Türkiye’de yayımlanan ilk Türkçe gazete Takvim-i Vekayi olmakla birlikte, daha önce çıkmış Fransızca gazetelerden ve Mısır’ kurulan Bulak Matbaası ile burada basılan Vakayi-i Mısıriye’den söz etmek gerekir.
Türkiye’de ilk gazete Fransızlar tarafından, İstanbul’da 1795 yılında, kendilerinin kurmuş oldukları Fransız Elçiliği Matbaası’nda yayımlanmıştır.[1] Bulletin de Nouvelle (Haber Bülteni) adı altında yayımlanan bu gazeteyi daha sonra 1796 yılında Gazette Française de Costantinople adıyla aylık bir gazete izlemiş, her iki gazete de yeni kurulmuş bulunan Fransız Cumhuriyeti’nin çıkarlarını Osmanlı Ülkesi’nde korumak amacıyla çıkarlılmış, yayımları yaklaşık olarak iki yıl kadar sürmüştür.
Özel kişilerce çıkartılan ilk gazeteye örnek olarak da Fransa’yı karşı devrimci olması nedeniyle terketmek zorunda kalan Alexander Blacque tarafından, Fransızca olarak yayımlanan Spactateur Oriental (Doğu Gözlemcisi)[2] (1821) Le Smyrneen (1824) Le Courrier de Smyrne (1828) gibi gazeler bir biri ardına yayınlandı. Bu tarihlerde Mora isyanı tüm şiddeti ile sürmekteydi. Bu gazetelerin ortak siyasası, bağımsızlık peşinde koşan Yunanlılara karşı Osmanlı Devleti’ni tutmak olmuştu.[3] Gerçekte savunmuş oldukları Osmanlı çıkarları değil, kendi ülkelerinin ticari çıkarlarıydı. Çünkü O tarihlerde Ege ve Akdeniz oldukça etkin olan Fransız ticaret gemileri, özellikle bu Yunan korsanlardan büyük zararlar görmekteydi.
Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa da 1828’de ilk Türkçe-Arapça gazete Vakayi-i Mısırıye’yi çıkarmış, kurmakta olduğu yeni düzenin propagandasını yine bu gazete ile sürdürmeye başlamıştı.
Devlet yönetiminde yenilik ve düzenlemelere gidilmesi konusunda oldukça istekli bulunan ve bu yolda büyük çabalar harcayan Sultan ll. Mahmut İzmir’de levanten bir gazeteci olan Alexander Blacque’ı İstanbul’a çağırtımış, devlet hizmetine alarak, tıpkı İzmir ve Mısır örneklerinde olduğu gibi, iç ve dış[4] kamuoyunu oluşturmak, Osmanlı Devleti’nin çıkarlarını savunmak için kendisinden bir gazete çıkarmasını istedi. Görüşme ve yazışmalar sonucunda padişah Takvim-i Vekayi-i (Olayların Takvimi) adını pek beğendi. İlk sayısı 1 Kasım 1831 tarihinde yayayınlanan ve haftalık çıkması tasarlanan gazete ilk başlarda düzenli olarak yayınlanamadı. Çok geçmeden süresi belirsiz ve uzun aralıklarla çıkan bir yayına dönüştü. Birden fazla Türkçe gazetenin yayına girmesiyle, kamuoyu oluşturma görevini tümüyle kaybedip, resmi bir bildiri bültenine dönüştü.[5] Alexander Blacque ise daha sonra ll.Mahmut’a ekononmik liberalizmin Osmanlı Devleti’ni güçlendirme konusunda bilgilendirecek bir lahiya sunacak, 1838 yılında imzalanacak, Osmanlı Devleti’ni önce İngiltere’nin sonra, diğer Batılı devletlerin yarı sömürgesi durumuna düşürecek Balta Limanı Anlaşması’nın imzalanmasına da dolaylı olarak etki edecekti.
