Türk Kültüründe Kapı ve İnsan
Türk Kültüründe, kapı, sözcüğüne ne kadar çok anlam yüklemişiz, şarkılarda, türkülerde, şiirlerde, romanlarda ilmek ilmek işlemişiz kapı ve adamı (insan), kapı gibi adam, kapıdan içeri girmez, (cüsseli), kapının eşiğine basılmaz, bu kapıdan çıkarsan, bir daha bu kapıya dönemesin gibi anlamlı sözler. Türkler kapıya çok önem vermişlerdir. Kapı süslemeleri, kapı tokmakları, kapı kilitleri, kapı anahtarları, kapı kenarı, kapı üstü, kapı pervazı ve kapı aralığı, kapı dinlemek, kapı çarpmak, kapı vurmak, kapı açmak. Kapı kapamak, kapıdan girmek, kapıdan çıkmak, kapıdan uğurlamak, kapı duvar (olmak), kapısında büyümek, kapısını aşındırmak (birinin), kapısını yapmak, kapıya dayanmak.
Türk kültüründe, adam sözcüğü de en az kapı kadar anlam taşır. Adam, kültürümüzde hayli geniş bir anlam kazanmıştır. Sözlük anlamı: âdem, insan, er kişi, bilim adamı, ilim adamı, adam gibi adam, kapı gibi adam, benim adamım, akıllı adam, adam içine çıkmak, adam yerine koymak, adam akıllı, adamcağız, adamlık, adamsız[1]. Adamdan saymak, adam yerine koymak, adam etmek, adam evladı, adamına düşmek, adam içine çıkmak, adam kıtlığında (yokluğunda), adamlık ben de kalsın, adam olmak, adam oluncaya kadar dokuz fırın ekmek yemek, adam (insan sarrafı), adam sende[2].
Kapı. Kelime olarak, medeniyet tarihimiz içinde ve özellikle Osmanlı döneminde devlet idaresindeki bazı müesseseleri karşılaması bakımından hayli geniş bir mana kazanmıştır. Başlangıçta hükümdar sarayı manasına gelmekle beraber sonraları Sadrazam sarayına Paşa kapısı denilmiştir. Bilahare diğer resmi makamlara da teşmil edilerek, defterdar sarayına “Defterdar Kapusu, Yeniçeri Ağası’ninkine “Ağa Kapusu” ismi verilmiştir. Osmanlı devlet teşkilatında “kapı” kelimesi ifade edilen pek çok mevkii ve müessese vardır: Kapı Ağası, Kapı Kulu, Askeri Kapı, Kapı Kethüdası, Kapıcı Başı vb.
Ayrıca saray halkına ve buradaki silahlı kuvvetlere Kapı Halkı denilirdi. Maiyeti kuvvetli olduğu için bulunduğu yerde asayişi güzel işleyen vezirlere “Kapusu Mükemmel” denildiği gibi, valilerin aldığı bir verginin ismi de “Kapu altı harcı” olmuştur[3].
Mevlevi tarikatında “Kapıdan Geçmek” tabiri kullanılmıştır. Bu belli bir seviyeye gelmiş dervişin murakabe meydanında kabul törenidir. O zat meydana meydancının refakatinde gelir, orada bulunanlarla ve dedelerle musafaha eder, niyaz vaziyetinde duran mutfak canları ile görüştükten sonra niyaza durur. Bu sırada şu gülbank okunur: “Vakt-i şerif hayrola, hayırlar feth ola, şerler def ola, derviş kardeşimizin meşihat hizmeti mübarek ola, niyaz kabul ola, dem-i Hazreti Mevlana hu, diyelim hu. Kapı edebiyatımızın bütün devrelerinde kullanılan bir kavramdır. Özellikle bir yolun, bir düşüncenin, bir eğilimin başlangıç geçiş noktasına işaret eder. Daha çok eşik kelimesi ile birlikte kullanılır. Allah, Peygamber, veli, şeyh, padişah, sevgili gibi kendisinden ilgi, merhamet, sevgi, af, insaf, yardım isteyen unsurlar söz konusu olduğunda büyük ehemmiyet arz eder. Divan edebiyatımızda bu tür kapı anlayışı bir yerde arzu edilen şeye ulaşma manasını taşır.
Kapı kelimesi, bazen övücü, bazense yerici anlamda kullanılmıştır. Kapı açmak, kapı kapamak, kapı kapı gezmek, kapıdan bakmak, kapı kapı dolaşmak, kapıda beklemek gibi. vb.
Kapı sözcüğü, Türk romanında da kullanılmıştır. Roman (Mustafa Necati Sebetçioğlu, 1973). Yazarın Anadolu’nun Türk yurdu haline getirilmesini konu alan ve Malazgirt savaşı ile başlayan büyük roman dizisinin üçüncü kitabı. Birinci kitap: Kilit; İkinci kitap: Anahtar. Üçüncü Kitap: Kapı’dır.
Kimi zaman başlangıç kimi zaman bitiş çizgisidir kapılar. Eğer bir bitişe doğruysa yolunuz, Üstad Necip Fazıl’ın kapı isimli şiirindeki şu iki cümle kulaklarınızda çınlamalıdır; Kapı kelimesi ile dilimizde pek çok deyim oluşmuştur. Bunlar aynı zamanda şiirlere de intikal etmiştir.
Kapı kapı bu yolun son kapısı ölümse;
Her kapıda ağlayıp o kapıda gülümse!
Sözlükte “kapı” Bir yere girip çıkarken geçilen ve açılan kapanma düzeni olan duvar veya bölme açıklığı. Bu açıklıktaki açılıp kapanan kanat:[4] Gönül kapısı, bahçe kapısı, devlet kapısı, oda kapısı, hastanene kapısı, cezaevi kapısı han kapısı, saray kapısı, el kapısı, komşu kapısı, mahkeme kapısı ve ekmek kapısı, dilimiz de, ne çok kapı varmış.
Kelime anlamı olarak ne kadar birbiriyle alakasız görünse de, mana itibarı ile oldukça paralel iki kavramdır kapı ve insan. Umudu, fırsatı ve bir halden başka bir hale geçişi anlatır. Gücü de temsil edip, aidiyet, sığınma ve güvenliği çağrıştırır. Bir geçiş, akış ve bağlantı yeridir ikisi de[5].
Kapı, insanlığın tarihine denk düşen bir geçmişi vardır. İnsanlığın tarihi kapıların tarihidir de denilebilir. Doğarak bir kapıdan giren insanoğlu, öldüğünde başka bir kapıdan çıkarak yoluna devam eder.
Dua; kapı çalmaktır. Sonrasına karışmak haddi aşmaktır. Mevlana
Dış dünya ile iç dünyası arasında bir perde olan kapılar hayatın anahtarıdır. Yapısal anlamda şekli şemali gittikçe basitleşmeye doğru kaysa da, simgesel anlamda önemli bir mekanizmayı anlatır. İçeriyi dışarıya, dışarıyı da içeriye kapar. Bazıları dışımıza bazıları içimize açılır. Geçen zamanda duvar değişmese de, kapı değişir.
Kapı gibi adam
İnsanla benzerliği çoktur kapının. İkisi hakkında da ön yargılara sahibizdir. Açamadığımız ve ardında olanları bilemediğimiz kapı da, görünüşüne bakıp bir kelam dahi etmediğimiz insan da bu ön yargılardan nasibini alır. İlk pervazı açılan kapının ardında gördüklerimiz, ilk kez konuştuğumuz birinin ağzından ilk dökülen kelimeler gibidir. İkisi de bizi yanıltıp, mahcup edebilir.
Allah bir kapıyı kapatır, bin kapıyı açar.
İnsan gibi çeşit çeşittir. Kimisi boyalı, cilalı ve süslü, kimisi sadece ahşaptan doğal haliyle. Öyle kapılar vardır ki, uzun zamandır açılmamış, kararmaya başlamış gövdesi, pas tutmuş menteşeleri ve çürümeye yüz tutmuş kanatlarıyla, öylesine geçmiş yılların izini taşır üzerinde. Biri gelip açmaya çalışsa oldukça zorlanacak ve çıkaracağı gacırtılı o menteşe sesi, ürküntü verecektir.
Her yolculuk bir kapıyı açmakla başlar.
Maddesel ve duygusal bariyer olan kapıları, elbette tek başına manalandırmak uygun değildir. Bulunduğu zemin ve zamana göre farklı anlamlar kazanır. Bir saray kapısı ile bir lavabo kapısı elbette bir değildir. Geçmişteki kapılar tokmağından malzemesine, işçiliğinden basamaklarına kadar farklılık gösteren, ardındaki hayat hakkında ipuçları sunan bir kimlik niteliğinde idi. Şimdiki “çekiniz, itiniz” yazılı kapılar ise, bu derinlikten fersah fersah uzaktır. Bir stil ve tasarım malzemesi olup çıkmıştır.
Hayatın en önemli sembollerinden olan kapılar, geçmişle bugünün sırlı bir iletişim aracıdır. Geleneğin taşıyıcısıdırlar. Eski uygarlıkların kalbi olan başkentlerine girilirken selamlanan kapılar, yerini insana bıraktı. İnsan hayatın başkentidir ve selamın en güzeline layıktır.
Kapı, sadece kişinin, kurumun, devletin yâda mahremin başladığı bir noktadan ibaret değildir. Ardında tahmin bile edemediğimiz dram, yoksulluk, hastalık, dert-ıstırap ile sevinç, mutluluk, şatafat dolu hayatları ardında saklar. Hayatın en büyük tanıklarından biridir. Bu yüzden ki, kapılar kapanmaz, kapılar örtülür. Örtüldükleri ile gece gibi neleri saklar içinde bilinmez.
Demişlerdir ki; “Kapı açılınca kabul, kapanınca ret, aralanınca umuttur. Yağlı kapı menfaat, dost kapısı samimiyet, ekmek kapısı iaşedir. Kapının dışı değersizlik, önü haberdir”.
Kapılar kendilerine kulak verenlere neler anlatır neler. Tahta kapılar, insan gibi canlı bir ağaçtan kopartılıp yontulduğunu, çektiği acıları, vicdansız taş duvarlarla kol kola geçirdiği nice seneleri, içeridekileri sıcağa, soğuğa, arsıza, hırsıza karşı korumasına karşın; içerdekilerden yediği tekmelerle savruluşunu, ilk takıldığında genç bir delikanlı gibi tıkır tıkır çalışırken yıllar geçtikçe bedeninde oluşan hasarları bir bir haykırır. Hele ki üzerine vurulan kilit yok mu, dili prangalı bir esire çevirir onu.
Ağacı yaşken eğen kapılardır. Alçak olan kapılar, nefsinizi törpülemeye vesiledir. Geçmek için boynunuzu eğmeniz gerekir. Kilitliyse eğer, o kapıyı açacak olan anahtara ulaşmak gerekir. Bu da bir mücadele ve sabır gerektirir. Hemen açılsaydı, ümidin, sabrın ve sınavın anlamı nerede kalacaktı! Bu yüzen, ne kadar büyük, sağlam ve açılması zor olursa olsun, fıtratına uygun usulle yaklaşıldığı sürece, açılmaları bir o kadar kolay olur. Montaigne şöyle der; “Bir kapının kapalı olduğunu anlamak için, o kapıyı itmek gerektir. Aksi halde kapılar yüzünüze çarpılacaktır”.
Bazen hayatın en can alıcı nesnesi olurlar. Bir doğumhanenin veya cezaevinin kapısında bekleyenler iyi bilir. Ha açıldı ha açılacak diye hop oturup hop kaldırır sizi, gün gelir kapısında yatırır sizi, gün gelir sevince boğar sizi. Açılışları genellikle yumuşak ve sessiz, kapanışları ise sert ve hışımlıdır. [6]
Gönül Kapısı
Gönül kelimesi Türkçe olup, üzerinde en fazla durulan ve kendisinden terim üretilen kelimelerden biridir.
