirir, besler ve ölümden kurtarır. Çocuk büyür, gelişir ve nihayet dişi kurt bu gençten gebe kalır. Fakat çocuğun yaşadığını haber alan düşmanlar, onu öldürmek için yeniden kuvvet sevk edince kurt “Batı denizi”’nin batısından doğusuna sıçrar ve kolları arasında taşıdığı delikanlıyı ikinci defa ölümden kurtarır. Burada bir mağaraya sığınan kurt on tane çocuk doğurur ve bunlardan biri Aşina adını alır”.

Bu destanda kurt, Türklerin atası olan delikanlıyı hem iki defa ölümden kurtarmakta, hem de onun soyunun devam etmesini sağlamaktadır. Böylece Türk soyunun ölmezliğini temin etmiş olmaktadır.

Çin kaynaklarındaki başka bir rivayete göre ise, Türklerin atası So diye anılan bir ülkeden çıkmıştır. Bu ülkenin kralı olan A-Pang-Pu-‘nun on altı kardeşi vardı. Bu kardeşlerden birinin anası bir kurttu. Bu çocuk rüzgârı estirir, durdurur, istediği zaman yağmur yağdırabilirdi. So ülkesine yapılan bir baskında bütün ahali kılıçtan geçirildiği halde bu çocuk katliamdan kurtulabilmiş ve evlenmiş, bu evlilikten dört oğlu olmuştur. Dört oğlunun en büyüğü etraftaki kabileleri toplamış, müthiş soğuk sebebiyle çok üşüyen bu kabile mensuplarına ateş temin etmiştir. İyilik ettiği kabileler onu hükümdarlığa seçmişlerdir. No-tu-lu Şad adındaki bu hükümdarın birçok oğlu olmuş, fakat bunlardan biri, yapılan bir müsabaka sonunda hükümdarlığa getirilmiştir. Bu yeni hükümdarın adı da Aşina’dır. Bazı kaynaklar bu yeni hükümdardan “aslında bir dişi kurttan türemiştir” diye bahsederler.

Bu rivayette de kurttan türeme bir başbuğ Türkleri soğukta ölmekten kurtarıp hayata kavuşturmaktadır. Katliamdan kurtulan çocuk ise bu kurtuluşu, anasının kurt olması dolayısiyle edindiği üstün kabiliyetlere borçludur. Türk soyunun imhadan kurtulmasında ve devamında en büyük amil yine kurttur.

Kurttan türeme inancı yalnız Göktürklere mahsus bir inanış değildir, hemen bütün Türk boylarında vardır. Kurt’un yüksek bir ata olarak tanınması inancı, sadece Türklere mahsus bir inanıştır. Hatta bazı kavimlerin Türk olup olmadığının tesbitinde, kurttan türediklerine olan inanışları ayırıcı bir husus olmaktadır. Mo-tun zamanında Batı Türkistan bölgesinde Büyük Hun Devletine bağlı olarak yaşayan Vu-sun’lar arasında da kurttan türeme inanışı şu efsanede görülmektedir:

“Bir Vu-sun Hükümdarı, bir savaş sırasında Yüe-çi’lere mağlup olur ve bütün ailesi kılıçtan geçirilir. Sadece küçük bir prens katliamdan kurtulur ve bir dişi kurt tarafından emzirilerek hayatını devam ettirir. Kuşlar et getirirler ve onu güneşten korumak için kanatlariyle gölge yaparlar. Nihayet Hunlar bu çocuğun kurtulduğunu haber alırlar. Hun hükümdarı onu yanına getirtir, yetiştirir ve tekrar eski ülkesine göndererek hâkimiyeti elde etmesini sağlar”.

Kau-Çing, Ting-ling ve Tölös kavimlerinde de buna benzer kurttan türeme inanışları ise şöyledir:

“İlahi menşeli olan Asya Hun hükümdarının çok güzel iki kızı vardır, Bunları insanoğulları ile evlendirmeye kıyamayan hükümdar Tanrıya adar ve büyük bir kule, onunda tepesinde bir köşk yaptırıp kızlarını oraya kapatır. Nihayet bir kurt gelir ve kulenin çevresinde devamlı olarak ulumaya başlar. Kızlardan biri, bu kurdun Tanrı tarafından gönderildiğine inanarak onu kuleye alır ve kurttan çocukları olur. Böylece, bu kurttan türeme çocuklar Uygurları meydana getirir”.

Kurttan türeme inanışının diğer Türk boylarında da yaygın olduğu örneğin Kumanlarda, Bulgarlarda, Altaylarda, Kırgızlarda ve Moğollarda bozkurtla ilgili inanışlar olduğu bilinmektedir.

Meşhur Ergenekon destanında da bozkurt çok önemli bir rol oynamaktadır. Bilinen maceralardan sonra, Türkler Ergenekon’a sığmaz olup çıkmaya karar verince demir dağı eritirler. Dar bir geçitten çıkan Türklere bir bozkurt yol gösterir. Bu rehberlik vasfını Oğuz Kağan destanın da görüyoruz. Oğuz Kağan’ın ordusuna yol gösteren de ışıktan yapılmış bir bozkurttur.

Daha sonraki çağlarda, Uygurlar zamanındaki “Göç Destanı’nda da, Kut Dağı’nın Çinlilere tesliminden sonra Türk ülkesinde kıtlık ve felaketler baş gösterince mecburen göçe başlayan Türklere yol gösteren bir rehberden bahsedilir ki, bu da bozkurttur.

Türklerin bellibaşlı bütün destanlarında Bozkurt’un merkezi bir rol oynadığı, rehber ve kurtarıcı fonksiyonlarını ifa ettiği görülüyor. Bu destanlar, sözlü olarak Türkler arasında uzun zaman çok canlı bir şekilde yaşadıktan sonra yazıya geçirilmiştir. Yazılı tarihin bulunmadığı zamanlarda, destan ve efsanelerin birçok tarihi hakikatleri aksettirmek bakımından ne derece büyük önem taşıdığını ayrıca belirtmeğe lüzum yoktur. Destanlar, da bir millettin manevi hayatı, düşünüşü, hayat felsefesi gizlidir. Destanlardaki her motif, bir gerçeğin, bir inanışın sembollerle ifadesidir.

