Türk Çok Tanrıcılığı: Tengricilik – 10
SU KÜLTÜ
Su, bütün canlıların varlığı için gerekli bir unsurdur. Su, hayat kaynağıdır. Bu yüzden, insanoğlu, evriminin her aşamasında su kenarlarında yaşamayı seçmiştir. Hem gıda, hem de temizlik açısından suyu, hayatının merkezine yerleştirmiştir. Böylece zamanla su, insanlar için bir kutsal varlığa dönüşmüştür.
Suyun önemi, toplumlar arasında değişiklik göstermiştir. Bununla berâber birçoğunda tanrı ya da tanrısal varlıklar olarak görüldüğü bilinmektedir. Meselâ Taoist Çin inancında tanrıça Matsu, antik Yunan inancında Poseidon ve onun altında yer alan çok sayıda tanrı, Japon inancında Susanoo, eski Mısır inancında tanrıça Anuket ve daha sayısız tanrı ve tanrıça, toplumların suya verdiklerini önemi göstermektedir.
Diğer birçok toplum gibi Türkler de, geçmişte suyu tanrı ya da tanrısal varlık olarak görmüşlerdir. Sibirya’da yaşayan Ural ve Altay toplumlarının su inançları arasında büyük benzerlikler bulunmaktadır. Türklerin bütün yaradılış destânlarında dünya yaratılmadan evvel bir su vardı. Yâni su, hayâtın ve her şeyin temelidir.
1930’lu yıllarda A. A. Popov tarafından Taymir yarımadasında yaşayan Fin-Ugor boylarından Samoyedler arasında tespit ettiği suya ilişkin bir anlatım şöyledir.
“Çiçek hastalığına yakalandığından üç gün boyunca bilinçsiz şekilde ölü gibi yattı, öyle ki üçüncü gün defnetmek istediler. Bu sırada hastalığının sesini duydu, ona şöyle söylüyordu: ‘Suların Efendisi’nden şaman olma hediyesi alacaksın. Şaman adın Huttari (yüzücü) olacak!’ Bundan sonra hastalık denizin suyunu rahatsız etti. Dışarı çıkarak dağın tepesine yerleşti. Burada çıplak bir kadınla karşılaştı ve memesini emmeye başladı. Büyük ihtimalle su ana olan kadın şöyle söyledi. ‘Çocuğumsun, bu nedenledir ki mememi emmene izin veriyorum. Pek çok zorlukla karşılaşacaksın ve hiçbir gücün kalmayacak.’ Bundan sonra su ananın kocası şaman adayına iki yardımcı, bir gelin ve cehenneme giden yolu bildiğinden bir fare verdi.”[1]
Samoyedlerdeki Suların Efendisi’nden gelen şamanlığa benzeri bir inanç, Tuva Türkleri’nde de vardır. Tuva Türkleri’ne göre kamların bir kısmı suların ruhlarından geldiklerini düşünmektedir[2].
Ünlü İrânlı târihçi Gerdizî, 11. yüzyılda İrtiş ırmağı boyunda yaşayan Kimek Kıpçaklar için “İrtiş ırmağına taparlar, su Kimeklerin tanrısı, derlerdi” demektedir[3].
Altay Türkleri’nin tanrıları arasında bulunan ırmak tanrısı Yayık Han ve deniz tanrısı Talay Han da, su kültünün birer göstergesidir. Altay kamları arasında yer alan bir duâda şöyle denilir:[4]
“Ey ateş anamız, sen, dokuz ırmağın kavşağında dokuz köşeli bakır evde oturan ve ırmakların, denizlerin hatunu (melikesi) olan su tanrısiyle konuşuyorsun!”
Bu duâda, su tanrısı ifâdesini yer alması önemlidir. Bununla berâber tanrının kadınlığının da vurgulanmış olması, bir tanrıça olduğunun göstergesidir. Tabiî olarak, suyun da, dişi bir varlık olarak görüldüğünü söyleyebiliriz.
