Bilindiği gibi turna, Türk halk kültürü ürünlerinde, özellikle de türkülerde ve halk hikâyelerinde, adı çok sık geçen bir kuştur. Hacı Bektaş Velî Vilâyetnâmesi’nde de ilk Müslüman Türk mutasavvıfı olan Ahmed Yesevî’nin “turna donuna girdiği kayıtlıdır. Turna, Yesevî’den günümüze kadar geçen yaklaşık sekiz asırlık zaman zarfında, hem halk hem de divan edebiyatı ürünlerinde çok yaygın olarak kullanılmıştır. Ayrıca, İslam dinini kabul etmemiş olan bazı Türk topluluklarının folklorunda da önemli bir yere sahiptir. Yesevîliğin Anadolu ve Balkanlar’daki devamı olan ve Hacı Bektaş Velînin piri olması dolayısıyla Ahmed Yesevî’nin büyük etkisi altında bulunan Bektaşîlikte turna, Hz. Alî ile ilişki kurularak yüceltilmiştir. Semahlardan birine turna adı verilerek kut- sallaştırılmıştır. Eski Türk kültürüne ait ögelere diğer tarikatlere göre daha fazla yer veren Bektaşîliğin turnayı kutsallaştırmış olması önemlidir.
Bu kuş niçin turnadır? Bu soruya cevap verebilmek için, her şeyden önce eski Türk kültüründeki gökle ilgili inançların ve gök ile turna arasındaki münasebetin ortaya konulması lazımdır. Daha sonra da, eski Türk kültüründe ve bütünlüğü sağlamak için de İslamiyeti kabul etmemiş olan bazı Türk topluluklarında var olan turna algısının karşılaştırmalı olarak incelenmesi gerekmektedir. Bu çalışmada, Türk kültüründeki turna inancı (ya da motifi), önce eski Türk kültürü sonra da Türk halk kültürü ürünlerindeki -özellikle Bektaşîlikteki- ve Müslüman olmayan bazı Türk boylarındaki turna tasavvuruyla birlikte değerlendirilecektir.
I. Turnayla İlgili Önemli Çalışmalar
İrene Melikoff’un, turnayla ilgili olarak -bildiğimiz kadarıyla- müstakil bir çalışması bulunmamaktadır. Ancak Melikoff, çeşitli çalışmalarında bu kuş hakkında bilgi vermiş ve bazı değerlendirmelerde bulunmuştur. Ona göre turna, Çin’de her şeyden önce ölümsüzlük kuşudur (Melikoff, 2006: 121). Çin, Kore, Japon gibi bazı Uzak Doğu uluslarında Ebedî Yaşamın karşılığıdır ve Türkler tarafından göçle birlikte Batı’ya getirilmiş olmalıdır (Melikoff, 2006: 104). Turna yine, Tanrısallığın yeryüzü tecellîleri içindeki timsalidir. Öncelikle de Allah’ın beşer suretinde tecellîsi olan Alî’yi temsil eder (Melikoff, 2006: 120).
