Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Türk Büyükleri – 55 : Sadık Ahmet

0 16.476

Prof. Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ

Batı Trakya Türklüğünün hak ve özgürlükleri mücadelesinde hiç şüphesiz Sadık Ahmet’in önemli bir yeri vardır. Yunan gizli servisi tarafından aniden ortadan kaldırılan Dr. Sadık Ahmet’in ölümü sadece Batı Trakya Türklerini derinden yaralamamış, bütün dünya Türklerini de kedere gark etmiştir.

Hiçbir menfaat beklemeden milletine hizmeti kendisine vazife bilen Sadık Ahmetler var olduğu müddetçe, yüce Türk milleti hangi coğrafyada olursa olsun yaşayacak, onun sırtı yere gelmeyecektir. Ne mutlu ki Türk milletine, Sadık Ahmet gibi milyonlarca gözü kara yiğide sahip.

Bir coğrafi ad olan Batı Trakya, bugün Yunanistan’ın sınırları içerisindedir ve bu Türk yurdu idari açıdan Dedeağaç, Gümülcine ve İskeçe olmak üzere üçe ayrılır. Sınırları 1923’te belirlenen Batı Trakya’nın doğusunda Meriç Nehri, batısında Karasu, kuzeyinde Rodop Dağları, güneyinde de Adalar Denizi yer alır.

Bölgede Türk varlığının ortaya çıkışı Karadeniz’in kuzeyinden Tuna boylarına, oradan da Balkanlara inen Hun, Avar, Kuman-Kıpçak, Peçenek ve Uz (Oğuz) Türkleriyle, 13. yüzyılda Anadolu’dan gelen Oğuz Türklerine dayanır. Osmanlı hakimiyetine 14. asrın ikinci yarısında, yani 1370’lerde girmiştir. Osmanlılar bu çevrede tutunabilmek amacıyla, Anadolu’dan getirdiği Türklerin bir kısmını buraya yerleştirdi.

Bugün Yunanistan’da 150.000 Türk’ün yaşadığı tahmin edilmekte olup; Batı Trakya’nın yüzölçümü de 15.000 km2dir. Yetmiş yıldan fazla bir zamandır Türk nüfusun 400.000 kadarı Yunanistan’dan göçmek zorunda kaldı. Lozan Andlaşması sırasında Batı Trakya’nın % 80’i Türk iken, bugün bu oran % 30’a düşmüştür.

Osmanlı idaresinin zayıflamasıyla beraber, sınırların dahilinde bulunan pekçok mahalde yabancıların desteklediği isyanlar patlak verdiği bilinmektedir. Yunanistan, Osmanlı Devleti’nden ayrılış tarihi olan 1829’dan bu yana hem Türkiye’nin, hem Batı Trakyalı Türklerinin, hem de Kıbrıs’ın baş belası olmuştur.

Tarihe şöyle bir baktığımızda, 19. asrın başlarından itibaren her fırsatta Yunanlıların Türklere karşı bir katliam girişimleri söz konusudur. Aslında Yunanistan’ın Türkiye’ye olan düşmanlığının kökleri çok daha eskilere gitmektedir. Kendilerini Bizans’ın devamı olarak gören Yunanlılar ve Rumlar, 1071 ile 1453’teki o acı yenilgileri asla unutamadıklarından, her durumda ve ortamda bunun bir şekilde intikamını almak için fırsat kollamaktadırlar. I. Dünya Savaşı sonrası Türkiye’nin batı taraflarını ele geçirmeye kalkışmalarının altındaki nedenin kaynağı da bu olsa gerek! Türkleri ne kadar incitip, ne kadar zarar verirlerse bunu bir kâr olarak görüyorlar.

Bugün Yunanistan “Megalo İdea” çerçevesinde; Türkiye’yi kendi genişleme alanları içerisinde saydığı gibi, onu sürekli kendilerini tehdit eden bir devlet şeklinde yansıtarak da, dünya kamuoyu nazarında taraftar toplamaya çalışıyor. Halbuki Türkleri en büyük düşmanı olarak sayan Yunanlılara, Osmanlı Devleti yönetimindeyken, diğer azınlıklara olduğu üzere milli ve dini kimliklerini yaşatmaları açısından her türlü hak verilmişti. Bunun gibi Türkler tarih boyunca hakim bulundukları alanlardaki tebalarına daima müşfik ellerini uzatırlarken, onların pek çoğunun ne yazık ki ihanetine uğradı.

