Timurlular
Cengiz Han, ülkesini taksim ederken, Türkistan, oğlu Çağatay’ın hissesine düşmüştü. Timur’un doğduğu tarihlerde (736/1336), Çağatay Hanlığı sarsıntı geçirmekte idi. Hâkimiyet Cengiz Han soyundan gelen hanlardan çok, kabile reislerinin elinde bulunuyordu. İlk defa 1360 yılında adından söz edilmeye başlanan Timur, 1370 yılında Mâverâünnehir’e hâkim olarak, Semerkand’da tahta oturmuştu. Bu sırada İran parçalanmış bir durumda idi. Merkezi Herat olmak üzere Horasan’da Kertler, merkezi Sebzvar olmak üzere Horasan’ın batı taraflarında Serbedarlılar, merkezi Curcan olmak üzere Bistam, Damgan ve Simnan yöresinde Toga Timurlular, merkezi Şiraz olmak üzere Fars ve Kirman taraflarında Muzafferliler, merkezi Bağdad olmak üzere Irak-ı Arab, Irak-ı Acem ve Âzerbaycan’da Celâyirliler hüküm sürüyorlardı. 1380 yılına gelindiğinde Horasan, Serbedarlılar, Toga Timurlular, Kertler ve Muzafferliler arasındaki mücadeleler dolayısıyla karışık bir durum arz etmekte idi. Bu bakımdan bölgenin ele geçirilmesi Timur için zor olmadı.
Horasan’a seferleri sırasında İran’ın durumunu daha yakından gören Timur, 1386 yılında bu ülkeyi ele geçirmeye karar vererek Semerkand’dan hareket etti. Üç Yıllık Sefer (1386-1388) diye anılan bu sefer sırasında Timur, Âzerbaycan’a gelerek, Karabağ’da konmuştu.
O’nun, Kuzey İran ve Âzerbaycan’ı ele geçirmesi, vaktiyle Cuci (Coçi) ulusu ile İlhanlılar arasında olduğu gibi, bu bölgede yeni çatışmaların başlamasına yol açacaktı. Zira Timur’un desteğiyle Altın Orda’da (Altınordu) hâkimiyeti ele geçiren Toktamış, artık Timur’a kafa tutmaya başlamıştı. Ne Timur’un, ne de Toktamış’ın zengin Âzerbaycan’ı kendi arzuları ile terk etmeyecekleri muhakkaktı. İlk Altın Orda hanları zamanında olduğu gibi, şimdi de Toktamış, Memlûk sultanına bir elçilik heyeti göndermişti. Timur’un İran’da kuvvetlenmesi ihtimaline karşı, Altın Orda ile Mısır arasında bir ittifak hazırlandığı daha sonraki olaylardan anlaşılmaktadır. Zira taraflar aralarında er-geç bir savaş çıkacağını biliyor ve buna hazırlanıyorlardı.
Güney İran’da Şiraz’ı kuşatmakla meşgul olduğu bir sırada, Toktamış’ın, Sir Derya kıyısındaki şehirleri ele geçirmeye kalkması üzerine 1391 yılı başında harekete geçen Timur, Yesi, Karaçuk ve Sayram üzerinden bozkırı da aşınca Uludağ’a vardı. O, burada bu seferin hatırası olmak üzere bir kitâbe dikilmesini emretti. Taraflar nihayet 20 Haziran 1391 tarihinde Kundurca (Kunduzca) mevkiinde karşılaştılar ve savaş Timur’un zaferiyle sona erdi. Lâkin bu yenilgi Toktamış’ın kaderini belirlememişti.
Toktamış’a karşı sefer sırasında yanındaki bazı yerli hâkimlerin onun yokluğundan yararlanarak kendisine yüz çevirmeleri üzerine Timur, 1392 yılı yazında Beş Yıllık Sefer (1392-1396) diye anılan sefere çıktı ve Ceyhun’u geçerek, İran üzerinden Şiraz’a gelip Muzafferliler hanedanına son verdi. Böylece o, Irak-ı Arab’a gelip Bağdad kapılarına dayanmış bulunuyordu. Bu sırada henüz Orta Anadolu’da hâkimiyetini sağlamlaştıramamış bir Osmanlı Devleti; Sivas-Kayseri bölgesinde Kadı Burhaneddin, birçok mücadeleden sonra Osmanlı hâkimiyetini tanıyan Karamanoğulları; Doğu Anadolu’da Erzincan emirliği ve Karakoyunlular; Maraş dolaylarında Dulkadirliler ve henüz kuruluş halinde olan Akkoyunlular hüküm sürüyordu. Kısacası Anadolu’da siyasî bir birlik bulunmuyordu. Dikkate değer tek siyasî varlık Memlûk devleti idi. Malatya’ya kadar hâkimiyeti uzanan bu devlet Anadolu’daki olaylarda söz sahibi idi. Fakat iç mücadeleler bu devleti de yıpratmaya başlamıştı.