Şükrü Elçinin “Türk Halk Edebiyatında Turna Motifi” başlıklı bir çalışması bulunmaktadır. Hoca, bu konuda yapılmış çalışmalar arasında özel bir yeri bulunan bu makalesinde, önce turna hakkında kısa ve tanıtıcı bilgiler vermekte ve turnanın şahıs ve yer adlarındaki kullanımından örnekler sunmaktadır. W. Eberhard ve Masao Mori’yi kaynak göstererek eski turnanın Türk kültüründeki yerine kısaca temas etmektedir. Daha sonra, turnanın Türk halk şiiri ve Türk halk hikâyelerindeki yeri üzerinde genişçe durmakta, ayrıca Alevî-Bektaşî şairlerin bu kuşa yükledikleri anlamlara işaret etmekte ve turnanın bir motif olarak kullanıldığı örnekler sunmaktadır. (Elçin, 1997: 63-75)
Konuyla ilgili bir başka çalışma, Gıyasettin Aytaş tarafından kaleme alınmış olan “Türkülerde Turna” başlıklı makaledir. Yazar, turnanın “Gök Tanrı’yı temsil ettiği için kutsallaştırüdığını” belirttikten sonra, söz konusu kuşun bu kutsallığını Alevî-Bektaşî folklorunda da sürdürdüğünü ve Hz. Ali’yi temsil ettiğini söylemektedir. Daha sonra, haber getirip ve haber götürme gibi işlevleri olan turnaları konu alan türkü metinlerinden örnekler sunulmaktadır. (Aytaş, 2003: 13-33)
Diğer bir çalışma Ömür Ceylana aittir ve “Klâsik Türk Şiirinde Turnaya Dair” başlığını taşımaktadır. Bu çalışmada, turnanın Islamiyettten önceki Türk inançlarıyla Alevî-Bektaşî geleneğindeki yerine işaret edilmiştir. Bazı divan şairlerinin içinde turna geçen beyitlerinden örnekler sunulmakta ve söz konusu kuşun hangi çerçevede ele alındığı tespit edilmeye çalışılmaktadır. (Ceylan, 2003: 35-42)
Konuyla ilgili önemli ve kısa bir süre önce yapılmış bir çalışma da Mehmet Kara ve Ersin Teres imzalarını taşımaktadır. “The Crane as a Symbol of Fidelity in Turkish and Japanese Cultures” (Türk ve Japon Kültürlerinde Sadakat Sembolü Olarak Turna) başlıklı bu makale, İngilizce’dir. Makalede, turnanın Türk ve Japon kültürlerindeki yeri karşılaştırmalı olarak incelenmekte özellikle benzerlikler veya paralellikler üzerinde durulmaktadır. (Kara vd. 2012: 194-201)
Bu çalışmalardan ilkinde, turnanın kökeni ve Alevî Bektaşî geleneğindeki yeri üzerinde durulmakta ve turnanın Uzak Doğu kültürlerinden gelmiş bir sembol olduğu ısrarla vurgulanmaktadır. Diğer çalışmalarda da, turnanın eski Türk kültüründeki yerine kısaca temas edildiği, Alevî Bektaşî geleneğindeki yerinin de kısmen ele alındığı, halk şiiri ile halk hikâyeleri ve klâsik şiirimizdeki yeri üzerinde ise daha genişçe durulduğu görülmektedir.
Yukarıdaki çalışmalarda, – ele alınan konuların bir gereği olarak – turnanın kökeni pek tartışılmamış ve özellikle İslam dinini kabul etmemiş bazı Türk topluluklarındaki yerine de hemen hemen hiç temas edilmemiştir. Halbuki, turnanın eski Türk kültüründeki ve halen Müslüman olmamış Türk topluluklarındaki kimliği ile Alevî-Bektaşî geleneğindeki kimliği arasında paralellik ve bütünlük vardır.
II. Eski Türklerde Gök Tanrı İnancı ve Turna
Bilindiği gibi “Üze kök tengri asra yagız yir kılındukta ikin ara kişi oglı kılınmıştır. Buradaki “tengri” kelimesi “gökyüzü” anlamındadır. Ancak, kelimenin bu dönemde “ilah” anlamı da bulunmaktadır. Kelime, daha sonra “gökyüzü” anlamını kaybetmiş ve sadece “ilah” anlamında kullanılmıştır. Bu semantik daralma, muhtemelen Allah’ın mekanının gökyüzü olduğu inancıyla ilgilidir. “Tengri teg tengri- de bolmuş olmak”, söz konusu inancın açık bir ifadesidir.