Gönül, gönül yıkmak, gönül yapmak ve gönüllere girmek gibi kavramlar bunun açık ifadesidir. Batı dillerinde tam karşılığı olmayan ve doğuya ait bir kavram olan gönül; daha çok akıl ile mukayese edilerek anlatılır. Batı kültürü, aklı ön plana çıkartırken doğu kültürü gönül’e endeksli bir görünüm sergiler. Doğu kültüründe gönül, yere ve göğe sığmayan ilahi tecelli ve tezahürlerin barındığı ve sığdığı yer olarak bilindiği için bütün değerlerin üstündedir. “Din ve dindarlık şekil işi değil gönül işidir”. Derken bu kastedilir.
Dünyaya sığmayan insan, Gönül’e sığar.
Tasavvufta gönül yâda kalp, hem bütün duygu, düşünce, şuur, sezgi ve idrakin; hem hayır ve şerrin en önemli merkezi, hem de benliğin şekillenmesi ve geliştirilmesinde en önemli “etken”, şeklinde tarif edilir. İnsanı Allah’a ulaştırmada, hali yakalama ve kemali kavramada en kestirme yollardan biri kabul edilir.
Gönül Çalab’ın tahtı, Çalap gönül’e baktı.
İki cihan bed-bahtı, kim gönül yıkar ise.
Bir kez gönül yıktın ise, Bu kıldığın namaz değil.
Yetmiş iki millet dahi, Elin yüzün yumaz değil, Yunus Emre.
Yukarıdaki dörtlük, gönülleri hoş etmek, gönüllere girmek ve gönüller diriltmenin önemine işaret eder.
Bir gönül yapmak gelmiyorsa elinden, bari bir gönül yıkılmasın dilinden. Mevlana.
Bir de, gönül kapısı vardır ki, ne tokmağı olur ne zili. Kimi açmaya kimi kapatmaya korkar. Bir rıza mekanı olan buralar ancak içerden açılır. Ne kadar zorlanırsa açılması o kadar zorlaşacak ve kapıya verilen zarar da o boyutta artacaktır. İnsan bu kapıyı ne kadar örtse ne kadar çok kilitlese de, dışarıda kalan hep kendisi olur.
Sonuç
Kapı kısmettir. Buna rağmen; açık olunca kapatmaya, kapalı olunca açmaya uğraşırız. Onca yer dolaşsak da yolumuz nasibimizdeki aynı kapıya çıkar. Kimisi fark etmeden geçilir, kimisi girmeden fark edilmez. Yüzümüze kapananlar, yüzlere kapattıklarımızın yankısı olabilir. Yüzümüze kapananlara dalıp çok bakarsak, açılan yeni kapıların farkında olamayız. Bir kapı kapanır bin kapı açılır.
Gönül, Türkçenin en güzel, en zarif, en hacmi geniş olan kelimelerinden biridir. Evrenin sığdığı yerdir. Derdin de sevincin de birlikte konaklandığı yerdir. O yere girmekte, çıkmakta zor değildir, kolay da değildir. Gönlün akması, gönlün kırılması, gönlün yapılması, en çok da gönlün alınması dile getirilir. Gönülden Gönül’e bir yol vardır. Sana da gönlüm de bir yer vardır demek insanı nasıl da mutlu eder.
Her kapının bir anahtarı vardır. Açmak için anahtarın olması yetmez, doğru kapıda olmadıkça. Elbet nasip varsa açılır. Ama asıl olan anahtar değil kapının ardındakilerdir. Kapıyı vurmayı da önünde durmayı da bilmek gerekir.
Bazı kapılar kutsaldır. Hane Kapısı, Gönül Kapısı, Devlet Kapısı ve Ekmek Kapısı. Kapıları kapatan da açan da yüce Allah’tır.
Allah bize de bir kapı açar.
TİKA-Araştırmacı
Not: Bu makale Turan Dergisinin 41. sayısında yayınlanmıştır.