Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TPCF)’nın siyasî tarihimiz içindeki şöhreti, ne Cumhuriyet döneminin ilk (teşkilatlı muhalefet) partisi olmasında ne de programında yer alan bazı hususların çok partili siyasî hayata -demokrasiye- geçildikten sonra (1946) yer etmiş olmasındandır. Onun şöhreti, kurucuları ve idarecilerinden gelir. Bunlar Millî Mücadele’de M. Kemal Paşa ile birlikte olmuş ve en azından onun kadar tanınmış ve halk tarafından sevilmiş asker ve sivil liderlerdir: Eski başbakanlardan H. Rauf Orbay, Ordu Komutanları -Müfettiş- Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Belle ve Cafer Tayyar Eğilmez Paşalar ile sivillerden Doktor Adnan Adıvar, Bekir Sami Kunduh gibi zamanında sözü geçen ve etkileri olan şahsiyetlerdi.
17 Kasım 1924 (Teşrinisanı 1340)’te Cemiyetler Kanunu gereğince kuruluşunu ikmal ve siyasî otoriteden onay alan[1] TPCF’ye katılan üyelerin tamamı bir süre önce Meclis’in tek partisi konumundaki Cumhuriyet Halk Fırkası (CHP) içinde yer alan mebuslardı. Bu fırka, Meclis içinde doğmuş, muhalif bir -siyasî- hareket olarak tavanda görülen bir bölünmenin eseridir. Bölünme ise ideolojik olmaktan ziyade Cumhuriyet idaresi üzerinde yoğunlaşan farklı yaklaşımlar sonucunda vukuu bulmuş bir hadise görünümündedir. Bu da bir önceki Meclis döneminde ortaya çıkan ayrılıklarla -biçim itibariyle görülen yakınlığı dolayısıyla- irtibatlı olduğu izlenimi vermektedir. Gerçekten de TPCF Meclis’in ikinci dönem, ikinci toplantı senesinde kurulmasına karşılık, birinci Meclis içerisinde oluşan muhalefetin -mahiyet itibariyle- uzantısıdır.
Terrakkiperverler, 1. Meclis’in güçlü muhalefet hareketi 2. Grubun fiilen azası olmamakla beraber, bu grubun tavrına ve ortaya koydukları fikirlere sıcak bakan 1. Grup azasıydılar. Hatırlanacağı gibi, 2. Grubun 1. Meclis döneminde muhalif bir güç olarak belirmesi; Meclis’in mahiyetinin 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile belirlenmesi, daha doğrusu M. Kemal Paşa’nın liderliğini üstlendiği 1. Grubun İslamcı-Monarşik-Devlet Anlayışından uzaklaşmaya başlamasıyla vücut bulmuştu. Çünkü 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu sonrasında teşekkül ettirilen 1. Grup Nizamnamesi’nde “asıl gaye” ile va’z olunan geleneksel düzene ait ibarelerin bulunmayışı veya göz ardı edilişi, bunun en açık göstergesiydi.
Şurası açıktır ki, 1. Meclis’in iktidar ve muhalefet kanatları için temel esas Hakimiyet-i milliyeyi hakim kılmaktı. 1. Grup veya M. Kemal için; iktidarının hukukî dayanağı, 2. Grup veya muhafazakârlar için; geleneksel düzenin korunmasının bir garantisi idi. Ancak Lozan görüşmeleri -bilhassa Musul meselesi- sırasında Meclis’te giderek güçlenen 2. Grubun bu durumu gerek barışın sağlanması, gerekse de dahili rejim meselesinin istenilen şekle dönüştürülmesinde büyük sakınca yaratmış ve bu sakıncanın bertaraf edilmesinde ancak Meclisin seçimlerle yenilenmesi çare olmuştu. Bilindiği gibi bu seçimler; 1. Grup, Müdafaa-i Hukuk Hareketi ve lideri M. Kemal Paşa’nın denetimi altında geçmiş ve muhalif 2. Gruba mensup olanlar elemine edilmiş, Meclis dışında bırakılmışlardı. Sonuçta Meclis, aynı gruba mensup kişilerin oluşturduğu siyasî bir teşekkül haline gelmişti ama bir önceki Meclis’e ait bazı özellikler yeni Meclis’e taşınmaktan kurtulamamıştır. Meselâ; “kuvvetler birliği-kuvvetler ayrılığı” esası tartışması çok geçmeden yeni Meclis gündemine girmiştir.