– I –
Özel anlamda birinci, Türkçe olarak ikinci olarak nitelenen bir başka gazete de 31 Temmuz 1840’ta yayımlanmaya başlayan Ceride-i Havadis idi. Bu gazetenin kuruluş öyküsü Osmanlı Devleti’nin Batı emperyalizmi karşısında düşmüş olduğu durumu yansıtması bakımından hayli ilginçtir; İngiliz asıllı William N. Churcill önce İzmir’e gelmiş, oradan İstanbul’a geçmişti. Ticaretle uğraşıyordu. 1831’de A.B.D.’nin İstanbul Ortaelçisi yanında konsolos yardımcısı olarak çalışmaya başladı. 1833’ten sonra bazı İngiliz gazetelerinin muhabirliğini yaptı. 1836’da avlanırken bir Türk çocuğunu yaralaması ve bu nedenle tutuklanması, önde gelen Batılı devletlerin elçiliklerinin kapitülasyonları ileri sürerek Osmanlı Yönetimi’ne tehdite varan davranışlara girişmelerine neden olmuş, Akif ve Pertev Paşaların işe karıştığı bir dizi siyasal çalkantı yaşanmıştı. Sonuçta Churchill serbest bırakıldı ve Hariciye Nazırı Akif Paşa Görevinden alındı.[6]
Ceride-i Havadis içerik ve biçim yönlerinden Takvim-i Vekayi örnek alınarak çıkarılmış, on günde bir yayımlanan bir gazeteydi. İlk günlerde okur sayısı 150’yi aşmayınca, Churchill’e ayda 2500 kuruş gibi o zamana göre hiç te azımsanmayacak devlet yardımı yapılmaya başlandı.
William Churcill’in ölümünden sonra (1864) gazete oğlu Alfred Black Churchill tarafından 1212. sayıdan sonra Ruzname-i Ceride-i Havadis adıyla yamlanır oldu.
Kimi araştırmacılara göre gazetenin çok geçmeden kapanmıştır. Fakat gerçekte gazete imtiyaz sahibini değiştirerek 1919’a kadar yayımını sürdürmüştür.
– II –
Bir başka özel gazete olan Tercüman-ı Ahval 21 Ekim 1860’ta yayımlandı. Kurucusu, ailesinden dolayı Çapanzade diye anılan Agah Efendi’dir. Çeşitli devlet görevlerinde bulunan Agah Efendi Maarif-i Umumiye Nezareti’ne başvurarak bir gazete çıkarmak istediğini belirten bir dilekçe sunmuştu.[7] Agah Efendi’nin dilekçesi Maarif-i Meclis’te görüşülmüş, Bir Osmanlı vatandaşının böyle bir girişimi övgüye değer bulunarak, gerekli izin kendisine verilmiştir.
Agah Efendi’ye aynı zamanda bu gazetenin önde gelen yazarlarından olan Şinasi de yardım ediyordu. İlk sayısında yayınlamış olduğu o ünlü mukaddimesinde (Sunuş Yazısında) Şinasi halkın kolaylıkla anlayabileceği bir biçimde kaleme almak gerektiği üzerinde duruyordu. Tercüman-ı Ahval bir bakıma bu iki gazeteci sayesinde ilk düşün gazetesi olma ünvanını kazanmış, basın tarihimizde önemli bir yer edinmişti.
Şinasi daha sonra içerik yönünde çok dah zengin bir başka gazete olacak olan Tasvir-i Ekar’ı çıkarmaya başlıyacaktır. Gazete daha çok demokratikleşme konusunda duyarlılığı yanlında kullanmış olduğu düzeyli dil, dil ve edebiyat alanlarındaki tartışmalarla kendini gösterdi.
