Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Tunceli’de Ne ve Neden Oldu?

4 18.907

Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ

Sunuş

Tunceli’de dönemin PKK’sı devletin milletin ve Tunceli halkının büyük bir bölümünü oluşturan uysal, sakin, devlete saygılı ve ülkeye bağlı aşiretlerinin başına beladırlar. Erzincan ve Elazığ’ın köylüleri Tunceli’den civar köylere saldıran ve talan eden aşiretlerin şirretliğinden bıkmış ve bezmişlerdir. Bu şirretlik takriben 100 seneden bu yana devam etmektedir. Tunceli coğrafyasının sağladığı avantajı kullanan soyguncu aşiretler devletin nizamı sağlamak üzere düzenlediği askeri hareketlerden defalarca kaçarak askeri önlemleri defalarca etkisiz hale getirmişlerdir. Bu aşiretler, Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Ordusunu Rus Ordusu ile anlaşarak arkadan vurmuşlardır. Bu aşiretlerin derdi ne Zazalık ne de Kürtlüktür. Soyut bir politik ülküyü temsil etmekten uzak, çapulculuk ile yaşayan sürülerden bahsetmekteyiz.

Bu düşmanla işbirliği yapanların yanında İstiklal Harbi’nin başında Mustafa Kemal Paşa’ya göğüslerini siper eden aşiretler de vardır, onların vatanperver liderleri de. Onların çocukları aramızda yaşıyor. Evimin olduğu caddede bir dükkan var. Dükkanın sahibi Tunceli Nazimiyeli. Her görüşünde sokağa fırlar, “Allah razı olsun hocam dün akşam seni dinledik. İçimize su serptin. Bölücülerin canını okudun” der. Ya da ben Tunceli’ye gidince kahvehanede etrafımda toplanıp Türkiye’nin ve Türk Milliyetçiliğinin sorunlarını tartışırlar. Sonra ellerinde Kaleşnikofları ile dağlara korucu olarak görev yaptıkları yerlere giderler.

Bu azgın aşiretler Türkiye Cumhuriyeti yönetiminin de aynı Osmanlı Ordusu gibi bir iki kere gelip sonra bıkacağını, Tunceli ve çevresini kendi azgınlıklarına terk edeceklerini düşünürler. Ankara, bölgeye birçok nasihat heyeti yollar. Kendilerine defaatle uslanmaları için nasihat edilir. Dinlemezler. Bu arada devlet, Tunceli ve çevresinde aşiret yapısını dağıtmak, ekonomik gelişmeyi sağlamak amacı ile hukuki düzenlemeler üzerinde çalışır. Nihayet “Nasihat ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir” atasözünde olduğu gibi 1937’de hakkı kötek olan aşiretler gereken dersi almışlardır. Bu yazıyı, son günlerde yine televizyonlarda Türk Milleti, Türk devleti ve Türk Ordusuna yönelik ağır saldırıların başladığı bir ortamda yalan ve dolana karşı derledim. Yazının orijinal bir analiz olma iddiası yoktur. Sadece kimin ne yaptığını bilelim diye derlenmiştir.

Giriş

Anadolu’nın coğrafi olarak merkezine yakın bir noktada olan Tunceli coğrafyası, Osmanlı-Safevi ilişkilerinin Yavuz-İsmail Döneminde yaşadığı çatışmaların gerçekleştiği 1570’lerden bu yana önce Osmanlı devleti sonra Türkiye Cumhuriyeti için bir güvenlik sorunu olmuştur. Bu hususu Zaza milliyetçisi Ebubekir Pamukçu şu şekilde ifade etmektedir: “Dersim’in Zazaları XVI. yüzyıldan bu yana merkezi otoriteyle çatışma durumlarını Cumhuriyet’ten sonra da sürdürdüler.”[1]

Tunceli sert ve zor bir coğrafyada yaşayan aşiretler, coğrafyadan istifade ederek devlet otoritesinin bölgelerine girmesini engelledikleri gibi, bölgelerinin tarım ve hayvancılığa izin vermemesinin sonucunda geçim kaynağı haline getirdikleri sistematik vurgun ve soygunlarla sadece Tunceli’yi değil, Bayburt, Eğin, Kangal ve Sivas’a kadar uzanan bir coğrafyayı 1930’lara kadar güvensiz hale getirmişlerdir.[2]

Bu konuda E. Pamukçu’nun Dersim’de merkezileşmiş ve bütün komşu coğrafyaları terörize eden sistematik soygun sistemi ile ilgili şu ifadeleri çok önemlidir: “Fakat Dersim’in Zazaları, Dersim’in coğrafik yapısının sağladığı avantajını da kullanarak Türk-Kürt birliklerinin Dersim’e girmesine engel oldular. Böylece Dersim, Osmanlı sınırları içinde Osmanlıdan bağımsız bir bölge durumuna geldi…Dersim’in bu statüsü, küçücük bir bölgede de olsa Zaza hakimiyetinin simgesi olması bakımından önemlidir. Ama bu statü, halkımıza çok pahalıya mal olmuş, yüzyıllarca süren bu yalnızlığın sonucu olan yoksulluk bölgeyi kasıp kavurmuş, bu olumsuzluk da dinsel kurumların yozlaşması, aşiret kavgalarının yaygınlaşması ve soygunculuğun kurumsallaşması sonucunu getirmiştir…Bir çok aşiretin soygun kolları vardı. Bir soygun kolu da katırcılar, toplayıcılar, gözcüler, nişancılar gibi, bir soygun seferinde ayrı ayrı görev yapan kişilerden oluşuyordu. Yılda birkaç kez çevre illere yapılan baskınlarda ele geçirilen soygun ganimetleriyle aşiretin bir yıllık geçim yükü hafifletilmeye çalışılıyordu.Belirli aşiretlerin kendilerine ait soygun bölgeleri ve kendi denetimlerinde soygun yolları vardı. Bu yollar doğuda Kığı, batıda Arapkir ve Kemaliye, kuzeyde Kemah ve Erzincan’a dek uzardı.”[3]

Eski adı Dersim olan coğrafya, Batıda Kemaliye ve Ilıç Vadisine  Kuzeyde Erzincan ve Gümüşhane hudutlarına, Doğuda ise Kığı ve Bingöl topraklarına dayananan, Güneyini Murat Suyu’nun kestiği geniş bir alanı kapsamaktadır.[4] Munzur Suyu Dersim’i ikiye bölmektedir.Mazgirt ve Nazimiye Doğu Dersim, Hozat, Çemişgezek, Çarsancak, Pertek, Ovacık ise BatI Dersim olarak adlandırılmıştır.[5]

Dersim’de irili ufaklı 91 Aşiret yaşamaktadır.[6] Bu Aşiretler etnik kimliklerine göre Zaza, Türkmen, Kürt şeklinde tasnif edilirler. Zaza ve Türkmenlerin çok büyük bir bölümünü Aleviler oluşturmaktadır. Ayrıca Dersim’de dikkate değer bir Ermeni nüfus olduğu da bilinmektedir.[7] 1935’de yapılan sayıma göre bugün ki Tunceli sınırları içinde 107.732 kişi yaşamaktadır.[8]

Tanzimat sonrasında Anadolu’da idari birliği sağlamak isteyen Osmanlı Devleti 1860’dan itibaren Dersim bölgesinde de devlet düzenini sağlamak amacı ile yıkıldığı tarihe kadar bir çok girişimde bulunmuştur. 1863’da Erzurum Müşiri Samih Paşa’nın Dersim’de gerçekleştirmek istediği bayındırlık hizmetlerine direnç gösterilmiştir. 1860 ve 1877’de devletin Hozat ve Mazgirt’te birer kışla yaparak güvenliği sağlama ve Dersim’e nüfuz etme girişimi de Dersim’in derebeylerinin tepkisi ile karşılaşmıştır.[9]

Osmanlı Devletinin Dersim’de hakimiyet kurma çabalarından rahatsız olan Dersim derebeyleri 1877-78 Türk-Rus Harbinde Ruslara yardım vaat etmiş, Hozat ve Mazgirt’teki kışlalardaki askerler Rus Ordusu üzerine sevk edilince kışlaları basmış ve imha etmişlerdir. Hatta bazı Dersim aşiretleri bütün Erzincan bölgesini denetim altına almak isteyince Osmanlı Devleti Ali Şefik Paşa komutasındaki bir heyeti Dersim’e “tedip” amacı ile yollamış fakat sonuç alamamıştır.[10]