Timur’un Bağdad kapılarına gelip dayanması birçok devlette huzursuzluklara yol açtı. Bu tehlike karşısında Osmanlılar, Memlûkler, Altın Orda ve Sivas’ta tedbirler alınırken, Anadolu beyliklerinde sevinç havası esmeye başlamıştı. Yaklaşan tehlike Bâyezid, Berkuk, Toktamış ve Kadı Burhaneddin’i birbirine yaklaştırmış, fakat Erzurum’a kadar gelen Timur, birdenbire dönerek, Toktamış üzerine yönelmişti. Taraflar 15 Nisan 1395 tarihinde Terek ırmağı kıyısında karşı karşıya gelmişlerdi. Savaşı Toktamış kaybetmekle birlikte ele geçirilememişti. Bu ise Timur’un canını sıkmıştı. Zira geniş topraklara ve zengin kaynaklara sahip olan Toktamış’ın yeniden mücadeleye girişmesinden çekiniyordu. Bu yüzden Özü (Dnepr) taraflarına giderek Toktamış’a taraftar olan bu kabileleri yağmalayıp Balkanlara doğru sürdükten sonra, kuzeye Ten (Don) ırmağına doğru yöneldi. O, Moskova’ya kadar yürümüş, dönüşte zengin Azak, Haç Tarhan (Ejderhan) ve Berke Sarayı üzerine gitmiş, buraları da yağmalayıp yakmıştı. Bunları yapmakla Timur, Altın Orda’ya kesin darbeyi indirmeyi düşünüyordu. Bu savaşın önemi gerçekten büyüktür. Böylece beş yıl içinde Altın Orda’ya iki büyük darbe vurulmuş, bundan sonra Altın Orda ikinci derecede bir devlet durumuna düşmüştü. Ayrıca bu savaş Orta Asya, Güneydoğu Avrupa ve Rusya için pek önemli bir hadise teşkil eder. Timur farkında olmadan Ruslara yardım etmişti. Zira artık Altın Orda hanları, Moskova knezleri için bir tehlike olmaktan çıkmıştı.
Timur daha Beş Yıllık Sefer sırasında Anadolu’ya girip, Sivas’a doğru ilerlerken birdenbire dönüp, dörtlü ittifakın bir kolu olan Toktamış üzerine giderek onu etkisiz hale getirmişti. O, Toktamış üzerine yeniden Orta Doğu’ya dönmek niyetiyle gitmişti. Zira Toktamış’a galip geldikten sonra, 1395 / 96 yılı kışında Şirvan’da Samur ırmağı kıyısından Bâyezid’e gönderdiği mektubunda niyetlerini açıkça ortaya koyuyor, Berkuk ile Kadı Burhaneddin’e haddini bildireceğini söylüyor, Bâyezid’i de tehdit ediyordu. Ancak onun ittifakı parçalama çabaları bir sonuç vermemiş, Altın Orda seferinden dönüşte Hint seferine girişmesi (1398-1399), ittifak üyeleri arasındaki bağları da bir süre için gevşetmişti.
Timur’un yokluğunda müttefikler, Timur’u Anadolu ve Suriye üzerine yürümeye teşvik eden veya onunla iş birliği yapanlarla mücadeleye başladılar. Bu arada Karakoyunlular ve Celayirliler de eski yurtlarına yeniden sahip olmak için Timurlular ile mücadeleye başlamışlardı. Lâkin Kadı Burhaneddin’in 1398 yılı yazında Akkoyunlu begi Kara Yülük Osman Beg tarafından öldürülmesi bölgede sağlanmış olan iş birliğinin de sonu olmuş ve Timur’u oldukça sevindirmişti.