Şinasi, 27 Haziran 1862’de yayımladığı gazeteyi bu biçimiyle iki buçuk yıl koruyarak yönetti. 1865 yılında siyasi yazılarından ötürü tutuklanacağını anlayınca, gazetenin yönetimini Namık Kemal’e devrederek Paris’e kaçtı. Daha sonra Namık Kemal İbret’in 20 Ocak 1873 tarihli 97. sayısında bu durumu şöyle açıklayacaktı; “…neşriyata başladığım zamanlar devletten maaşı (tahsisasatı) olmıyan bir gazetenin masraf defterlerini görenler, burada basma masrafını veremek için yazı yazmayı merak etmiş adamların bulunduğunu sanırlardı.”[8]
Görüldüğü gibi 1860’lardan başlayarak gazete ve dergi saysında artışında bu tür öncü gazeteler örnek olmuşlar, bir anlamda onları yüreklendirmişlerdi. 1840 yılından başlayarak, Birinci Meşrutiyet’in ilan edildiği 1876 yılına dek İstanbul’ yayımlanan diğer gazete ve dergiler şunlardı; Filip Efendi tarafından çıkarılmasına karşın, Ali Suavi ile ünlenen, 1 Ocak-27 Mayıs 1867 tarihleri arasında ancak 55 sayı çıkabilen Muhbir; “Basiretçi” diye ün yapmış bulunan Ali Efendi tarafından 22 Ocak 1870 yılında yayımlanan, ancak Ali Suavi’nin Çırağan Sarayı baskını öncesi mektubunu yayınlaması nedeyle aynı yıl 1878’de kapandı; Vatan-Ayin-i Vatan ise Ocak 1867 yılında Eğribozlu Mehmet Arif adıyla yayımlanmış, ilk resimli gazete olma özelliğini kazanmıştır; Terakki Ali Reşat ve Filip Efendilerin çıkardığı, dilde yalınlaşmayı savunan bir başka gazeteydi. Özelliği ise ilk kez kadın ve mizah ekleri veriyor olmasıydı. Bu arada Terakki Eylenceden iki ay önce çıkmış, bu nedenle ilk Türçe mizah dergisi olarak nitelenen, daha önce Rumca, Ermenice, Fransızca mizah dergileri çıkarmış bulunan Teodor Kasap tarafından yayımlanan Diyojen’i de unutmamak gerekir. İbret ise Namık Kemal ve arkadaşlarının çıkarmış olduğu bir başka düşün gazetesiydi. Bunların yanlı sıra Musavver Medeniyet, İstikbal gibi gazetelerin yanında Tanzimat’ın ilanıyla Eyalet sisteminden Vilayet sistemine geçilmesi nedeniyle, yayımlanmış bulunan ve yerel basının temelini oluşturan Vilayet Gazelerini de saymak gerekir.
– III –
II. Abuldulhamit’in tahta çıktığı yıl olan 1876’da, Kanun-u Esasi esasi hazırlanıp yürürlüğe konmuş (23 Aralık 1876) ardından Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı toplanmış (19 Mart 1877) böylece Birinci Meşrutiyet Dönemi başlamıştı. Ancak çok geçmeden Osmanlı Rus Savaşı’nı bahane edip Kanun-u esasi’nin verdiğ yetkiye dayanarak, Meclisi kapatan ve anayasayı uygulamayan II. Abdulhamit, Meslisce hazırlanan Matbuat Kanunu’nu da yürürlüğe koymadı. Artık basın ve yayın alanı her geçen yıl şiddeti ve kapsamı artan sansürün çemberine alınacaktı.[9]
Dergiler kapatılarak ya da imtiyazları iptal edilerek birer birer ortadan kaldırıldı. Kimi gazeteler sıkıyönetim baskısıyla, kimisi de sona erip okuyucu sayısı azaldığı, ya da “kaime” denilen kağıt para yüzünden piyasaların alt üst olup kağıt fiyatları arttığı için, tirajları düşmesi nedeniyele kapandı. Geriye saraya yakın “tahsisat” alan, ya da suya sabuna dokunmayan gazeteler kalmıştı
Bu dönemin gazeteleri; ilk sayısı 9 Mart 1876’da Papadopulos tarafından çıkarılan, başyazarlığını Şemsettin Sami’nin yaptığı Sabah; Ahmet Mithat Efendi tarafından 1878 yılında yayınlanmaya başlayan Tercüman-ı Hakikat; Ahmet Cevdet’in 5 Temmuz 1894’te kurduğu, Türkçülük akımına öncülük eden, Sabah’ın ve II. Abdülhamit’in muhalifi olan İkdam dönemin önde gelen gazeteri arasındaydı. Dergiler ise; Servet-i Fünun, Malümat, Mecmua-i Ebüzziya, Mirat-ı Alem idi.