Bu çerçeveden bakıldığı takdirde bozkurtun Türk destanlarındaki, dolayısıyla Türk milletinin duyuş ve inanışındaki rolü üç ana bölümde toplanmaktadır.

  • Ata olarak bozkurt,
  • Rehber olarak bozkurt,
  • Kurtarıcı olarak bozkurt,

Bozkurttan türemiş olmak inancı, Türklere uzun çağlar boyunca büyük bir gurur, kendine inanış, emniyet ve geleceğe güvenle bakma duygusu vermiştir. Bazı destanlarda ana, bazı destanlarda baba olarak görülen bozkurt, çok kere Türk neslinin yok olacağı zaman ortaya çıkmakta ve Türklerin devamlılığını sağlamaktadır.

Yine Türklerin müşkül zamanlarında, millet hayatında büyük tesiri olacak geniş ve şümullü hareketlere girişecekleri zamanlara da bozkurt onlara yol göstermekte, eşi bulunmaz şekilde rehberlik etmektedir.

Ergenekon Destanında ve Kut Dağı Efsanesinde bozkurt milli bir kılavuz rolünü oynamaktadır. Türk’ün başı çok sıkıştığı zaman bozkurttun meydana çıkarak onu kurtarması, evladı üzerine şefkatle eğilen bir ana-babanın duygusunu hatırlatacak derecede derin bir mana da taşımaktadır. Sanki bozkurt, manevi bir âlemden Türk milletinin akıp giden hayatını devamlı olarak takip etmekte ve onların başının çok sıkıştığı, çaresiz kaldıkları zaman ortaya çıkarak yol göstermektedir. Bozkurt’un, Ergenekon Destanındaki, Oğuz Kağan Destanındaki ve Kut Dağı Efsanesindeki yol gösterme fonksiyonu da aslında tamamen semboliktir. Milletin büyüme, yayılma ve güçlenmesi için takip edilmesi gereken metodların işaretini, destan maddi unsurlarla ifade etmektedir.

Bozkurt’un kurtarıcı olarak destanlarda oynadığı rol de bize bazı gerçekleri hatırlatmaktadır. Dişi bozkurttun, düşmanların baskınından canlı olarak kurtulmuş son Türk’ü kolları arasına alarak büyük denizin üzerinden aşırması ve böylelikle yeniden taarruza geçen düşmanın onu öldürmesini önlemesi de bir semboldür. Bozkurtta sembolize edilen fikir, Türk birliğini sağlayan, Türklerin huzur ve barış içinde yaşamalarını sağlayan onların genişleyip büyümelerini temin eden fikirdir. Türkleri bu fikre inanıp riayet ettikleri müddetçe hâkimiyetlerini ve üstünlüklerini korumakta, fakat bu fikirden ayrıldıkları veya uzaklaştıkları zaman felaketlere uğramaktadırlar. Onları felaketten kurtaran da yine bozkurt, yani o büyük fikirdir.

Türk Destanlarından Alınacak Dersler

Türk Destanlarından bugün için alınacak dersler nelerdir? Bilhassa, destanlardaki bozkurt sembolü, bugün milli hayatımız bakımından ne gibi hususlara işaret etmektedir? Bu sorulara cevap verebilmek için Türklüğün içinde bulunduğu duruma kısaca bir göz atmak gerekmektedir.

Dünya üzerinde yayılmış bulunan Türklüğün üçte ikisi, tarih boyunca görülen en büyük felaketlerden birine maruz kalmış ve hürriyetini kaybetmiştir. Başka milletlerin tahakkümü altına girmek zorunda kalmış olan bu Türkler, yabancı kültürün ezici tesirine maruz bırakılmakta, yurtlarından sürülmekte, imha edilmekte ve başka ırklarla karışmaya zorlanmaktadır.  Tarih boyunca görülmüş en acı ve korkunç sürgünlerden biri Kırım Türklerinin başına gelmiştir. Yüzbinlerce Kırım Türk’ü, bir fert bırakılmamak üzere, hayvan taşınan tren vagonlarına doldurularak yurtlarından sürülmüş, uzak illere dağıtılmış, yabancı unsurların arasında asimilasyona, erimeğe terk edilmiştir. Türkistan’daki çok çeşitli imha hareketlerinden sonra Kerkük’te Kürtlerin, Kıbrıs’ta Rumların Türklere saldırarak toptan imhaya kalkışmalarının hatıraları henüz pek tazedir. Rus ve Çin boyunduruğu altına düşmüş olan Türklerin dilleri, alfabeleri değiştirilmekte, bunlar insafsızca bir rejim propagandasıyla Türklüklerini inkâra zorlanmaktadır. Aynı durum İran’da, Irak’ta, Yunanistan ve Bulgaristan’da da tekrarlanmaktadır. Küçük Türk çocuklarının ana dilleri ile eğitim görmeleri fiilen imkânsız hale getirilmektedir.

Bu milli felaket bir iki nesil sonra oralarda yaşayan Türk çocuklarının kendi soylarını inkâr eder duruma düşme ihtimalleri ile büsbütün meydan çıkabilir. Tarih örneklerle doludur.

Türklüğün üçte ikisi böylece hürriyetlerini ve bağımsızlıklarını kaybetmiş durumda iken, kültür ve soy bakımlarından yok edilmeğe terk edilmişken, geri kalan üçte biri de Anadolu’da ve Trakya’nın küçük bir kesiminde yaşamaktadır. Bu Türkler hür ve müstakildir. Fakat ard arda gelen felaketler onları yoksul düşürmüştür. Dört taraftan düşmanla sarılmışlardır. Bu düşmanlar, onları da milli inanışlarından ayırmağa, milli birliği yok etmeğe ve böylelikle hürriyet ve istiklallerini ellerinden almağa gayret sarf etmektedir.