1893-1905 arasında da Dersim ve çevre coğrafyasında Dersim’den kaynaklanan akınlardan dolayı büyük huzursuzluklar çıkmıştır. Dersim aşiretleri özellikle Elazığ ve Malatya üzerinde denetim kurmaya çalışmışlardır. 1896’da Müşir Zeki Paşa Dersim’den kaynaklanan fitneyi bastırmakla görevlendirilmiştir. Müşir Zeki Paşa, olayları denetim altına almayırı başarmıştır.[11] 1903’de dersim Mutasarrıfı Celal Bey, bölge için bir islahat raporu hazırlamıştır.[12] 1905’de Dersim’de tekrar huzursuzluk çıkmıştır. İstanbul önce huzursuzlukları bastırmak için bir ordu yollamayı düşünmüş fakat sonra Harput Valisi’nin isteği üzerine vazgeçmiştir.[13]

1907’de  Kureyşan aşiretinin Kığı’nın köylerini ve Kemah ile Çemişkezek’i basması üzerine Harput’tan Neşet Paşa komutasındaki bir birlik Dersim’e yürüyerek eşkıya güçlerini dağıtmış ve Dersim Komutanı ünvanı ile Hozat’a yerleşmiştir.Ancak eşkiyaların tam anlamı ile ezilmemesi eşkıya aşiretleri cesaretlendirmiş, aynı sene içinde Ermenilerin de destek ve kışkırtması ile Koçuşağı, Şamuşağı, Resin aşiretleri Kemah ve Erzincan’a akınlar düzenlemişlerdir.[14]

Bunun üzerine 4. Ordu Komutanı Müşir Zeki Paşa İstanbul’dan daha etkili bir harekat için izin istemiştir. Karaballı, Ferhatuşağı ve Resik Aşiretlerinin gerçekleştirdiği ve liderliği Dersim’in dini liderlerinden Yukarı Abbas Uşağı Aşiretinin Şeyh Hasanlar kolundan Seyit Rıza’nın yaptığı talanlar üzerine 1908’de Neşet Paşa aldığı takviyelerle aşiretler üzerine bir harekat yapmıştır. Harekat başarılı olmamıştır.[15] Neşet Paşa’da İstanbul’a sadece askeri önlemler değil, islahat önlemleri alınması gerektiğini belirtmiştir. 1908’in sonunda bir kez daha bu kez Haydaranlılar üzerine askeri harekat düzenlenmiştir.[16]

Birinci Dünya Savaşı

Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile Dersim’de gerginlik başlamıştır. Gerginliğin merkezi Ferhat Uşağı Aşireti olmuştur. 1916’da Halit Bey komutasındaki bir bir nizamiye taburu Ferhat Uşağı Aşireti  üzerine sevk edilmiştir. Pivank Aşiretinin de arasında olduğu bazı aşiretler ise Elazığ üzerine yürümüş, Mazgirt, Pertek ve Çarsancak’ı basmışlardır. Hozat’ta aralarında Bahtiyarların olduğu bazı aşiretler ayaklanmıştır.Kırganlılar ve Arıllı Aşireti ise Nazimiye ve Mazgirt’i talan etmiştir.[17] Aşiretlerin bu ayaklanmaları Rus Ordusu ve Ermeniler tarafından teşvik edilmiştir.[18]

Ancak Rus Ordusu ile birlikte Pülümür’e giren Ermenilerin katliamlara başlaması üzerine aşiretler Rus Ordusuna karşı savaşmaya başlamışlar ve Rusların Dersim’i ele geçirmesine engel olmuşlardır.[19]

İstiklal Harbi   

Mondros Mütarekesi ile birlikte Kürt Teali Cemiyetinin öncülüğünü yaptığı bölücülük ve ihanet komplosu Dersim’i de kapsayan alanda başlamıştır. Baytar Nuri ve Alişir, Dersim bölgesindeki komplonun yürütücüleri olmuşlardır.[20](Bu komplonun önemli bir parçası da İngiliz Binbaşı Noel’dir.[21] Öte yandan 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa, Erzurum Kongresinden sonra Sivas’a geçerken Ferhat Uşağı Aşiretine mensup 3000 kişi Diyap Ağa’nın liderliğinde Erzincan boğazında güvenlik önlemi alarak, Mustafa Kemal Paşa’ya karşı kurulmak istenen tuzağı boşa çıkarırlar.(s….)

Mustafa Kemal Paşa ise Dersim’in önde gelenlerinden Alişan Bey ile görüşerek, Dersim aşiretleri ve Koçgiri Aşiretinin milli mücadeleye desteğini istemiştir.[22]

Koçgiri İsyanı, (Ekim 1920-17 Haziran 1921)

Koçgiri Aşireti, Sivas civarında, Dersim’in Hozat ilçesine komşu coğrafyada beş büyük kabileden oluşan ve 135 köyde yaşayan Kürtçe konuşan Türkmen kökenli bir Alevi aşiretidir.[23] Koçgiri Aşiretinin liderleri Alişan ve Haydar beylerdir. Haydar Bey, Mondros Mütarekesi sonrasında Kürt Teali Cemiyetine girmiştir. Mart 1920’de Koçgiri Aşireti üyesi Alişir, Ovacık ve Hozat’ta Kürtçü propagandaya başlamıştır.[24] Yunan askeri istihbaratı tarafından desteklenen bu ilk çalışmaları Zara ilçesinde ve Sivas’in diğer bölgelerinde karakolların basılması ve cephane sevkiyatının engellenmesi izlemiştir.[25] Ankara, gelişmeleri kontrol etmek için Koçgiri Aşireti reisi Alişan’ı Refahiye Kaymakamlığına, Haydar’ı ise İmranlı Müdürlüğüne atar.[26]

Bu sırada Alişir, Ekim 1920’de Kemah’ta 150 kişi ile baskın ve soygunlara başlamıştır.Öte yandan Refahiye kaymakamlığına atanan Alişan Bey, 100 kişi ile Ovacık’a gelir, oradan yanına bazı aşiret reislerini alarak Hozat’a geçer ve orada Kürdistan’ın bağımsızlığı için mücadele etme amacı ile bir yemin töreni düzenler.[27] Meşruiyet döneminde Ermenilerle işbirliği yapan ve Taşnaksutyün Komitesine üye olan Seyit Rıza bu toplantıya  katılan aşiretlere güvenilmeyeceği gerekçesi ile katılmamıştır.[28] Hozat toplantısından sonra Ankara Hükümetine bir muhtıra verilerek, “Kürdistan’a özerklik” talep edilir.[29]

Ankara, zaman kazanmak amacı ile Elazığ’dan Dersim’e bir heyet yollar. Bu heyet isteklerin kabul edileceğini bildirir. Bunun üzerine batı Dersim Aşiretleri Ankara’ya bir telgraf çekerek “eğer Sevr şartları uygulanmaz ise silahlı mücadeleye başlayacaklarını” açıklarlar. Bu sırada Dersim’in önde gelen Aşiretlerinden Ferhat Uşaklarından Diyap Ağa ve ..Aşiretinden Meço Ankara’ya milletvekili olarak davet edilmişlerdir. Dersimliler, bu milletvekillerinin kendilerini temsil edeceğine inanmışlardır.[30]

Bu sırada dersim üzerinde etkisini artıran Seyit Rıza Dersim merkezini işgal ederek Ankara hükümetine bir telgraf çekmiş ve Diyap ve Meço Ağaların Dersim’i temsil etmediklerini Dersim’in bağımsız Kürdistan istediğini, Kürdistan’ın ancak konfederasyon ile Ankara ile birleşeceğini açıklamıştır.[31]

Bu arada Koçgiri aşiretinin isyanı gelişmiş ve yayılmaya başlamıştır. İsyancılar İmranlı civarındaki Türk köylerinde büyük bir katliam yapmışlardır.[32] 10 Mart 1921’de hükümet Erzincan Sancağı, Sivas’ın Divriği ve Zara kazalarında sıkıyönetim ilan etmiştir. İsyancılar ise 12 Mart’ta Kemah civarındaki Türk köylerinde katliam yapmış, 13 Mat’ta Erzincan’ı yağmalamışlardır.[33] 13 Mart 1921’de Sakallı Nurettin Paşa Merkez Ordusu Komutanı olarak Koçgiri Aşiretinin ve Dersim’den gelerek isyana katılan aşiretlerin isyanını bastırma görevi vermiştir. Merkez Ordusu, 11 Nisan 1921’de isyanı bastırma harekatına başlamıştır.[34]

26 Mart 1921’de isyancılar Pülümür aşiretlerinden yardım istemiş iseler de aşiretler Ankara’nın yanında yer almışlardır.[35] Bu sırada Dersim aşiretlerinden Beytan Aşireti Kemah’ı, Seyit Rıza’nın telkini ile Aşuran Aşireti ise Erzincan’ı tehdid ederek, Koçgiri Aşiretine destek vermişlerdir. Merkez Ordusu, 27 Nisan-24 mayıs 1921 tarihleri arasında isyancılarla 15’den fazla çatışmaya girmiş, 500’den fazla isyancı öldürülmüştür.[36]