II. Abdülhamit Dönemi’nde gazete, dergi ve kitaplar üzerine sansürün baskısı her geçen gün artarken, matbaacılıkla ilgili sıkı sınırlama ve koşullar konuldu. Bu dönemde ilk olarak Matbaalar Nizamnamesi ile tanışıldı. 1857 tarihli Basmahane Nizamnamisi’ni geçersiz kılan bu düzenleme 1884 tarihlidir. Her nedense 1887’de iradesi çıkmış 1888’de yayınlanmıştır.[10]
İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde başlayan ve sonrasında süren Türkçülük-İslamcılık ve Türkçülük- Osmancılık tartışmaları, tümüyle dönemin yayın organlarına yansımıştı. Bu dönemin Osmanlı basını, bir imparatorluk formasyonunun kuşatıcı-dinsel kimliklerinden, yani Osmanlılık ve islamlıktan, dünya siyasal konjönktürünün yönlendirdiği yeni bir biçime, ulus-devlet formuna önlenemez bir biçimde geçilirken, yaşanan ideolejik dönüşüm ve çatışmaları da açık bir biçimde belgelemektedir. Bu dönem basınının özelliği bir bakıma, bu ideolejik dönüşüm, yumuşak ve esnek kimliklerin yerine sert ideolejilerin kuşatmış olduğu yeni bir ideolejik siyasal düştüğü ortamın sunduğu kimlik seçeneklerine geçişi göstermesi bakımından büyük önem taşımaktadır.
Kimlik bunalımlarının düğümünü haber veren bu geçiş, kökenleri itibariyle en iyi dönemin siyasal ve düşünsel ortamını yansıtan yayın organlarında kendini göstermektedir. İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesinden sonra sansür uygulamasına son verilmesi,[11] Özellikle 31 Mart (13 Nisan 1909) tarihine dek olan dönemde adeta sınırsız bir serbestliğe kavuşan bir “matbuat hayatı” oluşmuştur. Fakat, bu dönem için “matbuatın” hiç de doğal olmayan gelişmesini, bir başıboşluk ve kuralsızlık olarak tanımlamak daha yerinde olacaktır.[12] Bu tarz bir basın özgürlüğü ile birlikte; Türkiye’de yayınlanan gazete ve dergilerin sayısında büyük bir artış olmuş ve kısa süre içinde bu sayı 350’yi aşmıştır. Ne var ki İttihat ve Terakki’nin basın üzerindeki baskılarını artırması üzerine[13] bunlardan büyük bir kısmı yayın hayatına son vermek zorunda kalmıştır. Özellikle 1909’dan başlayarak söz konusu yayın organlarının sayısında hızlı bir düşüş yaşanmış, bu sayı, 1909’da 353, 1910’da 109, 1911’de 124, 1912’de ise, 45’e düşmüştür.[14]
İkinci Meşrutiyet ilan edildiğinde, Ahmet Cevdet Bey’in “İkdam”ı en seviyeli gazete niteliğini koruyarak yayınını sürdürmekte, Babanzade İ. Hakkı (Baban), Abdullah Zühtü, Ahmet Rasim ve Hüseyin Cahit (Yalçın) gibi dönemin ünlü yazarlarını elinde tutmaktadır.[15] Mihran Efendi’nin çıkarmakta olduğu “Sabah” gazetesi bu dönemde de yine yayınını sürdürmektedir. Yazarları arasında, Mahmut Sadık, Selanikli Tevfik, Ahmet Rasim, daha sonraları Yahya Kemal (Bayatlı) ve Ali Kemal gibi kalemler bulunmaktadır.[16] Varlığını sürdüren bir başka gazete de Ahmet Mithat’ın “Tercüman-ı Hakikat”idir. Yazarları ise; Ahmet Refik, İskender, Mustafa Refik Nazikzade Hilmi, Ragıp Bey’dir. Bu arada dönemin siyasal olaylarında taraf tutmamaya özen gösteren, Mehmet Efendi ile oğlu Naci’nin çıkarmış olduğu “Saadet” ile Ahmet İhsan tarafından çıkarılan ve günlük yayınlanmaya başlıyan “Servet-i Fünun” gazetelerini de unutmamak gerekir.