Türkiye Türkleri yoksulluktan kurtulup kendilerini ilim, teknik vb. sahalarında geçmiş olan başka milletlere yetişebilmek için kalkınma hamlelerine girişmeğe çalışmaktadırlar. Fakat tarafsız bir gözle ve politik mülahazalardan sıyrılmış olarak bakınca, bütün Türkiye Türklüğünü derin bir heyecanla kavrayan milli bir idealin bulunmadığı görülmektedir. Milli şuur ve milli birlik hususlarında buhran vardır. Dış düşmanlar ve onların içerdeki yardakçı ve işbirlikçileri Türkiye Türklüğünü bir keşmekeş içine sürüklemeye çalışmaktadırlar.

Bu acı ve karanlık tabloyu, bahtsız bir mecburiyet olarak ortaya koyduktan sonra, Türklüğün içinde bulunduğu durumu şöylece toparlamak mümkündür:

  • Türklerin büyük bir kısmı ağır bir felakete uğramışlar ve hürriyetlerini kaybetmişlerdir. Şimdi de soylarının yok olması tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. Geriye kalan kitle ise, harici düşmanların tazyiki ile aynı felakete uğratılmak istenmektedir.
  • Türkler, kendilerini istiklal ve hürriyete kavuşturacak, mevcut olduğu kadar ile hürriyetlerini muhafaza edebilecek, kalkınmalarını tamamlayarak güçlü ve ileri bir millet seviyesine çıkaracak milli bir idealden mahrum bırakılmak istenmektedir.

Bu neticeyi, destanlardaki sembollerle ifade etmek istersek şöyle diyebiliriz: “Türkler düşman tarafından gafil avlanmış, büyük bir kısmı öldürülmüştür. Canlı kalanlar da aynı felakete uğramak tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Bu defa, Türklerin üzerine gölgesi düşen tehlike öylesine büyüktür ki, dünya yüzünde bir tek Türk’ün kalmaması sonucunu verebilir”. Öyleyse bu büyük tehlikeden Türklüğü kurtaracak olan nedir? Bu soruya, destanlardaki sembolle hemen cevap vermek kabildir: Bozkurt, Çünkü biliyoruz ki, Türklüğün başının darda kaldığı, neslinin yok edilmeğe çalışıldığı, yani büyük bir milli felaketle karşı karşıya kalındığı takdirde, onu kurtaran daima bozkurt olmuştur.

Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, bozkurt tamamen bir semboldür. Onu, bildiğimiz dört ayaklı yırtıcı bir hayvan olarak maddi ölçüler çerçevesinde almak, her şeyden önce milli kültür ve tarih şuurunun yokluğundan ileri gelir. Şu halde bozkurt neyin sembolü olabilir? Bozkurt, kurtarıcı ve yol gösterici olarak destanlarda oynadığı rolü, bugün fikir alanında, milli bir idealin sembolü olarak gösterilebilir. Bu milli ideal ise Türk Milliyetçiliği’dir. Bunun içindir ki Türk Milliyetçiliğinin sembolü olarak bozkurt seçilmiştir.

Gerçekten, Türklüğün bugün içinde bulunduğu felaketli durumundan kurtulabilmesi için sarılabileceği tek ve büyük fikir milliyetçiliktir. Bu sayede kendine güveni artacak, kendi özünde gizli hasletlerini yeniden keşfedecek, üstünlüğünü ve büyüklüğünü fark edecek, esir ve yoksul olmaktan büyük bir utanç duyacak, hürriyete ve yüceliğe kavuşabilmek için güçlü bir silkiniş hamlesine girişebilecektir. Milli şuuru, milli kültürü, milli gururu ve milli heyecanı olamayan kitlelerin bir “millet” değil, ancak bir “halk yığını” olduğu modern milliyetçilik çağında, Türklüğe ışık tutacak, yol gösterecek ve onu kurtaracak bozkurt, bunun için Türk milliyetçiliğinin sembolü sayılmaktadır. Milli kültürü, mefkûresi ve tarih şuuru olmayanlar tarafından milliyetçilerin ”bir it’in peşinden giden kimseler” olarak tavsifi asla ümitsizlik vermemelidir. Türk destanlarındaki derin manası ile bozkurttu tanımayan ve mevkiini tayin edemeyen bir takım bedbahtların ortaya çıkması, Türklüğün zayıf bir çağına rastladığı için, tabii sayılmalıdır. Milliyetçiliğin, bütün Türklük tarafından derin bir inanış ve heyecanla kavranacağı günlerde artık bu tarz davranışlar elbette görülmeyecektir.

Tarihin derinliklerinden büyük bir kültür hazinesi olarak zamanımıza intikal etmiş olan Türk destanlarındaki bozkurt motifinin, Türk milleti arasında bugün de çok canlı olarak yaşamasındaki harikulade sırrı, bozkurttun Türk milletinin inanışlarını ve geleceğe ait büyük ümitlerini temsil etmesinde aramak lazımdır[3]            

Bozkurt

Bazı milletlerin hayvanlardan seçtikleri sembolleri vardır. Türklerin sembolü de, herkesin bildiği gibi Bozkurt’tur. Bozkurttun, kurt cinsleri arasında bir başka yerinin olduğu da gerçektir.

Kurtlar cins cinstir. Bu cinsler karakter ve yaşayış tarzlarına göre sıralanırlar. Bozkurt, kurt cinsleri arasında en üstün vasıf ve meziyetlere sahip olan kurt cinsidir. Onu kurt yâda karakurt denilen bir başka karakurtu da canavar adıyla adlandırılan bir diğer kurt cinsi izlerler.