Merkez Ordusu, Sivas’ta isyancıları bastırınca bir çok isyancı unsur aileleri ile Dersim’e çekilmişlerdir. Dersim aşiretleri ise 21/22 Mayıs gecesi Kemah ve Ilıç’ı basarak isyanı sürdürmüştür. Nureddin Paşa, Ovacık merkezli olarak Dersim’e yönelik sert bir harekatı savunmuş, fakat hükümet bu teklifi kabul etmemiştir.  30 Mayıs’ta Dersim’den 500 kişilik bir güç Koçgiri Aşiretine yardım için Sivas’a gelmiş ve 2 Haziran’da Merkez Ordusu birlikleri tarafından mağlup edilmiştir. Bu mağlubiyet üzerine Alişan Bey 17 Haziran 1921’de teslim olmuştur.[37]

Koçgiri Aşiretinin mağlubiyetinden sonra Seyit Rıza ve Alişir, Dersim’de aşiretleri bir kez daha isyan için bir araya getirmişler ise de başarılı olamamışlardır. Birkaç aşiretin saldırısı Merkez Ordusu tarafından ezilmiştir. Mustafa Kemal Paşa,  Seyit Rıza’dan sükünetin muhafazasını rica etmiştir. 1922’de Dersim, Mamuretül Aziz Vilayetinden ayrılarak il yapılmıştır.[38]

Cumhuriyet Döneminde Dersim

Cumhuriyet döneminde de Dersim yüz yıllardan bu yana muhafaza ettiği devlet içinde bağımsız bölge konumunu sürdürmek istemiştir. E. Pamukçu, 1921 Koçgiri yenilgisinden sonra Dersim aşiretlerinde Zazalık bilincinin geliştiğini İstiklal Savaşından sonra Ankara’nın Dersim’e yönelik önlemler alacağını anladıklarını ileri sürmektedir. Bundan dolayı, aşiretlerin birleşme çabaları olmuş; fakat aralarındaki ihtilaflardan dolayı başarısız olmuşlardır.[39]

Seyit Rıza, Dersim’in lideri iddiası ile Cumhuriyet rejimine her vesile ile meydan okumaktadır. Daha 1924 yılında Halk Fırkası Dersim milletvekilliğine Feridun Fikri Bey’i aday gösterince, Seyit Rıza buna karşı çıkmış ve Dersim’i ancak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası mensubu Hasan Hayri Bey’in temsil edebileceği iddiası ile bin-iki bin kişilik bir güçle Feridun Fikri Bey’i yakalamak için Hozat’ı kuşatmıştır.[40] Olay, Hozat Jandarma Komutanının girişimi ile yatışmıştır.[41]

Şeyh Sait İsyanı, (Şubat 1925-15 Nisan 1925)

Bunu Şubat 1925’de çıkan Şeyh Sait isyanı izlemiştir.[42] Kendisi Sünni Zaza olan Şeyh Sait, Dersim’in Alevi  Zazaları ile irtibat kurarak isyanda destek istemiştir. Girvan Aşireti Reisi Halit Bey isyanı desteklemiş, fakat birçok aşiret beyi Ankara’ya bağlı olduklarını bir telgraf ile bildirmişlerdir. Seyit Rıza ise sessiz kalmayı tercih etmiştir. Bu sırada Seyit Rıza’nın desteklediği Hasan Hayri, Şeyh Sait’in yanında yer almıştır.[43]

Şeyh Sait güçlerinin Dersim/Pertek’e nüfuz etme girişimleri üzerine Dersim Aşiretlerinden Hıran Aşireti, İzol Alevileri ve Ohi bucağından Necip Ağa, Pertek bölgesinde Şeyh Sait güçlerini püskürtmüşlerdir. Ayrıca isyana katılmadıkları için Kürtçü Baytar Nuri (M. Nuri Dersimi) tarafından gafil olarak nitelendirilen Dersimliler Şeyh Sait’in Elazığ’daki karargahını tehdit etmişlerdir. Türk Ordusu, isyanı bastırma harekatına 24 Mart 1925’de başlamış, 15 Nisan 1925’de Şeyh Sait isyanını bastırmıştır.[44] Şeyh Sait isyanının bastırılmasından sonra ordu müfettişi orgeneral Dersim’in merkezine gelmiş ve Dersim ağaları, orgeneralin elini öpmek, bağlılık bildirmek üzere toplanmışlardır. Seyit Rıza’nın bu grup içinde olmadığı görülmüştür.[45]

Koçuşağı Aşireti İsyanı, (Eylül 1926)

Hükümet, Şeyh Sait isyanından hemen sonra İçişleri Bakanlığı Müfettişi Hamdi Bey’e ve Elazığ Valisi Cemal Bardakçı’ya 1925 sonlarında Dersim ile ilgili bir rapor hazırlaması görevi vermiştir. Hamdi Bey raporunda derhal ve kat’i bir şekilde Dersim’de genel bir tedip harekatı yapılması gerektiğini bildirmiştir.[46]Ancak Hamdi Bey de raporunda askeri harekatın kalıcı ve başarılı olması için alınması gereken kapsamlı ekonomik, sosyal ve idari önlemleri ortaya koymuştur.[47] Cemal Bardakçı, Türkçe bilmeyene rastlamadığını söylediği Dersim’de korkunç bir fakirliğin olduğunu,[48]  meselenin kökünde mezhep sorunu bulunduğunu, yumuşak yaklaşılması gerektiğini sadece adam olmayacağı belli olan Koçuşağı Aşiretinin ezilmesi gerektiğini bildirmiştir.[49][50]

Şeyh Sait isyanının bastırılmasından bir süre sonra, Şeyh Sait isyanı sırasında Çemişgezek’e saldıran Koçuşağı (Koçan veya Koç aşireti) Aşireti ile Şeyh Sait isyanından sonra yakalanamayıp dağa çıkan isyancı unsurlar tekrar tehdit oluşturmaya başlamışlardır. Bu aşiret her zaman soyguncu talancı olmuş bir aşirettir. Bunun üzerine 19 Eylül 1926’da Elazığ ve havalisi Komutanı Albay Mustafa Muğlalı, Koçuşağı Aşireti’ni tedip etmekle görevlendirilmiştir.[51]Harekat bazı aşiretlerin Koçuşaklı asilere yardım etmesine rağmen hızla ilerlemiş ve son olarak Kılabuz Deresine sığınan Koçuşağı Aşireti mensubu asiler 28 Kasım 1926’de temizlenmişler ve harekat sona ermiştir.[52]

Öte yandan Cumhuriyet rejiminin kurulmasından sonra da Osmanlı döneminde olduğu gibi Dersim aşiretleri, vergi ve asker vermeyi reddetmişlerdir.[53]Dersim çevresine yönelik sistematik eşkıyalık eylemleri ise sürdürülmeye devam edilmiştir.

Birinci Umum Müfettişlik Dönemi, (Sonbahar 1927-)

Güneydoğu Anadolu’da genel bir ıslahat yapmak ve devlet otoritesini tesis etmek amacı ile hükümet 1927 sonunda Diyarbakır’da Birinci Umum Müfettişliği kurmuş ve başına İbrahim Tali Öngören’i atamıştır.[54] 1927 yılında Birinci Umum Müfettişlik İstihbarat Dairesi Dersim Aşiretlerinden Demenan ve devlet memurlarına karşı olumsuz davranan Haydaranlılar arasında yabancı casus hareketlerini tespit etmiştir. Ayrıca bölge dışı unsurların sürdürdüğü siyasi Kürtçülük faaliyetleri de yoğun bir şekilde devam etmektedir.[55] 1928 Temmuzunda Ovacık’a gelen İbrahim Tali Bey, inceleme ve temaslarından sonra Dersim’de bürokratik yapının güçlendirilmesi gerektiğini; fakat şimdilik bir askeri harekata gerek olmadığı kararını vermiştir.[56]

Ağrı İsyanı’nın başlaması üzerine Dersim’in Pülümür ilçesindeki Aşiretler tekrar faaliyetlere başlamış, civar bölgelere saldırılarda bulunmuşlardır. Pülümür Aşiretlerinin saldırılarına kendisi de Dersim’de pasif direnişe geçen Seyit Rıza’nın desteği ile bazı diğer Aşiretler de destek vermişlerdir.[57]

Pülümür Tedip Harekatı, (Ekim-Kasım 1930)

Ağrı İsyanı sırasındaki tavırları ve isyandan sonra Pülümür Kaymakamının evinin gece kurşunlanması üzerine İsmet Paşa Hükümeti 8 Ekim 1930’da Pülümür’de tedip harekatının yapılması kararını almıştır. Harekat Pülümür’den Nazımiye ve Ovacık’a genişletilmiştir. Bu harekata Seyit Rıza’nın tepkisi, bir yandan Balan, Lolan ve Karsan aşiretlerini Erzincan ve Erzurum’a saldırtmak öte yandan Briman, Haydaran, Demenan Aşiretleri ile Pülümür aşiretlerine yardım etmek olmuştur.[58]

