Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde dünya gündeminde yerini almaya başlayan Karabağ meselesi, SSCB sonrasında Azerbaycan ile Ermenistan arasında bir savaşa neden oldu. 1994 yılında yapılan bir ateşkes anlaşması ile savaş durdurulmuş olsa da, sorunun çözümü konusunda henüz kesin adımlar atılmış değildir. Son dönemlerde, özellikle uluslararası güçlerin barış anlaşması konusundaki girişimleri yoğunluk kazansa da, gerçek bir çözümün kısa vadede gelemeyeceği çok açıktır. Bu nedenlere yazının ilerleyen kısımlarında çeşitli vesilelerle değineceğiz. Ama, önce Karabağ bölgesinin coğrafyasına ve tarihsel geçmişine kısaca bir göz atalım.
Karabağ Bölgesinin Tarihi ve Coğrafyası
Karabağ, Azerbaycan’da Kür ve Aras ırmakları ile şu anda Ermenistan sınırları içinde bulunan Gökçe gölü arasındaki dağlık bölge ile bu bölgeye bağlı ovalardan oluşan bir yerdir. Aynı zamanda, XVII. yy.’ın ortalarında bu topraklar üzerinde kurulan bir Azerbaycan Türk Hanlığının da adıdır.
Karabağ, Azerbaycan’ın diğer bölgeleriyle beraber, Ermenistan ve İran’ı da kontrol edebilecek bir noktada bulunması nedeniyle bölge açısından jeopolitik öneme sahiptir.
Karabağ ile Dağlık Karabağ bölgesini birbirine karıştırmamak gerekiyor. Dağlık Karabağ, Karabağ’ın (yüzölçümü 18.000 km2) sadece 4392 km2’lik kısmını teşkil ediyor. Karabağ, Ağdam, Terter, Yevlah, Füzuli, Beylegan, Kubatlı, Cebrail, Mingeçevir, Ağcabedi, Hocavend, Şuşa, Hankendi, Laçın, Kelbecer, Hanlar, Gorus, Akdere, Berde, Zengezur, Hadrut rayonlarından[1] oluşmaktadır. Ama, Dağlık Karabağ Hankendi merkez olmak üzere Şuşa, Akdere, Hadrut, Hocavend, Askeran ilçelerinden oluşmaktadır.
Şimdi Karabağ’ın genel tarihine de bir gözatalım. Karabağ, dünyadaki en eski insanların yaşadığı yerlerden biridir. Buradaki “Azıh” mağarasında bulunan eski insan-“Azıhontrop”un yaşının yaklaşık olarak 1.2 milyon sene eskiye kadar götürülebileceği bilim adamlarınca da kanıtlanmıştır.[2] Fakat, her halükarda en az 300-500 bin yılllık olduğu kabul edilmektedir. Yine bölgede bulunan “Tağlar” mağarasında da bundan 80-100 bin yıl evvelki devre ait zengin kalıntılar bulunmaktadır.[3]
Ara devirlerde Karabağ’daki yaşama ilişkin kanıtlar yine bulunmaktadır. M.Ö. 4. bin yıldan itibaren ise bu topraklarda yaşayanların kimliğine ilişkin bilgiler elde edebilmekteyiz. Bunlar “Hürriler” diye isimlendirilen Türk kavminden olanlardı. Bu Türk kavmi M.Ö. 4. binyılda Kafkasya’ya gelerek Karabağ’a yerleşmişlerdir.[4] M.Ö. 2. binyıla ilişkin olarak da Hürrilerin buradaki yaşamlarına ilişkin kanıtlara rastlanmaktadır. M.Ö. 1. binyılın başlarında bölgede Urartular ortaya çıkmaya başlarlar.[5] Daha sonra buralara, yine Türk boylarından olan Sakalar yerleşmişlerdir. Ermenilere gelince, kendilerini iddia ettikleri gibi ister Yasef’e dayandırsınlar, isterse de buralara Frigyalılarla birlikte geldiklerini öne sürsünler, her halükarda buralarda M.Ö. 6. ve 7. yy.’dan sonra bulunmuş oluyorlar.[6] M.Ö. 250’lerde Karabağ’da, Oğuzların Üçoklar boyundan olan Arsaklar, M.S. 1. yy.’da Kafkasya Türk Albanları, 2. yy.’da Romalılar, 3. yy.’da Sasaniler, 6. yy.’da Hun Türkleri ve 7. yy.’da Hazar Türkleri hükmetmişlerdir. 7.yy.’dan itibaren Karabağ Müslümanların yönetimi altına geçti. 642’de Arap İslam orduları, 646 yılında ise Müslüman Oğuzlar burada hükmetmeye başladılar. 8. yy.’da bölgede Müslüman idareye karşı isyanlar başladı ve 9. yy.’da Babek’in liderliğinde doruğuna ulaştı. 837 yılında isyan bastırıldı ve 838 yılında Babek Samire şehrine götürülerek burada vahşicesine idam edildi. 892-930 yılları arasında Saç Oğulları isimli Müslüman Türk Beyliği bölgenin hakimi oldu.[7] XI. yy.’dan başlayarak bölge Selçukluların akımına uğradı. 1064 yılında Gürcistan seferinden dönen Alp Arslan ve 1076’ta onun oğlu ve halefi Melik Şah burayı baştan başa iskan etti. 1256’dan itibaren Karabağ İlhanlıların (Türk devleti) yönetimi altına geçti. 1396’dan sonraysa, Kıpçak seferinden dönen Timur’un orduları buraları işgal etti. XV. yy. boyunca buralar daha çok Akkoyunluların yönetiminde bulundu. XIV. yy.’ın sonlarında Osmanlılar tarafından alınıncaya kadar, bu bölge Safevilerin yönetiminde bulundu.[8] Bundan sonra XVIII. yy.’ın başlarında Penah Ali Beyin önderliğinde bölgede Karabağ Hanlığı kuruldu. XVIII. yy.’ın sonlarında artan dış saldırılar sonucunda kısa bir süre için (sadece 1797 yılında bir süre) Karabağ, merkezi Güney Azerbaycan (şu anki İran) topralarında bulunan Gacar Türklerinin yönetimi altına geçtiyse de, genelde bağımsızlığını koruyabildi.[9] 1826 yılında, Karabağ Çarlık Rusyası’nca işgal edildi. Rusya ile Gacar yönetimi arasındaki savaşlar sonucunda, 1828’de imzalanan Türkmençay Antlaşması ile Karabağ Rusya’ya bağlandı. 1828-1829 yıllarında Osmanlılarla Rusya arasında Kafkaslarda yaşanan savaş da Karabağ’ın bağımsızlığını yeniden kazanmasına yardım etmedi. Bu savaşların ve imzalanan antlaşmaların Karabağ açısından bir diğer önemi, bu süreçte Gacar yönetimi altındaki topraklardan 1825-1826 yıllarında 18.000, 1828’de 50.000 (Türkmençay Antlaşması’nın 15. maddesi Gacar yönetimi altındaki Ermenilerin bir yıl içinde Aras nehrinin kuzeyine, yani Rus yönetimi altındaki topraklara geçmesini öngörüyordu), 1829 Osmanlı-Rus Edirne antlaşması ile de 84.000 civarında Ermeninin Karabağ topraklarına getirilmesi sonucu ortaya çıkmıştır.[10] Bu süreç içinde Kafkasya’ya, Anadolu’dan ve şu anki İran topraklarından en az 1 milyon Ermeni göç etmişti veya ettirilmişti.[11] Bu göçler sonucunda I. Nikolay, Revan ve Nahçıvan hanlıklarının topraklarını içeren Ermeni bölgesi de kurdu.[12]
Zaten, Rusya bölgede bir Ermeni devletinin kurulmasının planlarını uzun yıllardan beri yapmaktaydı. 1967 yılında Ermenistan’ın başkenti Erivan’da basılan “XVIII. yy.’da Ermeni-Rus ilişkileri” isimli kitapta (s. 204-205’te) şöyle denmektedir: Daha 19 Mayıs 1783’te Knez G. A. Potyomkin, II. Yekatrina’ya “fırsat bulunca Karabağ’ı hemen Ermenilerin kontrolüne vermek ve böylece Asya’da bir Hıristiyan devleti ortaya çıkarmak için gerekenleri yapacağız”, diye yazmıştı Bu nedenle bu kadar büyük göçlerin gerçekleşmesinde Rusya’nın çıkarları bulunduğunu da unutmamak gerekiyor. Bunun yanında buradaki Müslümanlardan da (Türklerden de) önemli bir miktar Gacar yönetimi altındaki topraklara göç ettirilmişti. Bunca göçe rağmen, 1832 yılındaki Çarlık Rusyası resmi sayımlarında Karabağ nüfusunun %64.8’i Türk (Azerbaycanlı), %34.8-i Ermeni olarak kayda geçmiştir.[13] 1887 yılında Fransa’da yayınlanan “Nouveau Dictionnaire de Geographie Universelle” (“Yeni Evrensel Coğrafya Sözlüğü”) isimli kitabın “Karabağ” maddesinde, 250.000 olarak gösterilen toplam nüfusun en az yarısının Azerbaycan Türklerinden, geri kalanının Ermenilerden ve bazı İranlı ve Ruslardan oluştuğu kaydediliyor.[14]
Hatta Ermenistan kaynakları bile 19. yy. başlarında Karabağ’da Ermeni nüfusun azınlıkta kaldığını ifade ediyorlardı. 1972 yılında Erivan’da yayınlanan “Batı Ermenistan’ın Rusya’ya birleştirilmesi” isimli bir kitapta (s. 562), bu yıllar için Karabağ’da 12 bin ailenin bulunduğu ve bunların sadece 2500’ünün Ermeni ailesi olduğu belirtiliyor. Ermenilerin buraya sonradan geldiğinin kendilerince bir başka ifadesi de, 1978 yılında Karabağ’ın Akdere (eski Mardakert) rayonunda, “Bölgeye Gelişlerinin 150. Yılı” anıtını dikmeleri olmuştur.[15] Gerçi, 1980’lerde olayların yeniden tırmanmasıyla bu anıt yıkılmıştır. Fakat, onunla ilgili video görüntüler ve fotoğraflar durmaktadır.
19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyıl başlarında çeşitli isyanlar baş gösterdiyse de, 1918 yılına kadar Karabağ, Çarlık Rusyası’nda Azerbaycan’ın bir bölgesi olarak (Gence Guberniyası) yer almaya devam etti.
Karabağ Meselesinin Doğuşu
19. yy.’ın sonları, 20. yy.’ın başlarında Kafkasya’da yaşayan Ermeniler, hızlı bir biçimde örgütlenmeye başladılar. Bu yapılanmaların en önemlisi 1890 yılında kurulan “Taşnaksutyun Komitesi” idi. Komite, daha çok Doğu Anadolu’daki Osmanlı topraklarını kapsayan bir Ermeni devleti kurmayı amaçlıyordu. Bu devirde Ermeniler, Çarlık Rusyası yönetimi altındaki topraklara ilişkin iddialarını pek dile getirmiyorlardı. Bunun nedeni, tarihsel süreçte hep işbirliği yaptıkları Ruslarla, ilişkiyi bozmama isteği idi.
