Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Türk Büyükleri – 29 : Çağrı Beğ

0 15.721

Prof. Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ

Selçuklu hanedanlığının kurucusu olan Selçuk Beğ’in oğullarından Mihail’in zamansız ölümü üzerine, yetim kalan iki oğlu Tuğrul (Mehmet) ile Çağrı’nın (Davut) dedeleri tarafından Türk örf ve adetlerine göre, devlet terbiyesi içerisinde büyütüldüklerini biliyoruz.

İlk başlangıç yıllarında kaynaklar Selçuklu Oğuzlarıyla, yine Türk tarihinde önemli bir yere sahip olan Kara Hanlıların arasının hâkimiyet meselesi yüzünden açık olduğunu söylerler. Bir nev’i iki Kara Hanlı sülalesinden birisini seçmek zorunda kalan Selçuklu ailesi önce Batı Kara Hanlı topraklarına sığındılar. Görünüşte, bu sıralarda Selçuklu sülalesinin önderi Arslan Yabgu olmasına karşın, hakikatte onları sevk ve idare edenler Çağrı ve Tuğrul beylerdi. Bugra Han da ileride kendisine bela olacağını düşündüğü bu iki kardeşten kurtulmak istiyordu. Bu yüzden onları yanına çağırdı, fakat Selçuklu beyleri bundan şüphelendiği için Çağrı ve Tuğrul’u birlikte yollamadılar. Zaten büyük kardeş olan Tuğrul, Bugra Han’ın yanına varınca tutuklandı. Bunun üzerine büyük bir vefa örneği gösteren Çağrı, ağabeyini orada yalnız bırakmadı. Dileseydi abisine yardım etmez, onu kaderine bırakır ve Selçuklu Oguzlarının tek başına önderi olurdu. Neticede o ani bir baskınla, ağabeyini kurtardı ve Kara Hanlıları büyük bir mağlubiyete uğrattı. Kara Hanlıların 130 kadar kumandanı esir alındı. Bugra Han, Tuğrul Beğ’i serbest bırakmak zorunda kaldığı gibi, tutuklanan komutanları için de yüklü bir fidye ödedi. Bundan sonra Tuğrul ve Çağrı Beğler yeterince güçlü olmadıklarını düşünerek şu karara vardılar: Çağrı Beğ yanına alacağı birtakım Türkmen kuvvetleriyle batıya, Bizans topraklarına doğru bir keşif harekâtında bulunacak, Tuğrul da kendilerine ulaşmanın zor olduğu çöllerin arkasına çekilecekti.

Sonuçta Çağrı Beğ, 1016 senesinde Anadolu topraklarına bir sefer düzenledi. Kafkasya ve Azerbaycan’da bulunan Bizans’ın vassallarıyla başarılı savaşlar yaptı. Beş yıl kadar süren bu faaliyetler sonunda pekçok ganimetler ele geçirildi. Dolayısıyla 11. asır başlarındaki bu akınlar Türklerin yüzyıllar sonra Anadolu’yla yeniden tanışmaları ve bu bereketli toprakları bir kez daha fark etmeleri açısından mühimdir. Bu yüzden Çağrı Beğ’in Anadolu’nun fethi ve Türkleşmesi tarihinde de ayrıcalıklı bir yeri vardır. Geçen zaman içerisinde herhalde bu büyük Türk beyi hiç atından inmedi, pekçok meşakkate katlanmak zorunda kaldı. Ama milleti de yeni bir vatan kazanarak, bunun karşılığını aldı.

Bu arada Selçuklu Türklerin başının yine doğuda sıkıştığını görüyoruz. Onların akrabaları olan Gazneli Türkleri devamlı rahatsızlık veriyordu. Gazneli Mahmud, Arslan Yabgu’yu yanına çağırmış ve bir hile ile onu yakalamıştı (1025). Arslan Yabgu, Hindistan’daki Kalincar kalesine hapsolundu. Buna bağlı olarak, Selçuklu dönemi vakanüvinislerinden Aksarayî ve Ravendî, Arslan Yabgu ile Sultan Mahmud arasındaki şöyle bir olayı aktarıyor: Kara Hanlı beyi gitgide güçlenen Selçuklu Türkmenlerini Sultan Mahmud’a şikayet edince, o da Selçukogullarına bir elçi yollayarak; “aramızdaki mesafe kısalmıştır, büyükleriniz ve önde gelenleriniz huzura buyursunlar ve yapılması gereken işler kendilerine anlatılsın” der. Bunun üzerine Arslan Yabgu onbin seçkin adamıyla yola çıkınca, Gazneli Mahmud; şimdilik orduya ihtiyaçlarının olmadığını, sadece bir bölük askerle gelmelerinin yeterli olacağını söyler. O da üçyüz suvari ve oğlu Kutalmış’la beraber, sultanın yanına varır. Gazneli Mahmud onu altın bir kürsüye oturtur ve iltifatlar da bulunur. Sohbet esnasında Sultan Mahmud eğer ihtiyaç olursa hangi alametle ve bize nekadar yardım gelir diye sorar. Arslan Yabgu’nun belinde de iki ok, kolunda bir yay asılıdır. Bunlardan birini Gazneli Mahmud’a vererek; “ne zaman bunu kavmime gönderirsen, otuzbin (veya yüzbin) suvari at biner”, deyince Sultan Mahmud şaşırır. Bunun üzerine, “daha fazla gerekirse, ne tedbir alırsın”, şeklinde bir sual yöneltir. O, öteki oku önüne koyarak; “bunu yollarsan onbin (veya ellibin) kişi daha hazırlanır”, diye cevap verir. Sultan aynı şekilde üçüncü defa sorunca; “kafi gelmezse nişan olarak bu yayı Türkistan’a gönder, ikiyüzbin suvari harekete geçer” demesi, Gazneli Mahmud’u endişeye düşürür. Bir yay ve ok ile onbinlerce adamı toplayabilen bir kişinin küçük görülmesine kanaat getirir. Böylece Arslan Yabgu’yu tutuklatarak, Kalincar kalesine gönderilmesini buyurur. O yedi yıllık bir esaret hayatından sonra, bilindiği üzere 1032’de bu kalede ölür.