M. Nuri Dersimi, “Kürdistan Tarihinde Dersim” adlı kitabında o günleri şöyle anlatmıştır: “Kürt kahramanların faaliyetinin 1930 yılı başlarında alevlendiğini ve bütün Kürdistan’ı içine alacak şekilde yayıldığını Dersimli Seyit Rıza’ya haber vererek bu hareketi desteklememizin zorunlu olduğunu bildirmiştim. Bunun üzerine, Seyid Rıza ve Keçalan aşiretleri 1930 yılı ilkbaharında ayaklanarak, Erzurum ve Erzincan mıntıkalarında bulunan Türk kuvvetlerine şiddetli saldırıya başladılar. Seyid Rıza’nın başlattığı bu ayaklanma mıntıkası günden güne yayılıyor ve bu, Türkler için korkunç gelişmeler oluşturuyordu.”[59]Buna rağmen Türk birlikleri 15 Kasım 1930’da isyanı kesin şekilde bastırmışlardır.[60]

Dersim’de Islahatın Teorik Alt Yapısı

Pülümür tedip harekatından sonra Ankara, hızla Dersim’de reform girişimlerine başlamıştır. Çünkü Cumhuriyetin kurulmasının üzerinden 7 yıl geçmiş olmasına rağmen Dersim hala Anadolu içinde bağımsız konumunu muhafaza ettiği gibi, sosyal, ekonomik, kültürel dokusu ile yüzyılların gerisindedir. 1930’ların başında Dersim’i ziyaret eden bir gazeteci, N. H. Uluğ’un incelemesinde şehirde ticaretin hala olmadığını, Dersim aşiretlerinin çevre illere yaptıkları baskınlar ile talan ekonomisi çerçevesinde varlıklarını sürdürdüklerini kaydetmektedir.[61]

Reform öncesinde siyasetçiler ve bürokratlar Dersim ile ilgili bir dizi rapor hazırlamışlardır. Pülümür harekatının ikinci aşamasını yürüten 3. Fırka Komutanı Halis Paşa Dersim ıslahatı ile ilgili bir rapor hazırlamıştır. Onun raporunu bölgeye bir ziyaret yapan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın 18 Kasım 1931 tarihli raporu izlemiştir.[62] 21 Aralık 1931’de Birinci Umum Müfettişi İbrahim Tali Bey kapsamlı bir Dersim raporu hazırlamıştır.[63]1932’de ise Jandarma Genel Komutanlığı “Dersim” başlıklı bir rapor hazırlamıştır. 21 Ocak 1933’de Hüsrev Gerede doğu bölgelerinin ıslahı ile ilgili kapsamlı bir raporu Genelkurmay Başkanlığı ve Dışişleri Bakanlığına vermiştir.[64]

Bütün bu raporların gösterdiği husus, Cumhuriyetin Dersim’de kaba kuvvete dayanan bir tasfiyeyi değil, çok boyutlu bir programı hazırladığıdır. Bu programın ekonomik, sosyal, kültürel ve imar/inşa faaliyetlerini kapsadığı görülmektedir. Bu raporların ışığında 1934’de “İskan Kanunu”, 1935’de Başbakan İsmet İnönü’nün Doğu gezisi sonrasında Atatürk için hazırladığı rapor sonrasında “Tunceli Kanunu” çıkarılacaktır.

İskan Kanunu ve İnönü’nün Doğu Raporu

TBMM 2733 sayılı “İskan Kanunu” 14 Haziran 1934’de kabul etmiştir. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, yasanın bir dil, medeniyete girme, göç, iskan ve topraklandırma yasası olduğunun altını çizmiştir. Kanunun Dersim ile ilgili hükümleri de bulunmaktadır.  “İskan Kanunu” “Aşirete hükmi şahsiyet tanınmaz” diyerek, Dersim’deki temel sosyal örgütlenme biçimi olan aşiretin hukuki altyapısını tasfiye etmiştir. Ayrıca kanun, gerektiği zaman Dersim’e nüfus iskan etme ve Dersimlilerin Dersim dışına iskanı yetkisini İçişleri Bakanlığına vermiştir.[65]

İskan Kanununun çıkmasından kısa bir süre sonra İnönü, 29 Haziran 1935’dan 7 Ağustos 1935’e kadar süren Doğu illerine bir seyahate çıkmıştır. Bu gezi sonrasında İnönü, Atatürk ile 9 ve 11 Ağustos tarihlerinde iki toplantı yapmıştır.[66]11 Eylül 1935’de Tarım Bakanı Muhlis Erkmen Doğu bölgesine ziyarete çıkmıştır.[67]

Tunceli Yasası, (Aralık 1935)

Atatürk 1 Kasım 1935’de TBMM’nin açılış konuşmasında “Dersim bölgesinde esaslı bir ıslahat programının tatbiki de düşünülmüştür” diyerek, Cumhuriyetin uzun bir fikri hazırlıktan sonra Dersim ile ilgili yeniden yapılandırma programını son aşamaya taşıma kararlılığı içinde olduğunu göstermiştir. Nitekim TBMM, 25 Aralık 1935’de “Tunceli Vilayeti’nin İdaresi Hakkında” 2884 sayılı kanunu kabul etmiştir.[68]

Tunceli Kanunu, Cumhuriyet rejiminin yüz yıllardan bu yana süren devlet içinde devlet veya “vahşi batı” konumunu sona erdirecek, siyasi, hukuki, ekonomik, sosyal, askeri ve polisiye önlemler bütününün alt yapısını hazırlamıştır. Yasa ile amaçlanan tarihin derinliklerinde kalmış, feodalitenin dini istismarı üzerine kurulu bir sistemin tasfiye edilerek, Tunceli’nin ve halkının modern bir toplum olma yolunda hızla ilerleyen Türkiye’nin geri kalan kısmı ile bütünleştirilmesidir.

Yasa ile Dersim adı değiştirilmiş, Tunceli adlı, 9000 kilometrekarelik bir alana yayılan bir il tesis edilmiştir.[69] Pülümür, Nazimiye, Mazgirt, Pertek, Hozat, Ovacık, Çemişgezek ilçeleri Tunceli’ye bağlanmıştır.

Tunceli Kanunu ile yeni vilayetin valisi aynı zamanda korgeneraldir ve kurulan Dördüncü Umumi Müfettişliğin umumi müfettişidir.(md.1) Kaymakamlıklara muvazzaf subayların atanabileceği karara bağlanmıştır.(md.3) İdam cezalarının infazı için vali-komutana yetki verilmiştir.(md.33) Tunceli’de devlet otoritesinin tesis edilmesine yardımcı olacak adli mekanizma güçlendirilmiştir.

Hükümet Tunceli’de yapılacak ıslahat çalışmalarına gelebilecek herhangi bir tepkinin Tunceli’ye komşu olan Bingöl ve Elazığ’ı doğrudan etkileyeceğini düşünürek, eşgüdümü sağlamak amacı ile 16 Ocak 1936’da Tunceli, Bingöl ve Elazığ’ı kapsayan Dördüncü Umumi Müfettişliğin oluşturulmasına karar vermiştir. Koçgiri isyanının bastırılmasına da katılan ve Koçgiri ayaklanmasını bastıran Sakallı Nurettin Paşa’nın damadıdır.[70] General Abdullah Alpdoğan Dördüncü Umumi Müfettişliğe atanmıştır.[71]

General Abdullah Alpdoğan, derhal Bingöl, Elazığ ve Tunceli’de sıkıyönetim ilan etmiştir. Çemişgezek, Ovacık, Hozat ve Mazgirt’te bir askeri kışla ve karakol inşaatlarına başlanmıştır. Ayrıca, yol, köprü, hükümet konağı, dispanser ve okulların yapımına başlanmıştır.[72] General A. Alpdoğan, Tunceli’yi adım adım gezerek halkla temas kurmuş, tavsiyelerde bulunmuş ve özellikle hayvancılığın geliştirilmesi için halka yardımda bulunulmuştır.[73]

Tunceli’de devlet binalarının açılmaya başlaması, binaların inşaatında Tuncelililerin çalıştırılması ve halkın aşiret reislerinin denetimi dışında para kazanmaya başlaması, yayılan okullar yavaş yavaş aşiret reislerinin otoritesini tahrip ettiği için aşiret reislerinin tepkisi doğmaya başlamıştır. Tuncelilerin iyi işçiler oldukları devlet raporlarından diplomatik belgelere geçmeye başlamıştır.[74]

Tunceli’de dışarından gelen tüccarların ticaret yapmasına izin vermeyen, halkı topraklarını ağaların üzerine yapmaya zorlayan aşiret ağaları için damlayı taşıran devlet önlemlerinden birisi de tapu kadastronun halka ait olan ve ağaların el koyduğu toprakları incelemeye başlaması olmuştur.[75] 1936 senesinde dahi Erzurum yöresinde yol kesen ve soygun akınları düzenleyen aşiretler, Tunceli’de devlet otoritesinin kurulmasının bütün bunlara son vereceğini anlamışlardır.[76]