Türk kültüründe gökyüzü gibi onun rengi olan mavi de kutsaldır. Yeryüzünün rengi olan karada (yağızda) ise olumsuzluk anlamı daha baskındır. Yerin ve göğün bu vasfı, buralarda bulunan tanrıların vasıflarıyla paralellik arzetmektedir. Bundan dolayıdır ki, ışık ve iyilik tanrıları gökte bulunur. Başlarındaki Ülgen Ata, herkesin iyiliğini ve dirliğini ister. On yedi veya otuz üç kat olarak tasavvur edilen göklerin ve bulutların üzerinde altın bir tahtta oturur. Karısı ve dokuz oğluyla birlikte kendisine yardım eden dokuz kızına “Ak Kızlar” denir (Yörükan, 2006: 55-56). Karanlık ve fenalık tanrıları ise yerin altında bulunurlar. Başlarındaki Erlik Ata da Ülgen Atanın aksine herkesin kötülüğünü ister ve dünyada fesadın çoğalması için çalışır. Dokuz kat yer altında oturan Erlik Ata’nın yüzü de, tahtı da, bindiği beygir de karadır. (Yörükan, 2006: 56)
Gökyüzünün kutsal, buna karşılık yeryüzünün kötü kabul edilmesiyle ölüm arasında da bir ilişki vardır. İnsanların iyi ve kötü olmalarının tabiî bir sonucu, insan ruhunun da “yaruk” (parlak, aydınlık) ve “kararıg” olmak üzere iki yönünün bulunduğuna inanılmaktaydı (Esin, 2001: 51). Ölümden sonra, “kararıg” ruh yeraltına giderken “yaruk” ruh, buhar olup gökyüzüne uçmaya çalışmaktaydı. Ruh, bazen de “turna” şekline girerek göğe uçuyordu (Esin, 2001: 51). Kutsal olan ata ruhunun kaplan gibi bir güç tarafından kapılmasını önlemek için, ölümün simgesi olan kuzeye doğru dönülerek ruh geri çağrılmaktaydı. Bu tören, uzakta ölenler için de yapılmaktaydı (Esin, 2001: 51). “Buhar olup” ya da “turna şekline girip” gökyüzüne uçan ruh, geri çağrıldığında da muhtemelen yine “buhar” veya “turna” olarak dönmekteydi.
Ruhun iki yönünün bulunması ve ölümden sonra gittikleri yerlerle ilgili bilgilerin en eski kaynağı, Çin’deki Çu dönemiyle ilgili kayıtlardır. Emel Esin, Eberhard’ın Çuların çoğunluğunu proto-Türk kabul ettiğini kaydettikten sonra, “… Kâinatın çeşitli tezahürlerini, mekan ve zaman içinde tüm evreni kapsayan bir düzen olarak açıklama girişimi, proto-Türk sanılan Çulara atfedilmektedir ya da Çular bu kozmolojiyi anavatanları olan İç Asya’dan getirmişlerdi.” (Esin, 2001: 19) demektedir. Bu ifade, söz konusu inancın Türklere ve İç Asya’ya ait olduğunu düşündürmektedir.
Pek çok araştırmacının kaynak olarak kullandığı İbn Fadlan Seyâhatnâmesi’nde, “Başkurtlardan bazılarının ayıya, bazılarının balıklara, bazılarınında turna kuşlarına taptıklarına dair” kayıtlar bulunmaktadır (Roux 2005: 90). Seyyah, Başkurtların “turna kuşlarına tapındıklarını” söylemekte ve nedenini de şöyle açıklamaktadır: “Başarısız bir dövüşten sonra Başkurtlar tam bir bozguna uğramışken turna kuşları çığlıklar atarak galiplerin ardından gider. Onlar da pusuya düştüklerini sanıp kaçmaya başlar…” (Roux, 2005: 131)
Bazı kaynaklarda 849 yılında öldüğü belirtilen, ancak Roux’un 840’ta öldüğünü söylediği El Medinî de, “Türklerin becerikli bir ordu önderinde on hayvanın özelliklerinin bulunmasını istediklerini, bu on hayvanın arasında da turnanın uyanıklığı temsil ettiğini” söylemektedir. (Roux, 2005: 228-229)
Türk dilinin uzak lehçelerinden biri, bilindiği gibi Yakutçadır. Yakutça ana dilden tarihin bilinemeyen devirlerinde ayrılmıştır. Bu durum Yakutların da ana kitleden (yani Türk milletinden) çok eski zamanlarda ayrılmış olmasının sonucudur. Yakutlar, bugün İslam dinine geçmeyen Türk boylarından biridir. Yakutlarda, turnanın eski Türk kültüründeki konumunu muhafaza ettiği anlaşılmaktadır. Mesela, turnanın “Saha Cumhuriyeti Mom rayonu armasında yer aldığı” bilinmektedir (Duranlı, 2010: 148). Aynı şekilde, “Bir Saha için turna kuşunu öldürmek veya yuvasını bozmak trajik sonuçları olabilecek büyük bir günah olarak görülmektedir” (Duranlı, 2010: 149). Saha (Yakut) büyü masallarında da “Kahramanın düşmana kurduğu tuzaklarda, turna balığıyla birlikte turna yumurtası da kullanılmaktadır” (Duranlı, 2010: 156,180) Yakutlarda, turna-şamanlardan da söz edilmektedir (Roux, 2005: 95).