Bozkurt Töresi

Canavarlar adıyla adlandırılan kurt, bir sürüye daldığında sürünün tamamını telef eder, telefatın içinden birisini kendisine yem yapar. Belli bir töreleri yoktur. Karakurt, bir sürüye daldığında sürünün yarısını telef eder, telefatın içinden birisini kendisine yem yapar. Kısmen törelidirler. Bozkurt, bir sürüye daldığında bir hayvanı telef eder, bunun yarısını kendisine yem yapar diğer yarısını da varsa ailesine, yoksa avlanamayacak kadar yaşlı bozkurtlara taşır. Akıllara durgunluk verecek kadar töreli mahlûklardır.

Bozkurt, adını, üstündeki tüy renginden, tüyünün boz (gri renkte) olmasından almıştır. Diğer kurt cinsleri arasında boz renkte olanlar bulunsa da, Bozkurt ayrıca boy, posu ile bunlardan ayrılır. Bozkurt, burun ucundan kuyruk ucuna ortalama 1.65 m. boyundadır ve omuz başından yere ortalama 0.80 m. yüksekliktedir. Diğer kurt cinslerinde bu azamet yoktur. Türk Dünyası’nın bazı yörelerinde Bozkurt’a yakıştırılan kurt yâda canavar adları insafsızlıktır, yanlıştır.

Bozkurt, Boz-kurt, iri başlı, uzun ve yüksek vücutlu, kısa kulaklı, maviye çalan gri-boz renkli kurt. Gökbörü, Mitolojiye göre, Göktürk hanedanının kökü olan Aşina’nın türemiş olduğu söylenen efsanevi bir diş kurt[4].

Bir de Bozkurt ile aynı cüsse ve karakterde olan ve adına Gökbörü, denilen bir kurt vardır. Gökbörü, Bozkurt’un tüyü gök renginde (açık mavi) olanıdır. Gökbörü, yüzyılda bir ya da iki defa görünür. Oğuz Kağan Destanı’ndaki kurt işte bu Gökbörü’lerden biridir.

Bozkurt, hürriyetine son derece düşkündür. Onu bir hayvanat bahçesinde kafes arkasında ya da bir sirkte maskaralık yaparken görmek mümkün değildir.

Bozkurt’un ömrü ortalama 15 yıldır. İki yaşına kadar yavru Bozkurt, sekiz yaşından sonra da yaşlı bozkurt olurlar.

Bozkurt’un fevkalade töreli bir yaşayışı vardır. Mesela, bir Bozkurt ailesi, bir başka Bozkurt’un kendilerine katılma isteğini, bazı sınavlar uygulayarak ve bu sınavların başarıyla sonuçlanması halinde kabul eder. Örneğin, yuvadan ayrılmak isteyen bir Bozkurt, ailenin iznini almak zorundadır. Mesela, her Bozkurt ailesinin bir başı, müşterek hareketlerde de katılanların mutlaka bir başı vardır ki bunlara eke denilir. Şüphesiz ki Bozkurt’un olağanüstü töresi ve davranışları, Türk budununun onu sembol olarak seçmesinin amili olmuştur.

Kurt fasilesinin alt tabakası da vardır. Çakal, tilki, it, (köpek) mahlûkat işte bu alt tabakayı oluşturan canlılardır.

Töre’den Ayrılan Bozkurtlar

İstisnaların kaideyi bozamayacaklarını öncelikle belirterek, şunu da söylemeliyiz ki, bazen Bozkurtların içinden töreyi hiçe sayarak ayrılanlar da olabilir. Bu ayrılanlar, bir Bozkurttun yalnız yaşayamama fıtratına uygun olarak, kurt, canavar hatta fasilenin alt tabaka mahlûkatı sürülerine karışırlar. Hatta Bozkurt olmaları, bu sürüler içinde kendilerine bir faikıyet de getirir. Bu faikıyet mesela karınlarının zahmetsiz ve uğraşsız doymasını onlara temin eder. Ancak bu sürüler kendi adları ile anıldıklarından, bir Bozkurt’tun iltihakı, sürünün Bozkurt topluluğuna dönüştüğü anlamına gelmez. Bozkurt artık yamandığı sürünün bir ferdidir.

Bozkurt topluluğu dağda, ormanda veya bozkırda zaman zaman diğer alt tabaka sürüleriyle karşılaşırlar ve karşılaştıkları sürü içinde kendilerine benzer bir canlının olduğunu da hemen hissederler. Yavru Bozkurtlar, kendilerine benzeyen bu yarattığın neden diğer sürünün içinde bulunduğunu anlayamazlar. Hatta onu hala kendi topluluklarının ferdi olarak algılarlar. Bu sebeple de olgun ve yaşlı Bozkurtların hayret dolu bakışlarına ve bıyık altından gülümsemelerine rağmen, Bozkurtluk evsafını çoktan yitirmiş bu yarattığı, kendi, topluluklarına katılmaya çağıran bir takım sesler de çıkartırlar. Bu sesler, Bozkurtluk evsafını yitirmiş olan yaratığa gurur da verir.

Yavru Bozkurtlar kanar, ama koca Bozkurtlar? Öylesine gururlanır ki, adeta içinde bulunduğu sürünün efradına tavırlarıyla kendisinin ne kadar önemli bir yaratık olduğunu anlatır gibidir. Gerçi, içinde yuvaya dönmekle dönmemek arasında bir hissin kıpırdadığını da duyar gibi olur. Dönecektir de… Ama bu dönüş için Bozkurtların biraz daha palazlanmaları gereklidir. Bozkurtların arasında sıradan bir Bozkurt olmaktansa alt tabaka sürüsü içinde karnı doyan bir yarattık olmak onun daha çok işine gelir. Tabii bir de sıkıntı vardır. Bozkurt topluluğundaki yavru Bozkurtlara kendini kabul ettirmek kolaydır ama olgun ve yaşlı Bozkurtlar işi bozabilirler. Kaldı ki yavru Bozkurtlar da zaman içinde olgun Bozkurt haline gelirler ve içlerinde vaktiyle kendisinin hangi sürüden geldiğini hatırlayanlar da bulunur.