Bu sırada Suriye’den Tunceli’ye gelen Hoybun örgütü bağlantılı bazı Ermeni tahrikçiler ve Koçgirili Alişar, halk arasında bazı aşiretlerde etkili olmaya başlamıştır.[77] Seyit Rıza önderliğinde Yukarı Abbas Uşağı, Ferhat Uşağı, Karaballı Aşireti, Bahtiyar aşireti, Yusufan Aşireti, Demenan Aşireti, Haydaran Aşireti ve kısmen Kalan Aşireti devlete karşı koyma konusunda anlaşırken, 91 aşiretin çok büyük bir bölümü isyana katılmama kararı almıştır.[78]

General A. Alpdoğan, tahrikleri ve gerginliği hissettiği için aşiretlerden silahlarını teslim etmelerini istemiştir. Ancak bu sırada Demenan ve Nazımiye aşiretlerinin karakollara ve devlet binalarına saldırıları başlar. Seyit Rıza ise General Alpdoğan’dan Tunceli kanununun kaldırılmasını ve Tunceli için özel ve etnik haklar tanıyan yeni bir yasanın çıkarılmasını istemiştir.[79]

Bu sırada Seyit Rıza, devlet aleyhinde kapsamlı bir propagandaya başlamıştır. Bu propaganda ile 1)aşiret kadınları gündüzleri kocalarının geceleri askerlerin malı olacaktır. 2)Yapılan karakollar sürülecek olan aşiretlere posta mevkii olarak yapılmaktadır. 3)Köy halkı bir eve tıkılacak kapısında polis bekleyecektir. 4)Ekmek ve odun vesika ile verilecektir. 5)Keçiler için meşe yaprağı vesika ile verilecektir. 6)Halkın bütün kazandığı elinden alınacaktır.”[80] Görüldüğü gibi Seyit Rıza’nın propagandası “Kürtçülük üzerine kurulu” değildir.

1937 İsyanı, (21 Mart 1937-10 Eylül 1937)

İsyan için ilk toplantı Seyit Rıza ve Demenan Aşireti reisi Cebrail’in önderliğinde Haydaran Aşireti bölgesinde Kürpik’te yapılmıştır. Toplantıya Abbasuşağı, Yusufan, Demenan, Haydaran, Kureyşan ve Bahtiyar Aşireti reisleri katılmıştır. Toplantıda Cebrail’in “Mektep, nahiye bizim nemize? Bunları ortadan kaldırmalıyız. Hepsini yakmalıyız” derken, isyanın gerçek motifini ortaya koymaktadır.[81] Toplantıya katılan aşiretler hükümete bir ültimatom vererek, 1)Karakol yapılmamasını, 2)Köprü inşa edilmemesini, 3)Yeni nahiye ve kaza merkezleri ihdas edilmemesini, 4)silahların toplanmamasını ve 5)pazarlık usulü vergi alınmasını istemişlerdir.[82]

Asi aşiretlerin sayıları az olmakla beraber bu aşiretler büyük aşiretlerdir. Bundan dolayı isyana destek veren aşiretlerin nüfusu 25-30 bin arasındadır.[83]Bu da Tunceli nüfusunun %30’unu oluşturmaktadır. E. Pamukçu’da ayaklanmanın hemen öncesinde Tunceli aşiretleri arasında büyük anlaşmazlıklar olduğu için birleşemediklerini ve yenilginin en önemli iki nedeninden birisinin bu olduğunu söylemiştir.[84]

İsyancı aşiretler bu ültimatomdan sonra 21 Mart 1937 Nevruz gecesinde basma kararı almışlardır. Anılan gece Demenan ve Haydaranlılar aşiretlerinden bir grup asi Demenan Aşireti reisi Cebrail’in oğlu Keko’nun önderliğinde Pah bucağı ve Kahmut’u birbirine bağlayan harç Deresi üzerindeki tahta köprüyü kaymış ve Pah Karakolunu basmışlardır.[85] Artık 1937 isyanı başlamıştır.

İsyancılar 25 Mart’ta Kahmut-Pah telefon hattını kesmiş ve Seyit Rıza’nın aşireti ise Hozat’ın Sin Köyündeki karakolu basarak cephaneliği yağmalamıştır. Bu baskınlardan sonra Seyit Rıza yönetiminde 2 Nisan ve 4 Nisan’da toplantı yapan asilerin saldırıları bu toplantılardan sonra artmıştır.[86] Ankara ise olayları yakından izlemekte, istihbarat toplamakta ve askeri hazırlıklarını yapmaktadır. İsyancı aşiretler ise diğer aşiretleri yanlarına çekmek için başarısız çalışmalar yapmışlardır. Nisan ayı böyle geçmiştir.

1 Mayıs’ta Genelkurmay Başkanlığı, savunmada olan birliklerin saldırıya geçerek isyanı bastırmasını istemiştir. 3 Mayıs 1937’de Türk hava kuvvetlerinin Keçiseken Köyünde toplantı halinde bulunan isyancı aşiretlerin reislerini bombalaması ile Türk Ordusu’nun isyan bastırma harekatı başlamıştır.[87]Böylece 1860’dan bu yana Tunceli bölgesine yapılan 12. askeri harekat başlamıştır.[88] İsmet İnönü, TBMM’de yaptığı konuşmada bundan önceki askeri harekatları gelip geçen “sel harekatı” olarak nitelendirmiş, “Biz muhalefet edenlerin mukavemetlerini bertaraf ettikten sonra kendi programımızın hiçbir şey olmamış gibi takip olunmasını esaslı vazifemizden saydık” diye devam etmiştir.[89]

4 Mayıs’ta Hükümet Atatürk ve Çakmak’ın katılımı ile isyanın bastırılması ile ilgili bir toplantı yapmıştır. Aralarında Muhafız Alayı komutanı Albay İsmail Hakkı Tekçe komutasındaki Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’nın usta erlerinin de bulunduğu[90] 25 bin askerin oluşturduğu birliklerin harekata başlamasından kısa bir süre sonra isyancı aşiretler arasında hızla bir çözülme başlamıştır. Cebrail, kendi aşireti olan Demenan’dan yüzlerce asinin ordu güçlerine teslim olmaya hazır olduğunu Seyit Rıza’ya bildirmiştir. Bunun üzerine isyancı reisler Munzur Nehri kıyısında Halvori’de Seyit Rıza’nın son kozu olan bir toplantı düzenlemişlerdir. Seyit Rıza ve Cebrail sonuna kadar direnme kararı almışlardır.[91]

Ordu yetkilileri ise Demenanlı ve Haydaranlı aşiretlerinin üzerine gitmek yerine Seyit Rıza’nın yalnızlaştırılması ve yakalanmasını hedeflemişlerdir. Bu amaçla yapılan çalışmaların sonunda Yusufanlıların reisi Kamer Ağa ve aşiretin büyük kısmı, Yukarı Haydaranlılar ve Demenanlılardan bir kısım asi teslim olmuşlardır.[92] İsyanı bastırmak için operasyonlar sürerken, halka uçaklardan atılan bildirilerde “Cumhuriyet hükümeti sizi şefkat ve merhamet kucağına almak, sizi mesut etmek istiyor. İçinizde bunu anlamayanlar çoktur ki, hürmetsizlik ediyor, veyahut içinizde bazıları şahsi menfaatleri için sizi kurban vermek istiyor” denilmektedir.[93]

Gerileyen isyancılara yönelik büyük etkisi olan bir askeri operasyon 6 Haziran 1937’de Sabiha Gökçen’in Seyyid Rıza’nın evini uçakla yaptığı saldırı sonunda bombalamasıdır.[94] Haziran 1937 içinde asilerin gücü büyük ölçüde kırılmış, Kutu deresi, Kırmızı dere Sultan baba Dağına sığınan asiler etrafında çember atılmıştır. Kutu deresinde direnişi sürdüren Seyit Rıza, Haziran 1937’de hükümete bir mektup yazıp, bazı şartlar ileri sürüp ve şartlarının yerine getirildiği takdirde teslim olmak istediğini bildirmiştir.[95]

Ancak hükümet Seyit Rıza’nın taleplerini tartışmadığı gibi Başbakan İnönü, 19 Haziran’da incelemeler yapmak üzere Tunceli’ye gelir. Bu sırada Elazığ’da kurulan mahkemede yakalanan ve teslim olan asilerin yargılanmasına başlanmıştır. Seyit Rıza bir mektup daha yazarak teslim olmak istediğini bildirmiştir.[96]

Seyit Rıza, değişik girişimlerle isyanı tekrar ayağa kaldırmak için çalıştıktan sonra başarılı olamayınca üçüncü kez teslim olacağını, kendisine bir başka ülkeye sığınmak için yol verilmesini isteyen mektubunu Haziran 1937’de yazmıştır.[97] Temmuz 1937’de devlet güçleri Tunceli’de imar ve halka yönelik eğitim/öğüt faaliyetlerine başlamışlardır. Suriye’den gelen ve aralarında Şeyh Sait’in kardeşi Şeyh Abdurrahman’ın da bulunduğu bir grup, Tunceli isyanını tekrar canlandırmak istemiş ise de çatışmada öldürülmüşlerdir. Ağustos ayı içinde güvenlik güçleri çatışmalarda Seyit Rıza’nın büyük oğlu Hasan ve üç torununu öldürürler. Seyit Rıza ve Bahtiyar Aşireti reisi Şahin dışında isyana katılan altı aşiretin reisi yakalanmıştır. 26 Ağustos’da Şahin’de öldürülmüştür. 10 Eylül’de Seyit Rıza yanında iki adamı ile Erzincan jandarmasına teslim olmuştur.[98] Böylece isyan sona ermiştir.