Bu tartışmaların 1923 Seçimleri öncesi en popüler mevzunlarından olması, seçimlere eski fırkaları adına katılmak isteyen bir kısım İttihatçının girişimiyle alakalıdır. Saltanat Lozan görüşmeleri öncesi kaldırılmasına rağmen Halifeliğin, Meclis’in uhdesine -manevi şahsiyetine- bağlaması, muhafazakarlar için Mustafa Kemal iktidarı karşısında bir güç kaynağının devamına imkan verilmesiydi. Fakat Cumhuriyetin ilanı, Halifelik ve Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin ilgası (3 Mart 1924) ile Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (20 Nisan 1924) gibi köklü inkılâplar; M. Kemal Paşa iktidarı karşısında ve bu iktidar gücünü dengeleyebilecek hiçbir müessesenin -gücün- bırakılmaması, tüm bunlar hukukî bir zeminle perçinleştirilmiş olsa bile, Meclis’e hakim olan tek fırka (Halk Fırkası) ve onun liderinin sınırsız bir güce ulaşmasına imkan verdi. Bu gücün sistem içinde kontrolsüz kullanımı; yeniden şahıs veya zümre otokrasisinin doğuşunu, hiç olmazsa hafızalarda hatıraları silinmemiş olan İttihat ve Terakki Fırkası “Merkez-ı Umum İdaresi”ni çağrıştırıyordu.
Nitekim yeni Meclis döneminden itibaren M. Kemal Paşa’nın bu köklü inkılaplarını gerçekleştirmesinde Milli Mücadele’nin öncü kadroları yerine fikirlerini eyleme geçirebilecek fırka savaşçılarına -müfritlere (aşırı)-itibar etmesi, bu öncü kadro arasında kırgınlığa ve M. Kemal Paşa’nın yönetim anlayışı üzerine endişelerin doğmasına sebep olmuştur.[2] Bunun sonucu olarak M. Kemal Paşa ile ayrılığa düşmüş Milli Mücadele’nin öncü kadrosu etrafında şekillenen bir hizip; özellikle Mübadele Meselesi’nin[3] Meclis müzakeratına katılanların muhalif bir fırka haline dönüşmesi kaçınılmaz olmuş ve sonuçta 17 Kasım 1924’te TPCF Türk siyasi hayatına girmiştir.
Yeni fırka (TPCF) kurucu ve yöneticilerinin M. Kemal Paşa’nın Milli Mücadele’deki yakın -silah- arkadaşları olması, iktidar -muhalefet mücadelesinde doğrudan tartışmalarda hedef alınamayacak kadar güçlenmiş ve liderliği toplumca benimsenmiş Gazi M. Kemal yerine muhalefetin muhatabı; hükümet ve daha çok da iktidar fırka müfritleri olmuştur.
TPCF’nin kuruluşunda yayınladığı belgelerde temelde iktidardaki CHF’den farklı bir ideolojik çizgide olmadığı açıktır. Ayrılığın yeni fırka içinde yer alan önemli şahsiyetlerden kaynaklandığı, bir ölçüde de bir önceki Meclis döneminin, iktidar -muhalefet ilişkilerinde- ki anlayışın, yeni döneme taşındığı görülmektedir. Öyle ki, birinci Meclisin iktidar karşısındaki güçlü muhalefet grubun (2. Grup) üstlendiği rol bu dönemde TPCF tarafından üstlenilmiştir.
