Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Tarihi Olayların Günümüze Yansımaları

0 13.117

Prof. Dr. Ramazan DEMİR

Meşhur deyiştir, “Tarih tekerrürden ibarettir; eğer ders alınsaydı hiç tekerrür eder miydi?”

Doğru söze söylenecek her fazla kelime, ‘aşa su katma’ niteliğinde olur.
Bu yazımızda sizlere son derece ilginç tarihi bir olayı anlatıp günümüzle kıyaslanmasını önereceğim.

***

Tarih 16 ağustos 1838, Osmanlı Devletinin Sadrazamı Reşit Paşa makamında tüm gösterişli kıyafetiyle oturmakta… Karşısında da yakın dostu İngiliz elçisi Lord Stratford Canning var… Osmanlı-İngiliz ticaret anlaşmasını konuşurlar, sonunda antlaşmayı imzalarlar… Fazla zaman geçmeden aynı antlaşma Avrupa’nın diğer devletleriyle de imzalanır…

Bu antlaşmanın Osmanlı Devletinin yararına olmayan çok önemli bazı hükümleri vardır. Bu hükümler, geçerli olan Osmanlı maliye sistemi ile ilgili şu hususları ortadan kaldırıyor; Devletin savaş dönemlerinde koyduğu ek vergileri kaldırıyor, bir; yine savaş dönemlerinde darlığı-kıtlığı çekilen malların ihracı yasaklanma hükmü kalkıyor, iki; dış ticaret açığı konusunda işleyen “devletçi” kontrol mekanizması kalkıyor, üç.

İşte bu antlaşmayla Osmanlı maliyesini birinci derecede etkileyen bu hususlar tamamen ortadan kaldırılıyor. İşin garip tarafı ise, gümrük vergilerindeki oranı da İngiltere ile birlikte saptıyor Osmanlı yeni bu antlaşmaya göre… Ve ithalat ve ihracat için mallara konulmuş olan %3lük gümrük vergisi %1e düşürülüyor…

Özetle, dış ticarette egemen olan “devletçi” ekonomi kuralını ortadan kaldırıyor. Böylece piyasa ucuz ithal mallarıyla doluyor, binlerce küçük esnaf iflas ediyor, üretim duruyor, mallar ithal edilip satılıyor…

Tüketim toplumu oluşuyor, üretmediğini tüketen bir toplum oluyor Osmanlı toplumu…

(İrdeleme: Şu andaki Türkiye piyasa ekonomisi gibi. Çin ve uzak doğu malların piyasayı işgal etmesi gibi… Üretim yerine ithal malların satılması gibi… Küçük esnafın zora girmesi gibi… Üreten değil tüketen toplum oluşumuz gibi…)

Diğer bir ifade ile Devlet eliyle vatandaşın fukaralaşması ve tembelleşmesi sağlanıyor… İthalatla giren ucuz malların rekabetine dayanamayan binlerce küçük esnaf iflas ediyor… (Bugün de öyle değil mi?)

Devletin kontrolünden çıkan ekonomiye yabancı sermaye egemen oluyor.
İflas eden yerli sermaye, dış kaynaklara bağımlı hale geliyor.
En verimli alanlar yabancıların eline geçiyor…

(Hatırlatma: Özelleştirme adıyla ne kadar devlete ait ekonomik kuruluş ve kar getiren kuruluşlar tamamen yabancılara geçmiş durumda… Telekom… Pektim, PTT, Bankalar, Limanlar, Fabrikalar… Ve Madenler… VD)

 İlginçtir bu antlaşmadan bir yıl sonra –göklerde konulacak yer bulunmayan- “Tanzimat Fermanı” ilan ediliyor…
Başta Rumlar ve Ermeniler olmak üzere azınlıklar pek çok avantajlara sahip oluyor… En imtiyazlı topluluklar ise Ermeniler ve Rumlar oluyor. Çünkü onlar Avrupa’nın desteklediği azınlıklar…
Böylece bu azınlıklar imtiyazlı hale gelirler, sonsuz haklar tanınıyor. Ticarette kaybedenler sadece Müslümanlar ve biraz da Yahudiler oluyor…

(İrdeleme-bugün: AB uyumu kapsamında çıkarılan yasalarla Cumhuriyetin egemenlik kurduğu ilkeler ve kanunlar değiştirilerek bazı azınlıklara “özel” haklar sağlanıyor, mabetler imar ediliyor, dini okullar açılıyor, vakıflara mülk devri yapılıyor, “hepimiz …yiz” deyip bazı gruplar “dokunulmaz tabular” haline getiriliyor, tabii ki yine AB’nin desteğinde… Ve Türkiye’deki azınlıklara mevcut iktidar için hayır duası yapıyor, onlar için bu dönem “milat” oluyor…)