Genelde iyi olan ilişkiler, 1719 yılında Çar I. Petro’nun, Rus Ortodoks Kilisesi mensuplarına tanınan hakları ülkesinde yaşayan tüm Ermenilere de vermesi ile daha da pekişmişti.[16] Fakat, bir yandan Çarlık Rusyası’nın halkları kaynaştırma isteklerinin Ermeni milliyetçiliği ile çatışması, diğer yandan da Rus Ortodoks kilisesinin Ermeni Gregoryan kilisesini kendisine birleştirme çabaları bu yakın ilişkiyi bir süre için zayıflattı. Fakat etnik çatışmaların başlaması, ilişkileri eski seyrine sokmakta geç kalmadı. Kafkasya’daki milli uyanış hareketleri de bu etnik çatışmalara paralel olarak gelişti. Özellikle 1905 yılı tarihe iki toplum arasındaki kanlı çatışmalar yılı olarak geçti. Olaylar bir Müslüman’ın (Azerbaycan Türkü’nün) Taşnaklar tarafından öldürülmesiyle tırmandı.[17] Azerbaycan’ın çeşitli yerlerinde, özellikle de Karabağ’da, Gökçe’de her iki taraftan karşılıklı olarak çok sayıda insan öldürldü. Her iki toplumun bazı aydın kesimleri, aslında aralarında düşmanlık bulunmadığını, olayların Ruslar tarafından kışkırtıldığını dile getirdiler. SSCB kurulduktan sonra bu olaylara değinilirken, her zaman bu olayların Çarlık yönetimince düzenlendiği ifade ediliyordu. Neden olarak da, işçi hareketlerini engellemek, toplumları Çarlığa karşı mücadeleden caydırmak için birbirlerine karşı mücadeleye yöneltmek olarak gösteriliyordu.
1906 yılında da devam eden olaylar, bu yılın Temmuz ayından itibaren yerini genel bir sessizliğe bıraktı. Tarihsel açıdan ve Çarlık Rusyası açısından önemli olayların yaşandığı 1906-1918 yılları aralığında iki toplum arasındaki çatışmalar durdu. Hatta bazı konularda beraber hareket ettikleri de görüldü. Fakat, 1917-1918 yıllarında gelişen olaylar, iki toplumu yeniden karşı-karşıya getirmeye başladı. 1917 Bolşevik ihtilalinden sonra Rus Duması bırakılmış, Dumanın Kafkaslardan olan üyeleri Transkafkasya Federasyonu oluşturmuşlardı. Bu tarihlerde Rusya’da iktidarı ele alan bolşevikler “Milletlerin Haklar Bildirisi” ile her milletin kendi geleceğini tayin etmesi ilkesini kabul ettiklerini açıklamışlar ve bunu sonucunda bölgede bir güç boşluğu oluşmuştu. Aynı zamanda, Ermenilerin Osmanlı’ya yönelik toprak taleplerinin ve Doğu Anadolu’da yaptıklarının (bu konuda Çarlık Rusyası’nın Van ve Erzurum’daki baş konsolosu olmuş olan Mayevski’nin hatıralarına bakılabilir) cevabı mahiyetinde, Osmanlı ordularının Doğu’ya doğru harekat yapması bekleniyordu. Böylesine bir beklenti, Ermenileri hızlı bir biçimde silahlanmaya sevketti.
Bu, aynı zamanda müttefiklerin Osmanlı’ya karşı Kafkasya’da bir güç oluşturma planlarıyla da örtüşüyordu. Taşnaklar önderliğinde silahlanan Ermeniler, Doğu Anadolu’yla beraber Azerbaycan’a ait bölgelere de saldırmaya başladılar. Bu durum, Rus ordusunda askeri eğitim alamayan ve askeri tehcizatı bulunmayan Azerbaycan Türkleri için oldukça endişe vericiydi. Nitekim, 1918 Martı’nda, diğer bölgelerle beraber Ermenilerin o kadar da çok olmadıkları Bakü’de de toplu Türk katliamları yaşandı.
Bu süreçte, Bolşeviklerin de Milliyetçi Ermenilerle işbirliğinde olması olayın ilginç yönlerinden biriydi.[18] Katliamların büyük boyutlara ulaşması -Bakü’de ve Azerbaycan’ın bir sıra başka şehirlerinde 30 bin civarında Türk’ün öldürülmesi- üzerine önemli sayıda Türk, Bakü’yü terketmek zorunda kaldı.[19] Olayların böylesine gelişmesi Transkafkasya Konfederasyonu’nun varlığını soru altında bırakmıştı. Mayıs sonlarında anlaşmazlıkların daha da şiddetlenmesi yüzünden Transkafkasya Konfederasyonu dağılma sürecine girdi. Karabağ bölgesi ise, 28 Mayıs 1918’de Azerbaycan bağımsızlığını ilan ettikten sonra da onun içinde yer almaya devam etti. 12 Ocak 1919’da Paris’te toplanan Barış Konferansı sırasında bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti resmi olarak tanınırken de, Karabağ’ın onun bir parçası olması uluslararası kabul görmüştü. 15 Ağustos 1919’da toplanan Karabağ Ermenileri VII. Kurultayı, aldığı karar üzerine Azerbaycan yönetiminin atadığı geçici genel vali Sultanov’la anlaşma yapmış, bu anlaşma ile bir ortak konsey kurarak, Karabağ’ın yönetimini önemli ölçüde bu konseye havale etmişlerdir. Bu anlaşmada aynı zamanda, Paris Barış Konferansı’nda Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olarak kabul gördüğüne de işaret edilmiştir.[20]
Bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti 27 Nisan 1920 tarihinde Ruslar tarafından işgal edilinceye kadar, Azerbaycan’da Osmanlı ve ondan sonra da İngiliz orduları bulundu. Her iki güç de Karabağ’ı, Azerbaycan’ın bir parçası olarak görmeye devam etti. Bu süre içinde Ermeniler Karabağ’da bir çok kere isyan çıkardılarsa da başarılı olamadılar. Fakat, Rusların teşviki ve yardımı ile 1920 yılı Nisanı’nda büyük çaplı bir isyan çıkardılar. Azerbaycan ordu birlikleri isyanı bastırmak üzere bölgeye gittiği sırada, Bolşevik Rus orduları (11. Kızıl Ordu) Azerbaycan’ı işgal etti.
Sovyet Yönetimi Zamanında Karabağ
Ermenilerin Karabağ’a yönelik iddiaları genellikle, onun hep Ermenistan’a bağlı olduğu, Sovyet yönetiminin Karabağ’ı zorla alarak Azerbaycan’a bağladığı şeklindedir. Fakat resmi belgeler tam tersini söylüyor.
Daha 22 Mayıs 1919’da, Bolşevik Ermeni liderlerden A.İ. Mikoyan, RK (b) P MK’ne V.İ. Lenin’e görüşünü yazarken “Ermeni Taşnakları Karabağ’ı Azerbaycan’dan koparıp Ermenistan’a birleştirme çabasındalar. Fakat bu, Karabağ için yaşam kaynağı olan Bakü’den ayrılmak ve hiçbir bağı bulunmayan İrevan’a birleşmek anlamına geliyor. Ermeni köylüleri 5. Kurultaylarında Azerbaycan’ı tanımayı ve onun yönetimi altında kalmayı kararlaştırmışlardır” ifadelerini kullanmıştır.[21] Ayrıca, yukarıda değindiğimiz VII. Kurultaylarında da Azerbaycan’la bağlılıklarına ilişkin anlaşma imzaladıklarını belirtmiştik.
28 Nisan 1920 tarihinde Azerbaycan’da Sovyet Yönetim ilan edildi. Karabağ ve şu anda Ermenistan sınırları dahilinde bulunan Zengezur, ilan edilen Azerbaycan Sosyalist Cumhuriyeti’nin toprakları idi. Fakat, tarih boyunca amaçlarına ulaşmak için hep Ruslarla işbirliği yapan Ermeniler, Azerbaycan’da Rus yanlısı yönetim kurulmasını bir fırsat olarak gördüler ve Karabağ’a ilişkin iddialarını daha yüksek sesle dile getirmeye başladılar. İlk başlarda, daha Ermenistan Sovyet Rusya ile birleşmediği için, Sovyet Yönetimi bu tür meselelerde biraz Azerbaycan yanlısı tutum takınarak Ermenistan’a baskı yapmaya çalışıyordu. Bu arada eğer Ermenistan’da Sovyet Yönetimi kurulursa bunun karşılığında Karabağ ve Zengezur’la ilgili olarak bir takım vaatler de veriliyordu. Bunun en önemli örneklerinden birisi, Lenin’in “doğunun Lenin’i” diye nitelendirdiği, bağımsız Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin milli yöneticileri tarafından her zaman ihanetle suçlanan ve sonraları Moskova’da zehirlenerek öldürülen, dönemin Azerbaycan Sovyet yönetiminin başı Neriman Nerimanov tarafından Ermenistan Komünistlerine gönderilen bir telgraftı. 1 Aralık 1920 tarihinde gönderilen bu telgrafta, Ermenistan’da Sovyet Yönetimi kurulması karşılığında, Azerbaycan’ın Nahçıvan, Zengezur ve Karabağ’ı ona verebileceği ifade ediliyordu. Burada amaç yukarıda da ifade edildiği üzere, Ermenistan’ı Sovyet yönetimine geçme konusunda teşvik etmek idi. Bu süreçte Rusya Sovyet yönetiminin gözönünde bulundurmaya çalıştığı bir husus da potansiyel etnik karışıklık merkezleri oluşturmak idi. Merkeze yönelik tepkileri birbirlerine yöneltme amacını güden bu politika, Sovyet Rusya’ya Çarlık rejiminden kalma bir miras idi. Daha 19 Haziran 1920’de, Orconikidze, Lenin ve Çiçerin’e çektiği telgrafta, Karabağ ve Zengezur’un kendilerini Azerbaycan’ın bir parçası olarak gördüklerini ifade ediyordu.[22]
Tartışmalar devam ederken, Azerbaycan’da Rusça yayınlanan “Komünist” gazetesinin 2 Aralık 1920 tarihli sayısında Nerimanov adına bir bildiri yayınlandı. Bildiride, arazi meseleleri yüzünden iki komşu halkın kanının akmaması gerektiği ve Karabağ emekçilerinin kendi kaderlerini belirleme hakkının bulunduğu ifade ediliyordu. Ermenistan’da Sovyet yönetiminin kurulması dengeleri biraz değiştirdi. Ermenistan Sovyet yönetiminin liderleri Karabağ’a ilişkin iddialarını hem Moskova’ya ilettiler, hem de Komünist Bolşevik Partisi (K (b) P) Kafkas Bürosu’nda dile getirdiler. Bu iddialar üzerine, önce 27 Haziran 1921’de Azerbaycan KP MK toplanarak Ermenilerin iddialarını reddettiler ve Karabağ’ın Azerbaycan’dan koparamayacağını ifade ettiler. 4 Temmuz 1921’de toplanan RK (b) P Kafkas Bürosu (Kafkas cumhuriyetlerindeki komünist partilerinden oluşuyordu ve yedi üyesinden sadece bir tanesi AzerbaycanlI idi) Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’a verilmesi gerektiği konusunda görüş bildirdi. Fakat, Azerbaycan bu konuya sert tepki gösterdi. 5 Temmuz’da, RK (b) P MK’den temsilcilerin de katılımıyla RKP Kafkas Bürosu yeniden toplandı. Bu toplantıda Kirov da Karabağ’ın Azerbaycan’da kalması gerektiği yönünde görüş bildirdi. Tüm değerlendirmeler yapıldıktan sonra, Orconikidze ve Nazaretyan’ın önerisiyle “Müslümanlar ve Ermeniler arasında milli sulhün gerekliliği, Yukarı ve Aşağı Karabağ’ın iktisadi alakasının zaruriliğine, onun Azerbaycan’la olan daimi bağlantısı gibi hususlardan hareketle Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti sınırları içinde kalmasına, bölge dahilinde bulunan Şuşa şehrinin idari merkez olmak üzere bölgeye geniş bir özerklik verilmesine” karar verildi.[23] Böylece, Azerbaycan’ın bir üyeyle temsil olunduğu toplantıda Ermenilerin de onayıyla, Karabağ Azerbaycan’dan koparılamayacağı karara bağlanmış oldu. Mirzoyan (ASPS lideri) bu çözümden sonra “Aslında Karabağ diye bir sorun yoktur. Ermeni köylüleri Bakü ve Ağdam’la bağlantıları olmadan yaşayamayacaklarını söylüyorlar.”, diyordu.[24] Fakat, olayın bir de Karabağ’da özerk bölge oluşturulması boyutu vardı. Bu konuda yaklaşık iki yıl tartışmalar sürdü. Bir sonuç alınmaması üzerine, 27-28 Haziran 1923 tarihlerinde toplanan RK (b) P Kafkas Bölge Komitesi bir ay içerisinde Karabağ’da özerk bölge oluşturulması gegrektiği konusunda Azerbaycan’ı son kez uyardı. Hatta bu amaç için Azerbaycan yönetiminin başı da değiştirildi. Kirov, Moskova tarafından Azerbaycan yönetiminin başı olarak atandı. Yapılan görüşmeler sonucunda, 7 Temmuz 1923’te Azerbaycan Merkezi Yürütme Komitesi, Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi’nin oluşturulması kararını aldı.[25]
1980’li Yılların İkinci Yarısından 1994 Ateşkesine Kadar Karabağ Sorunu
Olayların tırmandığı 1980’li yılların ortalarına gelinceye kadar, Ermeniler çeşitli yollarla ve çeşitli düzeylerde Karabağ bölgesinin Azerbaycan’dan alınarak kendilerine verilmesi gerektiğini ifade ediyorlardı. 1980’li yılların birinci yarısında bölgeden olan Ermeni asıllı yazarlar, yazılarının sonuna adres olarak “Ermenistan’ın Karabağ bölgesi” notunu düşmeye başladılar. 1984 yılında, “Literaturnaya Gazeta”nın Ermenistan muhabiri Zori Balayan’ın “Ocak” isimli kitabı Rusça olarak basıldı. Kitapta Türklere (özellikle de Azerbaycan Türklerine) nefret aşılanıyor, Azerbaycan’a yönelik toprak iddiaları ileri sürülüyordu. Azerbaycan aydınları bu olaya karşı tepkilerini ortaya koysalar da yönetim bu tepkilerin ortaya çıkmasını engelledi. Örneğin; İsa Kamber’in [(şu anki Müsavat Partisi Başkanı (o zamanlar Doğu Araştırmaları Enstitüsü’nde çalışan tarih araştırmacısı idi)] “Ocak”a cevap olarak yazdığı eserin basılması engellendi.