TPCF’nin dayandığı temel esas ve yaklaşım bu partinin kamuoyuna ilân ettiği Beyanname, Program ve Nizamnamesinde[4] belirtilmiştir. Bu belgelerde yer alan ifadeleri bir noktada toplamak gerekirse TPCF’nin siyasi hayata çıkma gerekçesi; “muhalefet kontrolü olmaksızın bütün kuvvetlerin Mecliste toplanmasının otoriter bir idare doğuracağı” görüşü idi.[5] Aynı görüş ve iddiaların benzer şekillerde ilk Meclis döneminde M. Kemal Paşa ve iktidarı için yöneltilmiş olması her iki dönem Meclislerinde yer alan muhalefet hareketlerinin arasındaki yakınlığı ve benzerliği şaşırtıcı bir biçimde sergilemektedir.
TPCF, isminde de yer aldığı gibi “Cumhuriyetçi” olduğunu yayınladığı programının başında belirtmekle birlikte o, Cumhuriyeti “halkın hakimiyetine dayalı bir idare şekli” olarak tarif etmektedir. Bu tarif, yadırganmayacak kadar açık ve net olmasına karşılık, yine ilk Meclis devresinde “milli egemenlik” kavramına muhafazakâr ve muhalif 2. Grup tarafından yüklenen anlam açısından bir benzerlik de söz konusudur. Hatırlanacağı gibi birinci Mecliste de rejim tartışmalarının yoğunlaştığı anlarda muhafazakarların, milli egemenliğin tecelli ettiği meclisin üstünlüğünü savunmaları, iktidarı (birinci grubu) denetleyebilecek bir mekanizma olarak görmelerinden ileri gelmekteydi. Bunun için TPCF, birkaç kişinin oligarşik gayretlerine karşı koyarak Meclis içinde iktidarı denetleme mekanizması haline gelmeyi, sistem için varlık sebebi görüyordu. Meselenin bir başka yönden görünüşü ise, iktidarın açıkça belli olan laik tutumu karşısında -yeni siyasi rejim içinde- toplumsal değerleri savunmayı üstleniyordu.
Bu devrede iktidarla muhalefeti ayıran temel çizgilerden biri de, toplumsal değişimlerde izlenecek siyasette, muhalefetin ortaya koyduğu temel anlayış; değişimin Kemalist tarzda süratli ve inkılapçı bir zihniyetle değil tekamül -evrimsel ve kademe kademe olması- şeklindeydi.[6] Bu yaklaşım açısı osmanlı ıslahat hareketlerinde izlenen siyasetin, Cumhuriyet Dönemine intikal etmiş bir biçimi idi. İktidar ise bu tarz bir siyasetin ortaya çıkarttığı dualizmi -ikilik- toptan reddetmekte çağdaş (asrî) bir memleket haline gelinmesinde kökten radikal tedbirleri öngörmekte idi. Yeni bir Türk toplumu oluşturacak, inkılap hareketlerini sekteye uğratacak, her türlü girişimi; kurup geliştirmek istediği Cumhuriyet ve rejimi için tehlikeli addetmekte ve tasvip etmemekteydi.