Seyit Rıza tutuklanarak yargılanmak üzere götürüldüğü Elazığ’da mahkeme önünde toplanan halka “Ben Türk’üm. Türk milletine isyan etmedim” diye bağırmıştır.[99] 15 Kasım 1937’e kadar süren mahkemelerin sonunda 11 kişi idama, 33 kişi ise ağır hapis cezalarına mahkum olmuştur. 14 kişi beraat ederken, yaşlı oldukları için dört kişini cezası idamdan ağır hapis cezasına çevrilmiştir. İdama mahkum olanlar, Seyit Rıza, oğlu Resik Hüseyin,Seyhanlı aşireti reisi Hasso Seydo, Yusufanlı Aşireti reisi Kamer oğlu Fındık, Demenanlı Aşireti reisi Cebrail oğlu Hasan,  Kureyşanlı Ulukiye oğlu Hasan ve Mirza oğlu Ali’dir. İnfazlar aynı gün gerçekleşmiştir.[100]

Birinci isyanın bastırılmasından sonra hazırlanan bir İngiliz raporuna göre “Asilerin zayiatı ise şöyledir: 265 ölü, 20 yaralı, 27 yakalanan ve 849 teslim olan… Hükümet, asilere karşı nispeten yumuşak ve merhametli davrandı.”[101] İsyanın bastırılmasından hemen sonra Tunceli’yi ikinci İsviçre yapma iddiasında olan Ankara, şehirde 3 milyon liralık bir yatırım programını uygulamak için harekete geçmiştir.[102]

1938 İsyanı, (2 Ocak 1938)

İsyanın bastırılmasından sonra Tunceli’de devlet nizamının sağlanması amacı ile bir dizi işlem yürütülmeye başlanmıştır. Bunlardan birisi de asker kaçaklarının asker alınması için jandarmanın yaptığı aramalardır. 2 Ocak 1938’de Kör Abbas, Keçel ve Başuşağı aşiretlerine mensupları yedi jandarma erini Masuluşağı Köyünde tuzağa düşürüp şehit etmişlerdir. Aynı grup daha sonra Mercan Deresinde bulunan Mercan karakolundan Aktaş Köyüne giden iki eri daha şehit etmişlerdir.[103]

Bu saldırılar öncesi ve sonrasında Keçel, Kör Abbas, Baluşağı, Aşuran, Demenan, Haydaran ve Bahtiyar aşiretleri tarafından  1)ağaların sürüleceği, 2)Adliye tarafından cezaları tecil edenlerin durumunun geçici olduğu, 3)Hükümetin her geçen gün özgürlüklerini elinden alacağını ve 4)1937’de askeri harekat düzenleyen devlet bir daha kısa zaman içinde harekat düzenleyemez şimdi tekrar isyan zamanıdır şeklinde dört esas üzerine kurulu bir propaganda başlatılmıştır.[104]

Bu gelişmeler üzerine hükümet jandarmaların şehit edildiği Mansul Uşağı köyündeki Mansul uşağı aşiretine yönelik bir operasyon başlatma kararı almıştır. Bu amaçla birliklerin 1 Haziran 1938’de hazır olması emri verilmiştir. Hükümet TSK’ya Tunceli’de gerçekleştirilmesi gereken 10 hedef vermiştir. Bunlar, 1)son saldırılara sebep olanların ezilmesi, 2)1937 harekatından kalanların yakalanması, 3)Asker kaçaklarının yakalanması, 4)Silah toplanması,5)Son olayları yapanların ve dağ başındaki şüpheli unsurların (2000-5000 kişi) Tunceli dışına sürülmesi, 6)Yasak bölgelerin tespiti, 7)Çemişgezek’te tapu dağıtılması, 8)Gemişgezek yakınlarındaki köylülere tapu dağıtılması, 9)Devlete itaat edenlere tarıma uygun arazi verilmesi, 10)İnşaatlara devam edilmesi.[105]

8 Haziran 1938’de TSK aldığı emirleri yerine getirmek amacı ile Birinci aşaması Mercan Deresi, ikinci aşaması Merho Deresi ve üçüncü aşaması Kalan Deresi olan ve 31 Ağustos 1938’de bitmesi planlanan askeri harekatı başlatmıştır. Harekatın Mercan Deresi aşaması kısa zamanda son bulmuş ve burada isyancılar 11 Haziran’da aileleri ve sürüleri ile teslim olmuşlardır.[106]

İsyana  Koç, Şam Uşağı, Yukarı Abbas, Kureyşan ve Şeyhan aşiretlerini takılması üzerine isyan küçük boyutlu çatışmalarla Çemişgezek bölgesine yayılmıştır. Bunun üzerine bir tugay takviye Tunceli’ye sevk edilmiştir. Koç Aşireti ise 18 Haziran’da çekingen davranan aşiretlerinde isyana katılmasını sağlamak için Amutka karakolunu basmış ise de Hozat’tan taarruza geçen Seyyar jandarma Piyade Alayı 22 Haziran’da isyancıları Kozluca ve Aliboğazına çekilmeye zorlamış, karakolu kurtarmıştır.[107]

İsyancı aşiretler ise Karaballılar gibi isyana katılmayan aşiretlerin köylerine saldırmaya ve yağmalamaya başlamışlardır.[108] 28 Haziran itibarı ile Türk birlikleri 33 şehit vermiş, 60 asker yaralanmıştır. 163 isyancı öldürülmüş veya yaralanmıştır. 866 isyancı teslim olmuştur. 60 köy yakılmıştır.[109]

29 Haziran 1938‘de Başbakan Celal Bayar, “Dersim denilen işi suret-i kat’iyede halletmek”  amacı ile 3. Ordu’nun manevra çalışmalarını Tunceli’de yaparak, isyanın bastırılmasına dahil olacağını açıklamıştır. 1 Temmuz’da 4. Müfettişlik uçaklardan atılan bildiriler ile son bir uyarıda bulunarak isyancıları teslim olmaya çağırmıştır.[110] Aynı gün isyancıların durumu ise şöyledir:

  1. Haydaran ve Kör Abbas aşiretlerinden 100 isyancı Timnas tepeleri ve Roşnak boğazını tutmaktadır.
  2. Demenanlı 50 isyancı Dolubaba ve Kerenko tepelerindedir.
  3. Keçel Aşiretinden 100 isyancı Karasakal yaylası civarındadır.
  4. Keçel Aşiretinden 50 isyancı Dojikbaba’nın kuzey sırtlarındadır.
  5. Abbas, Aşuran ve Beyit aşiretlerinden 50 kişi Dojikbaba’nın güney sırtlarındadır.
  6. Koç, Resik, Şam Uşağı aşiretleri isyancıları Ali boğazına çekilmişlerdir.[111]

2 Temmuz’da birlikler Dojikbaba zirvesini ele geçirmişler ve burada 43 isyancı öldürülmüştür. 8 Temmuz’a kadar taramalar sürmüş, 8 Temmuz’da çıkan çatışmalarda bazı isyancılar öldürülmüştür.[112]

14 Temmuz’da 3. Ordu’nun 3. safhalı bir harekat düzenleyeceği ve harekata 15 Ağustos’ta başlayacağı kararlaştırılmıştır. 4. Müfettişlik ise 21 Temmuz’da hazırladığı raporda 3. Ordu’nun tarama manevraları sonunda 5-7 bin kişinin batıya nakledilmesini, haydutluk eylemlerine fikren ve fiilen katılanların tutuklanmalarının ve bir kısım isyan bölgesinin yasak bölge ilan edilmesi gerektiği kararını vermiştir.[113]