1985 yılında SSCB’de yönetimin başına M. Gorbaçov’un geçmesiyle birlikte, yeni bir dönem – “perestroyka” (yenidenkurma) ve “glasnost” (açıklık) dönemi- başladı. Bir yandan dışarıdaki Ermeni lobisinin, diğer yandan da SSCB içindeki Ermeni aydınların Gorbaçov’la geliştirdiği ilişki, onları Azerbaycan’ın Karabağ bölgesini alabilmeleri konusunda umutlandırıyordu. İlerleyen dönemlerde ister Gorbaçov’un ekonomi danışmanı Aganbekyan’ın Paris’te yaptığı konuşma,[26] isterse de Ermenistan’da ve Moskova’daki Ermeni faaliyetleri, Karabağ bölgesini biran önce Azerbaycan’dan koparmaya yönelikti. Bu arada, bölgede yaşayan Ermeniler de artık daha aktif bir pozisyona gelmişlerdi.
20 Şubatta DKÖB bölge sovyeti (140 üyesinden 110’u Ermeni idi) Azerbaycan ve Ermenistan Yüksek Sovyetlerine hitaben, Azerbaycan’dan ayrılarak Ermenistan’la birleşme isteğini belirten müracaatı kabul etti. 21 Şubatta toplanan Sovyetler Birliği KP MK Ermenilerin isteklerinin gerçekleşemeyeceği kararını aldı. Azerbaycan’ın DKÖB içinde yer alan Askeran rayonunda iki Azerbaycanlı gencin öldürülmesi, Ermenistan gazetelerinde güya Gorbaçov’un Karabağ’ı onlara vereceği sözünü vermesi iddialarının yayınlanması ve Ermenistan’da (Zengezur, Göyce ve başka bölgelerden) yaşayan yüz binin üzerinde Azerbaycan Türkünün katliamlara maruz kalması ve göçe zorlanması (sürecin sonunda toplam 160 bin Azerbaycan Türkü Ermenistan’ı terketmek zorunda kalmıştı), bu göçe zorlananların da genellikle Bakü ve Sumgayıt’a yerleşmesi sonucu özellikle, bu iki kentte Ermenilere karşı saldırılar düzenlendi. Sumgayıt’taki saldırılarda 6’sı Azerbaycanlı, 26’ı Ermeni olmak üzere 32 kişi öldü.
12 Temmuz 1988’de DKÖB Yerel Meclisi, Azerbaycan’dan ayrılma kararını aldı. Ertesi gün toplanan Azerbaycan Yüksek Sovyeti Başkanlık Divanı yerel meclisin kararını geçersiz ilan etti. Gelişmeler üzerine 18 Temmuzda toplanan SSCB Yüksek Sovyeti Başkanlık Divanı, her iki cumhuriyetin kararlarını değerlendirdi ve karar aldı. Değerlendirmeler sırasında konuşma yapan SSCB KP MK Genel Sekreteri M. Gorbaçov Karabağ’ın sorunlarının varlığını kabul ettiklerini, fakat bu sorunların Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne dokunulmadan çözüleceğini ifade etti. 20 Temmuz 1988 tarihli “Kommunist” (Bakü) gazetesinde yayınlanan kararda, Azerbaycan ve Ermenistan’ın sınırlarının ve anayasayla belirlenen toprak bütünlüğünün değiştirilmesinin mümkün olmadığı, bu kararın SSCB Anayasası’nın 78. maddesine (her hangi bir Sovyet cumhuriyetinin sınırı onun rızası olmadan değiştirilemez) dayandığı ifade ediliyordu. Kararda ayrıca, Sovyet yönetimi döneminde DKÖB’deki bir çok sorunun çözüldüğü, fakat hala çözüme kavuşturulmayan bazı sorunlar olduğu, Azerbaycan ve Ermenistan yönetimlerinin bu yönde işbirliği içinde çalışmaları gerektiği de vurgulandı.[27] Bu kararlar Ermenilerin tepkisine neden oldu ve onlar Azerbaycan’dan ayrılma yönündeki faaliyetlerini daha da artırdılar.
7 Aralık 1988’de Ermenistan’da olan deprem olayları kısa bir süre için durdurdu. 12 Ocak 1989’da, Sovyetler Birliği Yüksek Sovyeti DKÖB’nin yönetimini geçici bir süre için Azerbaycan’dan alarak Moskova’ya bağlı Özel Yönetim Komitesi’ne verdi. Gorbaçov’un danışmanlarından olan A. Volski komitenin başına getirildi ve 5.400 kişilik İçişleri Bakanlığı birliği ona bağlanarak bölgeye gönderildi.[28] 1989 yılı boyunca çatışmalar küçük çaplı da olsa ara vermeden devam etti.
28 Kasım 1989’da, Sovyetler Birliği Yüksek Sovyeti DKÖB yönetiminin yeniden Azerbaycan’a bırakılmasına, fakat güvenlik güçlerinin orada kalmaya davam etmesine, Karabağ’daki Ermenilerin haklarının korunması için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması şartıyla karar verildi. Karar, Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğunu bir daha onayladığı için Ermenilerce, Karabağ konusunda Azerbaycan’a bazı dikteler ettiği için de Azerbaycan tarafından eleştirildi. Ermenistan daha da ileri giderek 1 Aralık 1989’da Karabağ’ı kendisine birleştirme kararı aldı. Bunun üzerine, 7 Aralık 1989’da, Azerbaycan Yüksek Sovyeti Ermenistan Parlamentosu’nun aldığı DKÖB ilhak kararını kınadı ve Karabağ’ı yönetmek üzere, Egemenlik Yasası’na (23 Eylül 1989’da kabul edilen bu yasada Karabağ üzerinde Azerbaycan’ın egemenliği de ayrıca vurgulanmıştı) dayanarak başkanlığını Azerbaycan KP ikinci sekreteri V. Polyaniçko’nun yaptığı “Teşkilat Komitesi” kurdu.
2 Ocak 1990’da DKÖB’nin merkezi Hankendi’nde Azerbaycan Türklerini taşıyan otobüs konvoyu Ermenilerin saldırısına uğradı. Güvenlik güçleri saldırıyı güçlükle önledi ve olaylar sırasında 1 kişi öldü, 3 kişi de yaralandı. 9 Ocak’ta Ermenistan Parlamentosu’nun 1990 bütçesini onaylarken ekonomik plan kapsamına Karabağ’ı da dahil etmesi olayları çığırından çıkardı. Azerbaycan’da hem Moskova yönetimine, hem de Azerbaycan yönetimine karşı protesto gösterileri arttı.[29]
12 Ocakta Ermenilerin Karabağ’daki iki Türk yerleşim birimine saldırmaları sonucu, 12 kişi öldü, 22 kişi rehin alındı.[30] 13 Ocakta, bir Ermeni Bakü’de iki Azerbaycanlıya baltayla saldırdı. Saldırıya uğrayanlardan birisi öldü, diğeri ağır yaralandı. Bu haberin o sırada gerçekleşmekte olan büyük bir mitinge ulaşması üzerine karşı saldırı düzenlendi ve bu saldırı sırasında büyük çoğunluğu Ermeni olmak üzere toplam 34 kişi hayatını kaybetti. Olayların daha da trajik boyut kazanmasını neden gösteren Moskova yönetimi, Bakü’de ve Azerbaycan’ın bir çok başka bölgesinde (DKÖB dahil) olağanüstü hal uygulaması başlattı. 19 Ocak 1990 tarihinde akşam saatlerinde edilen olağanüstü hal ilan edilirken, aynı saatlerde Kızılordu birlikleri havadan, karadan ve denizden Azerbaycan’a çıkartma yaptı. Amacı daha çok Azerbaycan’daki bağımsızlık yanlılarını ezmek olan çıkartma sonucunda en az 130 kişi öldü, yüzlercesi yaralandı.[31]
23 Ağustos 1990’da Ermenistan egemenliğini ilan ederken, uluslararası hukuku hiçe sayarak, Karabağ’ı kendi toprağı olarak gösterdi.[32] Bu arada, 1990 yılı boyunca da karşılıklı saldırılar devam etti.