Hedef alınan Batı toplumları seviyesine ulaşıncaya kadar inkılaplar kesintisiz, engelsiz, tartışmasız devam ettirilmeliydi. Kısaca -süresi belirtilmeden- inkılaplar tamamlanana, toplumda arzu edilen değişim sağlanana kadar bütün güçlerin toplanabileceği bir meclis ve siyasetin yürütücüsü tek parti ve onun lideri M. Kemal Paşa’nın direktifleri ile şekillenecek -muhalefetsiz- bir yönetim öngörülmekteydi.[7]
Türkiye, sahip olduğu coğrafi şartlar ve tarihî miras ile dış dünyadan kendini soyutlayamayacak kadar Batı dünyası ile iç içe olmak, yakın zamanda bir milli mücadele verdiği bu dünya ile bütünleşmek için ilişkilerini geliştirmek zorundaydı. Bu açıdan bakıldığında, Cumhuriyet idareleri, Batı formunda daha çok demokratik idareler ve çoğulcu yapılar idi. Plüralist bir toplum özlemine; muhalif tekçi anlayışları, egemen kılma anlayışı ve uygulamaları kendiliğinden anti-demokratik çağrışımların yapılmasına imkan tanıyordu. Türkiye’nin her ne kadar yeni bir siyasî rejimin kurum ve kuruluşlarıyla yerleşmesi için makul bir sureye ihtiyacı olduğu kabul edilse bile, bu süreyi ila nihayet devam ettirmesi beklenemezdi. TPCF’nin siyasî hayata çıkışı, rejimin demokratikleşmesi açısından hem içte, hem de dışta olumlu karşılansa bile, Türkiye’nin buna hazır olmadığı, yeterli alt yapıyı kuramadığı açıktı.
Aslında iyi niyetlerinden şüphe edilmeyecek kadar üstün nitelikli ve vatanperver şahıslarca kurulmuş TPCF hareketi, erken doğmuş -prematüre- bir çocuk gibiydi. Onun yaşaması çok büyük itinaya ve korunmaya muhtaçtı. Bunu yapacak yegâne güç, iktidarın bizzat kendisi idi. Muhalefetin hayatını devam ettirebilmesi, iktidardan farklı özellikleri azaldıkça mümkün, arttıkça gayr-i mümkündü.
TPCF’nin belirgin vasıfları veya siyasî kimliği hiç şüphesiz yayınlamış olduğu kuruluş belgelerinde yer alan hususlar yanında siyasi hayatta bulunduğu müddetçe sergilediği ölçülerdir. Bu açıdan bu belgelere daha yakından bakmakta yarar vardır.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Beyannamesi
TPCF yayınlamış olduğu fırka beyannamesinde, birkaç noktanın altını çizerek, hangi ihtiyaçtan dolayı var olduğunu kamuoyuna duyurmuştur. Beyannamede: “Bizzat millette olan hakk-ı hakimiyet ve hükümlerinin fiiliyat itibariyle mahdut heyetlerin eline geçmesi, zaruretlerden mütevellid olmakla beraber mahzurlardan salim değildir. Bu mahzurların en büyüğü milleti, bu haktan kamilen mahrum edecek bir şekl-i istibdadın teessüs edebilmesidir” denilirken bu mahzurun bertaraf edilmesi için icra vekillerini (hükümeti) mütemadi murakabe altında bulunduracak vasıtalara şiddetle ihtiyaç olduğu belirtilmektedir.
Beyannamede devamla efkar-ı umumiye (kamuoyu) ve onun bir kolu olan basının denetimde bir vasıta olmakla birlikte yeterli olmadıkları, asıl olması gerekenin aynı kanaati taşıyan milletvekillerinin Meclis’te meydana getirecekleri muvazenet ve murakabe grupları yani muhalif fırkaların mevcudiyeti gerektiği vurgulanmaktadır. Beyannameye göre TPCF’nin bu ihtiyaçtan doğduğu belirtildikten sonra parti programında açık olarak belirtildiği üzere temel hürriyetlere taraftar olduklarından başka, şahsi hürriyetleri her sahada mukadddes saydıklarını, milli hars ve seciyeyi takviye etmekle berabar ilim ve fen, sanatve hizmet nokta-i nazarından memleketi ileri götürecek vasıtaların süratle sahip olunmasına taraftar olacaklarına, dar fırkacılık zihniyetine şiddetle karşı oldukları, hep kanun dairesinde kalacaklarına, hangi fırka millet hakimiyeti, hürriyetperverlik, cumhuriyetcilik esaslarına sahipse onlarla beraber olmaya ve her nevi irticaî hareketlere karşı olmaktan çekinmeyeceklerini ilan etmiştir.