Bununla birlikte Batı Trakya Türklüğünün sembol ismi Sadık Ahmet, 1947’de Gümülcine’nin Sirkeli Köyünde dünyaya gelmiş idi. İlk ve orta öğrenimini Yunanistan’da tamamladı. 1966-1967 yıllarında A.Ü. Tıp Fakültesinde okuyan ve sonra Selanik Tıp Fakültesi’ni bitirmiş bir doktor olan Sadık Ahmet, ömrünü Batı Trakya Türklüğüne adamış bir Türkçü idi. İki yıldan fazla bir zaman askerlik yapan ve yine mecburi memuriyet görevinde bulunan Sadık Ahmet, 1984’ten itibaren bilfiil Türklük meseleleriyle de ilgilenmeye başladı.

Halihazırda Batı Trakya Türklerinin etnik, dini, iktisadi ve pek çok kültürel konuda çıkmazları mevcuttur. 1985 yılında Batı Trakya Türklerinin sorunlarını dünya kamuoyuna duyurmak için Batı Trakya çapında bir imza kampanyası başlatan Sadık Ahmet, yaklaşık 15 bin imza topladığı bir sırada, 9 Ağustos 1986 günü tutuklandı. Serbest bırakılmasından sonra bu kez 25 Eylül 1987 tarihinde, tek başına Selanik’e giderek orada toplantı halinde bulunan “Demokrasi ve İnsan Hakları Üyeleri”ne Batı Trakya Türklerinin problemlerini ihtiva eden bir broşür dağıtmıştı. 1988’de, geçmişteki bu imza kampanyası dolayısıyla başlatılan yargılanması sonuçlandı ve 30 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Türklerin adayı olarak 18 Haziran 1989’da milletvekili seçilen Sadık Ahmet, seçimlerin yenilenmesi üzerine, dilekçesinin eksik olduğu ileri sürülerek milletvekilliği adaylığı onaylanmadı. Bunun ardından “Batı Trakya’da Türk vardır” dediği için tutuklandı ve iki ay kadar hapis yattı. 30 Ocak 1990’daki duruşmada 21 ay mahkumiyetine karar verildi. Daha sonra 8 Nisan 1990’da milletvekili seçildi ve 12 Eylül 1991 tarihinde “Dostluk, Kardeşlik, Barış Partisi” adı altında bir siyasi parti kurdu. 1995 senesine kadar Türklerin haklarını savundu. 1995’te gerekli çoğunluğu almasına rağmen, % 3’lük ülke barajını geçemediği ileri sürülerek milletvekilliği bir kez daha engellendi. Fakat Türkçü mücadelesini her ortamda devam ettiren Sadık Ahmet’ten rahatsız olan Yunan gizli servisi 24 Temmuz 1995’te bir suikast sonucu onu ortadan kaldırdı.

Bugün Batı Trakya Türkleri üç müftülük halinde teşkilatlanmış durumdadır. İskeçe ve Gümülcine’de faaliyetlerine pek izin verilmeyen birkaç dernek bulunmaktadır. Batı Trakya’da bir şeylerin iyi gitmediğini bütün dünya bilmesine rağmen, her zaman olduğu gibi Türklerin yüz yüze geldiği problemlere güya hür dünya, daima seyirci kalmıştır.

Türklerin eğitimi için başlangıçta Yunan hükümeti Türkçeyi serbest bıraktı ise de, bu konuda da her türlü engeli çıkardılar. Türk okulları, Türk eğitim sistemiyle değil; Yunan programına göre eğitim yapmaya mecburdurlar. Türkiye 1928’de Latin alfabesini kabul ettiği zaman, nasıl Rusya sömürgesi olan Türk illerinde Kiril alfabesini mecbur tuttuysa, Yunanlılar da Türklerin Arap alfabesini ve Arapçayı kullanmalarını istediler. Batı Trakyalı Türklerin zaman zaman kendi aralarında Türkçe gazete ve dergi çıkarma teşebbüsleri de oldu. Ancak bunlar da sonuçsuz kaldı.