Ayrıca su kaynaklarının ve suların yanında gecelemek, çocuğu olmayan kadınların, çocuk sâhibi olmak için gerçekleştirdikleri bir uygulamadır. Manas Destânı’nda Yakup Han, çocuğu olmayan eşi Çırıçı’yı “mezarlı yerleri ziyaret etmiyor, elmalı yerlerde yuvarlanmıyor, kutlu pınarlar yanında gecelemiyor”[5] diyerek eleştirmektedir. Ayrıca Kazak Türkleri’nin geçen yüzyılda yaşamış önemli din adamlarından olan Molla Gâzî Hoca, Kazak Türkleri arasındaki şamanist uygulamaları eleştirmekte ve “Kadınları kısır olursa sahrada tek başına biten bir ağaç, bir kuyu (pınar) veya su yanında koyun kesip gecelerler” demektedir. Tabiî burada kesilen koyun, suyun ya da pınarın ruhlarına sunulan bir kurbandır.
Azerbaycan Türkleri’nden olan Mir Ali Seyidov, “Azerbaycan’ın birçok ilinde, özellikle Nahçıvan’da yeni doğan bir çocuğu kırkı çıkana kadar bir nehirin üzerinden geçirirlermiş”[6] demektedir. Bu nehir, Aras ırmağıdır. Böylece bebek büyüdüğünde diğer insanlarda olmayan yeteneklere sâhip olması istenir.[7] Ayrıca yine Âzerbaycan Türkleri’nden olan Gumru Şehriyar, bu konuda şunları söylemektedir:[8]
“Araştırmalarımız gösterir ki, sudan evlad dilemek etikatı son zamanlara kadar Azerbaycan Efşarları arasında da mövcut idi. Evladı olmayan bayanlar evladları olsun deye mağaralara –daha degig desek, Azık mağarasına gedib orada tavandan damcılayan suyu yığıp içir ve döşeme ile duvarlar arasından sızan suyu karınlarına sürtürler. Doğulan çocuğu mağara ve onun suyunun verdiyine inanırlar.”
Başkurt Türkleri’nde de evlilik gelenekleri arasında yer alan bir gelenek, su kültüne işâret eder. Bir Başkurt Türkü olan Abdülkadir İnan, bu geleneği şöyle anlatır:[9]
“Başkurtlar’da gelinler kayın babanın içtiği pınar, ırmak ve göl sularına gümüş paralar saçı yaparak “selâm” verirler. Bu tören, bir koca karının rehberliği altında yapılır. Buna ‘su götürme’ denir (Başkurtça: ‘hu köründürüü’)”
Başkurt Türkleri arasında anlatılan bir efsâneye göre suların hükümdârı olan Şülgen’in kızı Nerkez Ural’ın oğlu Yayak, ne kadar yaşarsa, hiç yaşlanmamaktadır ve oldukça yakışıklıdır. Sularda yaşayan ve ışıktan yaratılan bu varlık, sudan çıktığı an, bir parça ete dönüşeceğini bilmektedir. İnanca göre suda yaşayanlar, yerde yaşayanlara göre yaşlanmazlar. Suda yaşadıkları için ölüm, onlardan uzaktır[10]. Bununla berâber efsânenin kahramanı Yayak sözcüğü ile Altay Türkleri’nin ırmak tanrısı Yayık sözcüğü, birbirine oldukça benzemektedir.
Altay Türkleri arasında inanılan kötü bir varlık olan Celbegen, onunla ilgili masal ve destanlara göre zaman zaman at ciğerine dönüşmekte ve böyle ânlarda suda yaşamaktadır. Bu masallardan birinde, şöyle anlatılır:[11]
“Bir gün Konçıbay malını sulamaya götürdüğünde, malı su içerken aniden korkmuş (…) görmüş ki suda atın ciğeri duruyor. Konçıbay onu alarak, kancaya takıp, atına binerek gitmiş. Giderken bir ses duymuş, dönüp bakmış ki, kancadaki atın ciğerinin yerinde Celbegen turuyor.”
Tuva Türkleri arasında da su ile ilgili şu inançlar vardır:[12]
“Akarsuya bent vurulmaz. Büyüklü küçüklü dağları olan Tuva’da büyüklü küçüklü ırmaklar vardır. Sarp dağlardan çıkıp akan küçük derelerde balık pek çoktur. Bu tür suların önüne bent çekilmez. Irmağın, derenin önüne bent vurmak fakirleşmenin bir işaretidir. Eski Tuvalar ince dereleri; üzerine tomruklar atarak geçerlermiş. Daha büyük ırmaklar ise atla veya salla geçilirmiş. Irmak suyuna çöp dökmek, leş atmak yasakmış.”
