Türk Büyükleri – 31 : Kılıç Arslan
Prof. Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ
Aslında Anadolu Selçuklu tarihi dönemini göz önüne aldığımızda, karşılaştığımız iki Kılıç Arslan’ın da bulundukları mevkiler açısından son derece önemli yerlere sahip oldukları anlaşılır. Birisi Malazgirt ile Türkiye olmuş Anadolu’ya doğru yapılan Haçlı Seferlerinde (1102), Hristiyan kutsal birliğine tarihte görülmemiş hezimetlerden birisini tattırırken; diğeri de yine Malazgirt Savaşı’yla Türklere açılan Anadolu’nun 1176 senesinde ebediyen Türk yurdu olduğunu Bizans’a ve dolayısıyla Batı dünyasına tasdik ettirmiştir.
Ancak bizim burada üzerinde duracağımız tarihi şahsiyet I. Kılıç Arslan’dır. O, Anadolu’da amca çocuklarıyla mücadeleye girerek, 1086 tarihinde vefat eden Kutalmışoğlu Süleyman’ın çocuğu olup; babasının arkasından büyük amcazadesi diyebileceğimiz Melik-şah tarafından, kardeşi Davud Arslan ile beraber İsfahan’a götürülerek, burada 5-6 sene kadar ciddi bir eğitime tabi tutulduktan sonra, Selçuklunun büyük sultanı Melik-Şah’ın ölmesinin ardından kaçtıkları söylenirse de, herhalde yine büyük amca çocuklarından Sultan Berkyaruk’un izniyle Anadolu’ya gönderilip (1092), başsız kalan Türkmenlerin önderi oldu. Kaynaklar Süleyman Şah’ın oğullarının İznik civarına gelmesi sebebiyle Türkmenlerin büyük sevinç gösterilerinde bulunduklarını yazar. Kılıç Arslan, böylece Türkiye’ye ulaştığı zaman, Türkmenler arasında kaybolan birliği yeniden tesis etmeye büyük gayret gösterdi. Ama buna karşılık diğer Anadolu beylikleri daima kendilerini bağımsız saydılar.
Esasında hem dedesi hem de babasının başından talihsiz olaylar geçmişti. Dedesi Kutalmış bilindiği gibi babası Arslan Yabgu ile beraber tutuklanarak Hindistan’daki Kalincar Kalesinde hapis yatmış; daha sonra amca oğlu Tugrul’a baş kaldırmış, arkasından amcazadesi Alp Arslan’la da savaşmış ve bunun neticesinde kaçarken atından düşerek ölmüştü. Kılıç Arslan’ın babası Süleyman Şah da önce Alp Arslan tarafından esir alınmış, ancak daha sonra kardeşleriyle beraber Anadolu’ya kaçmıştı. Melik-şah tarafından Anadolu sultanı olarak atanan Süleyman Şah, yine bir diğer amcazadesi konumundaki Tutuş’la yaptığı harpte hayatını yitirmişti.
Kılıç Arslan ilk yıllarda İznik ve civarını tehdit eden Bizans güçlerine karşı, asıl adı Çakan veya Çaga olduğu söylenen ve Türk tarihinde ilk defa bir deniz kuvveti meydana getiren, ayrıca Balkan Yarımadasındaki Peçenek Türkleriyle de irtibata geçip, Bizans’ı ortadan kaldırmayı kafasına koyan Türkmenlerin Çavuldur kabilesinden kayınpederi Çaka Beğ ile anlaşarak, büyük başarılar kazandı. Çaka’nın Adalar Denizi ve Marmara sahillerinde Bizans donanmasına önemli zararlar verdirdiğini bilmekteyiz. Fakat bir süre sonra bu iki Türk beyinin araları bozuldu ki, bunda Bizans’ın parmağının olduğunu biliyoruz. Bunun üzerine oyuna gelen Kılıç Arslan, Bizans ile bir ittifak yaparak, batıda kendisinin en büyük rakibi olarak saydığı Çaka’yı hiç de hoş olmayan bir şekilde ki, yanına misafir olarak geldiği bir sırada ortadan kaldırdıktan sonra (1094), gözünü doğudaki Türk ve gayrimüslim idarelere çevirdi. 1096 senesinde bir Ermeni’nin yönetiminde bulunan Malatya’yı muhasaraya başladığı ve tam kale ele geçirileceği esnada, Türkleri Anadolu topraklarından söküp, çıkarmak için kuvvetli bir Haçlı ordusunun Anadolu’ya geldiği haberini aldı. Bu yüzden, kuşatmayı yarıda bırakmak zorunda kaldı.