Beyannamenin son hükümlerinden biri ise fırkanın tahakkümlere şiddetle aleyhtarı olduğundan, dahili işlerinde ne ferdin, ne de birkaç kişinin tahakküm suretiyle (oligarşi) arzularına fırsat tanımayarak, her hüküm ve kararını yetkili heyetlerin çoğunluk kararına göre yapacağını taahhüt etmekteydi. Bunun anlamı, karşısındakilerden demokratik tavır ve icraatlar beklerken bizzat kendisi de parti-içi demokrasiyi işleteceğini belirtmekteydi.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Programı
TPCF’nin siyasi hayata intikal edişinde hakkında en çok sözü edilen, hatta bu yüzden siyasi tansiyonu artıracak ölçüde çeşitli tartışmalara sebep olan özelliği, bir siyasi programla ortaya çıkışı veya programa sahip oluşudur.[8]
Bugünden düne bakıldığında tarihsel olarak, Halk Fırkası’nın bir siyasi parti olduğundan kimsenin şüphesi yoktur. Ancak Cumhuriyet tarihinin ilk siyasi programına sahip fırkanın TPCF olduğunu, programında yer alan bazı hususların partinin siyasi hayatta kaldığı sürece yerine getiremese bile özellikle 1945 liberasyonu ve sonrasında savunulmuş ve bir kısmı uygulama alanı bulabilmiştir.[9]
TPCF programı: Esaslar (md. 1-13), Siyaseti Dahiliye (md. 14-28), İktisadiyat (md. 28-39), İtibar (md. 40-44), Maliye (md. 45-48), Siyaset-i Marif (md. 49-54) ve Siyaset-i İçtimaiye (md. 55-58) olmak üzere yedi bölümden oluşmaktadır. Bu fırkanın siyasi görüşünü ortaya koyduğu Esaslar bölümünün ilk iki maddesi, bağlı olunan siyasi sistemle ilgilidir. TPCF bu maddelerle Cumhuriyetçi, Hürriyetperver (liberal) ve halkın egemenliği (demokrasi) yolunda olduğunu belirtir. Üçüncü madde de kanunların yapılışında halkın ihtiyaçları, çıkarları ve eğilimleri ile çağın gereklerinin dikkate alınacağı belirtilmektedir. Bununla da açık olarak görüleceği üzere rasyonel düşüncenin, ilk iki madde de belirtilen sistemin, yani laik esaslara bağlı bir idare şekline taraftar olunulduğu belirtilir. Çünkü parti aksine bir eğilimde olsaydı, kanunların yapılmasında çağın gerekleri halkın ihtiyaçları ölçüsü yerine sabit bir takım kanunların ve ananelerin öne çıkartılması beklenirdi.
Dördüncü maddede, partinin temel hürriyetlere taraftar olduğu, ancak kamu düzeninin korunması endişesi, bu hürriyetlere sınır getirmeyi gerekli kıldığı taktirde, bunun anayasa sınırları çerçevesinde yapılacağı belirtilmektedir. Bu maddeden de anlaşıldığı gibi bir kısım hürriyetlerin sınırlandırılmasında, ferdi karar yerine kollektif kararın ve hukuki zeminin esas alındığı görülmektedir. Beşinci madde, bir önceki maddeyi takviye niteliğinde olup; anayasa milletten açık bir vekalet (madde de bu vekaletin ne tür bir vekalet olduğu belirtilmemekle birlikte)[10] alınmadıkça tadil edilemeyecektir, denilmektedir. Bu ifade TPCF’nin ilk seçimlere kadar 1924 anayasasında hiçbir surette tadilatı kabul etmeyeceği, eğer yapılmak istenirse halka gitmeyi bir yerde önermektedir.