Kendisi de bir kam olan Monguş B. Kenin-Lopsan’ın ihtiyarlardan derlediği inançlardan biri şöyledir:[13]
“Su başı yeryüzünün nabzıdır. Herhangi bir kimsenin kışlağının veya yaylasının yanında su başı varsa, o insan çok zengin olur. Su başına rastlayan insan üç avuç içerek, üç defa dua ederse yolu ak olur.
Suyun sahibi vardır. Su gece gündüz akar. Su başı gündüz fısıldanır, o zaman onun sahibi güneşten saklanır. Su başı gece çağlar. O zaman sahibi ortaya çıkarak konuşur. Su başı kirletilirse, sahibi kızdırılmış olur. Suyun sahibini kızdıran kişinin kolu bacağı eğilir. Bu sebepten su başı kirletilmez, ona saygı gösterilir.”
Karaçay / Balkar Türkleri’nin inandığı tanrılardan biri olan ve inanca göre Ateş tanrısı ile Yer tanrısının evlenmesinden doğan ve doğadaki maddeleri insanın emrine veren Debet’in doğumu ile ilgili anlatılan Nart destânlarından biri şöyledir:[14]
“Cer carılıb sora Debet tuvgandı
Suv Anası alıb anı cuvgandı
Çerekleni anı avzuna burgandı
Ol Debetni otdan bolgandı cüregi
Kurçdan bolgandı sanlarını keregi
Ot Teyrisi otnu tilin bildirgendi
Cer teyrisi taşla tilin bergendi
Suv Teyrisi aşın, suvun iygendi”
(Yer yarılıp, sonra Debet doğdu
Su Anası [tanrıça] alıp onu yıkadı
Irmakları onun ağzına çevirmiş
O Debet’in ateşten olandı yüreği
Çelikten olandı vücudunun parçaları
Ateş tanrısı ateşin dilini bildirdi
Yer tanrısı taşların dilini verdi
Su tanrısı yemeğini, suyunu gönderdi.) [çeviri K.A.K.]
Ayrıca birçok Türk boyunda su, ölümsüzlük ilâcı ya da ölüleri diriltici bir ilaçtır. Altay Türklerinin Kögüdey Destânı’nda, su, ölüleri dirilten bir ilaçtır.[15] Başkurt Türkleri’nin ünlü Ural Batır Destânı’nda da ölümsüzlük veren bir çeşmeden söz edilmektedir[16].
Müslümân Oğuz Türkleri’nin Dede Korkut Hikâyeleri’nde de suya dâir önemli kısımlar vardır. “Salur Kazanın evinin yağmalandığı destan” kısmında su, şu şekilde yer almaktadır:[17]
“Kazanın önüne bir su geldi. Kazan der: Su Hak yüzünü görmüştür, ben bu su ile haberleşeyim dedi. Görelim hanım nice haberleşti:
Kazan der:
Çağıl çağıl kayalardan çıkan su
Ağaç gemileri oynatan su
Hasan ile Hüseyinin hasreti su
Bağ ile bostanın ziyneti su
Âyişe ile Fâtımanın bakışı su
Koç atların gelip içtiği su
Kızıl develerin gelip geçtiği su
Ak koyunların gelip çevresinde yattığı su
Yurdumun haberini biliyor musun söyle bana
Kara başım kurban olsun suyum sana”
Bu anlatımda yer alan İslâmî unsurlara rağmen sudan istekte bulunulması ve suya kurbân olma gibi unsurlar, su kültünün açık göstergelerindendir.
Görüldüğü gibi suya ilişkin inançlar, farklılık göstermekle berâber zaman zaman erkek özellikler gösterse de (Su tanrısı gibi ya da su atası gibi), çoğunlukla dişi özellikler taşıyan su, hayâtın kaynağı, çocuğu olmayan kadınlara yardım eden, insanları zenginleştiren, ölümsüzlük veren ya da ölenleri diriltebilen, ayrıca bâzı kamlara, kamlık veren bir güçtür.