Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Türk Büyükleri – 39 : Ali Şir Nevai

0 15.417

Prof. Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ

Dil, milletlerin hayatında bir kültür vasıtası olarak en başta gelen unsurdur ve buna binaen aynı dili konuşan insanlar, millet denilen sosyal varlığın temelini teşkil ederler. Dolayısıyla onu korumak ve kollamak da gerekir. Elbette ki dile sahip çıkmak, dildeki kelimeleri kendi kaynaklarıyla zenginleştirme ve kullanmayla mümkündür. Buna bağlı olarak, Osmanlı Devletinin son zamanlarına doğru Türkçenin kültür erozyonuna uğraması sebebiyle, Türkçü aydınlar harekete geçtiler. Ahmed Vefîk Paşa, Ömer Seyfeddin, Ziya Gökalp, Mehmed Emin Yurdakul gibi Türkçüler sade Türkçe ile yazma yoluna gittiler. Dilimizdeki başta Arapça, Farsça ve diğer Batı dillerindeki kelimeleri tasfiye ettiler. İstanbul Türkçesi esasında bir yazı dilinin ortaya çıkmasına gayret gösterdiler. Bu konuda en ciddi adımı Mustafa Kemal Atatürk attı. 1932 senesinde açılan Türk Dili Tedkik Cemiyeti (Türk Dil Kurumu) bu hususta gerekli çalışmaları başlattı.

Bunlardan ayrı olarak, özellikle 20. asrın sonlarında çeşitli ilim sahalarındaki hızlı gelişmeler, teknolojinin yaygınlaşması, dolayısıyla iletişim araçlarının kullanımının sıklaşması kültürel inkişafa yardımcı olduğu gibi, binlerce yıldan beridir süzülerek gelen Türk dilinin ve kültürünün yozlaşmasına da yol açmaktadır. İşte bu tehlikeyi yüzlerce yıl önceden gören Kaşgarlı Mahmud, Ali Şir Nevai gibi Türkçüler, Türkçenin var olma mücadelesini verdiler.

Dil ve edebiyat alanında Türkçülüğün önderlerinden olan Nizamüddin Ali Şir Nevai, Temürlü Devleti zamanında yaşamış (1441-1501) bir Türk âlimidir. Eserleri doğudan batıya, kuzeyden güneye bütün Türk Dünyasında rağbet gören bu abide şahsiyetin aslen Herat doğumlu bir Uygur Türkü olduğu sanılıyor. Babasının adı Kiçkine Bahadır veyahut da Kiçkine Bahşı’dır. Devlet hizmetinde önemli işlerde bulunan Kiçkine Bahadır, Hüseyin Baykara’nın (1469-1506) yanında da memuriyet yaptığından, ayrıcalıklı bir mevkideydi. Muhtemelen o da, çağının gereği ilim-irfan sahibi birisiydi. Çünkü tarihi kaynaklarda Nevai’nin babasıyla, dayılarının da şair ve musikişinas olduklarına dair kayıtlar vardır.

Şahruh Mırza’nın 1447 senesinde ölümünden sonra, Temürlü Devletinin içerisinde bir kargaşanın yaşanması üzerine, Kiçkine Bahadır henüz çok küçük yaşlarda olan oğlunu da beraberine alarak Irak bölgesine gelmiş ve orada 15. asrın ünlü Temürlü tarihçisi Şerafeddin Ali Yezdi’yi tanımıştı ki, onun “Zafername” adlı eseri bir nev’i Temür tarihidir. Herhalde edebiyata yönelmesinde kişinin de tesiri vardır. Babası o onbeş yaşında ölünce, 1452’de Horasan hâkimi Ebu’l Kasım Babur’un himayesine giren Ali Şir Nevai, burada süt kardeşi Hüseyin Baykara’yla birlikte ciddi bir eğitim gördü. Hüseyin Baykara ile çocukluk yıllarında başlayan dostlukları sonrada devam etti. Hüseyin Baykara sultan olunca, Nevai’yi yanına getirttirmiş, mühürdarlık ve vezirlik gibi devlet görevlerine atamıştı.

Ali Şir Nevai şiire ve edebiyata o kadar düşkündü ki, küçüklüğünden itibaren çok güzel şiirler yazmaya başlamış, bu yüzden de huzurlarında bulunduğu emirlerin hepsi tarafından taltif edilmişti.

Bununla beraber Nevai, Temürlülerin kendi aralarındaki taht ve menfaat kavgaları yüzünden hayli eziyet çekti. Çünkü devlet içinde yapılan yolsuzlukları görüyor, bu durumu Baykara’ya anlatmaya çalışıyordu. Hüseyin Baykara ile dostluğunu kıskanan birtakım insanların devreye girmesi sebebiyle görevinden ve Herat’tan ayrılmak zorunda kaldıysa da, bu dönem üç yıl kadar sürdü.

Nizami ve Firdevsi’den daha büyük bir şair olarak görülen Ali Şir Nevai sonunda Semerkant’a yerleşti. Hayatı boyunca pek çok eser ortaya koyan Nevai’nin en bilinen çalışmaları Muhakemetü’l-Lûgateyn, Siracü’l-Müslimin, Mahbubu’l-Kulub’tur. Dördü Türkçe, biri farsça beş divanı, beş mesneviden meydana gelen bir hamsesi ve onsekiz ayrı eseri tespit olunmuştur. Mesela Bedaiü’l-Bidaye’de 842 şiiri, Nevadirü’n-Nihaye’de 1476-1483 yıllları arasındaki şiirleri varken, Muhakemetü’l-Lûgateyn’de Türk dilinin gücünü anlatır. Mecalis-ün Nefais, döneminin şairlerinden bahseder.

Yaşadığı çağda, Türk edip ve şairlerinde gördüğü İran ve Farsça hayranlığına tepki olarak, Türkçe yazmaya ve Türkçeyi geliştirmeye karar vermiş ve bu suretle de “dilde Türkçülük” hareketinin önderlerinden olmuştur ki, onun tesiri kendinden binlerce yıl sonraya bile ulaşmıştır. Aslında o Arapça ve Farsçayı da çok iyi kullanabiliyordu ama mensubu olduğu milletin insanlarına seslenmeyi ilke edindi. Bu yüzden de Kaşgarlı Mahmud ekolünün devamı olarak Türkistan’da büyük itibar görmüş ve sevilmiştir. Özellikle Çagatay sahası Türkçesinin günümüzde bile kullanılıyor olmasında, onun yazdıkları ve söylediklerinin büyük bir ehemmiyeti vardır.

Eserlerinde bir Türk’ün ideal insan olması yolunda ipuçları bulunurken, devlet adamlarını tebalarına karşı nasıl davranacağı hakkında yönlendirir. Ali Şir Nevai, milletini ve dilini her şeyden çok seven bir Türk milliyetçisiydi. 1501 tarihinde ölen âlime, arkadaşı ve hamisi Hüseyin Baykara’nın görkemli bir cenaze töreni düzenlediği söylenir. Türk milletinin önde gelen şairlerinden birisi olan Nevai, Herat’ta kendinin yaptırdığı söylenen, Kudsiye Camisi yanına defnedilmiştir.

O, bütün Türk dünyasında candan sevilmekle birlikte, bilhassa bugünkü Özbekistan’da kendisine büyük değer verilmektedir. Adına şehirler, üniversiteler, anıtlar, binalar dikilen yüce ruhlu bir Türk’tür.

Prof. Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ

“Türk Tarihinin Kahramanları: 40- Ali Şir Nevai”, Orkun, Sayı 103, İstanbul 2006

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.