Altay Türkleri arasında kutsal kabul edilen kuşlardan biri, turnadır. Eşli ve eşine sadık kuşlardan biri olan turnanın öldürülmesi kesinlikle yasaktır (Yamaeva vd. 1994: 353).
Çular döneminde ruhun gökyüzüne “buhar” yanında “turna” olarak da uçtuğu inancı, biraz değişikliğe uğrayarak “turna bedenine, turna donuna girmek” şeklinde, Müslüman olmayan bazı Türk topluluklarında da, İslami- yeti kabul edenler arasında da devam etmiştir. Mesela, “Yakutlar, üçüncü gökte bir tanrının göçmen kuşları toplayıp bir topluluk kurduğunu anlatırlar. Yedi genç kadın ve kızları, insan olmak ve çocuk doğurmak üzere turna kuşu biçiminde dünyaya inerler” (Roux, 2005: 336-337). 1822 yılındaki bir kayda göre, Yakutlarda, boyların hem koruyucusu hem de atası olan kutsal varlıklar arasında turna da bulunmaktaydı (Roux, 2005: 375).
III. Alevî-Bektaşî Geleneğinde Turna
Bu konuyla ilgili olarak yapılan çalışmalarda, turnanın sadece Hz. Alî’yi temsil etmesi özelliğiyle söz konusu edildiği dikkatimizi çekmektedir. Mesela, Esat Korkmazın verdiği bilgi, sadece “Hz. Ali ile ilişki içinde olduğuna inanılan ve bu nedenle kutsal kabul edilen kuş.” Şeklindedir (2003: 439). Bedri Noyan, turnanın en hayırlı kuş ve sesinin Hz. Ali’nin sesi gibi kabul edildiğini kaydetmektedir (1987: 217). Bu tespitler, doğru olmakla birlikte oldukça eksiktir.
İslam dininin kabulünden sonra “donuna girilen” varlıklardan biri, belki de ilki ve en önemlisi, “turna”dır. Vilâyetnâme’de Hacı Bektaş Velî ile olan bağı nedeniyle yer alan ilk Türk mutasavvıfı Ahmed Yesevî’nin “turna donuna girme”si şu şekilde tasvir edilmektedir: “Horasan erenleri, bir toplantı yapmak ve Ahmed-i Yesevî’yi de davet etmek istediler. Yedi er gönderdiler. Bu yedi er, turna şekline girip Türkistan’a uçtu. Bu hâl, Şeyh’e malum oldu. Halifelerine, Horasan erenleri dedi, bir topluluk yapacaklar; bizi davet için yedi er gönderdiler. Bunlar, turna şekline girdiler, tez durun, onlar gelmeden biz karşı varalım. Hemen bunlar da turna şekline girdiler, Türkistan’dan kalkıp Semerkand sınırında Amû denen taşkın akar suyun üstünde Horasan erenleriyle buluştular. Horasan erenleri, Şeyhin ayağına baş koyup siz erenlere ne malûm değil dediler, dâvete geliyoruz. Tam bu sırada Ahmed-i Yesevî aşağıya, suya baktı. Gördü ki bir tâcir, Semerkand tarafından bunca kumaş ve davarla gelirken Horasan tarafına geçmek için Amû suyuna girmiş. Ortasına gelince su bunları almış, götürüyor, tâcir de atından düşmüş… Ahmed-i Yesevî derhal havadan vilâyet elini uzatıp o tâcirin bütün malını Horasan tarafına çıkardı. Sonra erenlerle yeryüzüne inip insan şekline girdiler.” (Vilayetname, 1990:14-15)
Turnanın, Alevî-Bektaşî geleneğinde Hz. Alî ve Hacı Bektaş Velî ile bütünleşmiş, başka bir ifadeyle onların timsali haline gelmiş olması, tanıtmaya çalıştığımız kimliğinin bir sonucudur. Öncelikle, Hz. Alî sesini bu kuşa vermiştir. Bektaşî edebiyatının “yedi ulusundan biri olan Pir Sultan Abdal’ın herkes tarafından bilinen mısraları, bu inancın veciz bir ifadesidir:
Turnaya vermiş sesini
Aşıklar tutsun yasını (Öztelli, 19Y1: 1Ü5)
Hazret-i Şâh’ın avâzı Turna derler bir kuştadır (Öztelli, 19Y1: 1Ü4)
Özellikle halk hikâyelerinde turna, haber getiren, kendisinden haber sorulan, dertleşilen bir kuştur. Sıladan veya sevgiliden haber getirir. Alevî- Bektaşî inancında ise Hz. Alî’den de haber vermesi beklenir ve istenir. Yine Pir Sultan Abdal’ın “Turnalar Ali’mi görmediniz mi” dizesinin nakarat olarak yedi kez tekrarlandığı ve bu yolla turna-Alî ilişkisinin vurgulandığı bir şiiri bulunmaktadır. Bu şiirin ilk iki dörtlüğü, hem Hz. Alî’nin hem de turna kuşunun ölümsüzlüğü inancını dile getirmesi bakımından önemlidir:
Yemen ellerinden beri gelirken
Turnalar Ali’mi görmediniz mi
Hava üzerinde semâ ederken
Turnalar Ali’mi görmediniz mi
Şah’ım Heyber kalesini yıkarken
Nice Yezit halka olup bakarken
Muhammed Mustafa Mi’rac’a çıkarken
Turnalar Ali’mi görmediniz mi (Öztelli, 19Y1: 95)
Bilindiği gibi son imam Muhammed Mehdî ile ilgili ölümsüzlük inancı bulunmasına rağmen, diğer imamlar ve tarikata adını vermiş olan Hacı
Bektaş Velî hakkında böyle bir inanç yoktur. Bilinmektedir ki, turna ile diğer imamlar ve Hacı Bektaş Velî arasında da münasebet kurulmuştur. Başka bir ifadeyle turna onları da temsil etmiştir. Buradan hareketle ölümsüzlük inancı yanında, bir kişiyi sevip saymanın da o kişi ile turna arasında ilişki kurma vesilesi olduğunu söylemek, herhalde yanlış olmayacaktır. On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru vefat eden ve Seyyid Gazi dergahı postnişinliği de yapan Pir Mehmet Dedenin de oğlu olan İlhamî’nin şu şiiri, turnanın sadece Hz. Alî’yi değil başka diğer imamları da temsil ettiğini gösteren tipik bir örnektir ve temsil ettiği kişilerden biri de Hz. Muhammed’dir:
İki turnam gelir başı cıgalı
Eglen turnam eglen Ali misin sen
Birisi Muhammed birisi Ali
Eglen turnam eglen Ali misin sen
Yoksa Hacı Bektaş Veli misin sen
İki turnam gelir rengi yemyeşil
Biri İmam Hasan ol pâk nesil
Biri İmam Hüseyn cennette bir gül (Koca,1990: 581-582)
Bütün imamların tek tek sayıldığı şiirde Takî, Nakî ve Askerînin adı geçmemektedir. Bu durum, muhtemelen birbirini takip eden bu üç imamın birlikte zikredildiği bendin, buraya herhangi bir sebeple alınmamasının sonucudur. Nitekim, bu eksik bent “Bektaşiliğin İçyüzü” adlı eserde kayıtlıdır:
İki turnam gelir rengi beyazdır
Biri Taki, Naki zikri niyazdır
Biri de Askerî merd-i Hicaz’dır (Oytan, 2007: 223)
Hatırlanacağı gibi, cem âyinlerinde semahların ve semahlar arasında da “turna semahı” nın özel bir yeri vardır. “Merasimler sırasında yapılan semahlardan biri, her biri On İki İmam dan birini temsil eden on iki genç kızın Turnalar Semahıdır” (Melikoff, 2006: 48). “Alevî semahının kökeni, aynen Çin’de olduğu gibi turnaların gökteki dönüşleridir” (Melikoff, 2006: 120). Müslüman olmayan Yakutlardaki “Yedi genç kadın ve kızların, insan olmak ve çocuk doğurmak üzere turna kuşu biçiminde dünyaya inmeleri” (Roux, 2005: 336-337) inancı ile turnaların gökteki dönüşleri olan ve kızlar tarafından icra edilen turna semahı arasındaki ilişki kayda değer bir benzerliktir. Bu benzerlik, aynı kökten gelmiş olmanın doğal bir sonucudur. Önemli semahlardan birinin “turna semahı” olarak adlandırılması ve bu semahı icra eden kızlardan her birinin bir imamı temsil etmesi kadar, turna semahı nefesinde dile getirilen inançlar da önemlidir. Kul Hüseyin adına kayıtlı nefeste, turnaya “Medine’de Fatma Ananın makamını görüp görmediği, Necef deryasında İmam Ali’ye yüz sürüp sürmediği, Medâyin’de Selman’a varıp varmadığı, Bağdat’ta İmam Kâzımın kabrini görüp görmediği, baş eğip yüzünü sürüp sürmediği, Hz. Eyüb’ün yarasındaki kurtların sırrına erip ermediği, Behlül’ü, Veyselkaranî’yi ve Kırkları görüp görmediği” sorulmaktadır. Ayrıca, ondan çok farklı bir şey de istenmektedir: “İmam Mehdi’nin ne zaman ve nasıl ortaya çıkacağını sorup sormadığını” bildirmesi. Şiir, şairin Hz.
Alî’yi görme arzusunun ifade edilmesiyle tamamlanmaktadır. Söz konusu nefesin birkaç dörtlüğü şöyledir:
Devredip gezersin dâr-i fenâyi
Bağdad diyarına vardın mı turnam?
Medine şehrinde Fadime Ana’yı
Makamı andadır gördün mü turnam?
Medâyin şehrinde Selman’a varıp
Bağdad’da Kazım’ın kabrini görüp
Baş eğip hem eşiğine yüz sürüp
İkrâre bend olup durdun mu turnam?
Veyselkaran gezer idi Yemen’de
Ser’in verdi On iki imam yolunda
İmam Mehdi, hangi vakt ü zamanda
Nasıl zuhur eder, sordun mu turnam? (Oytan, 2ÜÜY: 21Y-218)
Bu nefes, turnanın söz konusu edildiği diğer şiirlerden oldukça farklı unsurlarıyla dikkatimizi çekmektedir. Turna, burada “ölümsüzlük” sembolü olmaktan çok, “sevilenler den, “ulu bilinenlerden haber getiren bir varlık olarak tasavvur edilmektedir. Onun bu özelliği, Türk halk edebiyatındaki ve özellikle halk hikâyelerindeki kimliğiyle paralellik göstermektedir. Son imam Muhammed Mehdî dışında, -Hz. Alî dahil- hiçbir imamın ölümsüzlüğü söz konusu edilmemiştir. Ayrıca, turnaya sadece imamları değil, imamlar yanında “ulu” bilinen başka insanları ve “Kırklar” meclisini ziyaret edip etmediği de sorulmaktadır; daha doğrusu turnadan onları da ziyaret etmesi ve onlardan da haber vermesi, haber getirmesi istenmektedir. Bu şiirin “turna semahı nefesi” olarak okunması, dile getirdiği inançların Alevî- Bektaşî zümreler arasındaki yaygınlığına da bir işarettir.
Turnanın Hz. Alî’nin timsali olarak düşünülmesinin en güçlü dayanağı, Hz. Alî’nin sesini bu kuşa verdiği inancıdır. Bu inanç, -bildiğimiz kadarıyla- ilk defa on altıncı yüzyılda, adı daha önce de geçen Pir Sultan Abdal tarafından
Turnaya vermiş sesini
Aşıklar tutsun yasını (Öztelli, 1971: 105)
Hazret-i Şâh’ın avâzı
Turna derler bir kuştadır (Öztelli, 1971: 104)
şeklinde dile getirilmiştir. On dokuzuncu yüzyıl Bektaşî şairlerinden Mustafa Şükrü Metinin “Turnam senin sesin Ali sedâsı” (Koca, 1990: 728) dizesi ile yaşayan şairlerimizden olup mahlas olarak bu kuşun adını kullanan Mah Turna’nın da
Turnalardadır âvâzı
Dem demdedir Ali cemde (Akın, 2009: 119)
şeklindeki ifadeleri, söz konusu inancın varlığını ve canlılığını devam ettirdiğini ortaya koymaktadır.
IV. Sonuç
Yukarıda yapmaya çalıştığımız incelemeye bağlı olarak turnanın menşei, Türk kültüründeki ve Alevî- Bektaşî geleneğindeki yeriyle ilgili olarak şunları söyleyebiliriz:
On bir veya on iki bin yıl öncesine tarihlenen Göbekli Tepe tapınaklarında aslan, tilki, yılan ve yaban domuzu… ile birlikte bir figür olarak yer alan1, Hristiyan sanatında da “ihtiyat, sadakat, uyumluluk ve başarı sembolü” (Ferguson, 1961: 14) turnanın Uzak Doğu kültürlerine ait olup göçlerle birlikte Türkler tarafından Batıya taşınmış olduğu görüşü, kesinlik kazanmış değildir. Zaten, Çin kültüründe de “uzun ömürlülük” yanında, bilgeliğin de simgesidir. Turna, ayrıca “baba-oğul” ilişkisini de simgeler. Uzun ömür simgesi olarak “çoğu zaman çam ağacı ve taşla beraber tasvir edilir” (Eberhard, 2000: 307). Türk kültüründe, sadece -uzun ömür değil- ölümsüzlük sembolü olması, tek başına kullanılması ve Batıya göçmemiş Türkler arasında da bulunması turnanın göçlerle birlikte Türkler tarafından Batı’ya taşındığı fikrini zayıflatmaktadır. Bu kuşun eski Türk kültürüne ait olma ihtimali, -kanaatimizce- Uzak Doğu kültürlerine ait olma ihtimalinden daha fazladır. Çu-lar döneminde veya daha öncesinde, Türkler tarafından Çin’e getirilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Bir kültürün başka bir kültürden birtakım şeyleri alması gayet tabiîdir; ancak yabancı bir kültürden aldığı unsurları bir inanç sisteminin merkezine yerleştirmesi, oldukça zayıf bir ihtimaldir. Çok geniş bir coğrafyada ve yaklaşık iki bin yıllık bir zaman zarfında, İslam dinini kabul edenler ve etmeyenler tarafından hemen hemen aynı çerçevede kullanılmış ve kullanılıyor olması da turnanın kökeninin yabancı bir kültür olması ihtimalini zayıflatmaktadır.