Bozkurt topluluğundan ayrılıp da bir başka sürüye katılmayan, daha doğrusu dağa çıkan Bozkurt ise, sınavları başarı ile verdiği takdirde yuvaya kabul edilir. Bütün bunlara rağmen Bozkurt ve töresi yeryüzü durdukça durur ve Tanrı Türk’ü Korur.[5]

Bozkurt, Milli Mücadele yıllarından başlayarak yeniden ve daha canlı şekilde hatırlanmaya başlamıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında, bazı birlik komutanları “Bozkurt” olarak anılmıştı. Böylece, bozkurttun, Türk milletinin zorlu ve sıkıntılı dönemlerindeki kurtarıcı, yol gösterici (kılavuz) niteliklerine atıf yapılmış oluyordu.

Cumhuriyet’in ilanından önceki Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti döneminde (1922) bastırılan pulların üzerine bozkurt resmi konulmuştur. Daha o dönemde, Ankara Hükümeti, çalışmalarını milli bir çerçeve içinde yürüttüğü mesajını bu şekilde vermiştir. Böylece, Bozkurt, Cumhuriyet ilan edilmeden önce milli bir sembol olarak benimsenip kabul edilmiş oluyordu.

1929 Dördüncü Londra serisi içindeki 6 kuruşluk posta pulunda Ergenekon motifleri olan bozkurt, demirci, örs ve çekiç yer alıyordu. Esasen 23 Ocak 1922’den 26 Ağustos 1934’e kadar PTT kurumunca basılan bütün serilerde bozkurt resmi bulunmaktaydı.

Cumhuriyet’in ilk 15 yılındaki Atatürk döneminde (1923-1938) bozkurt çok çeşitli yerlerde kullanılmıştır:

İlk yolcu gemimizin adı “Bozkurt” olarak konulmuştur. Sonraki yıllarda bu gemiyle ilgili iki ayrı gelişme meydana gelmiştir:

Bozkurt – Lotus Davası

Bozkurt, Ege Denizi’nde Fransız bandıralı Lotus gemisiyle çarpışmıştır. 2 Ağustos 1926 günü, İstanbul’dan Mersin’e kömür götürmekte olan “Bozkurt” adlı kuru yük gemimiz, Beyrut’tan İstanbul’a gelmekte olan Fransız bandıralı “Lotus” adlı gemiyle Midilli yakınlarındaki Sığrı limanı önünde çarpışır. Bozkurt gemisinin sahibi Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Ali İhsan Paşa, Lotusun sahibi de ”Masejeri Maritim” şirketidir.

Bu şirket Osmanlı döneminde deniz taşımacılığı tekelini elinde bulunduran şirkettir de aynı zamanda, Mahmut Esat, İstanbul Hukuk Mektebi’nde okurken, bu şirketin vapurlarında yolculuk etmiş, Türk Subaylarının silah ve kılıçlarının alındığını görerek kahrolmuştur. Ayrıca Türklerin ikinci mevkii yolcusu olarak gemiye alındıklarını kendisi bizzat yaşamıştır.

Çarpışmada Bozkurt gemisi batar, sekiz Türk gemici de boğularak vefat eder. Yapılan yargılamada Türk yargısı, Fransız kaptan Demons’la Türk kaptan Hasan’ı dikkatsizlik ve tedbirsizlikle ölüme neden oldukları için 80 gün hapis ve para cezasına çarptırır. Fransız hükümeti, olay Türk karasularının dışında olduğu için Türk Mahkemelerinin bu konuda karar veremeyeceğini söyleyerek tutuklama kararına itiraz eder.

Mahkeme bu kararı reddedince, Fransız Denizcilik Cemiyeti, Fransız Hükümetine başvurarak Türk Hükümetine müdahale edilmesini ister. Fransız basınında ülkemizi suçlayan yazılar çıkar. Bizim basınımızda da kapitülasyonların yeniden hortladığına ilişkin yazılar yayınlanır. Böylece olay hukuksal zeminin yanında siyasal boyut da kazanır. İki tarafın basındaki suçlamaları sürer.

Fransız Dışişleri Bakanı Briand, Paris Büyükelçimiz Fethi Bey’le görüşerek Kaptan Demons’un serbest bırakılmasını ister. Fransız hükümeti diplomat Biruge’yi Ankara’ya göndererek Lozan’da imzalanan “İkamet ve Selahiyet-i Adliye” sözleşmesine dayanarak kaptanın derhal serbest bırakılmasını ister.

Kimi gazetecilerimiz ve hukukçularımız arasında farklı yorumlamalar ve beyanlar ortaya çıkar. Bizim yazar ve hukukçularımız arasında Fransız isteklerinin yerine getirilmesini isteyenler de vardır. Bunlara karşı çıkan Adalet Bakanı Mahmut Esat, “Geri çekilmenin Türkiye’nin Uluslararası saygınlığının sarsılacağına, İsmet Paşa’nın Lozan’da bin bir zorlukla kaldırdığı adli kapitülasyonların kapılarının yeniden açılmış olacağına” dikkati çekiyordu.