Dikkat ve eleştirileri üzerinde en fazla toplamış ve fırka aleyhindeki suçlamalara gerekçe teşkil etmiş altıncı madde: “Fırka efkâr (fikirler) ve itikadat-ı diniyyeye (dini inançlara) hürmetkardır” şeklindedir. Programı tarafsız gözle değerlendirmeye çalışanlar, maddeyi sarih (açık) bulmamışlardır. Sordukları soru; bu maddeyle kastedilen fikir ve dinin hangisi olduğudur.[11] Bu ifadelerde belli olmayan, açık olarak anlaşılmayan yeni fırka laik mi idi, yoksa şeriat’e mi itibar ediyordu? İktidar yanlıları, laikliği kendileri için rehber bilip resmi hiçbir belge ile bunu tescil etmezken,[12] iktidar karşısında kurulan muhalefet fırkası ve kurucularının bilinen şahsiyetleri yüzünden, iktidardan ileri laiklik yapabileceklerine fırsat tanımıyordu. Ama bu maddenin geniş boyutu ve anlamına rağmen iktidarın tefsiri, mürteci ruhlara cesaret verici ve yönetime karşı baş kaldırıcı olarak algılandı.
Halbuki, saltanat ve halifeliğin lağvından hemen sonra kabul edilmiş 1924 anayasasında yer alan hüküm, muhalefetin yanı sıra, iktidara bağlayıcı niteliktedir. Anayasanın ikinci maddesine göre; “Türkiye devletinin dini, din-i islâmdır.” ifadesi açık ve net bir hükmü va’z etmektedir. İktidar partisi ise anayasal açıdan, kendisini din devleti olarak tarif etmiş olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hükümetidir. Bu maddenin TPCF programı ilanına kadar fesh veya hükümsüz kılacak bir karar olmadığına göre bahsi geçen 6. Maddenin laiklik açısından icra ile hükümlü olan iktidar fırkasından ileri bir noktada olduğu kabul edilebilir.[13] Cumhuriyet Halk Partisi lideri ve cumhurbaşkanı M. Kemal Paşa, TPCF hakkında basına verdiği ilk resmi açıklamada: “yeni teşkil eden TPCF programında halk fırkasının Umdelerinden hariç ve mevzû münakaşa olmaya değer, esaslı bir prensip ve fikir yoktur. Fırkanın programı hemen hemen halk fırkasının umdelerine müşâbihdir,[14] demiş Gazi ifadelerinin devamında, TPCF’nin 6. Maddesi ile ilgili olaraktan “efkar ve itikadat-ı diniyyeye hürmetkar olmak öteden beri tabi ve umumi bir telakkidir. Herkes efkar ve itikadat-ı diniyyeye hürmetkar ve riayetkardır.” ifadelerinde sanki bu maddeyi tasdik etmektedir. Şurası açıktır ki; TPCF’nin irticâya karşı tavrı, beyannamesinde açık ve net olarak belirtilmiştir. Bu ifadenin irtica-i kaynakları harekete geçirici olmaktan ziyade, hayal kırıklığı yaratan bir unsur olarak görüldüğünü söylemek daha uygun olacaktır.
TPCF programının dikkat çeken maddelerden biride madde 8: Seçim usulünün tek dereceli ve her kazanın seçim bölgesi olarak kabul edildiğini bildiren maddedir. Maddenin iktidar parti üzerinde yarattığı ilk etki, kendilerinin de bunu arzu ettiklerini meclis gruplarında, buna ait bir yasa tasarısı görüşüldüğünü, yakın bir zamanda meclis genel kuruluna geleceğini, bildirmelerine rağmen bu konu, 1950’lere kadar halledilmeyecektir. Devlet vazifelerini askeri düzeyde tutmak (md 9), fırkanın liberal anlayışının, hür teşebbüse verdiği önemi vurgularken yine bu maddeyle iktidar partisinin İzmir İktisat Kongresi kararlarından (liberal politikalardan) mülhem olan iktisadi umdelerinden uzaklaştığı, yani iktisadi hayattan devlete daha çok rol verdiği çağrışımı yapılmaktadır.[15]
Cumhurbaşkanı seçilen kimsenin seçimi müteakip mebusluğunun düşeceğini belirten 12. madde, hiç kuşkusuz bir parti programından ziyade doğrudan bir anayasa konusu olmakla birlikte Halk Partisi lideri M. Kemal Paşa’nın partiler-üstü konuma gelmesini öngörüyordu.[16] Programın esaslar bölümünde yer alan son madde (md.13); devletin özel ve katma bütçelerinden maaş alan – memurların aktif siyasette bulunmaması, bir siyasi partiye üye olamaması için bir kanun teklifinde bulunulacağı, kanun çıkmadan buna fırka olarak riayet edeceklerine dairdir. Bu maddenin de amacı açıktı. Bir memur-eşraf partisi kimliğindeki CHP’nin en önemli gücü bürokrasiyi siyaset dışına çıkararak rakibini zayıflatmaktı.
TPCF Programının diğer bölümlerde onun kimliğini sergileyen hususların başında dahili siyasette ortaya koyduğu anlayış oldukça dikkat çekicidir. CHP’nin merkezî otoriteyi ülke genelinde yaymak ve etkin kılmak anlayışına karşı TPCF’nin, idarede, milli birliğe zarar getirmeyecek ve devletin kontrolünde adem-i merkeziyetciliğe taraftar olduğu görülmektedir (md.13). Aslında bu görüş İttihat ve Terakki Hareketinin önemli isimlerinden ancak merkeziyetci İttihatçılarla anlaşamayarak bu hareketten ayrılmak zorunda kalan Prens Sabahattin’e aittir. Terrakkiperver ülke yönetimi anlayışı itibariyle Prens Sabahattin’e yakın dururken, yerinden yönetim anlayışıyla halka daha yakın durduğuna inanmaktadır. Buna paralel olarak büyükşehir belediye başkanlarının atanma yerine seçimle gelmelerini (md. 23), topraksız çiftçilere ve göçmenlere ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda devlete ait topraklardan verilmesini uygun görmektedir. Tüm bunlar halkçılık ilkesine Halkçılar gibi sahip olmasa da kendiliğinden bir halkçılık yapılmaktaydı.
TPCF, iktisadi siyasette liberal görüşlerine uygun olarak özel sektörü öne çıkarırken, ziraatın geliştirileceğini, sanayinin korunacağını, hatta himaye edileceğini belirtmekte ve himayenin bir gaye değil bir araç olduğu, on yılda ziynet eşyası haricinde bir plan dahilinde ithal mallardan gümrük indirimine gidileceği (md. 33), yabancı sermayeye kolaylık sağlanacağı, kambiyo sisteminin yeniden tanzim edileceği (md. 41) belirtilmektedir.
Fırka, işçi-işveren münasebetlerinde tarafların hukuk ve menfaatlerini eşit olarak müdafaa edeceğini (md. 35), işçinin kâra iştirakine taraftar olduklarını, bunu kanun kuvveti yerine ikna suretiyle temin edeceklerini (md. 36) va’ad etmektedirler.
Tekellerin çoğaltılmasına karşı olmaları (md.46), liberal ekonomi anlayışlarını tamamlamaktadır. Eğitimde birliği esas aldıklarını (md. 49), ancak ilk mekteplerin idarelerini mahallerine vereceklerini (md. 52) ve halkın medenî seviyesini ve hayatını yükseltmek için yol gösterme ve neşriyata önem vereceklerinden (md. 58) bahs olunmaktadır.