1991 yılına belirsiz bir ortam içinde girildi. Orta çaplı çatışmalar, iki tarafın sürekli birbirini suçlaması ve merkezi yönetimin gerekli önlemleri almaması yine devam ediyordu. 1991 Martı ortalarında Gorbaçov “Tass” ajansına yaptığı açıklamada bölgedeki çatışmalardan rahatsızlığını ifade etti ve “Karabağ’ın Azerbaycan’ın ayrılmaz bir parçası” olduğunu ifade etti. Bu açıklamadan sonra basın toplantısı düzenleyen Ermenistan başbakanı Vazgen Manukyan, o güne kadar izledikleri politikanın aksine Karabağ üzerinde bir hak iddia etmediklerini, sadece oradaki yerli Ermenilerin mücadelesini desteklediklerini beyan etti.[33]
Ağustos ayı ortalarında Gorbaçov’a karşı düzenlenen darbenin başarısız olması ve bunun sonucunda Sovyet cumhuriyetlerinin bağımsızlaşmasının hızlanması, Karabağ sorununa da yeni bir boyut kazandırdı. 30 Ağustos 1991’de Azerbaycan bağımsızlığını ilan etti. Bunun ardınca Karabağ Ermenileri toplanarak “Artsak Ermeni Cumhuriyeti”ni ilan ettiler. Azerbaycan parlamentosu karara, Azerbaycan Anayasası’na (aynı zamanda SSCB Anayasası’na) aykırı olduğu için sert tepki gösterdi. 20 Eylül 1991’de Ağustos Moskova olaylarının muzafferi Yeltsin yanına, öteden beri bu olaylarla yakından ilgilenen Nazarbayev’i de alarak 20 Eylül 1991’de geç saatlerde Bakü’ye geldi. Ertesi gün Gence kentine giden liderler, burada yeterli güvenlik önlemleri alındıktan sonra Karabağ’ın merkezi Hankendi’ne geçtiler. Son durak ise Erivan oldu. Yeltsin ve Nazarbayev bir barış sürecini başlatmaya çalıştılar ve her iki tarafla yaptıkları görüşmelerde bunun şartlarını yaklaşık olarak belirlediler. Uzlaşma üzerine, 23 Eylül 1991’de Rusya’nın güneyindeki Jeleznovodsk kentinde barış görüşmelerine başlandı. 24 Eylül 1991’de Yeltsin ve Nazarbayev’in garantörlüğünde iki ülke anlaşmaya vardı. Buna göre, ateşkes sağlanacak, Ermenistan Karabağ’ın Azerbaycan’a ait olduğunu kabul edecek, bölgeye kendini yönetmek için bir takım olanaklar sağlanacaktı.[34]
Görüşmelerin ikinci ayağı iki taraf yetkililerince, sınırdaki İcevan rayonuna bağlı bir köyde gerçekleştirildi. Görüşme sonrasında yayınlanan bildiride, “cinayet ve intikama dayanan kısır döngünün durdurulmasının zorunlu olduğu” bildirildi. Fakat, bu arada karşılıklı saldırılar da ara vermiyordu. Azerbaycan tarafı, ateşkese uyulmadığını göstermek üzere Rusya ve Kazakistan’dan bölgeye gözlemciler de getirdi.[35] 20 Kasım 1991’de çok önemli bir olay gerçekleşti. Azerbaycan hükümetinin üyelerini, adalet ve güvenlik yetkililerini, iki Rus generali, Kazak ve Rus gözlemcileri, gazetecileri taşıyan helikopter Ermeniler tarafından düşürüldü. Olayda kurtulan olmadı. Bu olay Azerbaycan tarafını birtakım kararlara itti. Ermenistan’a giden demir yolu kapatıldı, ayrıca Azerbaycan Yüksek Sovyeti 26 Kasım 1991 tarihli toplantısında DKÖB’nin statüsünü ortadan kaldırdı ve onu oluşturan rayonları direk Bakü’ye bağladı.[36] Karar, tahmin edilebileceği gibi Ermenilerce pek hoş karşılanmadı. Bu aynı zamanda bir barış girişiminin sonuçsuz kalması anlamını taşıyordu.
1992 yılına gelindiğinde, artık SSCB’nin dağılma süreci tamamlanmıştı. Bu arada iki toplum arasındaki çatışmalarda ölenlerin sayısı bini geçmişti. 30 Ocakta Prag’da yapılan AGİK toplantısında Azerbaycan ve Ermenistan’ın bu kurumun üyesi olmasıyla birlikte, konu uluslararası bir boyut kazandı. Tam bu sıralarda Ermenilerin roket atışıyla Azerbaycanlı mültecileri taşıyan helikopter düşürüldü. Olayda en az 40 kişi öldü.[37] Şubat 1992’nin başlarında İran’ın arabuluculuk önerileri taraflarca kabul görmedi.
Şubatın ortalarında Avrupa Parlamentosu Strasbourg’da toplanarak Karabağ’a gözlemci göndermeyi karara aldı. 20 Şubat 1992’de Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın girişimi ile üç ülke dışişleri bakanları Moskova’da biraraya geldiler ve yaptıkları görüşme sonrasında düzenledikleri basın toplantısında çatışmalara bir an önce son verilmesi ve yerleşim bölgeleri üzerinde ablukanın kaldırılması konusunda karara vardıklarını duyurdular. Ermenistan Dışişleri Bakanı Hovanisyan toplantı sonrasında, Azerbaycan Dışişleri Bakanı Sadıkov’a Karabağ sorunu ile ilgili görüşmelerin, Dağlık Karabağ temsilcisinin katılımı olmadan başarısız olacağını ifade ettiğini de açıkladı.[38] Fakat, en azından çatışmalara ara verilmesinin kararlaştırılması barış açısından iyi bir gelişmeydi. 24 Şubat’ta İran Dışişleri Bakanı Velayeti bölgeye, arabuluculuk yapma amacıyla bir ziyaret gerçekleştirdi. 25-26 Şubat 1992’de Ermeni güçlerinin bölgedeki Azerbaycanlı yerleşim birimi Hocalı’ya düzenledikleri saldırı bir katliama dönüştü. Saldırıda 600’den fazla sivil öldürüldü ki, bunlardan 63’ü çocuk, 106’sı kadın, 70’i yaşlı idi. Ayrıca, 487 kişi Ermenilerce rehin olarak götürüldü, 1275 kişi yaralandı, 150 kişiyle ilgili olarak ise hiçbir şekilde bilgi edinilemedi. Azerbaycan resmi olarak, Hankendi’ndeki 366.’cı Rus Alayının saldırıya katıldığını açıkladı. Çünkü saldırıda en gelişmiş konvansiyonel silahlar kullanılmıştı. Bunlar değil Karabağ’daki yerel gruplarda, yeni oluşmaya başlayan Azerbaycan ve Ermenistan ordularında bile yoktu. Rus tarafı her zamanki gibi yine de saldırılarla alakası olmadığını açıkladı. Fakat, adıgeçen alaydan firar eden 3 Rus askeri 3 Martta düzenledikleri basın toplantısında, “beyinlerinin yıkandığını ve Hristiyan Ermeniler yanında Müslüman Azerbaycanlılara karşı savaşmaya çağrıldıklarını” itiraf ettiler.[39] Hocalı katliamı, kendi halkını korumak için yeterli önlem almayan Azerbaycan Cumhurbaşkanı A. Mütellibov’un sonunu da hazırladı. Mart ayı boyunca karşılıklı saldırılar devam ederken, 24 Mart 1992’de Helsinki’de toplanmakta olan AGİK Dışişleri Bakanları Konseyi, Karabağ’daki durumu değerlendirdi ve sonuç bildirisinin 3.-11. maddelerinde sorunun çözümü için Beyaz Rusya’nın Minsk kentinde konferans çağırılmasının kararlaştırıldığı ifade edildi.
9. maddede konferansın katılımcıları olarak Azerbaycan, Almanya, ABD, Ermenistan, Beyaz Rusya, İsveç, İtalya, Fransa, Rusya, Türkiye, Çek ve Slovakya Federal Cumhuriyeti (toplam 11 devlet) belirlendi. Minsk Konferansı için koordinatörlük görevi İtalya’ya verildi ve konferansa başkanlık etmek üzere İtalyan temsilci Mario Rafaelli atandı. Konferans Temmuz ayında Minsk’te yapılacaktı. AGİK’in bu girişimi BM’den de destek gördü. BM GK’nun 26 Mart tarihli toplantısında, soruna direk müdahale etmeme ve AGİK’in girişimini destekleme kararı alındı.[40]
1 Nisanda Roma’da konferansa katılacak ülkelerin temsilcilerinin katılımı ile Rafaelli başkanlığında toplantı yapıldı. Aynı günlerde AGİK gözlemci heyeti de Bakü’yü ziyaret etti. Nisan sonuna doğru İran’ın arabuluculuk girişimleri de arttı ve 7 Mayıs 1992’de, Tahran’da Azerbaycan ve Ermenistan devlet başkanları sorunun çözümü ile ilgili anlaşma imzaladılar. Fakat, hemen ertesi gün Ermeniler bölgedeki en stratejik noktayı Şuşa kentini işgal ettiler. Üzerinden 10 gün geçmeden bu defa Dağlık Karabağ’ı Ermenistan’a bağlayan Laçın rayonunu işgal ettiler. Olaylar aynı günlerde barış görüşmeleri için bölgeye gelen AGİK heyetinin gözleri önünde cereyan ediyordu. Bu arada, 15 Mayısta Azerbaycan’da Mutallibov’un cumhurbaşkanlığı görevine geri dönme girişimi ters tepti ve muhalefeti beklediği seçimden önce iktidara taşıdı.[41] Yeni iktidar Karabağ da dahil olmak üzere toprak bütünlüğü konusunda hiç taviz vermeyeceğini ilk baştan belirtti ve ilk sınavını da 21 Mayıs 1992 tarihinde Helsinki’de gerçekleşen AGİK Kıdemli Memurlar Komitesi toplantısında verdi. Bu toplantıda Ermenistan’ın son saldırıları da değerlendirildi. ABD temsilcisinin önerdiği, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü vurgulayan ve bölgedeki tüm yabancı askeri güçlerin çekilmesini öngören tasarı için, Ermenistan dışındaki 51 ülkenin temsilcisi lehte oy kullandı. Aynı tarihte Ermenistan Rusya ile 7. Rus askeri üssünün cumhuriyette kalması konusunda anlaşma imzaladı. Buna bir de Ermenistan’ın BDT üyesi olmasını ve 15 Mayısta imzaladığı BDT Ortak Güvenlik Paktı anlaşmasına Azerbaycan’ın katılmadığını eklersek, Rusya’nın desteğini alma bakımından Ermenistan’ın önemli bir avantaj elde ettiğini söyleyebiliriz.[42] Bundan cesaret alan Ermenilerin orta çaplı saldırılarını sürdürmekle beraber, bir de büyük çaplı saldırı planladıkları söylentileri dolaşmaya başladı. Bunun üzerine Azerbaycan 12 Haziran’da karşı saldırıyı başlattı. Diplomatik görüşmelerin aksamasını da doğuran bu saldırılar sırasında daha önce Ermenilerce işgal edilen bir çok köy kurtarıldı.