Batı Trakya Türkleri Lozan Andlaşması ile kendilerine tanınan eğitim haklarını bile kullanamıyorlar. Türk toplumunun çağdaş eğitimden yaralanmasını sağlamak amacıyla imzalanan 1953 ve 1968 Türk-Yunan eğitim sözleşmesi de uygulanmamaktadır. Hatta Yunanistan 25 Aralık 1990’da çıkardığı kanun hükmünde kararnameler ile milletlerarası andlaşmalardaki taahhütlerini unutarak, müftülerin Yunan makamları tarafından atanmasına dahi gitti. Lozan Andlaşmasının 40. maddesine göre, Türk azınlık masraflarını karşılamak şartıyla her türlü dini ve içtimai müesseseyi teşkil etme hakkına sahipken, Yunanistan’da 1967 darbesinden sonra her şeye karışmaya başladılar. Son zamanlara kadar Yunan üniversitelerine bile Türk öğrenciler alınmıyordu.

Bugün Türkiye ile Yunanistan arasındaki diğer bazı problemleri de özetleyecek olursak; Meriç Nehrinin yatağının değiştirilmesi sonucu ortaya çıkan hudut meselesi, Adalar Denizi (Ege) üzerindeki hava sahasını tamamen ele geçirerek, Türkiye’nin buradaki bütün uçuşlarının denetlenmek istenmesi, Adalar Denizini bir Yunan gölü haline getirmeyi amaçlayan Yunanistan’ın 6 mil olan karasularını 12 mile çıkarmayı hedeflemesi, Limni ve Doğu Ege adaları ile On İki Adaların Lozan ve 1947 Paris Andlaşmasına aykırı olarak silahlandırılması, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğinin Yunanistan tarafından engellenmesi, Yunan devletinin Türkiye aleyhine sürdüğü bölücü faaliyetler ve destekler, Yunan siyasetçilerinin izlediği Türk düşmanlığı vs.

Yunanlılar Türklere yaptıkları eziyeti, topraklarında yaşayan Makedon, Arnavut vs. gibi azınlıklara da uyguluyorlar. Yunanistan’daki parti ve iktidarlar hangi görüşte olurlarsa olsunlar, politikalarının temelini Türk düşmanlığına dayandırıyorlar. Ve bugün özellikle Avrupa Birliği yoluyla pek çok isteğini Türkiye’ye kabul ettirmeye çalışıyor.

Batı Trakya’daki Türk azınlık hiçbir zaman Yunan hükümetine hainlik beslemediği halde, Yunan hükümetleri her vakit Türkleri ezmenin yollarını aradı, çeşitli vesilelerle Türkler hapislere atıldı, zaman zaman çıkarılan kamulaştırma faaliyetleri ve kanunları ile Türklerin toprakları ellerinden alındı, mezarlarına bile saldırıldı. Türklerin kendi müftülerini seçmeleri engellenmeğe çalışıldığı halde; Türkiye’deki Rumlar tıpkı diğer azınlıklar gibi bu ülkenin en zengin ve en imtiyazlı kişileri oldu. İstanbul’un fethinden beri Patrikhane her zaman Türklere karşı alçaklıklar içinde bulundu. Hatta Fener Rum patriği kendini Bizans imparatorunun varisi olarak bile gördü. Rumlar Türkiye’de kazandıkları servetleri halâ Yunanistan’a aktarmaya devam ediyorlar. Türk’ün insanlık anlayışı ve müsamahasını arkalarına alan azınlıklar daima Türkiye’de Türk insanından daha imtiyazlı oldukları halde, Batı Trakya örneğinde olduğu gibi esaret altındaki Türklere daima üçüncü sınıf vatandaş muamelesi yapılarak ezildiler.

Son zamanlarda Türkiye adeta Batı Trakya’ya gözlerini ve kulaklarını kapamış durumdadır. Bu da Avrupa Birliği sürecinde Türkiye’nin herhangi bir problemi gündeme taşımak istememesine dayanıyor. Buna karşılık Yunanlılar her vaziyet ve ortamda başta Kıbrıs olmak üzere, Adalar, Boğazlar, Kıta sahanlığı ve Heybeliada Ruhban Okulu gibi meseleleri kurcalayarak, Türkiye’yi Avrupa’ya şikayet etmekten geri adım atmamaktadır.

Bunun yanı sıra Sadık Ahmet’in vefatının ardından, henüz Batı Trakya’yı derleyip-toplayacak karizmatik bir önderin çıkmaması da acıdır.

Prof. Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ

“Türk Tarihinin Kahramanları: 56 – Sadık Ahmet”, Orkun, Sayı 120, İstanbul 2008

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.