Olaylar bu boyuta tırmanınca, Başbakan İsmet Paşa ve Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa, konuyu bir de Adalet Bakanı Mahmut Esat’tan dinlemek ve onun görüşünü almak istediler. Mahmut Esat, olayı şöyle anlatır: “Anlattım ve sözlerimi şöyle tamamladım: Paşam, Uluslararası Adalet Divanı’na gidelim. Kimin haklı olduğu orada belli olsun. Ben haklılığımıza inanıyorum. Müsaade ederseniz davamızı ben savunayım. Kaybedersem yurduma bir daha dönmeme. Fakat kazanacağız. Hem adalet Divanı’na gitmeden Fransızların dediğini yapacak olursak,  Fransız devletinin gözdağı karşısında boyun eğmiş olacağız. Bu da onlara, diğer sorunlarda aynı gözdağını ileri sürme yürekliliğini verecektir. Hâlbuki Uluslararası Adalet Divanı’na giderek davayı kaybetsek bile şeref ve haysiyetimiz zedelenmez. Çünkü Uluslararası bir mahkemenin hükmüne uymak şerefsizlik değil, tersine büyük şereftir”.[6]

Mustafa Kemal, Mahmut Esat’ın sözlerini dinler ve şöyle karşılık verir: ”güle güle git! Kazanacaksın! Kazanmasan bile bu millet seni bağrına basacaktır”.

Bir taraftan davanın İstanbul Ağır Caza Mahkemesi’nde görülmesi devam etmektedir. 14 Eylül 1926’da dava sonuçlanır.

Buna göre Fransız kaptan Demons iki ay yirmi gün hapis ve 22 lira ağır para cezasına, Bozkurt’un süvarisi Hasan Kaptan da dört ay hapis ve 33 lira ağır para cezasına çarptırılır.

Mahmut Esat, yargılama kararını ve sonucu şöyle değerlendirir: “Davamızda çok haklıyız. Şu kadarını söyleyebilirim ki Türk Adliyesinin Bozkurt-Lotus olayında kullandığı yetki bütün gelişmiş ülkelerde kabul edilen ve uygulanan yetkinin aynısıdır”.

İki devlet anlaşmazlığın giderilmesi için Uluslararası Adalet Divanı’na gidilmesi konusunda anlaştılar.

Konunun Türkiye’yi haklı çıkaracağına inanan Mahmut Esat ve arkadaşları 17 Ekimde Cenevre’den hareket ederek 21 Ekimde İstanbul’a döndüler. Mahmut Esat ve arkadaşları 17 Temmuz 1927’de İstanbul’dan Lahey’e hareket ettiler. Taraflar 9 ve 10 Ağustos 1927 tarihlerinde son savunmalarını yaptılar ve birbirlerinin tezini çürütmeye çalıştılar. Lahey Uluslararası Adalet Divanı kararını 7 Eylül 1927 günü açıkladı ve Türkiye’yi haklı buldu.

Adalet Bakanı Mahmut Esat’ın, birçok devletin ceza yasalarından örnekler vererek yaptığı etkileyici savunma sonucunda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, davayı bir oy farkla da olsa kazandı. Bu savunmayla Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası hukukta, eşitliğini kanıtladığı gibi Atatürk tarafından verilecek Bozkurt soyadını da kazandı. Atatürk 1934 yılında soyadı devrimini yaptığında, yakın çevresindeki insanlara soyadlarını kendisi seçerek vermiştir. Önce Mahmut Esat Bey’e atılgan kişiliği, ateşli ve inanç dolu konuşmaları nedeniyle “Ateşten Adam” soyadını vermek ister. Mahmut Esat, kendisinin toplumda ve yurt dışında Bozkurt-lotus davasıyla tanındığını söyleyerek, “Bozkurt” soyadının verilmesi dileğini bildirir. Ulu Önder Atatürk, bu dileği kabul eder ve Mahmut Esat’a Bozkurt soyadı verilir. Böylece Lahey’de kazandığı davadaki başarısı ölümsüzleştirilir[7]

Ancak, Fransa, Bayrak yasasına göre açık denizlerde işlenen suçlarda sadece bayrak devletinin yargılama yetkisi bulunduğunu, Türk mahkemelerinin bu sebeple yetkisiz olduğunu ileri sürmüştür. Bunun üzerine anlaşmazlık Lahey Sürekli Adalet Divanı’na götürülmüştür. Türkiye’yi Divan’da dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey temsil etmiştir. Divan, Türkiye’yi haklı bularak hukuka aykırı hareket etmediği kararını vermiştir. Soyadı Kanunu çıktığı zaman (1934) Atatürk, Mahmut Esat Bey’e, bu davadaki başarısı sebebiyle “Bozkurt” soyadını vermiştir. Daha sonra üniversitelerde inkılap tarihi dersleri veren Mahmut Esat Bozkurt, milliyetçi kimliği ile tanınmaktadır.

Lahey Sürekli Adalet Divan, kararının yanı sıra, Türk heyetine, Atatürk’e sunulmak üzere tunçtan bir bozkurt heykeli hediye etmiştir. Bu hediyenin gerekçesi “Bozkurt gemisinin adı ve Türk milletinin milli sembolü, hürriyetin ve bağımsızlığın timsali” olmasıdır. Heykelin üzerinde “Bozkurt Davası Hatırası, Lahey -7 Eylül 1927” yazılıdır[8].

Bozkurt heykeli, 1953’te açılışı yapılan Anıtkabir’de 1968 yılına kadar sergilendi. O yıl Samsun’da açılan Gazi Müzesi’ne, Atatürk’ün başka birçok özel eşyasıyla birlikte gönderildi ve burada halkın nazarına sunuldu. CHP’nin iktidarı zamanında buna son verildi (1978) ve sergiden kaldırılarak depoya gönderildi.

Atatürk’e armağan edilen bozkurt heykelinin kaidesi 30×12 cm’dir. Yüksekliği 29 cm, uzunluğu ise 34 cm’dir.

Atatürk’ün emriyle 1924’te M. Fuat Köprülü tarafından kurulan Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nün sembolü meşale tutan bir bozkurttur.