Bu gelişmeler sonrasında Ermenistan temsilcilerinin barış görüşmelerine Karabağ Ermenilerinin resmi sıfatla katılmalarını istemesi ve aksi taktirde toplantılara katılmayacağını söylemesi, 29 Haziran- 7 Temmuz arasında yapılacak olan Roma görüşmelerinin 3. turundan ve 15 Temmuzda yapılması planlanan 4. turundan sonuç alınmasını engelledi ve durum Roma görüşmelerinin katılımcıları tarafından tepkiyle karşılandı.[43] Çatışmaların şiddetlenerek devam etmesi uluslararası gözlemcileri yeniden arabuluculuk yapmaya itti.
26 Ağustos 1992’de Kazakistan devlet başkanı Nazarbayev ateşkes ilan edilmesi için girişimde bulundu, 27 Ağustos’da ise Minsk Grubu Başkanı Mario Rafaelli sırasıyla Azerbaycan’ı ve Ermenistan’ı ziyaret ederek ateşkes yapılması ve Minsk Konferansı için görüşmelere başlanması çağrısını yaptı. İlk sonuçlar Azerbaycan, Ermenistan ve Kazakistan dışişleri bakanları arasında 27 Ağustos 1992’de Alma-Ata Beyannamesinin imzalanmasıyla elde edildi. Bu beyannamede öngörüldüğü üzere, 1 Eylül 1992’den itibaren ateşkes sağlandı. 3 Eylül 1992’de taraflar Minsk Grubunun da çağrılarına uyarak bu belgeyi uygulamak için sınırdaki İcevan rayonunda protokol imzalandılar. 14-15 Eylül 1992 tarihlerinde üçtaraflı çalışma grubu faaliyete geçti. Fakat, bu defa Ermenistan Alma-Ata Beyannamesini reddetti ve Kazakistan’ın ikna çabaları da sonuçsuz kaldı.[44]
Bir sonraki girişim Rusya’dan geldi. 19 Eylül 1992’de Rusya’nın arabuluculuğuyla Soçi kentinde, Azerbaycan, Ermenistan, Rusya ve Gürcistan savunma bakanları 25 Eylülden itibaren ateşkesin sağlanması ve bir başka konuda da anlaşma imzaladılar. Fakat bir yandan iki tarafın sürekli birbirlerini ateşkesi ihlal etmekle suçlaması, diğer yandan Ermenistan’ın Karabağ Ermenilerini görüşmelere resmi sıfatla katma yönündeki çabaları nedeniyle bu anlaşmaya da uyulmadı. 1992 Ekimi’nin ortalarından itibaren arabuluculuk faaliyetlerini yoğunlaştıran BM Genel Sekreteri’nin özel elçisi Jack Marisca’nın çabaları da aynı nedenlerle sonuçsuz kaldı. 1992’nin sonlarına doğru, 12 Haziranda çatışmaların savaşa dönüşmesiyle hep üstün durumda olan Azerbaycan, üstünlüğünü Ermenistan’a kaptırmaya başladı.[45]
1993 yılının hemen başında 3 Ocakta Kremlin’de biraraya gelen ABD Başkanı George Bush ile Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin, Dağlık Karabağ’a ilişkin olarak imzaladıkları beyannamede Dağlık Karabağ’da ve Azerbaycan-Ermenistan sınırındaki çatışmalardan rahatsızlıklarını ifade ediyor ve sorunun AGİK’in temel ilkeleri çerçevesinde çözümlenmesi gerektiğini vurguluyorlardı. Buna karşılığında ise çatışmanın her iki tarafı yine sorunun çözümlenememesinin nedeni olarak diğerini gösteriyordu.[46]
20 Şubat 1993’te Roma’da Azerbaycan, ABD, Ermenistan, Rusya, Ermenistan temsilcileri ve Minsk Konferansı Başkanı Rafaelli’nin katıldığı Roma görüşmeleri devam etti. Görüşmeler sonucunda taraflar ateşkesin tam olarak sağlanması ve Minsk Konferansı’nın resmen açılması için anlaşamasalar da en azından ateşkesin sağlanması için bölgeye gözlemcilerin gelmesi konusunda uzlaşmaya vardılar. Fakat, 27 Mart 1993’te Ermenistan tarafından, Ermenistan’la Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesini bağlayan koridorlardan biri olan Kelbecer rayonuna yönelik saldırı başlatıldı. Saldırılar birkaç gün sürdü. Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı 6 Nisan 1993’te, 3 Nisan 1993’ten itibaren rayonun tamamen Ermeni güçleri tarafından işgal edildiğini resmi olarak açıkladı. Saldırı sonucunda rayon nüfusunun bir kısmı öldürüldü, kalanlarsa mülteci durumuna düştü. Azerbaycan tarafı bu işgal sırasında Ermenistan tarafının Rus askeri birliklerinden yardım gördüğünü iddia etti. 6 Nisan 1993’te ABD de Ermeni saldırısını kınadı. Bu arada Azerbaycan tarafı AGİK barış görüşmelerinden çekildiğini de açıkladı. 8 Nisan’da AT’na üye ülkeler de “Azerbaycan topraklarından çekilmesi” ve çatışmaların durdurulması konusunda “Dağlık Karabağ’da nüfuzunu kullanması” için Ermenistan hükümetine müracaat ettiler. Olayla ilgili açıklama yapan Ermenistan Savunma Bakanı Vazgen Manukyan, Kelbecerin işgaline Ermenistan ordusunun hiç katılmadığını, olayın Karabağ Ermenilerince gerçekleştirildiğini iddia etti.[47]
Bu arada Azerbaycan yetkililerinin işgalle ilgili olarak uluslararası düzeyde girişimleri devam etti. Hem devlet başkanı, hem de dışişleri bakanlığı işgalin kınanması ve Ermenistan’a karşı gerekli yaptırımların uygulanması için BM, AGİT ve diğer uluslararası kuruluşlar nezdinde girişimlerini sürdürdüler. Azerbaycan’ın BM’deki temsilcisi H. Hasanov, Azerbaycan Devlet Başkanı E. Elçibey’in ve Dışişleri Bakanı T. Kasımov’un istekleri doğrultusunda BM Güvenlik Konseyi üyeleriyle görüşerek olayla ilgili açıklama yapılmasını ve karar alınmasını istedi. 6 Nisan 1993’te Güvenlik Konseyi dönem başkanı Pakistan’lı Marker açıklama yaparak, Güvenlik Konseyi’nin Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki durumun kötüleşmesinden, Ermenilerin (ülke adı geçmiyordu) Kelbecer’i işgalinden bölgedeki barışı tehdit eden tüm bu türden hareketlerden duyduğu rahatsızlığı ifade etti. Açıklamada ayrıca, sınırların değişmezliği ve toprak bütünlüğü ilkeleri çerçevesinde AGİK’in barış girişimlerini desteklediklerini belirttiler ve BM Genel Sekreterinden konuyla ilgili Güvenlik Konseyi’ne rapor sunmasını istediler.
14 Nisan 1993’te Genel Sekreter tarafından Güvenlik Konseyi’ne sunulan raporda, Karabağ’daki çatışmalara ve özellikle de Kelbecerin işgaline Ermenistan’ın taraf olarak katılıp- katılmadığının tam olarak belirlenemediğini, fakat, saldırılarda tank, ağır çaplı silahlar ve uçakların kullanılmasının, olayda yerel Ermeniler dışında gücün bulunduğunu gösterdiğini belirtmiştir. İşgalden hemen sonra Türkiye, Pakistan, İran, İngiltere, İKÖ, biraz yumuşak dille İtalya ve Fransa olayı kınayan açıklamalarda bulundular.[48]
Bu arada Rusya’nın, bölgenin kontrolünü elinde tutma amacı çerçevesinde bir takım girişimleri de oldu. Önce, 8 Nisan 1993’te Azerbaycan Başbakanı P. Hüseynov’la Ermenistan Savunma ve Güvenlik Bakanı V. Sarkisyan Rusya Savunma Bakanı P. Graçev’in arabuluculuğuyla biraraya geldiler, fakat bir sonuç elde edilemedi. 23 Nisanda ise Rusya Devlet Başkanı B.Yeltsin BM Güvenlik Konseyi’nde, sorunla ilgili olarak arabuluculuk yapacaklarını ifade ediyordu. Arkasından, hem Ermenistan, hem Azerbaycan yetkilileriyle, hem de Karabağ bölgesi temsilcileriyle görüşmeler yapıldı. Bunu 28-29 Nisan 1993 tarihlerinde Prag’da gerçekleştirilen AGİK toplantısı izledi. Azerbaycan’ın isteği ve 17 üye ülkenin desteği ile gerçekleştirilen toplantıda, barış görüşmelerinin devamı için Ermenistan’ın Kelbecer’in boşaltılması yönünde adım atmasının şart olduğu vurgulandı. Ermenistan’ın bunu reddetmesiyle görüşmeler sonuç alınmadan sona erdi.[49]
Azerbaycan’ın yoğun diplomatik çabaları sonucunda 30 Nisan 1993’te Güvenlik Konseyi Azerbaycan-Ermenistan çatışmasını ve Kelbecer’in işgali konusunu görüştü ve 15 üyenin oybirliği ile 822 sayılı kararı kabul etti. Kararda, Güvenlik Konseyi Başkanı’nın konuya ilişkin daha önce verdiği beyanatlara ve sunduğu rapora da gönderme yaparak, iki ülke arasındaki savaşın endişe verici boyutundan, Kelbecer’in Ermenilerce (ülke gösterilmiyor) işgal edilmesinden duyulan rahatsızlık dile getirilerek ve uluslar arası kabul görmüş sınırların ihlal edilemezliği, toprakların silah zoruyla ele geçirilmesinin kabul edilmezliği, bütün devletlerin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi ilkeleri de vurgulanarak 5 madde sıralanıyor:
- Ateşkesin kesin biçimde yapılması, ayrıca tüm işgal güçlerinin Kelbecer rayonundan ve Azerbaycan’ın bu yakınlarda işgal edilmiş diğer rayonlarından çıkarılması amacıyla bütün askeri operasyonların ve düşmanca eylemlerin durdurulmasını talep eder;
- İlgili tarafların çatışmanın AGİK Minsk Grubu barış süreci ile çözümü için görüşmelere hemen ve tekrar başlanması ve sorunun barışçıl araçlarla çözümünü zorlaştıracak eylemlerden kaçınması ısrarla vurgular;
- Sivil halkın zorluklarını azaltmak için bölgede, özellikle çatışmanın etkili olduğu bütün rayonlarda insani yardımların yapılabilmesi için engellerin kaldırılmasını isteyerek, bütün tarafların uluslararası insani hukukun ilke ve normlarına uymak zorunda olduğunu belirtir;
- Genel Sekreterden AGİK Başkanı, ayrıca AGİK Minsk Grubu ile görüşmeler yaparak bölgedeki, özellikle Azerbaycan’ın Kelbecer rayonundaki durumu değerlendirerek bu konuda Güvenlik Konseyi’ne rapor sunmasını rica eder;
- Bu konuyla aktif olarak ilgilenmeyi sürdüreceği kararını alır.
Kararda Azerbaycan açısından beğenilen noktalar olsa bile genel olarak iki ülke arasında denge korunmaya çalışılmıştı. Şöyle ki, bir yandan “Ermenilerin işgalinden”, “Kelbecer’in ve diğer işgal edilen bölgelerin terkedilmesi gerektiğinden” bahsediliyorken, Azerbaycan’ın yoğun taleplerine karşın işgalci devlet olarak Ermenistan’ın adı açıkça belirtilmiyordu. Ama, taraf olarak Karabağ Ermenilerinin değil de, Ermenistan’ın isminin geçmesi dolaylı da olsa onun çatışmada taraf olduğunun ifadesiydi.
3 Mayıs 1993’te Rusya Devlet Başkanı Yeltsin’in inisiyatifiyle Rusya, Türkiye ve ABD, AGİK süreci çerçevesinde bir barış girişimi başlattıklarını açıkladılar. Rusya’yı Ermeni yanlısı olarak gören Azerbaycan, durumu dengelemek için eşit güce sahip ülke olarak ABD’nin sürece katılmasını istemişti. Tarafların, 14 Mayıs 1993’e kadar Ermeni güçlerinin Kelbecer’i boşaltmasını, 17 Mayıs 1993’ten itibaren de AGİK çerçevesinde barış görüşmelerinin devam ettirilmesini öngören teklifleri Azerbaycan tarafından kabul görse de, Ermenistan buna yanaşmadı. 27 Mayıs’ta gerçekleşen Yeltsin-Ter-Petrosyan görüşmesinden sonra Ermenistan’ın tutumunda değişiklik baş verdi. Yani, Ermenistan arabulucuların tüm tekliflerini kabul ettiğini Fakat, çok geçmeden bu defa da Karabağ Ermenilerinin şartları kabul etmediğini ileri sürerek süreci tıkadılar.[50] Bir grup gözlemci bu olayı Ermenistan’la Karabağ Ermenileri arasında çıkan ilk görüş ayrılığı olarak görseler de, bunu büyük bir ihtimalle “şike” olarak yorumlamak mümkündür. Çünkü bu yolla, Ermenistan taviz vermeden üzerindeki uluslararası baskıları hafifletebiliyordu.
3-4 Haziran 1993 tarihlerinde, Roma’da BM Genel Sekreterliği gözlemcilerinin de katılımı ile Azerbaycan ve Ermenistan dışındaki Minsk Grubu üyesi devletlerin toplantısı gerçekleştirildi. Toplantının amacı BM Güvenlik Konseyi’nin 822 sayılı kararının uygulanması için planlar hazırlamak ve AGİK çerçevesinde görüşmelerin yeniden devam ettirilmesini sağlamaktı. Bahsedilen planların 11 Haziranla 5-6 Temmuz 1993 tarihleri arasında uygulanması öngörülüyordu.
Buna göre, 11 Haziran’da taraflar bu planı ve Minsk Konferansı başkanının mektubunu imzalayarak (planı onayladıklarını göstermek için) başkana iade etmeli idiler. 15 Haziran’dan itibaren başlayarak Ermeni güçleri Kelbecer’i boşaltmaya başlamalı ve bu süreç 20 Haziran akşam saatlerine kadar tamamlanmalıydı. 21-23 Haziran tarihlerinde ise AGİK denetimcileri bölgeyi gezerek buna uyulup uyulmadığını kontrol edeceklerdi. 1 Temmuz’dan itibaren AGİK’in 50 gözlemcisi bölgeye yerleştirilecekti. Ardından da, rayonun asıl nüfusunun geri dönmesi sağlanacaktı. Fakat, AGİK Minsk Konferansı’nın başkanı Mario Rafaelli’nin 4 Temmuz 1993’te başlayan Azerbaycan ve Ermenistan’ı ziyareti bir soruna dönüştürülünce planın uygulanmasının sanıldığı kadar kolay olmayacağı anlaşıldı.
Rafaelli’nin bölgeyi Bakü-İrevan-Bakü-Ağdam-Hankendi-Bakü-Roma grafiği üzre ziyaret etmek istemesine Ermenistan tarafı itiraz etti. Onlar Hankendi’ne Ağdam’dam gidilmesine itiraz ediyorlardı. Azerbaycan tarafı uzlaşmacı tavır sergileyerek Bakü-Tiflis-İrevan-Hankendi-İrevan-Tiflis-Bakü grafiğini kabul etti ve Rafaelli bu trafikle ziyaretini tamamladı. Yine de sonuç alınamadı.[51] Çünkü, uluslararası arabulucuların barış planı aynıydı: Ermeniler işgal ettikleri yerlerden çekilecek, ateşkes ilan edilecek, uluslar arası gözlemciler bölgeye gelecek ve Minsk görüşmeleri sonuçlandırılacak.[52] Bunun en önemli nedenlerinden biri, hiç kuşkusuz ki, o sırada Azerbaycan’da başlayan darbe girişimi (daha sonra başarıyla sonuçlandı) ve Ermenilerin bundan cesaret alması idi. Aslında, bir yandan Ermenistan dünya kamuoyunun baskısına dayanamıyordu, diğer yandan Azerbaycan’ın Ermenistan’la uzlaşma olmaması halinde toparlanıp saldırıya başlama ihtimali vardı. Bu nedenle de taraflar barış planını kabul etmek zorunda kalmışlardı. Hatta, bu konudan ABD Devlet Başkanı B. Clinton’un Azerbaycan Devlet Başkanı E.Elçibey’e 5 Haziran’da yazdığı mektupta da bahsediliyordu.[53] Fakat, bahsettiğimiz gibi, Azerbaycan’da iç karışıklıkların çıkması ve hızla tırmanması durumu Azerbaycan aleyhine değiştirdi. Ermenistan tarafı karışıklıkları fırsat bilerek, süreci tıkadılar ve bunu yaparken, Azerbaycan’da gerçek iktidarın kim olduğu belli değil, kimi muhatap alacağımızı dahi bilmiyoruz demekten de geri kalmadılar. Tüm bu olaylarda, Rusya’nın bölgeye barışın böyle erken gelmesini istememesinin önemli etkisi vardı.[54]
Azerbaycan’daki karışıklıklar ve iktidar boşluğu barış görüşmelerini tıkamakla kalmadı, Ermenilerin yeni saldırılarını da beraberinde getirdi. Daha çok iç karışıklıklarla uğraşmak zorunda kalan Azerbaycan (ordu birliklerinin önemli bir kısmının Bakü’ye yöneldiği bir zamanda) Ermeni saldırıları karşısında fazla tutunamadı. 1993 sonuna kadar Ermeni işgalleri ve bunları kınayan BM kararları birbirini izledi. 17 Haziran 1993’te bölgeyi ziyaret eden Rus gözlemciler Ağdam kentine düzenlenen uçak saldırılarının şahidi oldular. Aynı durum Rus gözlemcilerin Temmuz sonuna kadar bölgeye yaptıkları iki ziyaret sırasında daha tekrarlandı. 26-28 Haziran tarihlerinde düzenlenen saldırılar sonucu Ermeniler Azerbaycan’ın Akdere kentini ele geçirdiler.
23-24 Temmuz 1993 tarihlerinde Ağdam rayonu yoğun saldırılar sonucunda büyük oranda Ermenilerce işgal edildi. 29 Temmuz’da toplanan BM Güvenlik Konseyi konuyla ilgili 853 sayılı karar aldı. Kararda, 822 sayılı kararın (Kelbecer’in işgali ile ilgili) uygulanması gerektiği de vurgulanarak, sınırların dokunulmazlığı ve toprak bütünlüğü ilkelerine değinilerek, 14 madde halinde Ağdam’ın ve işgal edilen diğer bölgelerin acilen ve şartsız olarak boşaltılması, sorunun AGİT Minsk Grubu çerçevesinde çözümlenmesi Ermenistan’ın bu konularda gerekli tüm adımları atması gerektiği vurgulandı. Bu arada, 21 Temmuz-12 Ağustos 1993 arasında AGİK Minsk Grubu’nun BM Güvenlik Konseyi’nun 822 ve daha sonra alınan 853 sayılı kararlarının uygulanması için yaptığı çalışmalar sonuçsuz kaldı. Çünkü, 11 Ağustos’tan itibaren Ermenistan güçlerinin Fizuli ve Cebrayıl rayonlarına saldırıları yoğunlaştı. Ermenilerin Fizuli’yi işgale girişmeleri üzerine 18 Ağustos 1993’te BM Güvenlik Konseyi dönem başkanı ABD temsilcisi M. Olbrayt uzun bir açıklama yaparak, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki durumun kötüleşmesinden duydukları endişeyi dile getirdi.
Açıklamada Ermenistan’ın, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesindeki çatışmalara ilişkin 822 ve 853 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararlarının uygulanması konusunda adımlar atması gerektiği, Azerbaycan’ın Fizuli rayonuna yapılan saldırılara son verilmesi gerektiği, daha önce işgal edilen Kelbecer, Ağdam ve diğer yerlerin terkedilmesi gerektiği de yer aldı.[55] Fakat, Ermenistan güçlerinin saldırısı daha da yoğunlaştı ve 23 Ağustos 1993’te Fizuli rayonu büyük ölçüde işgal edildi. Bunu 25-26 Ağustosta Cebrayıl’ın, 31 Ağustosta da Gubatlı’nın işgalleri izledi.
Paris’te 21-28 Eylül 1993’te, daha sonraysa 18-21 Ekim tarihlerinde AGİT Minsk Grubu son gelişmeleri de görüşmek üzere görüşmeler yaptı. Bu arada, 14 Ekim 1993’te toplanan BM Güvenlik Konseyi uygulanmayan kararlar serisine 822 sayılı kararı alarak birini daha ekledi. 874 sayılı bu kararda, daha önce alınan 822, 853 sayılı kararlara, dönem başkanının 18 Ağustos 1993 tarihli açıklamasına, AGİT Minsk Konferansı başkanının 1 Ekim 1993 tarihli mektubuna, Azerbaycan’ın ve diğer devletlerin bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün dokunulmazlığına değinilerek, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesinde ve Ermenistan-Azerbaycan arasındaki çatışmalardan duyulan rahatsızlık dile getirilerek, 13 madde sıralanıyordu.
Bu maddelerde, 822 ve 853 sayılı kararların mutlaka uygulanması gerektiği, “işgal edilen toprakların hemen ve şartsız olarak terkedilmesi konusunda” AGİT Minsk Grubu’nun planının uygulanması için gerekenlerin yapılması noktaları vurgulanıyordu. Yaptırımı olmayan bu kararların Ermeni işgallerini durdurması mümkün değildi. Nitekim, devam eden saldırılar sonucunda çok geçmeden 23 Ekimde Horadiz kasabasının, 28 Ekim-1 Kasım tarihlerinde Zengilan’ın da işgal edilmesiyle Karabağ fiilen Azerbaycan’ın kontrolünden çıkarak Ermenistan güçlerinin eline geçmiş oldu.
İşgal üzerine BM Güvenlik Konseyi 11 Kasım 1993’te etkisiz/sonuçsuz kararlar serisinden sonuncusunu kabul etti. 884 sayılı bu kararda yine önceki kararlara, AGİK Minsk Konferansı başkanının 9 Kasım 1993 tarihli mektubuna, Azerbaycan’ın ve diğer bölge devletlerinin bağımsızlık ve toprak bütünlüklerinin dokunulmazlığına, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesinde ve Azerbaycan- Ermenistan arasındaki gerilimden, Horadiz ve Zengilan’ın işgalinden duyulan rahatsızlığa değinilerek, 11 madde sıralanıyor. Bu maddelerde, Horadiz’in ve Zengilan’ın işgali ve Azerbaycan topraklarının bombalanması (ülke ismi verilmiyor) kınanıyor, eski kararların ve bu kararın uygulanması konusunda Ermenistan’ın üzerine düşeni yapması, AGİK Minsk Grubu’nun 4 Kasım 1993 tarihli bildirisinin kabul edilmesi, AGİK Minsk Grubu çerçevesinde sorunun çözümü için gerekli çabanın gösterilmesi vurgulandı.