Programın tamamı üzerinde birkaç noktanın üzerinde durarak, genel bir değerlendirme yapılmak istenirse şunlar söylenebilir: Evvelâ bu program cumhuriyet tarihimizin ilk siyasi fırka (parti) programıdır. Program gerek siyasî, gerekse ekonomik anlamda liberal düşünceyi, liberal ekonomiyi, hasılı demokrasiyi savunmaktadır. Bu özelliklerin açıklandığı maddelerin kimisi kanun yoluyla, kimisi de ancak anayasa değişikliği ile yerine getirilebilecek mahiyettedir. Burada, ya iktidarı bu maddelerle demokratik olmaya zorlamakta veyahut gelecekte iktidara güçlü bir şekilde (en azında iktidardaki CHP gücü ve misyonunda) geldiğinde bizzat yapacağı anlaşılmaktadır.
TPCF’nin siyasî hayata çıktıktan sonra üyelerinin bir kısım davranışları ve ifadeleri fırka programı hakkında tüm üyeler arasında tam bir mutabakatın ortaya konulamadığına işaret etmektedir. Veya bir başka ifade ile, TPCF sıkı bir parti disiplini uygulamadan bir kısım farklı şahsi düşünceleri, üyelerin serbestçe parti içinde ve dışında kullanabilmesine ruhsat verilmektedir. O günlere gidilip basında küçük bir tarama tapıldığında bu şekilde beyanatlara rastlamak mümkündür. Meselâ TPCF kuruluşuna müteakip İstanbul’a giden Refet (Bele) Paşa, bir gazetecinin Ankara’nın şartlarını sorması üzerine; Ankara’nın başkent olabilecek, imkan ve şartlara sahip olmadığından şikayet etmesi; bir “merkez-i hükümet meselesini” doğurmuş,[17] meseleye gösterilen sert tepki üzerine, geri adım atılmak zorunda kalınmıştır. Burada önemli olan Refet Paşa’nın bu yaklaşımına partinin diğer üyelerinin itibar etmemesidir. Programda yer almadığı halde Fırka Başkanı Kazım Karabekir Paşa, Ahmet Şükrü (Esmer), Adnan (Adıvar) gibi beylerin iki meclisli bir siyasi yapının taraftarı oldukları,[18] bir başka tartışma konusu olmuştur. Bazı Terakkiperverlerin Latin harflerine taraftar olduğu gibi haberlere basında rastlamak mümkündür. Yukarıda belirttiğimiz şıklardan ikincisine ait yaklaşımı, bu partinin Genel Başkanı Kazım Karabekir açıklık getirerek, fırka siyasetinin fırka programı dairesinde yapıldığını, bazı farklı görüşlerin varlığının ayrılık anlamına gelmeyeceğini, fırka reisliğine gelişinden sonra yaptığı ilk açıklamada[19] belirtmiştir.
Son olarak TPCF Nizamnamesi’nde fırka üyeliği için aranan şartlardan birisi şahsî fikirler ile fırka görüşleri arasında birliğin aranmasıdır. İktidar fırkası ise, bu konuda herhangi bir kayıt getirmemekte, hangi fikirde olursa olsun herkesi üyesi kabul etmekteydi. İki parti arasında mukayese yapanlar, CHP’nin sırf bu yüzden bile cemiyet özelliğinden kurtulamadığı, bir siyasî fırka olma vetiresini ikmal edemediği ileri sürülmekteydi.[20] Gerçekte ise bu fırkaya ait belgelerin bulunduğu TBMM Arşivi T-3, Dosya 350’de üyelere verilen parti hüviyetlerinde fırka programının okunduğuna ait bir ibare bulunmaktadır. Nizamnamenin bir başka maddesinde (md. 12) Umumi Kongrenin aleni olacağı belirtilmektedir.
TPCF’nın bu programı ve iddialarıyla nasıl bir siyasi çizgi sergilediği, yukarıda bahsi geçen fikir ve yaklaşımları, fırkanın kısa ömrü süresince ciddi bir ölçüde koruduğu ve iktidarın izin verdiği ölçüde de hayata geçirdiği söylenebilir.
Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 16 Sayfa: 546-551