***

Osmanlıyı bu antlaşmayı yapmaya zorlayan sebepler nelerdir, diye bir soru sorulabilir. Dünyadaki ekonomik gelişmeler, Osmanlıyı bunu yapmaya mecbur ediyordu… Sanayi devrimini tamamlamış olan İngiliz ekonomisi her tarafta güçlüydü. Osmanlı toprakları da İngiliz sermayesi için tam anlamıyla bakir pazar ve ucuz ham madde sağlama alanlarıydı… Üstelik Osmanlının ekonomik alt yapısı zayıftı; ticaret için uygun tren yolu, limanları yok denecek kadar azdı…

Dünya ticaretine sanayi devrimini tamamlamış olan İngiliz ekonomisi egemendi… Dünyaya ürettiklerini satacak açık pazar arıyordu…

Ticaret antlaşmasından sonra Osmanlıdaki ham ve ucuz maddelere ulaşması için demiryolu ve liman yapımına başladı; sonra, bankaları satın aldı derken ekonomi tamamen İngiliz mallarına, sermayesine- ekonomisine endekslenmiş oldu…

(Bugün: yabancılara geçmemiş, milli olarak üretim yapan kaç tane kuruluş gösterebilirsiniz?)

Paranın değeri hakkındaki şu bilgi bize bir fikir verir; 1814 yılında 1 Sterlin=23 Osmanlı kuruşu iken; 1839’da 1 Sterlin=104 Osmanlı kuruşu oluverdi…
Osmanlının bütçe açığı giderek arttı…
Çare ne olmalıydı?
Avrupalılar Osmanlıya nasihat vermeye başladılar; “derhal borçlanın” denildi… Ve borçlar alındı…
Osmanlıya yüksek faizle borçlar verildi, tahviller satıldı, Osmanlı hazinesi her yıl giderek büyük borç yüküne sokuldu…
Nereye mi harcandı?
Fabrika mı kuruldu üretim için?
İstihdam alanları mı yaratıldı bu borçlarla?
Hayır, hiç birisi…
Tahmin ediniz paraların nerelere harcandığını…!
Edemezsiniz; Dolmabahçe, Çırağan, Yıldız ve Beylerbeyi sarayları yapıldı…!
Gösteriş için…!
Ve her şey satıldı ya da işletme hakkı yabancılara verilmeye başlandı; posta idaresinden, demir yolu işletmesine kadar, İstanbul su idaresine, İzmir limanına kadar…
Yabancıların egemenliğine girdi ticaret…
Ve kapitülasyonlar… Ve Osmanlının sonu…

(Bugün: Artık kapitülasyonlar ekonomik değil, daha çok beyinsel, dimağsal, vicdansal… Teolojik… Kuklalardan, hainlerden oluşmuş “kapital-kadrolar” aracılığıyla işler yürütülüyor… Gerisini siz düşünüp bulunuz lütfen…)

***
Ekonomik değişimle kültürel ve sosyal hayatta da değişimler oldu Osmanlı toplumunda; gösterişe merak, lükse merak sardı… Osmanlı bürokratları arasında bu gösteriş furyası devam etti; faytonlara binilip eğlence partileri düzenlendi, yalılarda, konaklarda yaşanmaya başlandı, saltanat ahengi tutturuldu…
Bürokratla daha fazla tüketmek için daha çok kirlenmeye başladılar…
Devlet katında torpilsiz, rüşvetsiz, yandaşsız iş yapılmaz oldu…
Bunlar da yetmiyordu Osmanlı paşaları yabancı devletlere dayandırılarak terfilere, kariyerlere gelebiliyordu; örneğin “İngilizci”, “Rusçu”, “Fransızcı” paşalar şeklinde sınıflama yapılıyordu…
Osmanlıda devlet bürokrasisi böyle anılmaya başlandı…

(İrdeleme-bugün: Sonradan bulma ve olma zenginlerin paçalarında akan cehalete aldırmadan, tınmadan yapılan sınırsız harcamalar, lüks yaşantılar… Bürokratlar, siyasetçiler nasıl anılıyor? AB’ci veya ABD’ci veya İrancı ya da tarikat ve cemaat esaslı sınıflamalar yapılmakta… Türkiye’de şu sıralar geçerli olan “…cı” lakaplı olmak… Bu özellikler itibar kazandırmakta…)

Sonuç olarak, tarihte gerçek olan bu olayı esas alarak bugünkü durumumuzla kıyaslamak ve bir yerlere varmak çok doğru ve mümkün olur. Dedik ya, ibret alınsaydı tekerrür eder miydi diye…

Yorumlamak sizin de hakkınız… Susmayınız, susarsanız yorumlayamazsınız…

“Düşün ve ülkene sahip çık” demiyorum, sadece İBRET AL…

(www.r-demir.com)

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.