Yıl sonuna doğru çatışmalar zayıflayarak devam etti. 1993 yılından geriye kalan Azerbaycan’ın işgal edilen toprakları, BM Güvenlik Konseyi’nin uygulanmayan kararları ve AGİK Minsk Grubu’nun sonuçsuz kalan çabaları oldu. BM Güvenlik Konseyi’nin kararlarını kısaca yorumlarsak, bu kararların bir yönü devamlı Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünün dokunulmazlığını, Ermenistan’ın sorunda taraf olduğunu ve işgal edilen toprakların hemen ve şartsız olarak terkedilmesi gerektiğini vurgulaması idi. Kararların diğer yönüyse, Ermenistan’ın açıkça saldırgan ülke ilan edilmemesi (halbuki, ordusu ve askeri tehcizatı olmayan Karabağ Ermenilerinin uçak, tank ve ağır çaplı silahlarla yapılan saldırıları kendi başlarına gerçekleştirdiklerini iddia etmenin ne kadar mantıksız olacağı ortadadır. Ayrıca, Kelbecer’in işgali sırasında iki taraftan -Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinden ve Ermenistan sınırından- saldırıldığı video görüntülerle de tespit edilmişti), Ermenilerin işgal ettikleri yerlerden çekilmediklerinde uygulanacak yaptırımlar (Irak’ın Küveyt’i işgali örneğinde olduğu gibi) konusunda hiçbir şey ortaya konulmamıştı. Ama sonuç, iç karışıklıklar yaşayan ve yeterli dış askeri destek sağlamayan Azerbaycan’ın topraklarının yaklaşık %20’sini kaybetmesi ve Karabağ Ermenilerinin Azerbaycan’ı bölme konusunda avantajlı duruma gelmeleri oldu.
1994 yılı Ocak-Mart dönemi küçük çaplı saldırılar ve Rusya ve AGİK’in barış çabalarıyla geçti. Bunlar içinde en önemlileri Moskova’da 18 Ocak’ta Kozırev’le Azerbaycan Dışişleri Bakanı arasındaki ve 20 Ocakta Rusya ve Ermenistan Dışişleri Bakanları arasındaki görüşme, 4 Şubat 1994 tarihinde Macaristan’da “Minsk dokuzlusu”nun AGİT Minsk Konferansı’nın yeni başkanı yeni başkanı Yana Eliasson’la (İsveçli) görüşmesi, 18 Şubat 1994 tarihinde Azerbaycan, Ermenistan ve Rusya Savunma Bakanları arasında Moskova’da yapılan görüşme sonrasında protokol imzalanması, 28 Şubat-1Mart tarihlerinde Rusya Savunma Bakanı Yardımcısı ve devlet başkanı’nın yetkili temsilcisinin Bakü ve İrevan’ı ziyaretleri idi.
31 Mart-3 Nisan 1994 tarihlerinde BDT Parlamentolararası Kurulu temsilcisi olarak Kırgızistan Yüksek Meclisi Başkanı ve Rusya Devlet Başkanı özel temsilcisi Bakü’yü, Erivan’ı ve Azerbaycan’ın Hankendi kentini ziyaret etti. 9 Nisanda Ermeniler Terter rayonuna yaklaşık bir ay süren ağır çaplı saldırı başlattılar. 15 Nisan’da Moskova’daki BDT Devlet Başkanları zirvesi sırasında Rusya, Azerbaycan ve Ermenistan Devlet Başkanları biraraya gelerek Karabağ sorununu görüştüler. BDT Devlet Başkanları zirvesi sırasında ayrıca, Dağlık Karabağ bölgesi ve çevresindeki olaylarla ilgili ortak bir bildiri yayınlandı.
26 Nisan-2 Mayıs arasında AGİK heyeti bölgeyi ziyaret etti. 4-5 Mayıs 1994 tarihlerinde, Bişkek’te BDT Parlamentolararası Kurulu çerçevesinde Kırgızistan Parlamentosu ve Rusya Dışişleri Bakanlığı temsilcileri, Ermenistan ve Azerbaycan parlamentoları başkanlarını ve Karabağ’ın Türk ve Ermeni nüfusunun temsilcilerini biraraya getirdiler. Bu görüşme sırasında barışa yönelik bir adım olarak “Bişkek Protokolü” (5 Mayıs’ta) imzalandı. Daha sonra imzalanacak ateşkes anlaşmasına temel oluşturan bu protokolü, Azerbaycan, Ermenistan ve Karabağ’ın sadece Ermeni temsilcilerinin (ayrılıkçıların) imzalaması, Azerbaycan açısından ciddi bir tavizdi. Çünkü, o güne kadar Azerbaycan taraf olarak sadece Ermenistan’ı kabul ediyordu.
Fakat, şimdi kendi ülkesinin bir parçasını temsil ettiğini iddia edenlerle anlaşma imzalamıştı. Protokolde kısaca, Dağlık Karabağ ve onun çevresindeki çatışmaların Azerbaycan ve Ermeni halklarına ve bölgenin diğer halklarına zarar verdiği, 14 Nisan 1994 tarihli BDT Devlet Başkanları Zirvesinde silahlı çatışmaların durması ve uzlaşmaya varılmasının desteklenmesi, Parlamentolararası Kurulun ve BDT’nin bu yöndeki çabası, BM ve AGİK’in sorunun çözümü konusunda aldığı kararların (her şeyden önce Güvenlik Konseyi’nin 822, 853, 874 ve 884 sayılı kararlarının uygulanması) uygulanması gerektiği vurgulanarak, 18 Şubat 1994 tarihinde Azerbaycan, Ermenistan ve Rusya Savunma Bakanları arasında Moskova’da imzalanan protokole değinilerek, 8 Mayıs’tan 9 Mayıs’a geçen geceden itibaren ateşin kesilmesi, bir sıra başka problemlerle beraber mültecilerin yerlerine dönüşünün sağlanması konusunda uzlaşmaya varıldığı bildiriliyordu. 9 Mayıs 1994’te Azerbaycan ve Ermenistan savunma bakanları ve Karabağ’daki ayrılıkçı Ermenilerin temsilcisi ateşkesle ilgili anlaşma imzaladılar.[56] 12 Mayıs 1994’ten itibaren ateşkes rejimi uygulanmaya başladı. Böylece Karabağ sorununda sıcak çatışmaların ve bir ara savaşın yaşandığı yaklaşık yedi yıllık bir dönem şimdilik sona ermiş oldu.
Ateşkesten Sonraki Dönemde Karabağ Sorunu
Ateşkesin ilan edilmesi için yapılan dış baskılar sonuç vermişti. Ermenistan tarafının bu ateşkes için pek zorlandığı söylenemez. Zira, o ana kadar artık tüm güçlerini ortaya koyarak önemli toprak parçasını işgal etmişlerdi. Ama, Azerbaycan açısından durum farklıydı. Çünkü, o sırada Azerbaycan topraklarının yaklaşık %20’si Ermenilerce işgal edilmiş bulunuyordu. Bu nedenle toplum ve siyasi güçlerin hemen-hemen tümü bu tür bir ateşkesi kabul edemiyorlardı. Fakat, Azerbaycan Devlet Başkanı Haydar Aliyev iç tepkileri minimize etmek için halka, onları bir savaştan kurtardığını, çocuklarının artık boş yere ölmeyeceğini, çünkü Karabağ’ı Ermenilerden savaşmadan alacağını söyledi.
Bu arada, savaşı Ermenistan’ın kazanmasını sağlayan iç ve dış faktörlere kısaca bakmamız doğru olur kanısındayız. Dünyanın önemli noktalarındaki hemen hemen tüm sorunlarda, çatışmalarda Batı dünyası (özellikle ABD) ve Rusya hep farklı tarafları desteklemişlerdir. Bu konuda Karabağ sorunu büyük bir ihtimalle tek istisnayı oluşturmaktadır. Savaş sırasında Rusya’nın askerini, Batı’nın maddi ve manevi desteğini eksik etmediği Ermenistan, ne gariptir ki, kendisini “İslam Devleti” olarak adlandıran komşu İran’ın da her türlü desteğini almıştır. Buna karşın, Türk Cumhuriyetleri ve halkı Müslüman olan devletler Azerbaycan’a gerekli desteği vermemiş, bir çok kere Ermenistan’ı destekledikleri bile görülmüştür. İç faktörler açısından da Ermenistan daha iyi durumdaydı. Savaş boyunca Ermenistan’ın tek iktidara sahip olmasına karşın, Azerbaycan sürekli iktidar mücadelelerine sahne olmuş, mevcut iktidarlar ülkede gerekli savaş ortamını tam anlamıyla sağlayamamışlardır. Bir noktayı özellikle vurgulamamız gerekiyor ki, bölgedeki savaşların kaderini büyük oranda Rusya belirlemektedir. Rusya’nın askeri ve politik olarak desteklediği bir tarafın diğerine oranla ne kadar küçük ve zayıf olursa olsun başarısı kaçınılmazdır. Savaş sırasında Rusya’ya karşı bölgede Batı’nın çıkarlarını temsil eden (günümüzde de bu büyük oranda geçerliliğini korumaktadır) Azerbaycan’ın başarı kazanma şansı, doğal olarak çok düşüktü.
Ateşkes anlaşmasının imzalanması, sorunun çözümlendiği anlamına gelmiyordu. Anlaşma çok hassas bir yapıya sahipti. Onun korunması ve bununla beraber sorunun çözümü konusunda da ilave adımlar atılması gerekiyordu. 1994 ateşkesinden günümüze kadarki dönem bu konuda atılan adımlar açısından zengindi. Fakat, bu adımların çoğu genelde sonuçsuz kaldı. Bunun çeşitli nedenleri bulunmaktaydı ve bu nedenler halen herhangi bir barış anlaşmasının imzalanmasını engellemektedir.
Öncelikle, her iki ülkenin kamuoyları taviz verme konusuna hep soğuk bakmışlardır. Azerbaycan toplumu bölgenin hukuki ve tarihi olarak[57] kendisine ait olduğunu öne sürmektedir. Buna karşılık, Ermenistan toplumu şu anda toprakları- işgal yolu ile de olsa -kendi elinde bulundurmanın avantajını kullanmakta ve “Büyük Ermenistan’ın” bir parçası olarak gördüğü Karabağ bölgesini bırakmak istememektedir. Ermenistan bölge devletlerinden Rusya’nın asker dahil açık desteğine sahipti ve İran tarafından da desteklenmekteydi. Azerbaycan ise, Rusya kadar güçlü olmasa da, Türkiye’nin tam açık askeri desteği hariç diğer tüm alanlarda desteğini almaktaydı. Diğer önemli bir etken de, Azerbaycan’ın doğal zenginliklere, Ermenistan’ın ise Batı devletlerinde güçlü lobiye sahip olmasıydı. Hukuk Azerbaycan’dan, Batı kamuoyları Ermenistan’dan yanaydı.
Ateşkes sonrasında, sorunun çözüme kavuşturulması için hem ayrı ayrı devletlerin, hem de uluslararası kuruluşların çabaları yoğun bir biçimde devam etmiştir.
Ateşkes sonrasında gerçekleşen ister BDT ve AGİT zirve toplantıları, İslam Konferansı Örgütü toplantıları dahil bir çok uluslar arası toplantıda, ister AGİT Minsk Grubu Eşbaşkanlarının bölgeyi ziyaretleri sırasında, isterse de iki ülke yetkililerinin yabancı ülke yetkilileri ile gerçekleştirdikleri hemen-hemen tüm görüşmeler sırasında Karabağ sorunu gündemdeki yerini almış, çözüme yönelik çabalar dile getirilmiştir. Çeşitli ülkeler arabuluculuk tekliflerini dile getirmiş, bu teklifler taraflarca farklı şekilde karşılanmıştır.
Fakat, sorunun çözümüne yönelik girişimlerin en önemli kısmını AGİT Minsk Grubu Eşbaşkanlığı’na sahip üç ülkenin (ABD, Rusya ve Fransa) grup çerçevesinde ve bireysel çabaları oluşturmuştur. Eşbaşkanlar bir çok kere bölgeyi ziyaret etmiş, ülke yetkilileri ile çözüm önerileri üzerinde görüşmeler yapmış, sınırlarda denetim yapmış, AGİT zirve toplantıları için sorunun durumu ile ilgili özel bildiriler hazırlamıştır. Eşbaşkanlar tarafından şimdiye kadar 3 çözüm önerisi (barış anlaşması taslağı) ortaya konmuş, fakat bunlardan birisi Azerbaycan, diğer ikisi Ermenistan tarafından kabul edilmediği için uzlaşma sağlanamamıştır.
Uzun süre gizli tutulan bu üç taslak sırasıyla “Toptan Çözüm”, “Aşamalı Çözüm” ve “Ortak Devlet” diye isimlendirilmektedir. Taslaklar genelde aynı maddeleri içermekle beraber, önemli zıtlıklar da taşımaktadırlar. Taslakların her üçünde ekonomik unsurlar ön plana çekilerek, bölgenin kalkınması, yaşam standartlarının yükselmesi, bölgeye yabancı yatırımın gelmesi için barışın şart olduğu ifade edilmiştir. Taslaklar, Azerbaycan ile onun Dağlık Karabağ bölgesi arasında çıkabilecek sorunların çözümü için Sürekli Karma Komisyon ve Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi için Azerbaycan-Ermenistan İki taraflı (ya da Hükümetlerarası) Komisyonu’nun kurulmasını öngörmektedir. Ayrıca, her üç taslakta Ermenistan silahlı güçlerinin, Ermenistan sınırları içine dönmesi gerektiği vurgulanmakta, bununla beraber Azerbaycan güvenlik ve emniyet kuvvetlerinin Dağlık Karabağ yönetiminin rızası olmadan onun sınırları içine giremeyeceği de belirtilmektedir.
17 Temmuz 1997’de ortaya konan ilk taslak olan “Toptan Çözüm”, sorunun çözümüne ilişkin tüm önemli noktaları içeren bir anlaşmayı öngörmekte idi. Buna göre iki anlaşma imzalanmalı, bunlardan birisi barışın şartlarını, diğeri ise Dağlık Karabağ’ın statüsünü belirlemeliydi. Burada, Dağlık Karabağ Azerbaycan içerisinde devlet kurumu olarak tanımlanmakta ve onun polis güçleri ile beraber orduya sahip olabileceği de belirtilmekte idi.
2 Aralık 1997’de sunulan “Aşamalı Çözüm”, öncelikle barışın tam olarak yerleşmesini, mültecilerin geriye dönmelerinin şartlarının hazırlanmasını, Dağlık Karabağ’ın statüsü, Laçın, Şuşa ve Şaumyan ilçelerinin durumuyla ilgili görüşmelerin daha sonra yapılması konusunda anlaşılmasını öngörmekte idi.
7 Kasım 1998’de sunulan ve “Ortak Devlet” diye isimlendirilen son taslak, Dağlık Karabağ Cumhuriyeti kurulmasını ve bu cumhuriyetin Azerbaycan sınırları içinde, onunla ortak devlet oluşturmasını öngörmekteydi. Taslakta, diğer tasarılardakine ek olarak, Dağlık Karabağ’ın resmi dili olarak Ermenice gösterilmekte, Dağlık Karabağ’ın isterse kendi parasını basabileceğine de yer verilmekte idi. Taslağın ilerleyen kısımlarında, Laçın koridorunun, Şuşa ve Şaumyan’ın durumları, barış anlaşmasının içeriği ve güvencesi ile ilgili maddelere yer verilmekte idi.[58]
Azerbaycan’ın sonuncu, Ermenistan’ın ise ilk iki tasarıyı kabul etmemesi nedeniyle, Aliyev’in 23 Şubat’ta Azerbaycan Milli Meclisi’nde yaptığı konuşmada da ifade ettiği gibi, bunlar artık tarihe karışmış oldu.
Bölge devletleri Rusya, Türkiye, İran ve Gürcistan sorunun çözümlenmesi için çeşitli vesilelerle arabuluculuk teklif etmişlerdir. Bunlardan Rusya ve İran’ın arabuluculukları kabul edilmiş, Türkiye’nin teklifleri sürekli Ermenistan tarafından geri çevrilmiş, Gürcistan’ınkiler ise galiba pek ciddiye alınmamıştır. İran’ın ateşkes sonrasındaki teklifleri bu defa Azerbaycan tarafından sert tepkilerle geri çevrilmiştir.
Rusya girişimlerini hem Ermenistan ve Azerbaycan ile gerçekleştirilen karşılıklı ziyaretler, hem de AGİT çerçevesinde sürdürmüştür. Hatta konuya verdiği önemi göstermek istercesine, AGİT Minsk Grubu çerçevesindeki tüm görüşmelere kendisini temsil eden Eşbaşkanın yanısıra, Dışişleri Bakan Yardımcısı ile de katılmıştır.[59]
Fransa, ateşkes sonrasında barış için girişimlerini en yoğun sürdüren devlet olmuştur. Hatta, 1997 yılında Fransa Cumhurbaşkanı Chirac’ın girişimleri neredeyse barış anlaşmasını getirmek üzereydi. Fakat, Ermenistan’da L. Ter-Petrosyan’ın devrilerek yerine R. Koçaryan’ın gelmesi bu süreci engelledi. Yapılan yoğun çalışmalar sonucunda, Mart 2001’de Paris’te Azerbaycan ve Ermenistan Devlet Başkanları arasında Chirac’ın arabuluculuğuyla görüşme gerçekleştirilmiş, fakat kesin bir çözüme ulaşılmamıştır. Fakat, Chirac görüşmelerin hoş bir ortam içinde geçtiğini, olumlu gelişmeler kaydedildiğini, içinde bulunduğumuz yıl içinde barış anlaşmasının imzalanacağını umduğunu ifade etmiştir.
Koçaryan’ın Ermenistan Devlet Başkanı seçilmesinin ardından çıkmaza giren barış sürecinde önemli bir rolü de iki devlet başkanını kendi aralarında görüşmeye teşvik etmek suretiyle ABD’nin oynadığını belirtmek gerekir. NATO’nun 50. yılı törenleri sırasında ABD tarafından ortaya atılan bu teklif, hem Rusya, hem de Fransa tarafından olumlu karşılanmış, sonrasında ise bildiğimiz üzere Fransa’da 4-5 Mart 2001’de gerçekleştirilen görüşme ile iki devlet başkanı arasındaki ikili görüşmelerin sayısı 15’e ulaşmıştı.[60]
Çeşitli vesilelerle arabuluculuğunu sürdüren, ABD’nin bu konudaki en önemli adımı Nisan 2001 başlarında gerçekleştirilen Key-West görüşmeleri olmuştur. Bu toplantı, Karabağ sorununu çözümleme çabaları açısından bir ilki oluşturmuştur. Görüşmeler öncesinde ABD’nin yaydığı resmi “Karabağ sorununun geçmişine dair” raporda ilk defa, Ermenistan ordusunun Azerbaycan topraklarını işgal altında bulundurduğuna ilişkin ifadelere yer verilmiştir. ABD Dışişleri Bakanı Powell’in arabuluculuğuyla gerçekleştirilen görüşmelere Azerbaycan ve Ermenistan Devlet Başkanları, AGİT Minsk Grubu’nun her üç Eşbaşkanı ve çok sayıda uzman katılmıştır. Görüşme sonrasında, genelde olumlu açıklamalar yapılsa da, kesin bir çözüme ulaşılmadığı ifade edilmiştir.[61]
Görüşmeler sonrasında Eşbaşkanlarca, 15 Haziran 2001’de Cenevre görüşmesinin gerçekleştirileceği açıklansa da, Cenevre görüşmesi gerçekleştirilememiştir. Taraflar buna neden olarak, konuyla ilgili olarak herhangi bir ilerleme sağlanmadığını, bu nedenle görüşme gerçekleştirmenin anlamsız olacağını göstermişlerdir.
Genel Değerlendirme
Peki, Karabağ sorunu hangi aşamadadır, nasıl ve ne zaman çözülebilir?
Yapılan üst düzey görüşmelerin hepsinin içeriğinin gizli tutulması, ilk sorunun cevabını zorlaştırmaktadır.
Ama, iki tarafın şartlarını da gözönünde bulundurarak, çözüme çok yakın olmadığımızı rahatça söyleyebiliriz.
Öncelikle, imzalanacak bir barış anlaşmasının, mutlaka tüm sorunları çözmeyeceğini peşin olarak bilmemiz gerekiyor. Hukuki ve tarihi gerçeklikleri, dünya politikasındaki konjonktürel durumu ve bölgedeki stratejik gelişmeleri gözardı eden herhangi bir anlaşma, içinde muhakkak çatışma potansiyeli barındıracaktır. Tarafların toprak bütünlüklerini öncelikli olarak dikkate almayan bir anlaşma, oldukça karmaşık etnik yapıya sahip Kafkasya için yeni etnik çatışmaları teşvik edici mahiyette olabilir. Anlaşmanın ne zaman imzalanabileceğine gelince, özellikle, 2001 sonbaharına kadar yapılan açıklamalarda, hemen-hemen tüm yetkililer anlaşmanın bu yıl içerisinde imzalanmasının muhtemel olduğunu ifade etmekteydiler. Daha sonraki dönemlerde ise savaş söylemleri ağırlık kazanmaya başladı.[62] Yine de uluslararası baskıların savaşı engelleyeceği, tarafları barış anlaşmasına iteceği söylenebilir. Yoğunlaşan dış baskılar ve iç politik hesapların, ekonomik çıkarları da yanına alarak bir barış anlaşması ortaya çıkaracağı da kesindir. Ama, konuya ilişkin kesin tarih vermek mümkün değildir. Burada, 11 Eylül sonrasında Azerbaycan’a karşı ambargoyu öngören 907 sayılı ek maddenin uygulanmasını durduran ve Çeçenistan’daki Rus askeri operasyonlarına tam destek vererek, “bölücülüğü” kınayan ABD’nin,[63] toprak bütünlüğü konularında hassas olması beklenen Rusya’nın tutumları çok önemli olacaktır.
Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) Kafkas Araştırmaları Masası / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 19 Sayfa: 194-208