Bu sırada Tunceli’deki birliklerin operasyonları devam etmektedir.15 Temmuz’da gerçekleşen çatışmalarda 57. Alay, 1 şehit beş yaralı vermiştir. 16 Temmuz’da Kafat bölgesinde mağaralara sığınan 7 isyancı öldürülmüş bir isyancı yakalanmıştır. Zaghe bölgesinde de birkaç isyancı öldürülmüştür.[114]Keçizeken bölgesinde 25. Alay birliklerine saldıran 50-60 isyancı ile çatışma gerçeklemiş ve öğleden sonra Keçizeken ile Munsur suyunun birleştiği tepede direnen bir grup asi öldürülmüştür. Çatışmalarda 25. Alay dört şehit dokuz yaralı vermiştir. 17-18 Temmuz’da sert çatışmalar olmuş, birlikler 10 şehit, 17 yaralı verirken 85 isyancı öldürülmüştür. 19 Temmuz’da Laç Deresi ve Munzur suyu civarında 57. Alayın katıldığı sert çatışmalar gerçekleşmiştir.20 Temmuz’da çatışmalar devam etmiş, 6 şehit, 10 yaralı veren birlikler 69 isyancıyı öldürmüşlerdir. 21 Temmuz’da Laç deresi mevkiinde direnen isyancılara karşı sert bir taarruz başlatan birlikler isyancıların geri çekilerek mağaralara sığınmalarına neden olmuşlardır. Mağara tahrip kalıpları ile bombalanmış ve 228 isyancı öldürülmüştür. Ancak bir mağara direnmeye devam etmiştir. Aynı gün Munzur Suyu batısında çıkan bir çatışmada 63. Alay, 20 isyancıyı öldürmüştür. 22-23 Temmuz’da mağaralarda direnen unsurlar tahrip kalıpları ile imha edilmiştir.24 Temmuz’da isyanın öncülerinden Demenan Aşiretinin reisi Cebrail oğlu Hüseyin ve Hassogev’in de arasında bulunduğu 35 isyancı mağaranın havaya uçurulacağını anlayınca teslim olmuşlardır.[115]

27 Temmuz’da Haydaran Aşiretine mensup isyancılara yönelik bir harekat düzenlenmesi emri verilince birlikler 1 Ağustos’ta Darboğaz’da sıkıştırdıkları 100 isyancıyı öldürmüşlerdir. Haydaranlı isyancılara yönelik operasyon mağara arama ve imha şeklinde 2-3 Ağustos’da da devam etmiştir.[116] 1 Ağustos 1938 itibarı ile Türk birliklerinde 104 er şehit olmuş, 13 subay ve 162 er yaralanmıştır.[117]

Öte yandan 31 Temmuz 1938’de Diyarbakır, Tokat ve Kars’dan 3. Ordu’nun üç kolordusu Org. Kazım Orbay’ın komutasında Tunceli operasyonuna başlamak üzere hareket etmişlerdir. Tunceli’ye 5 Ağustos itibarı ile ulaşan birlikler derhal çatışmalara katılmışlardır.14 Ağustos’da 1’nci Süvari Tümeni Nazimiye bölgesinde yaptığı tarama harekatı sırasında çıkan çatışmada 70 Haydaranlı ve 6 Demenanlı isyancıyı öldürmüştür. Aynı gün, 15. Tümenin 38. Alayı Yılan dağından Ali boğazına inen derelerde 65 isyancıyı imha etmiştir. 57. Alay ise Ali boğazında iki mağarayı kuşatarak bombalamıştır.[118] 62. Alay ise Kaçkerekbaba’da yaptığı tarama sırasında 32 isyancıyı öldürmüştür. 16 kadın ise yakalanmıştır.143. Alay ise tarama sırasında 13 isyancıyı öldürmüştür. Vank bölgesinde ise 38 isyancı, Kafat civarında 3 isyancı öldürülmüştür. Ayrıca 9. Kolordu bölgesinde çok sayıda isyancı sığındıkları mağaralarda imha edilmiştir.[119]

15 Ağustos’da 3. Ordu’nun Tunceli operasyonu bütün birliklerin katılımı ile başlamıştır. 41.Tümen Deşt’in kuzeyinde 13 isyancıyı öldürmüştür. Aynı bölgede Zımbık mezrası, Halvari, Kırmızı Mezra, Bornak, Kirnik, Hiç köylerinde yapılan aramalar sırasında askeri birliklere isyancıların saldırması üzerine 385 isyancı imha edilmiş ve köyler yakılmıştır. Laç Deresinde yapılan aramada da bir kısım isyancı çıkan çatışmada öldürülmüştür. 14. Süvari Alayı Dar boğaz deresinde yaptığı arama sırasında 281 Demenanlı ve Haydaranlı isyancıyı imha etmiştir. 14 Süvari Tümenine bağlı birlikler ise Tagar deresinde ikinci kez arama yapmış ve 12 isyancıyı öldürmüşlerdir. 17. Tümen ise Harçi bölgesinde bir mağaraya saklanan 58 isyancıyı çıkan çatışmada öldürmüşlerdir. Aynı gün teslim olan Yusufanlıların içinden bir isyancının hançeri ile bir onbaşıyı şehit etmesi ile başlayan kaçma girişimi üzerine çıkan olaylarda 49 kişi imha edilmiştir.[120]

16 Ağustos’da 11. Süvari Alayı Muhundu bölgesinde tarama yaparken çıkan çatışmada bir grup Demenanlı isyancı öldürülmüştür.2. Seyyar Jandarma Taburu ise Pah doğusunda Çukur civarında aralarında Haydaran Aşiretinin liderlerinden birisinin de bulunduğu bir grup isyancıyı çatışmada öldürmüştür. Munzur dağlarında Sıçan gediği mevkiinde birlikler 100 isyancı ile karşılaşmış, çıkan çatışmada 20 isyancı öldürülmüş, diğerleri kaçmıştır. Öte yandan 14. Süvari alayı ile çatışmaya giren 79 isyancı ile 2. Seyyar Jandarma Taburuna direnen 37 Haydaranlı isyancı öldürülmüşlerdir. Kuru Doğar Dağı Harap Karakol bölgesinde sürüleri ile kaçan 500 civarında isyancı ise havadan bombalanmış ve makineli tüfek ateşi altına alınmıştır.

17 Ağustos’da Kolasan deresi kuzeyinde 7. Kolordu birlikleri 50’ye yakın isyancıyı öldürmüşlerdir. Sin ve Pülür’de ise taramalar sırasında direnen 80 isyancı öldürülmüştür. Katı gediği ile Harçi deresi arasında 9. Kolordu karargahına saldıran 50-60 isyancı çıkan çatışmada öldürülmüştür.19 Ağustos’da Kalason ile Sin bucağı bölgesinde direnen 290 isyancı öldürülmüştür. Mazgirt’te ise tutuklandıktan sonra kaçma girişiminde bulunan 52 isyancı öldürülmüştür. 12 Tümen ise direnen 170 isyancıyı imha etmiştir. 14. Süvari alayı bölgesinde 69 kişi çatışmalarda öldürülmüştür.

15 Ağustos-21 Ağustos arasında harekatın birinci safhası sona ermiştir.31 Ağustos’ta birlikler ikinci tarama harekatına başlamışlardır. 6 Eylül’de 7. Alay ile çatışmaya giren 6 haydut öldürülmüştür.8 Eylül’de Bazen Deresinde beş isyancı ile çıkan çatışmada iki isyancı öldürülmüştür. 143. Alay ise Laç Deresinde altı isyancıyı çıkan çatışmada öldürmüştür. Sonuçta, 15-21 Ağustos ile 6-16 Eylül arasında yapılan iki tarama operasyonu sonucunda 7954 kişi ölü-diri 16 Eylül 1938’de sona ermiştir.[121]    [122]

Sonuç

Tunceli’de ordu zaman zaman çok sert davranmıştır. Ancak her şey kendi döneminin şartları içinde ele alınabilir. Fatih Sultan Mehmet’i 19. Yüzyıl şartları ile değerlendiremezsiniz. 1937-38’de Tunceli’de uygulanan tahrik edilmiş sertlik 1938’den sonra Amerikan, Rus, Alman, Japon vs. orduların uyguladıkları sertlikten asla daha fazla değildir. Tunceli o günden 1977’ye kadar rahat etmiştir. Allah Atatürk, İnönü, Bayar ve Mareşal Çakmak ile Türk Ordusu’ndan razı olsun. Utanması gerekenler, Dersim için özür dileyenlerdir. PKK’ya teslim olanlar, PKK’nın atasından da özür dilerler.