1925 yılında, Gazi Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti devlet armasının yapılması için talimat vermiş, bunun üzerine Maarif Vekâleti, devlet armasının tespiti için bir yarışma açmıştır. Yarışmaya katılma şartları ve armada yer alması istenilen unsurlar “Milli Arma Şartnamesi” adlı bir kitapta yayınlanmıştır. Yarışmayı, ünlü ressam Namık İsmail’in eseri kazanmıştır. Bu eserde bozkurt figürü de bulunuyordu. Ancak, Atatürk, Namık İsmail’in eseri de dâhil olmak üzere, gönderilen arma taslaklarını yeterince görkemli bulmamıştır. Bunun üzerine arma girişiminden vaz geçilmiştir. Birinci olan eserdeki bozkurt figürü, gerçekten zayıf ve bozkurdun niteliklerini belirtmekten uzaktı[9].

5 Aralık 1927’de tedavüle çıkarılan 5 ve 10 liralık banknotların üzerinde bozkurt figürü kullanılmıştır. Bu banknotlar, Harf inkılabından önce basıldığı için Arap harfleriyledir.

Türk Ocakları’nın, Milli Türk Talebe Birliği’nin,  ilk milli petrol şirketi olan, Petrol Ofisi’nin1925’te faaliyete geçen İstanbul Esnaf Bankası’nın ve Yavrukurt teşkilatının sembolleri bozkurttur.

Atatürk döneminde orta ve yükseköğrenim öğrencilerinin tek tip kasket giymesi zorunlu hale getirilmişti. Bu kasketlerin önünde bozkurt figürü bulunmaktaydı.

1935’te piyasaya Bozkurt sigaraları çıkarılmıştır. Bu sigaraların karton kutuları üzerinde bir bozkurt başı yer almaktaydı.

Atatürk döneminde Ankara’nın Ulus Meydanı’nda yapılan anıtın kaidesindeki köşelerde bozkurt kabartmaları bulunuyordu. Atatürk’ün ölümünden sonra bu kabartmaların kaldırıldığı görülmüştür.

Atatürk, çalışma masasının üzerinde, çağırma zili olarak kullandığı bir bozkurt heykelciği bulunduruyordu. Tunçtan yapılmış bu heykelciğin yüksekliği 8 cm, uzunluğu 9 cm’dir. Bu eser Samsun’daki Gazi Müzesi’nin deposunda tutulup sergilenmemektedir.

1931’den 1944’e kadar yayınlanan Türkçü dergilerin hemen hepsinde bozkurt Türk milliyetçiliğinin sembolü olarak yer almıştır. “Bozkurt” adını taşıyan çok sayıda Türkçü dergi de yayınlanmıştır.

Bozkurt sembolünün resmen en son kullanışı 1973 yılındadır. O tarihte PTT, Kıbrıs Türk Yönetimi adına 10 ve 100 liralık iki adet pul bastırmıştır. Bu pullarda Bozkurt görülüyordu.

27 Mayıs hükümet darbesinin 1. yıldönümü vesilesiyle çıkarılan 40 kuruşluk pulların üzerinde Ergenekon’dan çıkış tasviri ve ön planda bozkurt yer almaktaydı. Bu pullar, sonra yenilenmemiştir.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla sonuçlanan gelişmelerde önemli rolü bulunan Türk Mukavemet Teşkilatı’nın sembolü bozkurttu. Teşkilatın bayraktarlık ve sancaktarlıkları, değişik bozkurt figürleri ile millilik vasıflarını tescil ettirmişlerdi. İlk bayraktarlar da bozkurt adıyla anılmıştır[10]. Mukavemetçi erler ise “kurt” unvanını taşıyordu.

1998 yılında yunan savaş uçaklarının Kıbrıs’a gitmesi üzerine Türk savaş uçakları da misilleme olmak üzere KKTC’nin Geçit kale Askeri Hava Alanı’na indiler. Kıbrıs’a hareket eden Türk Hava Kuvvetleri’ne ait filonun adı “Anadolu Kurtları” idi. Uçaklarımızın kuyruk bölümünde de kurt figürleri bulunuyordu.

Deniz Kuvvetlerimizin her yıl Ege Denizi’nde yaptığı 1 ve 2 numaralı tatbikatlarda “Deniz Kurdu” adı kullanılıyordu.

Özel harp Dairesi’nde Diyarbakır’daki 7. Kolordu ile Edirne Uzunköprü alay sancaklarında bozkurt figürü bulunduğu ileri sürülmektedir.

Bozkurt, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)’nin 1965-1969 yıllarını içine alan döneminde gayriresmi parti amblemi olarak kullanılmıştır. 1969’da parti politikasındaki yeni yönelişler üzerine Bozkurt’un yerini üç hilal almışsa da ülkücü gençlik örgütlerinde Bozkurt’un amblem olarak kullanılmasına devam edilmiştir.

İngiliz yazar Armstrong, Atatürk’ün oynadığı tarihi rolü isabetle değerlendirerek onun hakkında yazdığı biyografik esere “Bozkurt” adını koymuştur.

Bozkurt İşaretinin Tarihi

Bozkurt işareti nedir? Ne anlama geliyor? Soruları uzun süredir toplumumuzu meşgul etmektedir. İşte tarihimizde önemli bir yeri olan Bozkurt işaretinin tarihçesi ve merak edilen ayrıntılar.

Bozkurt işaretinin tarihi, Bozkurt işaretinin 1991 Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de, Azatlık meydanında Ebulfeyz Elçibey’in düzenlediği mitingde yaklaşık olarak bir milyon insanın Milliyetçi Hareketin sembol ismi Alparslan Türkeş’i  “Bozkurt” işaretiyle selamlaması sonrası ortaya çıktığı sanılsa da tarihi araştırmalarda bu sembolün Türklere Budist kültüründen geçtiği yazılmaktadır.

Milliyetçi Hareket’in ve Dünya Türklüğünün yakından tanıdığı sembol isim, Alparslan Türkeş Beyin, “Bozkurt” işaretiyle topluluğu selamlamasının ardından bu efsane sembol Türk milleti tarafından benimsenmiş ve günümüzde de kullanılmaktadır.