İkinci Meşrutiyet’in sağlamış olduğu, ilk özgür ortamdan yararlanarak yayın hayatına atılan ve önde gelen diğer önemli gazeteler de, Hüseyin Cahit ile Tevfik Fikret ve Hüseyin Kazım tarafından 2 Ağastos 1908’de yayınlanan “Tanin”[17] ile 5 Eylül 1908’de “Fedekaran-ı Millet” dergisinin yayın organı olarak Necip Nadir’in “Hukuk-u Umumiye”si[18] 6 Aralık 1908’de Mevlanazade Rıfat’ın çıkardığı “Serbesti”dir.[19] Mizancı Murat adıyla ün yapmış Mehmet Murat Bey “Mizan” adlı gazetesini bu dönemde yeniden yayınlamaya başlamış, İttihat Terakki’ye sert eleştirilerde bulunmuştur. Komidis adlı bir milletvekili tarafından çıkarılan “Saday-ı Millet”İttihat Terakki’ye karşı olan bir başka gazetedir.[20] Dönemin bir başka önemli gazetesi de Meşrutiyet’in ilk günlerinde Abdullah Zühtü tarafından çıkarılan, Cenap Şahabettin, Süleyman Nazif ve Mehmet Rauf gibi usta kalemleri bünyesine alan “Yeni Gazete”dir. Bunlara, İttihat Terakki’nin çıkardığı “Şura-yı Ümmet”, başyazarlığını Süleyman Nazif’in üstlendiği “Osmanlı” gazetelerini de ekleyebiliriz. Bu gazetelerin yayın siyasalarına uygun olarak, yazar kadrosunda; Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Hüseyin Cahit, Hüseyin Rahmi, Halit Ziya gibi dönemin ünlü yazarlarının yeraldığı edebiyat yapıtlarından örnekler sunan “Resimli Kitap”, Hüseyin Saadettin Arel’in 1909’da çıkarttığı “Şehbal” dönemine göre en gelişmiş baskı tekniği yanında, Süleyman Nazif, Cenap Şahabettin, Enis Behiç gibi imzalarla da dikkati çeken bir dergidir.1908’de kurulan magazin dergicilik yönü ağır basan “Musavver Muhit” dergisinin yazar kadrosunu ise, Edebiyat-ı Cedideciler ve Fecr-i Aticiler oluşturmaktadır.[21]
İslamcı siyasayı savunan gazete ve dergilere gelince; Derviş Vahdeti tarafından çıkarılan “Volkan” dönemin ateşli gazeteleri arasında dikkati çekerken,[22] yine İslamcı çizgide yayın yapan diğer gazete ve dergiler de “Sebil-ül Reşat”, “Sada-yı Din”, “Tarık-ı Hidayet”, “İlmiye” ve “Hikmet”dir.[23]
İkinci Meşrutiyet Dönemi, her türlü düşüncenin, Doğu’dan ya da Batı’dan kaynaklanan her türlü akımın yazıya dökülüp, kamuoyuna serbestçe sunulduğu dönem olmuştur.[24] İlk kez İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde ortaya çıkan Türk basın hayatında sosyalizmi savunan kendilerine “İştirakçiler” denilen sol basın, İzmir’de haftalık olarak çıkan ve liberal bir sosyalizmi savunan “Gaye” gazetesi, İştirakçi Hilmi adıyla tanınan Hüseyin Hilmi’nin[25] çıkardığı “İştirak” yine aynı çevrenin çıkarmış olduğu, “İnsaniyet” ve “Medeniyet” gibi gazeteler sayesinde gelişme sürecine girmiştir.[26]
Başyazarları vurulan ya da sindirilen birçok gazete 31 Mart Olayı ile birlikte kapanmış, kısacası İttihat Terakki Yönetimi’ne saldıran gazeteler kalmamıştır. İkdam, Sabah, Vakit daha sonra, Yeni Gazete, İleri gazeteleri yayınlarını şu ya da bu biçimde sürdürme olanağını bulmuşlardır. Bu ortamda, Hüseyin Cahit’in başyazarlığını yaptığı “Tanin” gazetesi de yayınını sürdürmektedir. 1918 yılında Necmettin sadak ve Şinasi Akşam gazetesini kurdular.[27] Basının üzerindeki bu olumsuzluk daha sonraki kritik dönemde de kendini gösterdi. “Mütareke” ve “Mili Mücadele” yıllarında Türk basını hem bir durgunluk dönemine girmiş, hem de basın organları arasındaki kamplaşma daha keskin çizgilerle belirginleşmiştir. Bu dönemde çıkan gazete ve dergilerde büyük bir azalma görülmektedir. 1919’da Celal Nuri (İleri) ve kardeşi Nuri (İleri) tarafından kurulan, Anadolu hareketinin “naşir-i efkarı” da olan “İleri” 1918’de Necmettin Sadık (Sadak), Kasım Şinasi, Falih Rıfkı (Atay) ve Ali Naci’nin (Karacan) yayınladığı “Akşam” 2Eylül 1908’de Yunus Nadi’nin kurduğu “Yeni Gün” Hakkı Tarık (Us), Ahmet
Rasim, Ahmet Şükrü (Esmer), Reşat Nuri (Güntekin), Hüseyin Cahit, Ziya Gökalp, Halide Edip (Adıvar) gibi kalemlerin bulunduğu “Vakit” Ankara Hükümeti’ni desteklerken, Sait Molla tarafından 1919’da yayınlanan “İstanbul”, Refi Cevat’ın 1909’da kurduğu Refik Halit’in (Karay) çeşitli adlar altında “Kuva-yi Milliye” karşıtı yazılar yayınladığı “Alemdar”, Ali Kemal’in gazetesi “Peyam-ı Sabah” Anadolu hareketine cephe alan gazetelerdir.[28]
İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde bir bilimsel dergicilik akımı baş göstermiştir.[29] “Türkçülük” hareketinin genişlemesine koşut olarak Türkçü dergiler birbiri ardına yayınlanmaya başlamış, bunlardan bazıları yayınlarını Cumhuriyet döneminde de sürdürme olanağı bulmuştur. Bunlardan ilki, bilimsel amaca dönük, 24 Aralık 1908’de İstanbul’da kurulan “Türk Derneği”nin yayın organı olarak 1911 yılında ancak yedi sayı çıkmış, aynı adlı dergidir.[30] Bu arada, Selanik’te 1910 yılında on beş günde bir yayınlanan, Türk gazetecilik dilinin oluşmasında da büyük payı bulunan “Genç Kalemler”. Bu dergi, Türkçülük hareketinin dilde sadeliğine karşı çıkıp, baltalamaya çalışan, “Servet-i Fünun”culara karşı dilde Türkçülüğü savunmuş, Ömer Seyfettin ve Ali Canip’in (Yöntem) gayretleriyle, Ziya Gökalp, Köprülüzade Mehmet Fuat (Köprülü) gibi bilim adamlarının yardımlarıyla, Mustafa Kemal Atatürk’ün dil devrimine zemin hazırlamıştır.[31] Yine başyazarlığını Ziya Gökalp’in yaptığı ve 1911’de yayınlanan “Türk Yurdu” dergisi de “Genç Kalemler” ile aynı doğrultuda yayın yapmış, özde halka dönüşü savunmuştur.[32]
Tüm bu süreli yayınlar arasında bir dergi daha kendini gösterdi ki adı “Yeni Mecmua” idi. Aynı kültürel ortamda doğmuş ve gelişmişti. İşte İkinci Meşrutiyet aydınlarına ışık tutup, yol gösteren “Yeni Mecmua” olmuştu.[33]
– IV –
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalayarak savaştan yenik çıktığını kabul etti.
İstanbul basınını artık zor günler beklemekteydi. İşbirlikçi hükümetler birbiri ardına sansür kararnameleri yayınlıyorlardı. Bunlardan biri 1919 Şubatı’nda çıkarılan kararname, her türlü yayının ve basılı kağıdın askeri yönetimden ya da sansör kurulundan özel yazılı izin alınmadan basılmasını kesinlikle yasaklıyordu. 16 Mart 1920’de İstanbul’un resmen işgal edilmesinden sonra sansüre işgal kuvvetleri de katıldı.[34]
Gazeteler sansürün çıkardığı yerleri boş bırakıyorlardı. Bu bir bakıma basının etkisini yitirmesine, bir bakıma da okurları sansür baskısı altında yaşandığının gerçeği ile her gün yüz yüze gelmelerine neden oluyordu. İstanbul’un işgalinden sonra, işgalci güçler 140 kadar gazeteci, aydın ve yöneticiyi tutuklayıp Malta adasına sürmüşlerdi.
Ulusal Kurtuluş Savaşı başlayınca İstanbul basını, bu savaşı destekleyenler ve Anadolu hareketine karşı çıkan gazete ve dergiler olarak ikiye ayrıldı. Anadolu’dan yana olanlar sık sık sansürün hışmına uğruyor, kimi gazeteciler ünlü Bekirağa Bölüğü’ne götürülüp sorguya çekiliyordu.
Bu kesimde yer alanların başlıcaları; İleri, Vakit,Tasvir-i Efkar, Akşam, İkdam, Tercüman-ı Hakikat ve Tanin’dir. Bunların karşısında Alemdar ve Peyam-ı Sabah gazeteleriyle Aydede adlı mizah dergisi vardı.[35]
Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması, Lozan Barışı, ardından İstanbul’un işgalden kurtarılması, İstanbul basını ile, Ankara ilişkilerini yeni bir aşamaya getirmişti. Kurtuluş Savaşı’na karşı yayın sürdürmüş olan; Refik Halit, Refii Cevat, Tarık Mümtaz gibi yazar ve gazeteciler, Yüzellilikler adı verilen istenmeyen kişiler listesiyle yurtdışına sürülürken, İstanbul Hükümeti’nin Dahiliye Nazırlığı’nı üstlenerek Ankara Hükümeti’ne en ağır eleştiri ve hakaretleri yönelten Peyam-ı Sabah başyazarı Ali Kemal tutuklanıp Ankara’ya götürülürken, İzmit’te halk tarafından linç edildi.[36]
4 Eylül 1919’da toplanan Sivas Kongresi’nde “Heyet-i Temsiliye”nin oluşturulmasından sonra, Mustafa Kemal Paşa, bu temsil heyetinin yayın organı olarak İrade-i Milliye gazetesinin yayımlanmasını sağladı. Sivas Vilayet Matbaası’nın dar olanaklarıyla basılan 30×50 cm. boyunda dört sayfalık gazete için önceleri özel bir başlık bile hazırlanmamış, başlıkta 36 punto nesih harfler kulanılmak zorunda kalınmıştı. İlk sayısı 14 Eylül 1919’da yayımlanan ve haftada bir çıkarılan gazete daha sonra iki kez, ardından günlük olarak yayımlandı.[37]
Cumhuriyet’in ilk yıllarında başlıca Ankara gazeteleri Hakimiyet-i Milliye ile Yeni Gün, İstanbul gazeteleri ise; Vakit, Vatan, Akşam, İkdam, Tanin ve Tevhid-i Efkar’dı. Çok geçmeden Yunus Nadi Yeni Gün’ü kapayıp, İstanbul’da Cumhuriyet adında yeni bir gazete çıkardı. Bu dönemde, Sedat Simavi, Resimli Gazete’yi, Yunus Nadi Fransızca La Republique’i Siirt Milletvekili Mahmut (Soydan) ise İş Bankası’nın desteği ile, Milliyet’i yayımladılar.
Harf devrimi ile birlikte okur yazar oranındaki artış, ülkedeki gazeteciliğin gelişmesini de birlikte getirdi. Ülke koşulları elverdiği ölçülerde Mustafa Kemal Atatürk basının öneminin bilincindeydi. Basına gereken önemi hep verdi gelişmesi için, Türk dilinin ve kültürünün gelişmesinin ön koşul olduğunun da farkında olup bunu şu sözlerle dile getirmişti:
“…Memlekette Cumhuriyet devrinin kendi zihniyet ve ahlakını taşıyan basının yine Cumhuriyetin kendisi yetiştirir. Büyük ve soylu milletimizin yeni çalışma ve medeniyet hayatını kolaylaştırıp teşvik edecek, işte ancak bu zihniyetteki basın olacaktır. Gazeteler mevcut olan konular çerçevesinde hürdür. Ancak bunun toplum çıkarlarının dışına çıktıkları zaman takibe uğrarlar. Gazeteler kanunun ve toplum çıkarlarının aksine bir olaya şahit ve bir bilgiye sahip oldukları takdirde gerekli yayında bulunmalıdırlar. Basın ulusun müşterek sesidir. Basına hiçbir şekilde hükmedilemez ve baskı altına altında tutulamaz. Gazeteciler Türkiye dahilinde milletin fikrini aydınlatma çalışmalarında tamamen serbest olmalıdırlar.”[38]
Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 14 Sayfa: 675- 680