Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Türk Çok Tanrıcılığı: Tengricilik – 5

0 13.362

Kutlu Altay KOCAOVA

b) Bozkır Coğrafyasının Tengricilik Üzerindeki Etkileri

Toplumların karakterini, kimliğini, kültürünü, inancını ve genel olarak yaşam tarzını, etkileyen etkenlerin başında coğrafya gelir. Bilindiği gibi Türklerin ilk olarak yaşadığı bölge, Sibirya’nın güney bölgeleridir. Daha sonra Türklerin, kuzey-güney ve doğu-batı yönlerinde yayılmaları ile berâber “Büyük Bozkır” dediğimiz ve Macaristan’dan, Büyük Okyanus’a kadar uzanan, doğu-batı yönünde yaklaşık 9000 km boyunca uzanan bölge ile kuzey-güney hattında da, kuzeyin soğuk tundra ve taygalarından, güneyin Mâverâünnehr’in bozkır ve çöllerine kadar uzanan yaklaşık 2500-3000 km boyunca uzanan geniş bölge, Türk bölgesi hâline gelmiştir. Matematiksel olarak ifâde edersek, 20º doğu meridyeni ile 140º doğu meridyeni ve 65º kuzey paraleli ile 35º kuzey paraleli arasında kalan bölgenin, târihin neredeyse her döneminde Türk yurdu olduğunu söyleyebiliriz.

Bu coğrafya, genel olarak bozkır bitki örtüsünün yer aldığı, rüzgârın oldukça sert estiği, iklimin ise oldukça soğuk ve kurak olduğu bir coğrafyadır. Bu ise hem Türk yerleşim yapısına, hem yaşam tarzına, hem de kültüre ve inançlara doğrudan etki etmiştir.

Genel olarak baktığımızda, her inanç, ortaya çıktığı coğrafyanın izlerini taşır. Ortadoğu kökenli dinlerde (İslâm, Mûsevîlik, Hristiyanlık, Zerdüştlük, vb.), Ortadoğu’nun özellikleri daha fazla ön plana çıkar. Çöllerin yoğun olduğu bir bölgede ortaya çıkan inançlardaki cennet düşüncesi, genel olarak ağaçların ve suyun bol olduğu bir yapıdadır. Ayrıca suyun az oluşu da, su ile ilgili inançları etkilemiştir. İslâm’ın en önemli ibadetlerinden biri olan namaz için abdest şartı getirilmiştir. Aynı şekilde İslâm’ın iki temel dayanağından biri olan hadislerin birçoğu ile suyu gereksiz kullanma, kirletme yasaklanmıştır. Aynı şekilde Güney Asya ve Doğu Asya kökenli inançlarda da (Budizm, Hinduizm, Konfüçyüs, Taoizm, vb.), yine coğrafyanın etkisini çok yoğun bir biçimde görebilmekteyiz.

Meselâ İslâm inancına göre İslâm peygamberinin her davranışı, sözü ve onay verdiği şeyler, sünnetin kapsamına girer. Buna göre giyim-kuşam da bunun içindedir. Çok sıcak bir iklimin hüküm sürdüğü Arap yarımadasında insanlar, genel olarak açık renk ve bol kıyâfetler giyerler. Ayrıca güneş çarpmasına karşı hem erkeklerin, hem kadınların başını kapattığı, bilinir. Bununla berâber olası kum fırtınalarına karşı da, erkeklerin ve kadınların yüzünü kapatması, oldukça yaygındır. Günümüzde İslâm dininin içerisinde yer alan, bunun gibi âdetlerin temelindeki sebep, Arap coğrafyasıdır. Aynı şekilde kuzeyli toplumlarda da, bunun tersi görülür. Meselâ Avrasyalı Türk, Moğol, Tunguz, Yeniseyli, İnuit, Fin ya da Ugor kökenli kamların kıyâfetlerinde de soğuk iklime uygunluk vardır. Her iki bölgede de giyinişe dinî bir anlam yüklenmiştir ama görülmektedir ki, bunun temelinde coğrafya yatmaktadır.

Tengricilik inancında da, yine coğrafya çok etkilidir. Soğuk ve kuru iklim, bozkır bitki örtüsü, oldukça geniş, açık arâzi ile dağlar, bu inancın oluşumunda doğrudan etkili olmuştur. İnanılmaz bir genişlikteki alana yayılmış olan çeşitli boylar, elbette sebebini anlayamadıkları, açıklayamadıkları doğa olayları ile karşılaşmışlar ve bunları tanrıya, tanrılara ya da ruhlara bağlamışlardır. Zaman zaman ise bu olayları, tanrı hâline getirmişlerdir. Yıldırım tanrısı, bunun en açık örneğidir. Saha Türkleri, buna “Çaldırah Çayıçı” demişlerdir. Ayrıca Karaçay – Balkar Türkleri de, tanrıça “Eliya” ve tanrı “Goriy Cel Teyri” adlı iki tanrının, hava olaylarını yönettiğine inanmışlardır. Bununla berâber dağlara, ağaçlara, sulara, özel önem verilmiş ve hattâ birçoğu tanrılaştırılmıştır.