Arslan Yabgu’nun tutsak alınmasından sonra, Türkmenler Çağrı ve Tuğrul’un etrafında daha da kilitlendiler. Onlar, Gaznelilerden kendilerine bir yaylak ve kışlak istediler. Fakat Gazneli Mes’ud üzerlerine büyük bir ordu yolladıysa da 1035’teki bu savaşı Selçuklu Türkleri kazandı. Sultan Mes’ud bunun üzerine, çevreyi rahatsız etmemeleri şartıyla onlara bazı yerleri yurtluk olarak verdi. Türkmenler hala etraftaki kargaşalıklarını sürdürünce, onları düzene sokmak amacıyla bir kez daha üstlerine ordu gönderildi. Ama Çağrı Beğ’in komutasındaki Türkmenlere baş eğdirilemedi ve bundan sonra Merv bölgesini ele geçiren (1037) Çağrı, kendi adına hutbe okuttu. Aslında bu işin üzerine Sultan Mes’ud’un layıkıyla düşmediğini ve Türkmenleri de ciddi bir tehlike olarak görmediğini, bu sırada Hindistan seferleriyle uğraştığını da biliyoruz. Tabiki bu onun için bir hataydı. 1038’de Hindistan’dan dönünce hazırladığı ordusunu tekrar Oguzların üzerine yolladı, ancak bu saldırı da onun açısından bir hezimet oldu.

Artık iki Türk sülalesi arasındaki problem, birinin ortadan kalkmasıyla sona erme durumuna geldi. Sultan Mes’ud ordusunun başına geçerek, yola çıktı. Çağrı da Mes’ud’u takip ediyor, fırsat kolluyordu. Ceyhun’daki köprüleri yıkarak, onun yürüyüşüne engel olmak istiyordu. Mes’ud elbette bunu biliyordu ve Çağrı’nın 2000 kişilik bir kuvvetini 1039 nisanında bozdu. Fakat bu ön çarpışma Çağrı’nın Gazneli ordusu hakkında fikir sahibi olmasına yaradı. Nihayet iki ordu 1040 tarihinde, Merv yakınlarındaki Dandanakan civarında karşı karşıya geldiler. Gazneli güçleri savaşı yitirdi. Bu muharebe hem Selçuklu hanedanlığının Türklerin başına geçmesi, hem de Türkiye Devletinin kuruluşu olarak kabul edilmektedir.

Yeni bir sülalenin Türklerin önderliğini üstlenmesiyle beraber, o zamana değin daha çok Türkistan’da ömürlerini geçiren Türkler, başka yurt arayışlarına giriştiler ki, işte bunun sonucunda ortaya çıkan Anadolu’nun fethi bu milletin hayatında bir dönüm noktası meydana getirdi.

Devletin kurulmasından sonra Çağrı Beğ, hastalandı ve o kendisine düşen bölgeleri oğulları arasında paylaştırdı. Merv’de olduğu halde her işi çocukları vasıtasıyla idare etti. Hayatının son zamanları yine Gaznelilerle mücadele içinde geçti. İbrahim Yınal’ın isyanında da ağabeyinin yanında olan bu kahraman Türk beyi, 1059 senesinde hastalığına yenik düşerek, Serahs’ta ölmüş ve oraya gömülmüş ise de; sonradan oğlu Alp Arslan babasını Merv’deki türbesine defnetmiştir.

Hiç bir zaman ağabeyi ile taht kavgasına girmeyen bu büyük insanın çocukları, amcaları Tuğrul’un oğlu olmadığından Selçuklu Türklerinin önderliğini yaptılar. Onlarla beraber Türk ve İslam dünyasında yeni sayfalar açıldı. 11. asırdan itibaren İslamın en kuvvetli savunucuları ve yayıcıları olan bu Türkler, dünya tarihinde ve coğrafyasında da değişiklere yol açtılar. Çağrı’nın başlattığı keşiflerin sonucunda, Anadolu “Türkiye” oldu. Selçuklunun devamı sayılan Osmanlı da, Bizans’ın son kalesi İstanbul’u fethederek, bu köhne imparatorluğu tarihe gömdü.

Prof. Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ


“Türk Tarihinin Kahramanları: 30 – Çağrı Beğ”, Orkun, Sayı 89, İstanbul 2005

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.