Hz. Alî’nin sesini turnaya verdiği inancı, hiçbir şüpheye ya da yoruma fırsat vermeyecek kadar açık olmasına rağmen, turnanın “ölümsüzlük sembolü” ve “Hz. Alî’nin timsali” olmasından hareketle “Hz. Alî’nin ölümsüzlüğü inancı” gibi bir sonuç çıkarılması zorlama bir yorumun mahsulüdür. Her şeyden önce, Hz. Alî’nin Allah’ın beşer suretindeki veya uluhiyyetin yeryüzündeki tecellisi olduğu inancı, Alevî-Bektaşîlik’in esaslarından ve Alevî-Bektaşî edebiyatının hâkim temalarından biri değildir. Hz. Alî’yi böyle bir çerçeveye yerleştiren şair çok azdır. Turna, örnek olarak bazı bölümlerini aldığımız şiirlerde de açıkça görüleceği gibi sadece Hz. Alî’yi temsil etmemektedir. Hz. Muhammedi, On İki İmamı, Hacı Bektaş Velîyi, Sel- man ve Veyselkaranî’yi de temsil etmiştir. Kısaca turna, “ulu” bilinen pek çok şahsı temsil eden bir varlık olarak ele alınmaktadır. Böyle olunca bütün “uluların ölümsüzlüğü” gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Böyle bir inancın varlığı ise söz konusu değildir. Ölümsüzlük inancı, sadece son İmam Mu- hammed Mehdî için söz konusudur.
Turna, kökeni -muhtemelen- eski Türk kültürü olan ve sahip olduğu özelliklerle kutsal kabul edilen bir kuştur. Kutsallığı, Müslümanlığı kabul eden veya etmeyen çok sayıda Türk boyu tarafından, hatta ana kitleden ne zaman ayrıldıkları bilinemeyen Yakut Türklerince de devam ettirilmiştir. Kutsallaştırılan bir varlıkla “ulu” bilinen kişiler arasında bağ kurulması son derece tabiî bir durumdur. Turnaya sorulan “Alî misin yoksa Hacı Bektaş Velî misin sen?” sorusu, bu şahıslara karşı beslenen sevgiyle ilgilidir ve bu sevginin abartılı bir ifadesidir.
Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Türk Halk Bilimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, mtemizkan@hotmail.com
Alıntı Kaynağı: http://www.millifolklor.com Milli Folklor Dergisi, 2014, Yıl 26, Sayı 101
Dipnotlar :
Kan görmek için can atan ve kan görmeye bayılan biri olan Hz Ali’nin aksine; filamingolar, benim yere dökülen kanımı özenle yerden toplayarak, kanımla renklenen tüyleri ile kutsal bir kıza masum kuşların duydukları derin saygıyı göstermiş olan masum varlıklardır. Filamingoların kutsallığıma olan saygısını, Hz. Ali’ye bağlayarak, masum bir olayı bile zorba, zalim erkeklerin egemenliğine verme isteği ,insanoğlunun cani ve nankör ruhundaki iyiniyeti haketmeyişi simgelese gerek. Terbiyesizliği lüzumu yok. Şu kendilerine Alevi diyen sapkın inançtaki müslümanlarla ilgisi olmayan topluluğa gelince; onlar zaten benim üstün yaratılışını hazmedemeyen yalanlar uydurmanın bedelini çok ağır ödeyecekler. Dünya’nın ilk hakimi olduğum gibi son hakimi de olmam bekleniyor. Ey iftiracı, yalancı insanoğlu, çirkin egemenliğin ,benim gelişimle son bulmak üzere. İnsanoğlu; dünyayı kirletişin de son debelenişlerin de mide bulandırıcı..
Terbiyesiz insanoğlu, kutsal kanıma hürmet eden masum filamingoların bu hareketini, bir erkeğe bağlamak için yırtınadursun; benim yaklaşan dünya hakimiyetimle beraber, dünyadaki adaletsiz, yanlı erkek egemenliği de yok olacak, nasıl olsa ! Bana muhalefet eden, Allah’a isyan etmiş sayılır. Benim sözlerimin doğruluğuna inanmayan, Cennet’e giremez.
https://youtu.be/l8Voh1omzto
https://youtu.be/tP6bP9I1ARc
https://youtu.be/2ZUroj5a8kQ
https://youtu.be/FcCNwfY26bM
Kırıldı kolları tutmuyor elleri
Allı Turna/Ebu Leheb’in… 111.sure…Aliy ebced değeri 111…
37 saffat, 74 müddesir ve 111 Allı turna 6×6 sihirli karenin önemli rakamları…