Bununla berâber bozkır coğrafyasının büyüklüğünden dolayı, birçok boy, farklı farklı inançları benimsemiş ya da kendi inancında kalsa bile farklı tanrılara, tanrıçalara ya da ruhlara inanmıştır. Temelde ortaklık gösteren inanç yapısı, birçok farklılık sergilemiştir. Zâten doğru olan da budur. Bozkır, tayga, tundra ya da kutup kuşağında yaşayan toplulukların hepsinin aynı tanrıya inanması ya da sâdece Tengri’ye inanması, dönemin şartların pek kolay değildir.

Altay Türklerinin inandığı ateş tanrısı “Od Tengri” ile Kırgız Türklerinin inandığı ateş tanrıçası “Od Teniri”, doğrudan coğrafyanın ortaya koyduğu tanrılardır. Zirâ soğuk iklimin hüküm sürdüğü bölgeler, en fazla ısıya önem verirler. Bu ise ancak ateşle mümkündür. Ateşin söndürülmemesi, evin soğumaması içindir. Ayrıca ateşin, evin merkezinde olması ve her şeyin ateşin çevresinde olması da, yine coğrafyaya dayanan Türk kozmolojisinin ürünleridir.

Soğuk bölgelerde yaşayan Tengrici Türkler, bu sebeplerle önem verdikleri her şeyi kutsallaştırmıştır. Ateş örneği üzerinden verdiğim örneğe, bâzıları Zerdüşt dininin ateşe tapması üzerinden itirâz edebilir. Ancak söylemek gerekir ki, iki toplumun, ateşe dâir inançları ve inançlarının kökenleri oldukça farklıdır. İrân coğrafyasında, hiç sönmeye ateş kaynakları, ateş inancının temeli iken; Türk coğrafyasında, ateşin ısıtıcı özelliği, ateş inancının temelidir. Bununla berâber her iki unsurun, ateş inancında da yine coğrafya etkilidir.

Bununla berâber gökyüzünün kutsallığını da, yine coğrafya ile ilişkilendirebiliriz. Kışları, 20 saâte yakın süren gecelerde, elbette en önemli ışık kaynağı olan Ay, tanrılaştırılmıştır. Aynı şekilde yıldızlar içerisinde en parlaklarından olan ve yol gösterici olan Kutup Yıldızı (Demir Kazık) ile Çoban Yıldızı (Çolpan ya da Venüs) da tanrılaştırılmıştır. Kısa süreli gündüzlerin ısı ve ışık kaynağı olan Güneş de, ayrı bir tanrı olarak görülmüştür. Uzun süren karanlık da, tanrısal bir varlık olarak görülmüş ve ondan korkulmuştur. Zamanın tersine döndüğü ve gündüzün geceyi yakaladığı 21 Mart günü, bu yüzden çok önemli olmuştur.

Bilmemiz gereken nokta, şudur: Bir inanç ya da bir kültür incelenirken, var olduğu coğrafya, kesinlikle göz önünde bulundurulmalıdır. Tengriciliği, tek tanrı dini gibi gösteren araştırmacıların ne yazık ki, bu noktayı tamâmen gözden kaçırdıklarını görmekteyiz. Birçoğu Türklerde, yer-sublardan ya da doğal güçlere inançtan söz etmesine rağmen, bunlarla Türklerin yaşadığı coğrafya arasında bir ilişki kurmamışlardır. Oysa bunu yapmadan, bir sonuca ulaşılamayacağı gibi, okuyucuları ve diğer insanları, yanıltmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Bu yüzden de genel Türk târihi, Türk kültürü ve Tengricilik üzerine çalışmayı düşünen ve araştırma yapan bilim insanlarının, bu uçsuz bucaksız bozkır coğrafyasını çok iyi bilmesi gerekir. Hun hükümdârı Atilla’ya adını veren İtil Nehri’nin; Türkler için çok önemli olan Altay ve Tanrı Dağları’nın; Baykal, Balkaş Gölü ile Issık Göl’ün; genel olarak bu coğrafyanın çok iyi bilinmesi gerekiyor.

Kutlu Altay KOCAOVA

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.