Dipnotlar
[1] Ebubekir Pamukçu,Dersim Zaza Ayaklanmasının Tarihsel Kökenleri, YÖN Yayınları, İstanbul 1992, s.101
[2] Suat Akgül, Yakın Tarihimizde Dersim İsyanları ve Gerçekler, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1992, s. 19
[3] E. Pamukçu, age, s.103-105
[4] Günerkan Aydoğmuş,Şark Çıbanı, nakleden Altemur Kılıç, 29 Kasım 2009
[5] Naşit Hakkı Uluğ, Derebeyi ve Dersim, Kaynak Yayınları, Eylül 2009, s.23
[6] Aşiretlerin listesi için bkz. Ek-1
[7] Bu konuda E. Pamukçu şöyle demektedir: “1920’li ve 30’lu yıllarda bölgede Zazalar arasında bir de gizli Ermeni nüfus bulunmakla beraber, bu nüfus dönemin sosyal yaşantısında kendisini hissettirebilecek nitel ve nicel özelliklere sahip olmaktan uzaktır.”E.Pamukçu, age, s.101
[8] Naşit Hakkı Uluğ, Tunceli Medeniyete Açılıyor, Kaynak Yayınları, Ankara 2007, s. s.90 ilk baskı 1939
[9] S. Akgül, age, s.20 ve Bilal Aksoy, Tarihsel Değişim Sürecinde Tunceli, Tunç Çağından Cumhuriyete Dek, Cilt 1, Ankara 1985, s.196
[10] S. Akgül, age, s.21 ve B. Aksoy, age, s.197
[11] S. Akgül, age, s, 21 ve B. Aksoy, age, s.200
[12] S. Akgül, age, s, 55
[13] age. S.21
[14] S. Akgül ,age, s.22 ve B. Aksoy
[15] N. H. Uluğ, Derebeyi…, s.44
[16] S. Akgül, age, s.23-24 ve B. Aksoy, age, s.206
[17] N.H. Uluğ, age, s.56-57 ve 63
[18] S. Akgül, age, s.25 ve N. H. Uluğ, age, s.55
[19] age, s.26
[20] age, s.28
[21] age, s.28-29
[22] age, s.29
[23] Abdülhaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, 7. baskı, Ankara 2008, s.425
[24] S. Akgül, age, s.31
[25] A. Çay, age, s.428-429
[26] S. Akgül, age, s.32
[27] age, s.33
[28] N.H.Uluğ, age, s.48
[29] S. Akgül, age, s.33
[30] age, s.34
[31] age, s.35
[32] A. Çay, age, s.429
[33] age, s.427
[34] S. Akgül, age, s.37-38
[35] A. Çay, age, s.427
[36] age, s.428
[37] S. Akgül, age, s.40-41
[38] age, s.42
[39] E. Pamukçu, age, s.110-111
[40] age, s.109
[41] S. Akgül, age, s. 42-43
[42] Bu konuda bkz. Yaşar Kalafat, Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı, Karakteri, Dönemindeki İç ve Dış Olaylar, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1992
[43] S. Akgül, age, s.44-45 ve N. H. Uluğ, age, s.49
[44] S. Akgül, age, s.46
[45] N. H. Uluğ, age, s. 49
[46] Hamdi Beyin Raporu için bkz.Belma Akçura, Devletin Kürt Filmi-1925-2009 Kürt Raporları, New Age Yayınları, Genişletilmiş Yeni Baskı, Ekim 2009, s.65-67
[47] Bilal Şimşir, Kürtçülük, 1924-1999, bilgi yayınevi, Ankara 2009, s.377
[48] age, s.378
[49] Celal Bardakçı’nın Raporu için bkz. B. Akçura, age, s.68-70
[50] S. Akgül, age, s. 49
[51] S Akgül age, s.49 ve E Pamukçu, age, s.114
[52] age, s.50
[53] Masis Kürkçügil, “Dersim Cumhruiyetin en büyük kıyımı”,NTV Tarih, Sayı 11 Aralık 2009, s.56
[54] S. Akgül, age, s.51
[55] age, s.52
[56] age, s.51
[57] age, s.53
[58] age, s.54
[59] M. Kürkçügil, age, s.57
[60] age, s.54
[61] N.H. Uluğ, Derebeyi.., s.24-25
[62] B. Şimşir, age, s.385-388
[63] age, s.380-383
[64] S. Akgül, age, s.56
[65] age, s.57-58
[66] age, s.58-59
[67] age, s.63
[68] age, s.61
[69] N. H. Uluğ, age, s.17
[70] M. Kürkçügil, age, s.58
[71] S. Akgül, age, s.62-63
[72] age, s.64
[73] age, s.66
[74] B. Şimşir, age, s.402
[75] S. Akgül, age, s.75
[76] B. Şimşir, age, 396
[77] Ermeni Hoybun Örgütü 1933 ve 1934’de Tunceli’ye Bogos ve M. Nıri Dersimi’yi yollayarak 1.5 sene gizli çalışmalar yaptırımıştır. S.Akgül, age, s.85
[78] S. Akgül, age, s.67 ve B. Şimşir, age, s.398
[79] age, s.68
[80] age, s.124
[81] age,s. 124
[82] age, s.125
[83] age, s.130
[84] E. Pamukçu, age, s.106-107
[85] Reşat Hallı,Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, Genelkurmay Başkanlığı Basımevi, Ankara 1972, s. 376ve A. Akgül, age, s.125-126
[86] age, s.127
[87] age, s.128
[88] B. Şimşir, age, s.390
[89] age, s.408
[90] R. Hallı, age, s.388
[91] S. Akgül, age, s.129 ve B. Şimşir, age, s.399
[92] age, s.130
[93] R. Hallı, age s.390
[94] S. Akgül, age, s.131
[95] age, s.134
[96] age, s.137
[97] age, s.139
[98] age, s.144
[99] age, s.142
[100] age, s.146-147
[101] B. şimşir, age, s.415
[102] age, s.417
[103] R. Hallı, age, s.410
[104] S. Akgül, age, s.150-151
[105] R. Hallı, age, s.417-418
[106] age, s.421
[107] S. Akgül, age, s.155
[108] age, s.156
[109] R. Hallı, age, s.431
[110]  age, s.433
[111] age, s.432
[112] age, s.433
[113] age, s.436-437
[114] age, s.435
[115] age, s.432-438
[116] age, s.439-440
[117] age, s.441
[118] age, s.457
[119] age, s.458
[120] age, s.459-459
[121] S. Akgül, age, s.158-159
[122] R. Hallı, age, s.4560-461
4 Yorumlar
  1. Güney Haştemoğlu diyor

    Çok önemli bilgiler. Eğer bu devlete vatandaşlık bağı ile bağlı isek, bu devlet sayesinde iş, aş sahibi oluyorsak, gidip seçimlerde oy kullanıyorsak, bunları öğrenmek bir vatan borcudur.

  2. T.c. Asitürk Yasemin Kınacı diyor

    EMEGİNİZE YÜREGİNİZE SAGLIK ÜMİT HOCAM
    ALLAH TÜRKÜ KORUSUN YÜCELTSİN ZAVAL VERMESİN İNŞALLAH

  3. Yüksel Taner diyor

    Birlik ve beraberlik zamanı. Birimiz hepimiz için hepimiz
    birimiz için.

  4. Recep diyor

    Hocam iyi güzel anlatmışsın da en son kısımdaki ordu biraz sert davranmıştır kısmı hafif kalmıyor mu? Türk milliyetçisi gözüyle mi yazdınız yoksa tarihçi mi çünkü 1938’e göre normal dediğiniz rakamlarla orada yaşayan her 5 kişiden 1inin öldürüldüğü yazıyor bu o döneme göre bile normal bir rakamıdır? Bir il düşünün ki ordu girip her 5 kişiden 1ini öldürüyor kalanlarında büyük bir çoğunluğunu topraklarından alıp dilini bile konuşamadığı bölgelere zorunlu göç yaptırıyor. 2. söylemek istediğim şey ise dönemim şartlarını kendi işinize gelince söylüyorsunuz peki dönemin şartlarına göre kaynaklar ne kadar objektiftir yani Yunan kaynağından Türklerle olan savaşları okuduğunuzda Türkleri haklı olarak göstermelerini bekleyemezsiniz yine aynı şekilde, dönemin koşulları gereği Tuncel’inin halkının ulus devlet politikasına ters olduğunu da söyleyebiliriz zaten tarih boyunca baktığınız zaman bir çok ülke tarafından el değiştirmiş hiç bir kalıba uymayan bir yöre Kapadokyalılar, Selevkoslar ,Bizans, Moğol, Selçuk, Osmanlı böyle çeşitliliğin olduğu bir yöreyi her gelen kendinden yapmaya çalışmış Osmanlıda 11 kez operasyon yapılmış sonuç değişmemiş ve adeta Osmanlının yarım kaldığı işi bitirelim der gibi ya orada eşkıyalar var deyip 50bin askerle operasyon yapılmış. Tarihte hiçbir şeyi yanlış yapmadık ne olursa olsun ben avukat gibi ülkemi savunurum anlayışı günümüz dünyasında artık kabul görmüyor herkesin elinin altında internet var ve savunduğun her şeyin doğruluğu insanlar tarafından farklı kaynaklar kullanılarak sorgulanıyor.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.