Alparslan Türkeş, Bozkurt işaretinin anlamını şu sözlerle anlatır: Serçe parmak Türk’tür, şu işaret parmağı da İslam’dır. Şu Bozkurt işareti yaptığımız işaretin arada kalan boşluk ise cihandır. Son olarak kalan üç parmağın birleştiği nokta ise mühürdür. Türk İslam Mührünü Dünyaya vuracağız demiştir.

Bu sembol Türk hakanları tarafından başarı anlamına gelen bir zafer işaretidir. Batıya göç eden, Hun, Kıpçak, Peçenek Türkleri aynı zamanda bu işareti soy belirtir olarak yani “Ben Türküm” manasında da kullanmışlardır.

Bu sembole 10. yüzyıl İranlı Şair Firdevsi’nin Şeyhnamesinde dahi rastlanmaktadır. Türk kadınların minyatürünün yer aldığı bu eserde Bozkurt işareti yapan kadınlar resmedilmiştir.

Çin de yapılan kazılarda çıkartılan eserlere bakıldığında, Bozkurt işareti yapan Türk hakanı heykeli ilgi çekicidir. Bozkurt işaretinin, İslamiyet öncesi Göktürk İmparatorluğu döneminde ve diğer başka Türk devletlerinde, Türk hakanlarının zafer işareti olduğu, mağaralarda bulunan 6. yüzyıla ait “Türk Hakanı Heykeli” ile apaçık anlaşılmıştır.

Sonuç

Bozkurt işaretinin Türk mitolojisindeki yeri ve önemi, Yol gösterici, kutlu kurt, tüm Türk ve Moğol boylarının ortak ongunudur. Bazı Türk ve Moğol boyları, soylarının bu kutlu varlıktan türediğine inanırlar. Çoğu zaman soyun bir kolu Gökkurt’tan, diğer kolu ise Gökgeyik’den gelmektedir. Kurt sürülerinin başında bulunup idare eden kurtlara da Gökkurt denilir. Baskır ve Börü kelimeleri de değişik lehçe ve şivelerde kurt demektir. Bozkurt gökyüzünü temsil eder. Alageyik ise yeryüzünün simgesidir. Göktürklerin gök (mavi) bayraklarında Kurtbaşı resmi vardır. Savaşçılığı ve savaş ruhunu, özgürlüğü, hızı ve doğayı temsil eder. Türk milletinin başına bir iş geldiğinde, bir tehdit belirdiğinde ortaya çıkar ve yol gösterir. Ergenekon çıkışında, ortaya çıkıp yol gösterdiği gibi. Türk kurultaylarında, Çadırların önüne tepesinde altından kurtbaşı bulunan direkler dikilir.

Savaş Ruhu (Tanrısı) kurt görünümüne bürünür. 6. Yüzyıla ait bir taş anıtta kurttan süt emen bir çocuk betimlenmektedir. Erenler, evliyalar zaman zaman kurt kılığına girerler. Bozkurda bazı Türk boylarında “Gökoğlu” da denir. Halk inanç ve kültüründe Bozkurt dişinin cepte taşınmasının nazardan koruyacağına inanılır. Yakut Türklerince Bozkurt, Bosko olarak zikredilir. Moğol ve Kırgızlar’da, Bozkırda gezerken kurt görmek uğurdur. Rüyalarda kurt görmek de hayra yorulur. Yine Moğol ve Kırgızlar’da hamile kadının nazardan ve kötü ruhlardan korunması için yastığının altına kurt dişi veya derisi koyulur.

Kurdun koyun sürüsüne dalması veya ahıra girmesi (ahır dedikleri, açık havada avluya) girmesi bereket sayılır. Başkurt Türkleri, inancına göre kurt onların atalarının önüne düşerek yol göstermiştir. Bu nedenle kendilerine Başkurt denmiştir.

Turan Taktiği, Türk Hilal Taktiği de denilen savaş meydanında yarım çember ile düşmanı ortaya alıp çemberi kapatma stratejisinin kurtlardan görülerek tarihte ilk defa Türkler tarafından uygulandığı bilinmektedir.

Bozkurt’un Türk tarih ve kültüründe ne denli önem ve yer kapladığını Asya coğrafyası ve Türk kültüründe yapmış olduğumuz çalışmalardan bir parça dile getirmeye çalıştık. Moğolistan Kitabımızda daha geniş izahatlar vereceğimize inanıyorum.

Turan CAN

TİKA-Araştırmacı


Dipnotlar:
[1] Bahaddin Ögel, Türk Mitolojisi, s.73-86, Ankara
[2] Çang K’ien’nin notları (M.Ö. 138-126), bk. De Groot, ayn. esr, s.29 vd; W. Eberhard, Çin’in Şimal Komşuları, s.91, 104
[3] Altan Deliorman, Bugünkü Manası ile Bozkurt, Türk Kültürü Dergisi, sayı 55, 1967, Ankara
[4] Yaşar Çağbayır, Türkçe Büyük Sözlük, Ötüken, TİKA Yayını C. 2 s. 824 İstanbul 2016
[5] Erk Yurtsever, Bozkurt, Orkun Dergisi. Sayı 9,  Kasım 1988
[6] Nail Topal, Ateşten Adam, Mahmut Esat Bozkurt,  2017 Ankara
[7] Faruk Gözübüyük, Bozkurt-Lotus Davası, Atayurt Dergisi, Sayı 17, 2018 Ankara
[8] “İşte Atatürk’ün Kayıp Bozkurt’u”, Orkun, S. 9 Kasım 1998
[9] Altan Deliorman, Türk Kültüründe Bozkurt, s. 106-107 İstanbul 2009
[10] Cumalıoğlu, Y, “TMT”’nin 40. Yılı Dolayısıyla”, Orkun, s. 6, Ağustos 1998
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.