Bir papazın idaresindeki bu ilk gelen Haçlı grubu çapulculardan ve maceraperestlerden ibaretti. Bunlar Bizans kayıklarıyla Boğaz’ın öbür yakasına geçirildilerse de, Davud Arslan tarafından imha edildiler. Kurtulanlardan bir kısmı İstanbul’a sığındılar, ama arkadan daha güçlü ve takviyeli bir orduyla, İznik kuşatıldı (1097). Bu olaylar sırasında Kılıç Arslan yetişmişse de muhasarayı yaramadı. Çünkü o, bunların da daha evvelkiler gibi düzensiz birlikler olduğu zannına kapılmıştı. Muharebeler boyunca iki taraf da önemli kayıplar verdi. Fakat Kılıç Arslan bu muazzam güç karşısında tutunamayıp, geri çekildi ve İznik, Bizans’a bırakılmış oldu. Bazı tarihi eserler Bizans’a yollanan esirler arasında Çaka’nın kızı, yani Kılıç Arslan’ın eşinin de olduğunu bildirir ve bu hatuna İstanbul’da çok saygılı davranıldığını kaydederler.
Bununla birlikte Kılıç Arslan’ın hedefi, düşman kuvvetleri Anadolu’nun içlerine doğru ilerlerken, stratejik mevkilerde onları kıstırarak ve vur-kaç taktiğiyle hırpalamaktı. Anadolu’daki bu kötü vaziyet üzerine Kılıç Arslan, Danişmend Gazi ve Kayseri emiri Hasan gibi bazı kişilerden yardım istedi. Çünkü kendinden sonra sıra onlara da gelecekti. Türkler, Anadolu içlerine doğru yürüyen Haçlı askerlerine ani saldırılar yaparak büyük bir zayiat verdirdi. Eskişehir ovasında onları oldukça terlettiler. Fakat o kadar kalabalıktılar ki, Kılıç Arslan esir düşmemek için yine geri çekilmek zorunda kaldı. Türkmen beyleri ve Kılıç Arslan birçok kez onların üstüne saldırılar düzenledi. Bu çarpışmalarda büyük yararlıklar gösteren Emir Hasan’ın adı adeta ölümsüzleşti. Ama yine de bu Haçlı ordusu Antakya’ya kadar ilerleyip burada bir prenslik kurdular. Onlar sonra Kudüs’e ulaşıp, orada da ilk Haçlı Kontluğunu tesis ettiler (1099).
Artık doğuda devletin esasını teşkil eden, Büyük Selçuklu dediğimiz siyasi yapı dağılmış durumdaydı. Dolayısıyla Kutalmış’ın oğulları yeni bir güç olarak, Türklerin önderliği hususunda kendilerinde bir hak görmekteydiler. Bu sırada 1101 senesinde Haçlılar ikinci bir defa Anadolu üzerine yürümüşlerdi ki, bu esnada Danişmendliler tarafından Malatya’nın fethi de bunu tetikleyen hadiselerden biriydi. Bu kez umduklarını bulamayan Haçlılar, Anadolu’daki Türk müttefik güçlerince üst-üste mağlubiyete uğratılıp, askerlerinin yarısından fazlasını kaybettiler. Arkadan gelen bir üçüncü dalgadaki Hristiyan güçleri de Ereğli yakınlarında perişan olmaktan kurtulamadılar.
Maalesef bu başarıların nihayetinde, Türk beylerinin arasının açıldığını görmekteyiz. Anadolu üzerinde hem Danişmendliler, hem de Kutalmış’ın torunları hak iddiasında bulunmaktaydılar. Bu suretle önce Danişmendlilerle bir mücadeleye giren Kılıç Arslan, Gümüş Tigin ve çocuklarını peş-peşe yendi ve 1106 senesinde Malatya’yı Danişmendli Yagısıyan’ın elinden aldı. Siyasi atmosferde ondan yanaydı. Büyük Selçuklunun kardeş kavgalarından yararlanmak istedi. Ama sonra güney-doğuda, 1107’de Musul emiri Çavlı, Artukoğlu İl-gazi ve Suriye meliki Rıdvan ile yaptığı savaşı kaybetti. Muharebe esnasında vücuduna darbeler de alan Kılıç Arslan tutsak düşmemek için Habur Irmağını yüzerek geçmek istedi. Neticede yaralarından ve üzerindeki ağırlıklarından dolayı boğularak, talihsiz bir şekilde vefat etti. Kendisine Silvan’da bir türbe yaptırıldı. Oğlu Mes’ud yıllar sonra onun cenazesini Konya’ya götürme teşebbüsünde bulundu ise de, bu esnada vukua gelen Gürcü saldırısı nedeniyle bu iş gerçekleşmedi.
Elbette ki bu kahraman Türk beyinin hayatının yine kendi akrabalarının elinde sona ermesi, elem verici bir hadisedir. En kötüsü ise Türkiye topraklarında yeniden taht kavgalarının yaşanmış olmasıydı. Ama Türk tarihinde bu gibi durumlara ne yazık ki çok sıkça rastlıyoruz. Kılıç Arslan’ın bütün ömrü tarihi kaynaklardan anladığımız kadarıyla savaş meydanlarında geçmiştir. Cesur olduğu kadar adil bir hükümdardı. Tahta çıktığında karışıklık içerisinde bulunan Anadolu’daki Türk ahaliyi derleyip, toplayabilmek hususunda var gücüyle çalışan Kılıç Arslan’ın, Anadolu’nun Türkleşmesi ve ebedi Türk yurdu olmasındaki gayretleri asla unutulamaz.