Kadı Burhaneddin’in ölümü üzerine Bâyezid, doğuya doğru yayılma enegelinin ortadan kalktığını görerek harekete geçmiş, hatta hareketlerini Memlûklere ait topraklar üzerine de yöneltmişti. Böylece dostluk yerini düşmanlığa bırakmıştı. Kadı Burhaneddin’in yerini doldurmak isteyen Bâyezid, dostlarını kaybetmiş bulunuyordu. 1397 yılında Karamanoğlu’nu yenen Osmanlı sultanı Konya, Larende ve Aksaray’ı ele geçirmiş, Kadı Burhaneddin’in öldürülmesi üzerine de önce Amasya’yı, ardından Sivas’ı kendi topraklarına katmıştı. 1392 yılında Memlûk hükümdarı da ölünce, bundan yararlanan Osmanlı sultanı, Fırat bölgesine inerek Malatya, Darende ve Divriği’yi işgal etmişti. Böylece o, Anadolu’nun siyasî birliği yolunda büyük adımlar atmış, fakat Timur’a karşı savunmada yalnız kalmıştı.
Hindistan seferini de başarı ile sonuçlandıran Timur, bir süre Semerkand’da kaldıktan sonra yeniden İran’a yöneldi. Esasen daha Samur ırmağı kıyısından Bâyezid’e gönderdiği mektubunda tekrar geleceğini bildiriyordu. Kadı Burhaneddin ve Berkuk’un art arda ölmeleri, Memlûk Devleti içindeki mücadeleler ile Bâyezid’in silah zoru ile gerçekleştirdiği ilhakın bölgede yarattığı hoşnutsuzluk, Timur’un pek büyük bir güçlük ile karşılaşmayacağını gösteriyordu.
Bütün bu şartları değerlendiren Timur, 1399 yılı Eylül ayında batıya doğru yeniden sefere çıktı. Yedi Yıllık Sefer (1399-1404) adı verilen bu seferde o, Suriye’ye gelerek Halep, Hama, Humus ve Dımaşk gibi şerhirleri ele geçirerek, Memlûklere ağır bir darbe indirmiş, ardından Bağdad üzerine gidip burasını da tekrar fethettikten sonra Tebriz’e gelmişti.
Osmanlı sultanı ile Tinur’un aralarında gidip – gelen elçi ve mektuplar vasıtasıyla anlaşmaları mümkün olmadı. 1396 yılında Niğbolu’da Haçlı ordularını perişan eden Bâyezid İslâm dünyasında kazandığı şöhret ve gururuna mağlup olmuş, Timur’un tehditlerine aldırış etmediği gibi kendisi de tehdite başlamıştı. Timur, kabulü mümkün olmayan isteklerde bulunmakta, bunlar ise Bâyezid tarafından geri çevrilmekte idi. Esasen bunlar kabul edilse bile, bunu yeni isteklerin takip edeceği açıktı. Çünkü o, barış perdesi arkasından Bâyezid’i kışkırtarak, İslâm dünyası nazarında sorumluluğu ona yüklemek istiyordu. Nihayet Timur 1402 yılı Mart ayında Âzerbaycan’dan Anadolu’ya doğru harekete geçti. Kemah, Sivas, Kayseri, Kırşehir yoluyla Ankara’ya gelmişti. Bundan henüz altı yıl önce Osmanlı Devleti ağır bir imtihandan parlak bir zaferle çıkmıştı. 1396 Niğbolu Zaferi bir tesadüf değildi. Ankara Savaşı’nda (Temmuz 1402) Osmanlı ordusu yenilerek dağıldı. Bu hengamede devlet ileri gelenlerinden her biri bir şehzadeyi yanına alarak kaçmış ve Bâyezid ise tutsak düşmüştü. Böylelikle onun büyük devlet olma hayal ve gayretleri birdenbire son bulmuştu. Bâyezid’in yenilgisiyle sona eren bu savaş ile, Bizans İmparatorluğu elli yıl kadar daha varlığını sürdürme imkanına kavuşmuş, Rumeli’nde fetihler durmuş, şehzadeler arasındaki hâkimiyet mücadelesi ve Timur tarafından Anadolu beyliklerinin yeniden canlandırılması yüzünden Anadolu’nun birliği bozulmuştur.
Anadolu beyliklerini canlandırdıktan sonra Semerkand’a dönen Timur’un Çin’e doğru çıktığı yeni bir sefer sırasında ölümü (18 Şubat 1405), kurduğu devletin kaderi üzerinde büyük bir tesir yaptı. Cengiz Han’ın ölünmünden sonra bütün arzuları yerine getirildiği halde, Timur’un vasiyetine asla uyulmamıştır. Timur’un, torunu Pir Muhammed’i veliahd tayin ettiği bilinmekle birlikte kimse onun hükümdarlığını tanımamış ve adına sikke kestirmemiştir.
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye